KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

ŞİRKET ORGANININ GERÇEKLEŞTİRDİĞİ İLERİ SÜRÜLEN MUVAZAA YÖNÜNDEN ŞİRKET ÜÇÜNCÜ KİŞİ KONUMUNDA OLAMAZ.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO       : 2017/13-590
KARAR NO    : 2017/899

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                    :
İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                              : 18/03/2014
NUMARASI                       : 2014/2 - 2014/111
DAVACI-BİRLEŞTİRİLEN
DAVANIN DAVALISI          :
R.Ç. vekili Av. S.Ş.
DAVALI-BİRLEŞTİRİLEN
DAVANIN DAVACISI         :
B.İ. İnş.Pet.Turz. Ve Dış Tic.Ltd.Şti. Vekili Av. H.A.
BİRLEŞTİRİLEN DAVANIN
DAVALISI                         :
Ş.D.

Taraflar arasındaki “alacak” istemine ilişkin asıl dava ve “sözleşmenin iptali” istemine ilişkin birleşen davadan dolayı yapılan yargılama sonunda;  Kadıköy 1. Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne dair verilen 17.04.2012 gün ve 2008/290 E., 2012/156 K. sayılı kararın asıl dava davacısı - birleşen dava davalısı Recep Ç. vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 13.06.2013 gün ve 2012/19295 E., 2013/16055 K. sayılı kararı ile;

(... Davacı asıl davada, davalı şirketin müteahhit olarak inşa edeceği binadan davalının hissesine düşen 7 adet daireyi satın almak için davalı ile noterde 24.1.2002 tarihli taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi imzaladıklarını, sözleşme gereğince davalıya 337.000 TL ödediğini, davalının tapuları vermemesi üzerine açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini, tescil imkanının kalmadığını ileri sürerek, 337.000 TL’nin faiziyle birlikte davalı şirketten tahsilini istemiştir.

Davalı şirket, davanın reddini dilemiş, birleşen karşı davasında, gerçek bir satış vaadi iradelerinin bulunmadığını, şirket yetkilisi olan davalı Şahap’ın davacı - birleşen davanın davalısı Recep’ten aldığı borç paralara teminat olmak üzere dava konusu satış vaadi sözleşmesini imzaladığını, ödendiği iddia edilen 337.000 TL’nin şirket kayıtlarına girmediğini, sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, 24.1.2002 tarihli taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptalini istemiştir.

Birleşen davanın davalısı Şahap D., satış vaadi sözleşmesini davacı - birleşen davanın davalısı Recep’ten şahsı adına aldığı borç para karşılığı teminat olmak üzere imzaladığını, şirketin sözleşme ile ilgisinin bulunmadığını savunmuştur.

Mahkemece, asıl davanın Reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı - birleşen davanın davalısı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı - birleşen davanın davalısı Asıl davada, davalı şirket ile 7 adet daireyi satın almak amacıyla noterde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi imzalayarak satış bedeli olan 337.000 TL’yi ödediği halde dairelerin tapularının devredilmediğini, açtığı tapu iptali ve tescil davasının reddedildiğini ileri sürerek, 337.000 TL’nin davalı şirketten tahsilini istemiş, davalı şirket ise birleşen karşı davasında, bedelsizlik ve muvazaa nedenlerine dayanarak dava konusu taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinin iptalini istemiştir. Davacı - birleşen davanın davalısı Recep ile davalı - birleşen davanın davacısı şirket arasında 24.1.2002 tarihinde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi düzenlendiği taraflar arasında çekişmesizdir. Sözleşmede 337.000 TL’nin nakden ve tamamen ödendiği belirtilmiştir. Sözleşme resmi şekilde düzenlenmiş olup geçerlidir. Sözleşmeyi şirket adına o tarihte şirket yetkilisi olan Şahap D. imzalamış olup davacı - birleşen davanın davalısı Recep ile Şahap’ın el ve işbirliği halinde oldukları dosya kapsamıyla kanıtlanamamıştır. Davalı - birleşen davanın davacısı şirket bedelsizlik ve muvazaa iddialarını ispatlayamamıştır. Öyle olunca mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...)

gerekçesi ile hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Asıl dava davacısı - birleşen dava davalısı Recep Ç. vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; asıl dava dosyasında alacak, birleşen dava dosyasında ise sözleşmenin muvazaa nedeniyle iptali istemine ilişkindir.

