SOMUT OLAYDA DAVALI ŞİRKETİN ÇİFT İMZA KURALI GEREĞİ SORUMLU OLDUĞUNU İDDİA ETMESİ ÇELİŞKİLİ DAVRANIŞ YASAĞI GEREĞİNCE GEÇERSİZDİR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/11-964
Karar No : 2023/397
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26.05.2021
SAYISI : 2021/97 E., 2021/372 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.11.2020 tarihli ve 2019/1853 Esas,
2020/5239 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkette 01.12.2007 tarihinden itibaren iş sözleşmesi kapsamında icra kurulu başkanı olarak çalıştığını, ayrıca sözleşme gereğince bazı grup şirketlerinde de muhtelif tarihlerde yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığını, yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı şirketlerde hatalı ve riskli olacağı düşünülen iş ve işlemler nedeniyle 26.04.2011 tarihinde yönetim kurulu üyeliğinden istifa ettiğini, takiben iş sözleşmesinin davalı tarafından haksız ve hukuka aykırı olarak 30.04.2011 tarihinde feshedildiğini, gerek fesih nedeniyle gerekse de iş akdi kapsamında müvekkiline doğmuş yasal hak ve alacaklarının ödenmediğini, özellikle müvekkilinin sözleşme gereğince yıllık 100.000 USD prim alacağı bulunduğunu, öte yandan sözleşmenin süresinden önce haksız feshedilmesi nedeniyle sekiz aylık ücret alacağı ve maaşından alınan avansın tenzili ile kalan bakiyeden, yıllık izin ücreti alacağından, kıdem ve ihbar tazminatından davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla tüm alacak kalemlerinden toplam 707.988,62 USD karşılığı 1.303.619,44 TL ve 8.961,00 TL alacağın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 01.02.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile toplam 407.988,62 USD’nin aynen veya fiili ödeme tarihindeki rayiç üzerinden TL karşılığının, bakiye sekiz aya ilişkin ücretlerin karşılığı ve bu yıla ilişkin prim alacağı olarak 300.000 USD karşılığı 552.390,00 TL’nin ve 8.961,00 TL kıdem tazminatının faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; müvekkili ile davacı arasında 01.12.2007 tarihinde hizmet sözleşmesi imzalandığını, sözleşme ile davacının icra kuruluna başkanlık görevini yürüteceğinin hükme bağlandığını, sözleşmenin süresi dolmadan davacı tarafça 24.05.2011 tarihli ihtarname keşide edilerek müvekkili şirketin davacının iş akdini haksız nedenle feshettiğinden bahisle hizmet sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının ödenmesinin talep edildiğini, oysa sözleşmenin İş Kanunu’nun aradığı şartları taşıyan bir sözleşme olmadığını, zira bağımlılık unsurunun bulunmadığını, davacının iddialarının ve alacak taleplerinin yerinde olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.04.2018 tarihli ve 2013/394 Esas, 2018/208 Karar sayılı kararı ile; taraflar arasında 01.12.2007 tarihli sözleşmenin imzalandığı ve sözleşme gereğince davacının icra kurulu başkanı sıfatıyla göreve başladığı, taraflar arasında işçi işveren ilişkisi ve bağımlılık unsurunun bulunduğu, bu nedenle ilişkinin iş sözleşmesinden kaynaklandığı, davacıya 16.10.2010 tarihinde şirketi temsil ve ilzam yetkisi verildiği, bu tarihten sözleşmenin sona edildiği 26.04.2011 tarihine kadar vekâlet ilişkisi bulunduğu, iş sözleşmesinin 01.12.2007- 16.10.2010 tarihleri arasında devam ettiği, davacının aylık maaşının 25.000 USD olduğu, brüt aylığının ilgili dönem cari kıdem tazminatı yıllık tavanının üstünde olduğu ve net kıdem tazminatı miktarının 5.802,65 TL olduğu, yine davacının iş sözleşmesinin devamı süresince 33.333,33 USD yıllık izin ücreti alacağı olduğu, davalı tarafından izin ücretlerinin ödendiğine ilişkin herhangi bir belge ibraz edilmediği, iş sözleşmesinin 16.10.2010 tarihinde karşılıklı rıza ile son bulduğu, bu nedenle ihbar tazminatı talebinin yersiz olduğu, yapılan sözleşme ile yılda bir kez başarı primi kararlaştırıldığı, tanık beyanlarından davacının başarılı olduğunun kabulü gerektiği, yine başarı primlerinin ödendiğinin de ispat edilemediği, çalışmanın devam ettiği üç ayrı dönem için 300.000 USD başarı primine davacının hak kazandığı, sözleşmeye göre ceza şart talep edilmiş ise de vekâlet ilişkisinin davacı tarafından 26.04.2011 tarihinde tek taraflı olarak sonlandırıldığı, 818 sayılı Borçlar Kanunu (818 sayılı BK) gereğince vekâlet sözleşmesinin taraflarının sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebileceği, düzenlemenin emredici olduğu aksine yapılan anlaşma hükmünün geçerli olmadığı, yani cezai şart hükmünün geçersiz olduğu, davacının 2011 yılı Nisan ayı maaşının 8.826 USD eksik ödendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile kıdem tazminatı 5.802,65 TL’nin, izin ücreti ve eksik ücret alacaklarından kaynaklanan 42.159,33 USD’nin, prim alacağı 300.000 USD’nin faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.11.2020 tarihli ve 2019/1853 Esas, 2020/5239 Karar sayılı kararı ile; “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Dava, davalı şirket nezdinde önce İcra Kurulu Başkanı (CEO-Üst düzey yönetici) daha sonra ise, yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan davacının mali haklarının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Ancak, somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın 319/2 maddesinde "Esas mukavele ile temsil salahiyetinin ve idare işlerinin hepsini veya bazılarını idare meclisi azası olan murahhaslara veya pay sahibi olmaları zaruri bulunmıyan müdürlere bırakabilmek için umumi heyete veya idare meclisine salahiyet verilebilir. Bu gibi kayıtlar bulunmadığı takdirde 317 nci madde hükmü tatbik olunur." hükmü düzenlenmiştir.