Asıl dava dosyasında;

Davacı Recep Ç. vekili müvekkili ile davalı şirket arasında imzalanan 24.01.2002 tarihli sözleşme ile 337.000,00 TL karşılığında satışı vaad edilen dairelerin bedelinin ödenmesine karşılık devrinin yapılmadığını ileri sürerek ödenen bu bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı B.-İ. Ltd. Şti. (Şirket) vekili ise bahsi geçen sözleşmenin, sözleşme altında müvekkili şirketin temsilcisi sıfatıyla imzası bulunan Şahap D.’in davacıya olan para borcunun teminatı olarak imzalanmakla muvazaalı olduğunu, daire satışı gibi bir irade bulunmayıp sözleşmedeki satış bedeli olarak belirtilen meblağın da davacı tarafından ödenmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Birleşen dava dosyasında ise;

Davacı Şirket vekili asıl dosyada muvazaalı olduğunu ileri sürdüğü Kadıköy 4. Noterliğinin 24.01.2002 tarih, 5..6 yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptali yönündeki istemini dile getirmiştir.

Birleşen dosya davalısı sıfatıyla Recep Ç. vekili muvazaa iddiasının gerçeği yansıtmadığını, resmi belgenin aksinin ancak kesin deliller ile ispatlanabileceğini savunmuştur.

Davalı Şahap D. ise davaya konu sözleşmenin Recep Ç.’den para karşılığı aldığı borcun teminatı olarak imzalandığını, gerçekte satış yönünde bir iradenin olmadığını beyanla davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacı Recep Ç.’nin davalı şirket yetkilisi Şahap D. ile çıkar ve işbirliği içerisinde davaya konu satış vaadi sözleşmesini düzenledikleri, sözleşmenin düzenlenmesi sırasında da Şahap D.’in temsil görevini kötüye kullandığının davacı Recep Ç. tarafından bilindiği, bu nedenle birleştirilen davanın davacısı olan Şirket’in dava konusu sözleşmeyle bağlı sayılmasının Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralıyla bağdaşır yanının bulunmadığı gerekçesi ile asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile 24.01.2002 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmiştir.

Asıl dosya davacısı - birleşen dosya davalısı Recep Ç. vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı asıl dosya davacısı - birleşen dosya davalısı Recep Ç. vekili tarafından temyiz edilmiştir.               

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; resmi şekilde yapılmış olmakla geçerli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine temsile yetkili olduğu şirket adına imza atan kişi ile sözleşmenin diğer tarafı arasında muvazaalı ilişki bulunduğu yönündeki iddianın şirket tarafından dile getirildiği olayda ispat yükünün yön ve koşullarının mahiyeti, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemenin sözleşmenin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptalinin gerektiği yönündeki kabulünün hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçmeden önce taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin hukuki nitelikleri üzerinde kısaca durmakta yarar vardır.

Kaynağını 818 sayılı Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 706 ve Noterlik Kanununun 89. maddeleri hükmü uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan ve tam iki tarafa borç yükleyen kişisel hak doğuran sözleşmelerdendir.

Kişisel borç doğuran bir sözleşme olması nedeniyle satış vaadi sözleşmesinin geçerli olması için vaad borçlusunun satış vaadinin yapıldığı tarihte tapuda kayıtlı taşınmazın maliki olması gerekmez. Bir başka deyimle, borç doğuran bir sözleşmenin geçerliliği hiç bir zaman satıcının satış tarihinde veya daha sonra o şeye malik olması şartına bağlı değildir. Vaatte bulunanın, satış vaadinin konusunu oluşturan taşınmaz üzerinde tasarruf yetkisinin varlığını aramak da gerekmez. (Karahasan, M. R.; Türk Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.4, s.308) .

Resmi şekilde düzenlenmesi gereken ve tam iki tarafa borç yükleyen satış vaadi  sözleşmelerinde edimini yerine getiren taraf, karşı tarafın da edimini yerine getirmesini isteyebilir.

Somut olayda da dava dışı arsa sahipleri ile o dönemde K…..ş İnş. Ltd. Şti. temsilcisi olan birleşen dosya davalısı Şahap D. arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalanmış, maddi zorluklar nedeniyle ifa edilemeyen bu sözleşmenin feshedildiği tarihte bu kez Şahap D.’in yabancı uyruklu ortaklarla beraber kurduğu ve yine tek başına temsile yetkili olduğu davalı Şirket arasında aynı mahiyette 16.11.2000 tarihli ikinci bir sözleşme akdedilmiştir.

Bu sözleşmenin devamında; davaya konu Kadıköy 4. Noterliğinin 24.01.2002 tarih, 5..6 yevmiye sayılı “Düzenleme Şeklinde Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi” ile B.İ. Ltd. Şti. temsilcisi sıfatıyla Şahap D., asıl dava dosyası davacısı Recep Ç.’ye bir kısım dairelerin 337.000,00 TL karşılığında satışını vaad etmiştir. Sözleşmede bedelin nakden ve tamamen alındığı açıkça yazılıdır. Devri taahhüt edilen dairelerin arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi çerçevesinde yükleniciye değil arsa maliklerine ait olacağı kararlaştırılan dairelerden olduğu iddiası ile davacı Recep Ç. arsa malikleri ve Şirket’e karşı açtığı tapu iptal ve tescil davasını kaybetmiş, hatta bu dava ile birleşen dava dosyasında şirketin yabancı uyruklu ortakları eldeki davaya konu taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin muvazaalı olduğu iddiasıyla iptalini istemişler ise de iddianın ispatlanamadığı gerekçesi ile verilen ret kararı onanarak kesinleşmiştir.

Tapu iptal ve tescil isteminden sonuç alamayan davacı Recep Ç. bu kez ödediği bedelin faizi ile tahsilini uyuşmazlığa konu dava ile talep etmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamalar göz önüne alındığında taraflar arasındaki “Düzenleme Şeklinde Taşınmaz Satış Vaadi Sözleşmesi”nin şekil itibari ile geçerli ve tarafları bağlayıcı mahiyette olduğu açıktır.

Ne var ki birleşen dava dosyasında davacı Şirket söz konusu sözleşmenin Recep Ç. ile Şahap D. arasındaki kişisel borç ilişkisinin teminatı olarak imzalandığını, gerçekte satış vaadi yönünde bir irade ve ödenmiş bir bedelin bulunmadığını ileri sürerek muvazaa nedeniyle iptaline, asıl davanın da bu nedenle reddine karar verilmesini istemiştir.

Bu noktada muvazaa kavramı ve hukuki niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır.

İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanununun 18. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” hükmüne yer verilmiştir.

O halde muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa iddiasını dile getiren kişinin muvazaalı işlemin tarafı olup olmaması ispat kuralları yönünden farklı sonuçlar doğurur.

Muvazaalı sözleşmenin taraflarından biri akdin muvazaa nedeniyle hükümsüzlüğünü ileri sürmesi halinde bu iddiasını ispatla mükelleftir. Bu noktada önemli olan diğer tarafın muvazaayı inkarı halinde iddianın ne şekilde ispat edileceğidir.

Kanunun muayyen bir delil ile ispatını emrettiği hususlar başka suretle ispat olunamazlar. Bu durumun bir tezahürü senede karşı senetle ispat kuralıdır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 201. maddesinde senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemlerin miktara bakılmaksızın tanıkla ispat olunamayacağı düzenlenmiştir.

Muvazaanın ispatı bakımından da aynı kural geçerlidir. Taraflar muvazaalı işlemini bir senede bağladıklarına göre bunun muvazaalı olduğunu da bir senede bağlayabilirler. Aksi yöndeki bir kabul senetlerin kıymetini azaltacak ve ciddi bir hukuki işlem ile sorumluluk altına giren kişi hal ve şartlar kendisi için uygun bulunmadığı takdirde sözleşmenin hüküm ve sonuçlarından kurtulmak için gerçekte mevcut olmadığı halde muvazaa iddiasında bulunup, bunu şahitle ispat edebilecektir. (Esener, T.: Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, İstanbul 1956, s.85)

İspatı veya doğumu muayyen bir şekle bağlı olmayan işlemlerde muvazaa iddiası ise her türlü delil ile ispatlanabilir.(Esener, T.: s.89)

Muvazaa olgusu tarafların yanı sıra muvazaalı işlemin butlanını talep etmekte doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde hukuki menfaati bulunan kişiler tarafından da ileri sürülebilir. Ancak bu halde yukarıda açıklanan ispatta sıkı şekil koşullarının varlığı aranmaz ve iddia tanık dahil her türlü delil ile ispat edilebilir. Bu durum 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 203. maddesinde açıkça düzenlenmiştir.