Davacı tarafça 01.12.2007 tarihli ‘’Hizmet Sözleşmesi’’ başlıklı sözleşme ibraz edilerek işbu sözleşme kapsamında davalı şirkette çalıştığı iddia edilmiş; davalı tarafça ise, cevap dilekçesi ile davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin şirket kayıtlarında bulunmaması nedeniyle sözleşme aslı sunulduktan sonra sözleşme ile ilgili beyanda bulunma hakkı saklı tutulmuş, sözleşme aslı sunulduktan sonra da 03.03.2014 tarihli dilekçe ile anılan sözleşmenin davacı ile K. Holding A.Ş. adına Ümit K. tarafından imzalandığı, yönetim kurulu üyesi olan Ümit K.’in tek imzası ile tanzim edilen bu sözleşmenin şirketi bağlayıcı nitelikte olmadığı zira, şirket ana sözleşmesinin 12. maddesinin 2. fıkrası gereğince holding namına düzenlenmiş her türlü evrakın ve belgenin muteber olması ve bu suretle holdingin sorumlu tutulabilmesi için bunların yönetim kurulunca derece ve şekilleri tayin edilmiş olan imza yetkisi verilmiş en az iki kişi tarafından şirket kaşesinin üzerinin birlikte imzalanmış olması şartına tabi olduğu, aynı maddenin 3. fıkrasında da yönetim kurulu üyesi olan Nahit K.’in yönetim kurulu başkanlığına seçildiği ve yönetim kurulu üyelerinden en az biri ile birlikte şirketi temsil ve ilzama müştereken yetkili olduğu, 11. maddenin 4. fıkrasında da yönetim kurulu olarak ilk genel kurul yapılıncaya kadar vazife görmek üzere Nahit K.’in yönetim kurulu başkanlığına, Ümit K. ve Vahit K.’in yönetim kurulu üyeliklerine seçildiklerinin belirtildiği, sözleşmenin imzalandığı tarihte ana sözleşmenin bu hükümlerinin geçerli olup, sözleşmede yönetim kurulu başkanı Nahit K.’in imzası bulunmadığından ana sözleşmenin 12. maddesinin 3. fıkrası gereği müşterek imza taşımayan sözleşmenin geçersiz olduğu, davacı ile şirket arasındaki ilişkinin davacı iddialarının aksine sözleşmeye dayalı olarak yürütülmediği savunulmuştur.
Bu durum karşısında, mahkemece davalı tarafın yukarıda belirtilen savunması üzerinde durulmaksızın davacının tüm alacak taleplerinin, davalı tarafından kabul edilmeyen sözleşme uyarınca hesaplanması yoluna gidilmesi doğru olmamıştır. Bu itibarla, her ne kadar davacının davalı şirkette İcra Kurulu Başkanı (CEO) ve yönetim kurulu üyesi olarak çalıştığı ve davalının da bu hususu ikrar ettiği anlaşılmakta ise de, mahkemece davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı değerlendirilip sonucuna göre bir karar vermek gerekirken anılan husus nazara alınmaksızın eksik incelemeye dayalı, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.05.2021 tarihli ve 2021/97 Esas, 2021/372 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde dahi taraflar arasında 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinin imzalandığının ikrar edildiği, taraflar arasında anılan sözleşme hükümleri uyarınca hizmet ilişkisinin sürdürüldüğü, her ne kadar davalı tarafça imza şekil şartından dolayı sözleşmenin kendilerini bağlamayacağı yönünde savunma da bulunulmuş ise de davacı tarafın hizmet sözleşmesi uyarınca edimlerini yerine getirdiği, davalı tarafın geçersizlik iddiasıyla sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmekten kaçınamayacağı gibi bu hususun dürüstlük kuralı ile de bağdaşmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı şirketin birlikte imza ile temsil ediliyor olması karşısında davalı şirket temsilcisi tarafından tek imzası ile düzenlenen 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinin davalı şirketi bağlayıp bağlamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
13. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 317 nci maddesi gereğince anonim şirketler, yönetim kurulu tarafından idare ve temsil edilirler. Bu kapsamda şirketin içerideki işleyişinin idaresi ile ortaya çıkan şirket idaresinin dış dünyaya yansıtılması kural olarak yönetim kurulu vasıtasıyla olmaktadır. 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi ile esas sözleşmede yönetim ve temsil işlerinin yönetim kurulu üyeleri arasında görev ve yetkilerin taksimi ve bu taksimin ne şekilde yapılacağının tespit edilebileceği düzenlenmiş olup şirket genel kurulu tarafından esas sözleşmede var olan bu tür bir yetkiye dayalı olarak yönetim kurulu üyelerinin görev ve yetkileri genişletilip daraltılabilir. Bunun yanında yönetim kurulu üyeleri arasında iş bölümü yapılarak yönetim yetkisinin bölünmesi de mümkündür.
14. Anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, kanun ve esas sözleşmede sayılan görevleri bizzat ifa edebilecekleri ve şirketi temsil edebilecekleri gibi 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi gereğince bu görevlerin tamamını yahut bir kısmını murahhas yönetim kurulu üyesine yahut pay sahibi olmayan müdürlere bırakabileceklerdir. Bu tür bir devir yetkisi, genel kurula yahut yönetim kuruluna esas sözleşmede öngörülecek bir hüküm ile verilebilecektir. Bu tür müdürlerin şirketi hem temsil hem de yönetim yetkileri mevcut olup esas sözleşmede genel kurula veya yönetim kuruluna böyle bir yetkinin tanınmaması hâlinde kanun ve esas sözleşmede yazılı görevler bizzat yönetim kurulunca ifa edilmelidir.
15. Anonim şirketi dışarıya karşı kural olarak yönetim kurulu temsil eder. Ancak şirket esas sözleşmesiyle ve emredici hükümlere aykırı olmamak kaydıyla bir kısım işlerde anonim şirketi müdür, müdür yardımcısı, murahhas yönetim kurulu üyesi, ticari temsilci ve ticari vekil temsil edebilecektir (6762 sayılı TTK m. 279/6 ve 300/7). 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi kapsamında tayin edilen murahhas müdürler aynı Kanun’un 317 nci maddesine göre anonim şirketi temsil etmeye yetkili olan yönetim kurulu üyeleri yerine ve onlar adına görev yaparlar. Bu kapsamda murahhas müdürler hem idareci hem de şirketi temsil yetkisini haizdirler.
16. Şirketi temsile yetkili olanların temsil yetkilerinin kapsamı 6762 sayılı TTK’nın 321/1 maddesinde “Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dâhil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre bir anonim şirketi temsile yetkili olanlar şirketin amaç ve konusu ile sınırlı olarak şirketi temsil ve ilzama yetkilidirler.
17. Anonim şirketi temsil ve ilzam yetkisinin sınırlandırmasının kural olarak üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmeyeceği 6762 sayılı TTK’nın 321/2 maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Bunun istisnası ise temsil yetkisinin sadece bir merkezin veya şubenin işleriyle sınırlandırılabilecek olması veyahut da temsil yetkisinin birlikte temsil esası öngörülerek kullanılabilecek olmasıdır. Bu sınırlamanın geçerli olması için ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi gerekir. Bu şekilde yapılan bir sınırlama geçerli olmakla birlikte ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmemiş ise bu sınırlama, ancak birlikte temsil hakkında müspet vukufa sahip kişiye karşı ileri sürülebilir.
18. Temsil yetkisinin belirtilen hâller haricinde sınırlandırılması iç ilişkiye yönelik talimat niteliğindedir. Bu kapsamda imza yetkisinin belirli işlem türü, belirli konularda işlemler ve belirli miktara kadar olan işlemler için kişi bazında sınırlandırılması geçersiz sınırlandırmadır. Bu şekildeki bir sınırlandırmanın tescil ve ilan edilmesi mümkün değildir. Mümkün olmamasına rağmen bir şekilde tescil ve ilan edilmişse bu durum şirketle işlem yapan kişinin iyiniyetini tek başına ortadan kaldırmaz. Ancak üçüncü kişi bu şekilde bir sınırlama yapıldığını doğrudan biliyorsa veya üçüncü kişiye bizat bildirilmişse (müspet vukuf) bu kişinin iyiniyeti ortadan kalkar ve bu sınırlama üçüncü kişiye karşı da sonuç doğurur.
19. 6762 sayılı TTK’nın 321/3 maddesi gereğince anonim şirket adına düzenlenecek evrakın muteber olabilmesi, esas sözleşmede aksi öngörülmediği takdirde temsile yetkili kimselerden ikisinin imzası ile mümkündür. Uygulamada bu kural “çift imza kuralı” olarak adlandırılır. Bu kapsamda yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa kural olarak temsil yetkisi, birlikte temsil şeklinde çift imza ile yönetim kurulu tarafından kullanılacaktır. Öte yandan çift imza kuralının aksinin esas sözleşmede düzenlenerek anonim şirketin temsil ve ilzama yetkili kimseler tarafından münferit imzalarla da temsiline dair yetkiler düzenleme altına alınabilir. Ayrıca temsil yetkisinin ikiden fazla kişinin birlikte imzası ile kullanılabilmesi, bütün yönetim kurulunun birlikte imzası ile kullanılabilmesi gibi hususlarda esas sözleşmede belirlenebilir.
20. 6762 sayılı TTK’nın 321/4 maddesi gereğince temsil yetkisi sınırlandırılan şirket temsilcisi ile yapılan işlemin şirketin esas sözleşmesine veya genel kurul kararına aykırı olması, bu işlemi yapan iyiniyetli üçüncü kişilerin anılan işlemden dolayı şirkete başvurmalarına engel teşkil etmez. Başka bir deyişle temsil yetkisi sınırlandırılmış olan temsilcinin bu sınırlamaları aşacak şekilde iyiniyetli üçüncü kişiler ile yapmış oldukları hukuki işlemler, işlemin yapıldığı iyiniyetli üçüncü kişiler bakımından şirketi ilzam eder. Ancak belirtilmelidir ki; şirket adına işlem yapan temsilcinin temsil yetkisinin sınırlarına vakıf olan ve bu suretle iyiniyetli sayılamayacak kişiler 6762 sayılı TTK’nın 321/4 maddesindeki korumadan faydalanamazlar.
21. Şirketi temsilen imzaya yetkili olanlar, 6762 sayılı TTK’nın 322 nci maddesi gereğince imzalarının yanına şirket unvanını eklemek zorundadır. Bu bağlamda imzanın yanında bulunan şirket unvanı ile işlemin şirketi temsilen yapıldığı açık bir biçimde tespit edilmiş olur. Öte yandan imzanın yanında şirket unvanı konulmamakla beraber somut duruma göre işlemin şirket nam ve hesabına yapılmış olduğu anlaşılmakta ise yapılan işlemden doğan hak ve borçlar yine şirketi ilgilendirir.
22. Hemen belirtilmelidir ki temsil yetkisinin sınırlandırılması kapsamında birlikte temsil hususunun üçüncü kişilere karşı ileri sürülmesinde anonim şirketin de dürüstlük kuralı gereğince hareket etmesi gerekmektedir. Örneğin birlikte temsil veya çift imza kuralı olmasına rağmen tek imza ile yapılan işlemler anonim şirket tarafından benimsendikten sonra birlikte temsil veya çift imza kuralının ileri sürülmesi dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecek, önceki eylemiyle çelişkili davranış yasağı kapsamında kalacaktır. Gerçekten de temelinde TMK’nın 2 nci maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı bulunan önceki eylemiyle çelişkili davranma yasağı (venire contra factum proprium) açıkça veya davranışlarıyla bir hakkı kullanmak istemediğini veya bir haktan vazgeçtiğini ortaya koyan bir kişinin bu davranışı ile bağlı olması, bu hâliyle var olan hukuki durumunu kaybetmesi ve daha sonra bundan cayamaması anlamına gelmektedir (Akyol, Şener: Venire Contra Factum Proprium, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara, 2006, s. 77). Önceki eylemiyle çelişkili davranan kişi önceki davranışı ile muhatabında haklı görülen bir güven yaratmış ve gelecekte de bu hakkı kullanmayacağı yolunda bir kanaat uyandırmış ancak daha sonra yarattığı bu güvene aykırı davranarak muhatabın güvenini boşa çıkarmıştır. Bu nedenle önceki eylemiyle çelişkili davranan kişinin uyandırdığı güveni boşa çıkarmasını hukuk düzeninin korumaması gerekmektedir. Çelişkili davranışta bulunan kişi, muhatabının haklı güvenini boşa çıkarması nedeniyle sadece muhatapla sınırlı olarak hakkını kaybedecektir.