Uyuşmazlıkta davalı - birleşen dosya davacısı Şirket, o dönemde müdürleri olan ve sözleşme altında şirket adına imzası bulunan kişinin (birleşen dosya davalısı Şahap D.’in) muvazaalı eylemi iddiasına dayanmaktadır.

Hal böyle olunca Şirketin muvazaada taraf mı yoksa üçüncü kişi konumunda mı olduğunun açıklığa kavuşturulması gerekir.

Gelinen bu aşamada tüzel kişilerin organlarının fiillerinden dolayı sorumluluğunun esas ve şartları irdelenmelidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 47. maddesinde başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları olarak tanımlanan tüzel kişiler cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler (m.48) ve kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla fiil ehliyetini kazanırlar (m. 49). Tüzel kişinin iradesi ise organları aracılığıyla açıklanır (m.50)

Pozitif hukuk tarafından hak süjesi olarak kabul edilen tüzel kişilerin iradelerini açıklayabilmeleri, dış aleme tesir edebilmeleri veya dış alemde değişiklik yaratabilmeleri için ihtiyaç duydukları vasıta “organ” olarak isimlendirilir. (Öztan, B.: Medeni Hukuk Tüzel Kişilerinde Organ Kavramı ve Organın Fiillerinden Doğan Sorumluluk, Ankara 1970, s.152)

Davalı - birleşen dosya davacısı tüzel kişi bir limited ortaklıktır. Limited ortaklık iki veya daha fazla gerçek veya tüzel kişi tarafından bir ticaret ünvanı altında kurulup, iktisadi konularda faaliyet gösteren, ortaklık borçlarından sadece ortaklığın ve malvarlığı ile sınırlı olarak sorumlu bulunduğu, esas sermayesi muayyen ve bu sermaye ortaklarının esas sermaye paylarının toplamına eşit olan ortaklıktır. (Poroy/Tekinalp/Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatif Hukuku, İstanbul 2009, s.901) Diğer ticaret ortaklıkları gibi tüzel kişiliği haizdirler (6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu m. 136,137) ve bu kişiliği tescil ile kazanırlar (m. 512).

Tüzel kişilerin faaliyette bulunabilmeleri ancak organları ile mümkün olduğu için kanun koyucu önemli saydığı organları doğrudan doğruya kendisi hükme bağlamıştır.

Limited ortaklıkların kanunen kurulması zorunlu organları ise ortaklar genel kurulu ve müdürlerdir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 540. maddesine göre aksine bir düzenleme bulunmadığı takdirde, limited şirket müdürü olmak kurucu ortaklar açısından hem bir hak hem de bir yükümlülüktür. Şirket sözleşmesi veya ortaklar genel kurulu kararı ile şirketin yönetim ve temsili ortaklardan birine yahut bir kaçına bırakılabilir.

Kanun’un 556. maddesi uyarınca limited ortaklığın yönetimine “memur edilen kimselerin” yani ister özden yönetimle, ister seçimle bu sıfatı almış olsunlar, ister ortak ister üçüncü kişi durumunda bulunsunlar müdürün/müdürlerin sorumluluğuna anonim ortaklıkların yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu hakkındaki hükümler uygulanır. (Poroy/Tekinalp/Çamoğlu; s.963)

Somut uyuşmazlıkta birleşen dosya davalısı Şahap D.’in muvazaa iddiasına konu sözleşme tarihi itibari ile Şirketi temsile yetkili müdür olduğu konusunda çekişme bulunmamaktadır. Muvazaa iddiasının dayanağı Şirket temsilcisinin, şahsi borcunun Şirkete yüklenmesi sonucunu doğuracak şekilde gerçek dışı işlem yaptığı isnadıdır. Bu iddiayı birleşen dosya davalısı Şahap D. 28.02.2012 tarihli dilekçesi ve duruşmada verdiği ifade ile doğrulamış, Mahkemece de bu beyan göz önünde bulundurularak asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile sözleşmenin iptaline karar verilmiştir.

Ne var ki yukarıda yapılan açıklamalar karşısında davalı - birleşen dosya davacısı Şirketin, organının eliyle gerçekleştiği ileri sürülen muvazaa iddiası yönünden, üçüncü kişi konumunda olduğunun kabulü mümkün olmadığından muvazaanın ispatlanamadığı gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde değildir.