23. 6762 sayılı TTK’nın 319/2 maddesi kapsamında yönetim kurulu tarafından şirket ortağı olmayan ve yönetim kurulunda da bulunmayan kimselerin şirketi temsil yetkisiyle görevlendirilmeleri mümkündür. Bunun yanında aynı Kanun’un 342 nci maddesinde sayılan ve 343 üncü maddesi gereği hizmet sözleşmesi ile şirkete bağlı olan kişiler arasından da yönetim kurulu tarafından müdür tayin edilebilir. Bu şekilde şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak tayin olunan müdürlerin, verilen yetkiler dairesinde şirket işlemlerinin icrasına dair yapmış oldukları işlemleri de şirketi bağlayacaktır. 6762 sayılı TTK’nın 342 nci maddesi çerçevesinde tayin edilen müdürler, murahhas müdürlerden farklı olarak yönetim kurulunun talimatı altında görevlerini yerine getirirler. Bu müdürler, şirketin icrasına ilişkin işlemleri yerine getirmekle birlikte şirketin yönetim hakları, 6762 sayılı TTK’nın 317 nci maddesi kapsamında yönetim kurulundadır. Bunun yanında şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak atanan müdürlerin yetkilerinin sınırlandırılmasına dair 6762 sayılı TTK’nın 321 inci maddesinin uygulanması gerekir.
24. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı şirket arasında 01.12.2007 tarihli “hizmet sözleşmesi” başlıklı bir sözleşme imzalandığı, sözleşmede davalı şirketi temsilen sadece Ümit K.’in imzası ile davacının imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Anılan sözleşmenin konusu; K. Holding A.Ş. nezdinde oluşturulacak İcra Kurulu Başkanlığı görevlerini yerine getirmek üzere hizmet koşulları ile karşılıklı hak ve borçların düzenlemesi olarak belirlenmiştir.
25. Sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle davalı şirketin yönetim kurulunun Nahit K., Ümit K. ve Vahit K.’den oluştuğu, Nahit K.’in aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olduğu anlaşılmaktadır. Davalı şirketin esas sözleşmesinin 12 nci maddesinde şirketin temsil ve ilzamı düzenlenmiş; yönetim kurulu başkanının yönetim kurulu üyelerinden en az biriyle birlikte şirketi temsil ve ilzama müştereken yetkili oldukları belirtilmiştir.
26. Sözleşmenin imzalanmasından sonra davacının davalı şirket bünyesinde çalışmaya başladığı, bu kapsamda bazı grup şirketlerinin yönetim kurullarında görev aldığı, bazı grup şirketlerinde tek başına şirketi temsile yetkili kılındığı dosya kapsamı ile sabittir. Ayrıca dosya kapsamında, davacının davalı şirkette çalışmaya başlamasından sonra basın yayın organlarında şirketin icra kurulu başkanı olduğu yönünde ve yaptığı faaliyetler hususunda çokça haber yer aldığı görülmektedir.
27. Davalı şirket tarafından davacıya gönderilen cevabi ihtarnamede davacının yıllık izin, huzur hakkı, prim, kıdem ve ihbar tazminatı ile sair alacaklarının tümünün ödendiği, davacının hiçbir alacağının kalmadığı belirtilmiştir. Yine davalı vekili tarafından cevap dilekçesinde müvekkili ile davacı arasında 01.12.2007 tarihinde hizmet sözleşmesi imzalandığı kabul edilmiş; ancak sözleşme aslı sunulduktan sonra 03.03.2014 tarihli dilekçe ile anılan sözleşmenin davacı ile K. Holding A.Ş. adına Ümit K. tarafından imzalandığı, yönetim kurulu üyesi olan Ümit K.’in tek imzası ile tanzim edilen bu sözleşmenin şirketi bağlayıcı nitelikte olmadığı, zira şirket esas sözleşmesi gereğince şirketin birlikte imza ile temsil edildiği, sözleşmede yönetim kurulu başkanı Nahit K.’in imzası bulunmadığından müşterek imza taşımayan sözleşmenin geçersiz olduğu, davacı ile şirket arasındaki ilişkinin davacı iddialarının aksine sözleşmeye dayalı olarak yürütülmediği yönünde savunmada bulunulmuştur.
28. Davacının sözleşmedeki görev tanımı kapsamında grup şirketlerinde fiilen çalışmış olması, davalı şirket tarafından hem cevabi ihtarnamede hem de cevap dilekçesinde davacının sözleşme kapsamında çalıştığının kabul edilmesi karşısında, davalı şirketin sözleşme aslı sunulduktan sonra 03.03.2014 tarihli dilekçe ile birlikte imza savunması yaparak sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürmesinin önceki eylemiyle çelişkili davranış yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği aşikârdır.
29. Bu kapsamda mahkemenin 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinde davalı şirketi temsilen tek imza yer alsa da çelişkili davranış yasağı gereğince davalı şirketin sözleşme ile sorumlu olduğu, uyuşmazlığın bu sözleşme kapsamında çözümlenmesi gerektiği yönündeki direnme kararı yerindedir.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece davalı tarafın birlikte imza savunması üzerinde durulmaksızın davacının tüm alacak taleplerinin davalı tarafından kabul edilmeyen sözleşme gereğince hesaplanması yoluna gidildiği, her ne kadar davacının davalı şirkette çalıştığı ve davalının da bu hususu ikrar ettiği anlaşılmakta ise de davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı hususunun davacının ispat yükü noktasında özellikle değerlendirilmesi gerektiği, dolayısıyla Özel Dairece verilen bozma kararının yerinde olduğu yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
32. Ne var ki, Özel Dairece hükmedilen miktara yönelik olarak ve esas yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararı uygun olup, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
03.05.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 21’i DİRENME UYGUN DAİREYE, 4’ü ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
SOMUT OLAYDA DAVALI ŞİRKETİN ÇİFT İMZA KURALI GEREĞİ SORUMLU OLDUĞUNU İDDİA ETMESİ ÇELİŞKİLİ DAVRANIŞ YASAĞI GEREĞİNCE GEÇERSİZDİR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/11-964
Karar No : 2023/397
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26.05.2021
SAYISI : 2021/97 E., 2021/372 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.11.2020 tarihli ve 2019/1853 Esas,
2020/5239 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkilinin davalı şirkette 01.12.2007 tarihinden itibaren iş sözleşmesi kapsamında icra kurulu başkanı olarak çalıştığını, ayrıca sözleşme gereğince bazı grup şirketlerinde de muhtelif tarihlerde yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığını, yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığı şirketlerde hatalı ve riskli olacağı düşünülen iş ve işlemler nedeniyle 26.04.2011 tarihinde yönetim kurulu üyeliğinden istifa ettiğini, takiben iş sözleşmesinin davalı tarafından haksız ve hukuka aykırı olarak 30.04.2011 tarihinde feshedildiğini, gerek fesih nedeniyle gerekse de iş akdi kapsamında müvekkiline doğmuş yasal hak ve alacaklarının ödenmediğini, özellikle müvekkilinin sözleşme gereğince yıllık 100.000 USD prim alacağı bulunduğunu, öte yandan sözleşmenin süresinden önce haksız feshedilmesi nedeniyle sekiz aylık ücret alacağı ve maaşından alınan avansın tenzili ile kalan bakiyeden, yıllık izin ücreti alacağından, kıdem ve ihbar tazminatından davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla tüm alacak kalemlerinden toplam 707.988,62 USD karşılığı 1.303.619,44 TL ve 8.961,00 TL alacağın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 01.02.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile toplam 407.988,62 USD’nin aynen veya fiili ödeme tarihindeki rayiç üzerinden TL karşılığının, bakiye sekiz aya ilişkin ücretlerin karşılığı ve bu yıla ilişkin prim alacağı olarak 300.000 USD karşılığı 552.390,00 TL’nin ve 8.961,00 TL kıdem tazminatının faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; müvekkili ile davacı arasında 01.12.2007 tarihinde hizmet sözleşmesi imzalandığını, sözleşme ile davacının icra kuruluna başkanlık görevini yürüteceğinin hükme bağlandığını, sözleşmenin süresi dolmadan davacı tarafça 24.05.2011 tarihli ihtarname keşide edilerek müvekkili şirketin davacının iş akdini haksız nedenle feshettiğinden bahisle hizmet sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının ödenmesinin talep edildiğini, oysa sözleşmenin İş Kanunu’nun aradığı şartları taşıyan bir sözleşme olmadığını, zira bağımlılık unsurunun bulunmadığını, davacının iddialarının ve alacak taleplerinin yerinde olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı
6. Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.04.2018 tarihli ve 2013/394 Esas, 2018/208 Karar sayılı kararı ile; taraflar arasında 01.12.2007 tarihli sözleşmenin imzalandığı ve sözleşme gereğince davacının icra kurulu başkanı sıfatıyla göreve başladığı, taraflar arasında işçi işveren ilişkisi ve bağımlılık unsurunun bulunduğu, bu nedenle ilişkinin iş sözleşmesinden kaynaklandığı, davacıya 16.10.2010 tarihinde şirketi temsil ve ilzam yetkisi verildiği, bu tarihten sözleşmenin sona edildiği 26.04.2011 tarihine kadar vekâlet ilişkisi bulunduğu, iş sözleşmesinin 01.12.2007- 16.10.2010 tarihleri arasında devam ettiği, davacının aylık maaşının 25.000 USD olduğu, brüt aylığının ilgili dönem cari kıdem tazminatı yıllık tavanının üstünde olduğu ve net kıdem tazminatı miktarının 5.802,65 TL olduğu, yine davacının iş sözleşmesinin devamı süresince 33.333,33 USD yıllık izin ücreti alacağı olduğu, davalı tarafından izin ücretlerinin ödendiğine ilişkin herhangi bir belge ibraz edilmediği, iş sözleşmesinin 16.10.2010 tarihinde karşılıklı rıza ile son bulduğu, bu nedenle ihbar tazminatı talebinin yersiz olduğu, yapılan sözleşme ile yılda bir kez başarı primi kararlaştırıldığı, tanık beyanlarından davacının başarılı olduğunun kabulü gerektiği, yine başarı primlerinin ödendiğinin de ispat edilemediği, çalışmanın devam ettiği üç ayrı dönem için 300.000 USD başarı primine davacının hak kazandığı, sözleşmeye göre ceza şart talep edilmiş ise de vekâlet ilişkisinin davacı tarafından 26.04.2011 tarihinde tek taraflı olarak sonlandırıldığı, 818 sayılı Borçlar Kanunu (818 sayılı BK) gereğince vekâlet sözleşmesinin taraflarının sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebileceği, düzenlemenin emredici olduğu aksine yapılan anlaşma hükmünün geçerli olmadığı, yani cezai şart hükmünün geçersiz olduğu, davacının 2011 yılı Nisan ayı maaşının 8.826 USD eksik ödendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile kıdem tazminatı 5.802,65 TL’nin, izin ücreti ve eksik ücret alacaklarından kaynaklanan 42.159,33 USD’nin, prim alacağı 300.000 USD’nin faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.11.2020 tarihli ve 2019/1853 Esas, 2020/5239 Karar sayılı kararı ile; “… 1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Dava, davalı şirket nezdinde önce İcra Kurulu Başkanı (CEO-Üst düzey yönetici) daha sonra ise, yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan davacının mali haklarının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlenen gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Ancak, somut uyuşmazlığa uygulanması gereken 6762 sayılı TTK’nın 319/2 maddesinde "Esas mukavele ile temsil salahiyetinin ve idare işlerinin hepsini veya bazılarını idare meclisi azası olan murahhaslara veya pay sahibi olmaları zaruri bulunmıyan müdürlere bırakabilmek için umumi heyete veya idare meclisine salahiyet verilebilir. Bu gibi kayıtlar bulunmadığı takdirde 317 nci madde hükmü tatbik olunur." hükmü düzenlenmiştir.