Sonuç itibari ile Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacı - birleşen dosya davalısı Recep Ç. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 03.05.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLGİ : İsviçre Hukuku’nda tüzel kişilerde fiilî organın taraf gibi değerlendirileceği belirtilmektedir. Bu konudaki ayrıntılı açıklamalar için bkz. YARDIMCI, Taner Emre, Hukuk Yargılamasında Somutlaştırma Yükü, İstanbul, 2017, s. 187, 188.

Ayrıca bu konu ile ilgili olarak AİHM’in Dombo Kararı (Dombo Beheer/B.V./Hollanda, 1993) ve silahların eşitliği ilkesi çerçevesinde ayrıntılı değerlendirmesi için bkz. HANAĞASI, Emel, Medenî Yargılama Hukukunda Silahların Eşitliği İlkesi, Ankara, 2016, s. 404-406; YARDIMCI, Taner Emre, Hukuk Yargılamasında Somutlaştırma Yükü, İstanbul, 2017, s. 187-191.

 

SONUÇ DEĞİŞTİREN KARAR:

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO       : 2018/13-588
KARAR NO    : 2018/1424

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                             :
İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesi

KARAR DÜZELTME İSTEYEN : B.-İ. İnş. Pet. Turz. Ve Dış Tic. Ltd. Şti. vekili Av. H.A.

KARŞI TARAFLAR                    : 1- R.Ç. vekili Av. S.Ş.
                                                      2- Ş.D.

Taraflar arasındaki “alacak” istemine ilişkin asıl dava ile “sözleşmenin iptali” istemli birleşen davadan dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 18.03.2014 tarihli ve 2014/2 E., 2014/111 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 03.05.2017 tarihli ve 2017/13-590 Esas, 2017/899 Karar sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi asıl dava davalısı-birleşen dava davacısı B.-İ. Ltd. Şti. vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Asıl dava alacak, birleşen dava ise taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin muvazaa nedeniyle iptali istemine ilişkindir.

Asıl davada; davacı Recep Ç. vekili müvekkili ile davalı şirket arasında imzalanan 24.01.2002 tarihli sözleşme ile 337.000TL karşılığında satışı vaad edilen dairelerin bedelinin ödenmesine rağmen devrinin yapılmadığını, taşınmazların üçüncü kişinin mülkiyetine geçmekle devrinin de imkânsız hâle geldiğini ileri sürerek ödenen bu bedelin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Asıl dosya davalısı B.-İ. Ltd. Şti. (Şirket) vekili ise bahsi geçen sözleşmenin, sözleşme altında müvekkili şirketin temsilcisi sıfatıyla imzası bulunan Şahap D.’in davacıya olan para borcunun teminatı olarak imzalanmakla muvazaalı olduğunu, daire satışı gibi bir irade bulunmayıp sözleşmedeki satış bedeli olarak belirtilen meblağın da davacı tarafından ödenmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; birleşen dava ile asıl davanın dayanağı Kadıköy 4. Noterliğinin 24.01.2002 tarih, 5..6 yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.

Birleşen dosya davalısı Şahap D. ise davaya konu sözleşmenin Recep Ç.'den para karşılığı aldığı borcun teminatı olarak imzalandığını, gerçekte satış yönünde bir iradenin olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davacı Recep Ç.’nin davalı şirket yetkilisi Şahap D. ile çıkar ve işbirliği içerisinde davaya konu satış vaadi sözleşmesini düzenledikleri, sözleşmenin düzenlenmesi sırasında da Şahap D.’in temsil görevini kötüye kullandığının davacı Recep Çifci tarafından bilindiği, bu nedenle birleştirilen davanın davacısı olan Şirket’in dava konusu sözleşmeyle bağlı sayılmasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2’nci maddesinde öngörülen dürüstlük kuralıyla bağdaşır yanının bulunmadığı gerekçesi ile asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile 24.01.2002 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin iptaline karar verilmiştir.