Davacı tarafça 01.12.2007 tarihli ‘’Hizmet Sözleşmesi’’ başlıklı sözleşme ibraz edilerek işbu sözleşme kapsamında davalı şirkette çalıştığı iddia edilmiş; davalı tarafça ise, cevap dilekçesi ile davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin şirket kayıtlarında bulunmaması nedeniyle sözleşme aslı sunulduktan sonra sözleşme ile ilgili beyanda bulunma hakkı saklı tutulmuş, sözleşme aslı sunulduktan sonra da 03.03.2014 tarihli dilekçe ile anılan sözleşmenin davacı ile K. Holding A.Ş. adına Ümit K. tarafından imzalandığı, yönetim kurulu üyesi olan Ümit K.’in tek imzası ile tanzim edilen bu sözleşmenin şirketi bağlayıcı nitelikte olmadığı zira, şirket ana sözleşmesinin 12. maddesinin 2. fıkrası gereğince holding namına düzenlenmiş her türlü evrakın ve belgenin muteber olması ve bu suretle holdingin sorumlu tutulabilmesi için bunların yönetim kurulunca derece ve şekilleri tayin edilmiş olan imza yetkisi verilmiş en az iki kişi tarafından şirket kaşesinin üzerinin birlikte imzalanmış olması şartına tabi olduğu, aynı maddenin 3. fıkrasında da yönetim kurulu üyesi olan Nahit K.’in yönetim kurulu başkanlığına seçildiği ve yönetim kurulu üyelerinden en az biri ile birlikte şirketi temsil ve ilzama müştereken yetkili olduğu, 11. maddenin 4. fıkrasında da yönetim kurulu olarak ilk genel kurul yapılıncaya kadar vazife görmek üzere Nahit K.’in yönetim kurulu başkanlığına, Ümit K. ve Vahit K.’in yönetim kurulu üyeliklerine seçildiklerinin belirtildiği, sözleşmenin imzalandığı tarihte ana sözleşmenin bu hükümlerinin geçerli olup, sözleşmede yönetim kurulu başkanı Nahit K.’in imzası bulunmadığından ana sözleşmenin 12. maddesinin 3. fıkrası gereği müşterek imza taşımayan sözleşmenin geçersiz olduğu, davacı ile şirket arasındaki ilişkinin davacı iddialarının aksine sözleşmeye dayalı olarak yürütülmediği savunulmuştur.
Bu durum karşısında, mahkemece davalı tarafın yukarıda belirtilen savunması üzerinde durulmaksızın davacının tüm alacak taleplerinin, davalı tarafından kabul edilmeyen sözleşme uyarınca hesaplanması yoluna gidilmesi doğru olmamıştır. Bu itibarla, her ne kadar davacının davalı şirkette İcra Kurulu Başkanı (CEO) ve yönetim kurulu üyesi olarak çalıştığı ve davalının da bu hususu ikrar ettiği anlaşılmakta ise de, mahkemece davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı değerlendirilip sonucuna göre bir karar vermek gerekirken anılan husus nazara alınmaksızın eksik incelemeye dayalı, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. Büyükçekmece 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.05.2021 tarihli ve 2021/97 Esas, 2021/372 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ek olarak; davalı vekilince sunulan cevap dilekçesinde dahi taraflar arasında 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinin imzalandığının ikrar edildiği, taraflar arasında anılan sözleşme hükümleri uyarınca hizmet ilişkisinin sürdürüldüğü, her ne kadar davalı tarafça imza şekil şartından dolayı sözleşmenin kendilerini bağlamayacağı yönünde savunma da bulunulmuş ise de davacı tarafın hizmet sözleşmesi uyarınca edimlerini yerine getirdiği, davalı tarafın geçersizlik iddiasıyla sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmekten kaçınamayacağı gibi bu hususun dürüstlük kuralı ile de bağdaşmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı şirketin birlikte imza ile temsil ediliyor olması karşısında davalı şirket temsilcisi tarafından tek imzası ile düzenlenen 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinin davalı şirketi bağlayıp bağlamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal düzenlemelerin açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
13. Dava tarihi itibariyle somut olaya uygulanması gereken 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 317 nci maddesi gereğince anonim şirketler, yönetim kurulu tarafından idare ve temsil edilirler. Bu kapsamda şirketin içerideki işleyişinin idaresi ile ortaya çıkan şirket idaresinin dış dünyaya yansıtılması kural olarak yönetim kurulu vasıtasıyla olmaktadır. 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi ile esas sözleşmede yönetim ve temsil işlerinin yönetim kurulu üyeleri arasında görev ve yetkilerin taksimi ve bu taksimin ne şekilde yapılacağının tespit edilebileceği düzenlenmiş olup şirket genel kurulu tarafından esas sözleşmede var olan bu tür bir yetkiye dayalı olarak yönetim kurulu üyelerinin görev ve yetkileri genişletilip daraltılabilir. Bunun yanında yönetim kurulu üyeleri arasında iş bölümü yapılarak yönetim yetkisinin bölünmesi de mümkündür.
14. Anonim şirket yönetim kurulu üyeleri, kanun ve esas sözleşmede sayılan görevleri bizzat ifa edebilecekleri ve şirketi temsil edebilecekleri gibi 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi gereğince bu görevlerin tamamını yahut bir kısmını murahhas yönetim kurulu üyesine yahut pay sahibi olmayan müdürlere bırakabileceklerdir. Bu tür bir devir yetkisi, genel kurula yahut yönetim kuruluna esas sözleşmede öngörülecek bir hüküm ile verilebilecektir. Bu tür müdürlerin şirketi hem temsil hem de yönetim yetkileri mevcut olup esas sözleşmede genel kurula veya yönetim kuruluna böyle bir yetkinin tanınmaması hâlinde kanun ve esas sözleşmede yazılı görevler bizzat yönetim kurulunca ifa edilmelidir.
15. Anonim şirketi dışarıya karşı kural olarak yönetim kurulu temsil eder. Ancak şirket esas sözleşmesiyle ve emredici hükümlere aykırı olmamak kaydıyla bir kısım işlerde anonim şirketi müdür, müdür yardımcısı, murahhas yönetim kurulu üyesi, ticari temsilci ve ticari vekil temsil edebilecektir (6762 sayılı TTK m. 279/6 ve 300/7). 6762 sayılı TTK’nın 319 uncu maddesi kapsamında tayin edilen murahhas müdürler aynı Kanun’un 317 nci maddesine göre anonim şirketi temsil etmeye yetkili olan yönetim kurulu üyeleri yerine ve onlar adına görev yaparlar. Bu kapsamda murahhas müdürler hem idareci hem de şirketi temsil yetkisini haizdirler.
16. Şirketi temsile yetkili olanların temsil yetkilerinin kapsamı 6762 sayılı TTK’nın 321/1 maddesinde “Temsile salahiyetli olanlar şirketin maksat ve mevzuuna dâhil olan her nevi işleri ve hukuki muameleleri şirket adına yapmak ve şirket unvanını kullanmak hakkını haizdirler” şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre bir anonim şirketi temsile yetkili olanlar şirketin amaç ve konusu ile sınırlı olarak şirketi temsil ve ilzama yetkilidirler.
17. Anonim şirketi temsil ve ilzam yetkisinin sınırlandırmasının kural olarak üçüncü kişilere karşı hüküm ifade etmeyeceği 6762 sayılı TTK’nın 321/2 maddesinde açıkça düzenlenmiştir. Bunun istisnası ise temsil yetkisinin sadece bir merkezin veya şubenin işleriyle sınırlandırılabilecek olması veyahut da temsil yetkisinin birlikte temsil esası öngörülerek kullanılabilecek olmasıdır. Bu sınırlamanın geçerli olması için ticaret siciline tescil ve ilan edilmesi gerekir. Bu şekilde yapılan bir sınırlama geçerli olmakla birlikte ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmemiş ise bu sınırlama, ancak birlikte temsil hakkında müspet vukufa sahip kişiye karşı ileri sürülebilir.
18. Temsil yetkisinin belirtilen hâller haricinde sınırlandırılması iç ilişkiye yönelik talimat niteliğindedir. Bu kapsamda imza yetkisinin belirli işlem türü, belirli konularda işlemler ve belirli miktara kadar olan işlemler için kişi bazında sınırlandırılması geçersiz sınırlandırmadır. Bu şekildeki bir sınırlandırmanın tescil ve ilan edilmesi mümkün değildir. Mümkün olmamasına rağmen bir şekilde tescil ve ilan edilmişse bu durum şirketle işlem yapan kişinin iyiniyetini tek başına ortadan kaldırmaz. Ancak üçüncü kişi bu şekilde bir sınırlama yapıldığını doğrudan biliyorsa veya üçüncü kişiye bizat bildirilmişse (müspet vukuf) bu kişinin iyiniyeti ortadan kalkar ve bu sınırlama üçüncü kişiye karşı da sonuç doğurur.
19. 6762 sayılı TTK’nın 321/3 maddesi gereğince anonim şirket adına düzenlenecek evrakın muteber olabilmesi, esas sözleşmede aksi öngörülmediği takdirde temsile yetkili kimselerden ikisinin imzası ile mümkündür. Uygulamada bu kural “çift imza kuralı” olarak adlandırılır. Bu kapsamda yönetim kurulu tek kişiden oluşmuyorsa kural olarak temsil yetkisi, birlikte temsil şeklinde çift imza ile yönetim kurulu tarafından kullanılacaktır. Öte yandan çift imza kuralının aksinin esas sözleşmede düzenlenerek anonim şirketin temsil ve ilzama yetkili kimseler tarafından münferit imzalarla da temsiline dair yetkiler düzenleme altına alınabilir. Ayrıca temsil yetkisinin ikiden fazla kişinin birlikte imzası ile kullanılabilmesi, bütün yönetim kurulunun birlikte imzası ile kullanılabilmesi gibi hususlarda esas sözleşmede belirlenebilir.
20. 6762 sayılı TTK’nın 321/4 maddesi gereğince temsil yetkisi sınırlandırılan şirket temsilcisi ile yapılan işlemin şirketin esas sözleşmesine veya genel kurul kararına aykırı olması, bu işlemi yapan iyiniyetli üçüncü kişilerin anılan işlemden dolayı şirkete başvurmalarına engel teşkil etmez. Başka bir deyişle temsil yetkisi sınırlandırılmış olan temsilcinin bu sınırlamaları aşacak şekilde iyiniyetli üçüncü kişiler ile yapmış oldukları hukuki işlemler, işlemin yapıldığı iyiniyetli üçüncü kişiler bakımından şirketi ilzam eder. Ancak belirtilmelidir ki; şirket adına işlem yapan temsilcinin temsil yetkisinin sınırlarına vakıf olan ve bu suretle iyiniyetli sayılamayacak kişiler 6762 sayılı TTK’nın 321/4 maddesindeki korumadan faydalanamazlar.
21. Şirketi temsilen imzaya yetkili olanlar, 6762 sayılı TTK’nın 322 nci maddesi gereğince imzalarının yanına şirket unvanını eklemek zorundadır. Bu bağlamda imzanın yanında bulunan şirket unvanı ile işlemin şirketi temsilen yapıldığı açık bir biçimde tespit edilmiş olur. Öte yandan imzanın yanında şirket unvanı konulmamakla beraber somut duruma göre işlemin şirket nam ve hesabına yapılmış olduğu anlaşılmakta ise yapılan işlemden doğan hak ve borçlar yine şirketi ilgilendirir.
22. Hemen belirtilmelidir ki temsil yetkisinin sınırlandırılması kapsamında birlikte temsil hususunun üçüncü kişilere karşı ileri sürülmesinde anonim şirketin de dürüstlük kuralı gereğince hareket etmesi gerekmektedir. Örneğin birlikte temsil veya çift imza kuralı olmasına rağmen tek imza ile yapılan işlemler anonim şirket tarafından benimsendikten sonra birlikte temsil veya çift imza kuralının ileri sürülmesi dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecek, önceki eylemiyle çelişkili davranış yasağı kapsamında kalacaktır. Gerçekten de temelinde TMK’nın 2 nci maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı bulunan önceki eylemiyle çelişkili davranma yasağı (venire contra factum proprium) açıkça veya davranışlarıyla bir hakkı kullanmak istemediğini veya bir haktan vazgeçtiğini ortaya koyan bir kişinin bu davranışı ile bağlı olması, bu hâliyle var olan hukuki durumunu kaybetmesi ve daha sonra bundan cayamaması anlamına gelmektedir (Akyol, Şener: Venire Contra Factum Proprium, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara, 2006, s. 77). Önceki eylemiyle çelişkili davranan kişi önceki davranışı ile muhatabında haklı görülen bir güven yaratmış ve gelecekte de bu hakkı kullanmayacağı yolunda bir kanaat uyandırmış ancak daha sonra yarattığı bu güvene aykırı davranarak muhatabın güvenini boşa çıkarmıştır. Bu nedenle önceki eylemiyle çelişkili davranan kişinin uyandırdığı güveni boşa çıkarmasını hukuk düzeninin korumaması gerekmektedir. Çelişkili davranışta bulunan kişi, muhatabının haklı güvenini boşa çıkarması nedeniyle sadece muhatapla sınırlı olarak hakkını kaybedecektir.