Asıl dosya davacısı - birleşen dosya davalısı Recep Ç. vekilinin temyiz itirazları üzerine hüküm Özel Dairece Recep Ç. ve Şahap D.’in el ve işbirliği içerisinde olduklarının, muvazaa ve bedelsizlik iddialarının dosya kapsamı itibari ile ispatlanamadığı gözetilerek asıl davanın kabulüne, birleşen davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle verilen direnme kararı asıl dosya davacısı- birleşen dosya davalısı Recep Ç. vekili tarafından temyiz edilmiş; Hukuk Genel Kurulunun yukarıda başlık bölümünde esas ve karar numarası yazılı kararı ile davalı-birleşen dosya davacısı Şirket’in, kendi organı olan müdürü Şahap D. eli ile gerçekleştirildiği ileri sürülen muvazaa iddiasının ispatı yönünden üçüncü kişi konumunda sayılamayacağı, dosya kapsamından da bu iddiaların ispatlanamadığı değerlendirilerek Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesi ile direnme kararı bozulmuştur.

Bu karara karşı davalı-birleşen dosya davacı şirket tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; resmî şekilde yapılmış olmakla geçerli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine temsile yetkili olduğu şirket adına imza atan kişi ile sözleşmenin diğer tarafı arasında muvazaalı ilişki bulunduğu yönündeki iddianın Şirket tarafından dile getirildiği olayda, ispat yükünün yön ve koşullarının mahiyeti, burada varılacak sonuca göre yerel mahkemenin, sözleşmenin bedelsizlik ve muvazaa nedeniyle iptalinin gerektiği yönündeki kabulünün hukuka uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 

Asıl davada alacak iddiasına konu edilen, birleşen davada ise muvazaa ve bedelsizlik iddiası ile iptali istenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini imza eden birleşen dosya davalısı Şahap D.’in bu tarihte şirketin temsilcisi olarak şirket adına hareket ettiğinde çekişme bulunmamaktadır.

6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nun 542’nci maddesinde;

“Müdürlerin haiz oldukları temsil salahiyetinin şümul ve tahdidi hakkında, anonim şirketin idare meclisine dair olan 321’inci madde hükmü tatbik olunur.

Vazifelerini ifa dolayısiyle müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiillerden şirket mesul olur.” hükmüne yer verilmiştir. Dolayısıyla müdürlerin sorumsuzluğu esastır.

Ne var ki şirket müdürlerinin temsil yetkisi atıf yapılan 321’inci madde hükmü gereğince “şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak” ile sınırlı olduğu gibi, temsilci aynı zamanda şirketin vekili olarak hareket etmekle anonim şirket temsilcilerinin görevlerini yerine getirmekteki ihtimam derecesini düzenleyen “İdare meclisi azalarının şirket işlerinde gösterecekleri dikkat ve basiret hakkında Borçlar Kanunu’nun 528’inci maddesinin ikinci fıkrası hükmü tatbik olunur.” şeklindeki 320’nci madde hükmü gereği adi şirket ortakları için aranan “mutad ikdam ve ihtimamı” sarf etmeğe mecburdur.

Bu noktada vekâlet ilişkisinin hukuki anlam ve mahiyetine de kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.

818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (B.K.) 386’ncı maddesine göre; “Vekâlet, bir akittir ki onunla vekil, mukavele dairesinde kendisine tahmil olunan işin idaresini veya takabbül eylediği hizmetin ifasını iltizam eyler.

Diğer akitler hakkındaki kanuni hükümlere tabi olmayan işlerde dahi, vekâlet hükümleri cari olur.” 

Bu sözleşme çerçevesinde vekil bir sonuca ulaşmak için belli bir yönde iş görür.

B.K.’nın 390/2’nci maddesine göre de; “Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.” Bu hükümde geçen "İyi bir surette ifa" mehaza göre sadakat ve özen ile ifa anlamında kullanılmıştır (Yavuz, C.: Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1997, s. 598).

Bu düzenlemelere göre vekilin özen borcunun özelliği vekilin hedef tutulan sonucunun başarılı olması için işlerin mutad cereyanına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunmasının gerekmesidir. Vekilin özen borcu, iş görürken yöneldiği sonucun olmaması değil bu sonuca erişmek için yaptığı faaliyetleri özenle yürütmesidir (Tandoğan, H.: Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, C.2, Ankara 1977, s. 199).

Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli, 2009/13-393 E., 2009/452 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi TMK’nın 3’üncü maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2’nci maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olacaktır. Oysa ki bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay irdelendiğinde;

Davacı Recep Ç.’nin alıcı, birleşen dosya davalısı Şahap D.’in asıl dosya davalısı B.-İ. Ltd. Şti.’nin temsilcisi sıfatıyla yer aldığı 24.01.2002 tarihli gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin ifasının imkânsızlığı nedeniyle tazminat istemine konu edildiği olayda, adı geçen şirket tarafından, temsilcisinin gerçekte Recep Çifci’ye olan şahsi borcunun teminatı olarak şirket aleyhine bahsi geçen sözleşmeyi tanzim ettikleri yönünde ileri sürülen iddia yönünden şirket, sözleşmedeki muvazaa iddiasının tarafı sayılamayacaktır. Başka bir anlatımla, somut olayda iptal istemine konu satış vaadi sözleşmesi bakımından taraf muvazaası söz konusu olmayıp, birleşen dava dilekçesi içeriği ve iddiaların ileri sürülüş biçimi itibari ile iddianın temsil yetkisinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olduğu açıktır. Hâl böyle olunca temsilcisinin sözleşmenin karşı tarafı ile birlikte el ve işbirliği ile kendilerini zararlandırıcı işlem yapıldığı iddiası yönünden şirket üçüncü kişi konumundadır ve bu iddianın her türlü delille ispatı mümkündür. 

Varılan noktada, yerel mahkemenin bu yöndeki değerlendirmesi ve direnme gerekçesi yerindedir.

Bununla birlikte, mahkemece davalı Şahap D.’in temsil yetkisini kötüye kullanıp kullanmadığı ve davaya konu satış vaadi sözleşmesinin diğer tarafı olan Recep Ç. ile el ve işbirliği içerisinde hareket edip etmediği yönünde yalnızca Şahap D. ve tanıkların ifadeleri yeterli görülerek varılan netice eksik incelemeye dayalıdır. Mahkemece yapılması gereken; anılan hususları ispatlamaya yarar maddi olguların açıkça ortaya konulması için iddia ve savunmaya dayanak kılınan delillerin tamamının toplanması, bu doğrultuda, davaya konu satış vaadi sözleşmesinde gösterilen taşınmazların satış bedellerinin şirket kasasına girip girmediği yönünde araştırma yapılarak bu hususun açıklığa kavuşturulması, diğer taraftan, söz konusu taşınmazların sözleşme tarihindeki gerçek değerlerinin tespiti için keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmak suretiyle taşınmazların sözleşmede gösterilen değerleri ile gerçek değerleri arasında fark bulunup bulunmadığının saptanması, bundan sonra tüm deliller bir arada değerlendirilerek varılacak neticeye göre kesin bir kanaate ulaşmaya imkân verecek nitelikte delillerin mevcut olduğu sonucuna varılacak olur ise ilk karardaki şekilde hüküm tesisi, aksi takdirde el ve işbirliğinin ispatlanamadığının gözetilmesi gerekir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında dosya kapsamı itibari ile el ve işbirliği iddiasının sübut bulmadığı, bu nedenle Özel Dairenin bozma kararının yerinde olduğu, iptali istenen sözleşmenin noter huzurunda düzenleme şeklinde yapılmış olması nedeniyle aksinin ancak sahteliğinin iddia ve ispatı ile ileri sürülebileceği, şirket ile müdürü arasındaki vekalete ilişkin iç ilişkinin somut olayda işin esasına etki edemeyeceği, bu nedenle Hukuk Genel Kurulunun bozma kararının yerinde olduğu ve karar düzeltme isteminin reddi gerektiği yönünde ileri sürülen görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından yerinde görülmemiştir.

Sonuç itibariyle yerel mahkemenin direnme kararının açıklanan değişik gerekçeler ile bozulması gerekirken 03.05.2017 tarihli, 2017/13-590 E., 2017/899 K. sayılı kararı ile Özel Daire bozma kararındaki kesin bozma gerekçesi yerinde görülerek karar verildiği anlaşılmakla, karar düzeltme istemine konu Hukuk Genel Kurulu kararının kaldırılarak direnme hükmünün bu değişik gerekçe ile bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir. 

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı-birleşen dosya davacısı B-İ. Ltd. Şti. vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile direnme kararının bozulmasına ilişkin Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2017 tarihli, 2017/13-590 E., 2017/899 K. sayılı kararının KALDIRILMASINA, direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle BOZULMASINA, istek hâlinde karar düzeltme harcının yatırana geri verilmesine, 04.10.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 20 üyenin 15'i KARAR DÜZELTME KABUL, 5'i ise KARAR DÜZELTME RET yönünde oy kullanmışlardır.