23. 6762 sayılı TTK’nın 319/2 maddesi kapsamında yönetim kurulu tarafından şirket ortağı olmayan ve yönetim kurulunda da bulunmayan kimselerin şirketi temsil yetkisiyle görevlendirilmeleri mümkündür. Bunun yanında aynı Kanun’un 342 nci maddesinde sayılan ve 343 üncü maddesi gereği hizmet sözleşmesi ile şirkete bağlı olan kişiler arasından da yönetim kurulu tarafından müdür tayin edilebilir. Bu şekilde şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak tayin olunan müdürlerin, verilen yetkiler dairesinde şirket işlemlerinin icrasına dair yapmış oldukları işlemleri de şirketi bağlayacaktır. 6762 sayılı TTK’nın 342 nci maddesi çerçevesinde tayin edilen müdürler, murahhas müdürlerden farklı olarak yönetim kurulunun talimatı altında görevlerini yerine getirirler. Bu müdürler, şirketin icrasına ilişkin işlemleri yerine getirmekle birlikte şirketin yönetim hakları, 6762 sayılı TTK’nın 317 nci maddesi kapsamında yönetim kurulundadır. Bunun yanında şirketi temsil ve ilzama yetkili olarak atanan müdürlerin yetkilerinin sınırlandırılmasına dair 6762 sayılı TTK’nın 321 inci maddesinin uygulanması gerekir.
24. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı ile davalı şirket arasında 01.12.2007 tarihli “hizmet sözleşmesi” başlıklı bir sözleşme imzalandığı, sözleşmede davalı şirketi temsilen sadece Ümit K.’in imzası ile davacının imzasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Anılan sözleşmenin konusu; K. Holding A.Ş. nezdinde oluşturulacak İcra Kurulu Başkanlığı görevlerini yerine getirmek üzere hizmet koşulları ile karşılıklı hak ve borçların düzenlemesi olarak belirlenmiştir.
25. Sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle davalı şirketin yönetim kurulunun Nahit K., Ümit K. ve Vahit K.’den oluştuğu, Nahit K.’in aynı zamanda yönetim kurulu başkanı olduğu anlaşılmaktadır. Davalı şirketin esas sözleşmesinin 12 nci maddesinde şirketin temsil ve ilzamı düzenlenmiş; yönetim kurulu başkanının yönetim kurulu üyelerinden en az biriyle birlikte şirketi temsil ve ilzama müştereken yetkili oldukları belirtilmiştir.
26. Sözleşmenin imzalanmasından sonra davacının davalı şirket bünyesinde çalışmaya başladığı, bu kapsamda bazı grup şirketlerinin yönetim kurullarında görev aldığı, bazı grup şirketlerinde tek başına şirketi temsile yetkili kılındığı dosya kapsamı ile sabittir. Ayrıca dosya kapsamında, davacının davalı şirkette çalışmaya başlamasından sonra basın yayın organlarında şirketin icra kurulu başkanı olduğu yönünde ve yaptığı faaliyetler hususunda çokça haber yer aldığı görülmektedir.
27. Davalı şirket tarafından davacıya gönderilen cevabi ihtarnamede davacının yıllık izin, huzur hakkı, prim, kıdem ve ihbar tazminatı ile sair alacaklarının tümünün ödendiği, davacının hiçbir alacağının kalmadığı belirtilmiştir. Yine davalı vekili tarafından cevap dilekçesinde müvekkili ile davacı arasında 01.12.2007 tarihinde hizmet sözleşmesi imzalandığı kabul edilmiş; ancak sözleşme aslı sunulduktan sonra 03.03.2014 tarihli dilekçe ile anılan sözleşmenin davacı ile K. Holding A.Ş. adına Ümit K. tarafından imzalandığı, yönetim kurulu üyesi olan Ümit K.’in tek imzası ile tanzim edilen bu sözleşmenin şirketi bağlayıcı nitelikte olmadığı, zira şirket esas sözleşmesi gereğince şirketin birlikte imza ile temsil edildiği, sözleşmede yönetim kurulu başkanı Nahit K.’in imzası bulunmadığından müşterek imza taşımayan sözleşmenin geçersiz olduğu, davacı ile şirket arasındaki ilişkinin davacı iddialarının aksine sözleşmeye dayalı olarak yürütülmediği yönünde savunmada bulunulmuştur.
28. Davacının sözleşmedeki görev tanımı kapsamında grup şirketlerinde fiilen çalışmış olması, davalı şirket tarafından hem cevabi ihtarnamede hem de cevap dilekçesinde davacının sözleşme kapsamında çalıştığının kabul edilmesi karşısında, davalı şirketin sözleşme aslı sunulduktan sonra 03.03.2014 tarihli dilekçe ile birlikte imza savunması yaparak sözleşmenin geçersiz olduğunu ileri sürmesinin önceki eylemiyle çelişkili davranış yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği aşikârdır.
29. Bu kapsamda mahkemenin 01.12.2007 tarihli hizmet sözleşmesinde davalı şirketi temsilen tek imza yer alsa da çelişkili davranış yasağı gereğince davalı şirketin sözleşme ile sorumlu olduğu, uyuşmazlığın bu sözleşme kapsamında çözümlenmesi gerektiği yönündeki direnme kararı yerindedir.
30. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; mahkemece davalı tarafın birlikte imza savunması üzerinde durulmaksızın davacının tüm alacak taleplerinin davalı tarafından kabul edilmeyen sözleşme gereğince hesaplanması yoluna gidildiği, her ne kadar davacının davalı şirkette çalıştığı ve davalının da bu hususu ikrar ettiği anlaşılmakta ise de davacı tarafından ibraz edilen sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı hususunun davacının ispat yükü noktasında özellikle değerlendirilmesi gerektiği, dolayısıyla Özel Dairece verilen bozma kararının yerinde olduğu yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
31. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan hususlara değinilerek verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
32. Ne var ki, Özel Dairece hükmedilen miktara yönelik olarak ve esas yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararı uygun olup, davalı vekilinin esasa yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
03.05.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 21’i DİRENME UYGUN DAİREYE, 4’ü ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.