SOMUT OLAYDA UYUŞMAZLIK ADİ ORTAKLIĞIN ORTAKLARINDAN BİRİNİN ŞAHSİ ALACAĞI HÂLİNE GELMİŞ BİR BEDELİN İADESİ NİTELİĞİNDEDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/3-24
KARAR NO : 2022/657
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 16/05/2019
NUMARASI : 2019/108 - 2019/432
DAVACI : M. Makine Elektrik San. A.Ş. vekili Av. A.D.
DAVALILAR : 1- A. Yapı İnşaat Ltd. Şti.
2- A. İnşaat ve Taah. A.Ş. vekilleri Av. İ.H.Ö.
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın aktif husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; davalı A. İnşaat ve Taahhüt A.Ş. (A. A.Ş.) ile müvekkilinin iş ortaklığı olarak Keşan Belediyesinin inşaat ihalesine birlikte katılıp ihaleyi kazandıklarını, A. A.Ş. nin yasal temsilcisi olarak Orhan A.’ın, M. A.Ş. nin yasal temsilcisi olarak ise Abdurrahman G.’ün atandığını, ortaklığı çift imza ile temsil ve ilzam edeceklerinin kararlaştırıldığını, ortak işin ve bu kapsamdaki ödemelerin yapılması sorumluluğunun Orhan A.’a verildiğini, ortaklık ilişkişi çerçevesinde keşide edilen 340.000 TL'lik iki adet çekin ödenmesi için müvekkilinin çeklerin hesap sahibi olan A. Yapı İnş. Ltd. Şti. (A. Ltd. Şti.) hesabına 08.09.2014 ve 18.09.2014 tarihlerinde (işlem sebebi açıkça “çek ödenmesi” olarak gösterilen) havaleleri gerçekleştirdiğini ancak havalelerdeki talimata rağmen çeklerin ödenmeyerek paranın da Orhan A. ve ailesine ait başka hesaplara aktarıldığını, bu yüzden karşılıksız çıkan çek bedellerinin itibarını korumak isteyen müvekkilinin icra dosyasında zorunlu olarak ikinci kez ödeme yaptığını, çek sahibi şirket ile müvekkili arasında başka bir ticari ilişki bulunmadığını, davaya konu İstanbul 34. İcra Müdürlüğünün 2015/13.53 sayılı icra takibinin de davalıların hesabında sebepsiz kalan çek bedellerinin iadesini sağlamaya yönelik olduğunu, davalıların takibe müvekkili tanımadıklarından bahisle haksız şekilde itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaliyle takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalılar vekili; davacıyla yalnızca A. A.Ş. arasında iş ortaklığı olduğunu, diğer müvekkili A. Ltd. Şti'nin ortaklıkla hiçbir ilgisi olmadığından ona karşı açılan davanın husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, diğer davalı yönünden ise, iş ortaklığı nedeniyle tarafların katlanması gereken pek çok maddi ve manevi sorumluluklarının bulunduğu açıkken davacının bütün bir ortaklık ilişkisinin yalnızca iki çek tutarına indirgemesinin iyi niyetli olmadığını, ihaleyle alınan inşaat yapım işinin taşeron olarak devredildiği dava dışı şirkete ortaklık adına yapılması gereken tüm ödemelere müvekkili A. A.Ş.'nin katlandığını, takibe konu ödemelerin kesinlikle çeklere ilişkin olmadığını ve ortak işlerin yürütülmesi için harcandığını, bu çeklerin ödenmemesinden müvekkillerinin sorumlu tutulamayacağını, tarafların ticari defterleri incelendiğinde kimin ortaklığa ne kadar katkısı olduğunun ortaya çıkacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 31.12.2015 tarihli, 2015/708 E., 2015/1104 K. sayılı kararı ile; esas itibariyle adi ortaklık alacağına ilişkin olan davanın ortaklık adına açılması gerektiği, ancak adi ortaklar arasında menfaat uyuşmazlığı bulunduğundan öncelikle ortaklığın temsili için kayyum atanması ve davanın da kayyum tarafından açılmasına ihtiyaç olduğu, bir an için davada her iki ortağın da taraf olması nedeniyle dava adi ortaklığın tasfiyesi olarak yorumlansa dahi dava dilekçesinde bu yönde talep bulunmadığı gibi yalnızca çek ödemelerinden kaynaklanan bir ihtilâfın tüm işin tasfiyesi suretiyle çözümlenmesinin hak ve nesafet kuralları ile menfaatler dengesine de uygun olmayacağı gerekçesiyle davanın aktif husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 09.05.2018 tarihli ve 2016/17908 E., 2018/4889 K. sayılı kararı ile; “TBK’nın ''Ortakların yaptıkları giderler ve işler'' başlıklı 627. maddesine göre; ''Ortaklardan birinin ortaklık işleri için yaptığı giderlerden veya üstlendiği borçlardan dolayı diğer ortaklar, ona karşı sorumlu olurlar; bu ortağın, yönetim işleri yüzünden doğrudan doğruya uğradığı zararlar ile ortaklığın yönetiminden kaynaklanan tehlikeler sonucunda doğan zararları, diğer ortaklar gidermekle yükümlüdürler.''
Somut olayda; davacı şirket ile davalılardan A. İnşaat ve Taah. AŞ. arasında bir ortaklığının söz konusu olduğu hususunda tartışma yoktur. Davada, davacı ortak tarafından; ortaklık adına, diğer davalı şirketin banka hesabına yaptığını iddia ettiği bir ödemenin diğer ortak olan A. İnşaat ve Taah. AŞ.' nden tahsilini talep edilmektedir. Yukarıda bahsi geçen kanun hükmü uyarınca; ortaklardan birinin ortaklık işleri için yaptığı giderlerden veya üstlendiği borçlardan dolayı diğer ortakların ona karşı sorumlu olacağı, bu doğrultuda davacı ortağın ortaklık adına yaptığını iddia ettiği ödemeyi ispat ettiği oranda davalıdan talep edebileceği açıktır.
O halde, mahkemece; davacının aktif husumet ehliyeti olduğu göz önünde bulundurularak işin esasına girilip, yapılacak yargılama sonucu bir karar verilmesi gerekirken, yukarıdaki gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile davanın reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemenin 16.05.2019 tarihli ve 2019/108 E., 2019/432 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı A. A.Ş. ile arasındaki adi ortaklık ilişkisi çerçevesinde ciro edilen çek bedellerinin ödenmesi için çeklerin hesap sahibi davalı A. A.Ş.'ye gönderdiği paranın bu amaçla kullanılmaması nedeniyle çek bedellerini tekrar ödemek zorunda kaldığını belirten davacının, davalıların sebepsiz zenginleştiği iddiasıyla çek bedellerinin iadesi yönünde başlattığı takibe vaki itirazın iptali davası yönünden aktif husumet ehliyetinin (davacı sıfatının) bulunduğunun kabul edilip edilemeyeceği, davanın adi ortaklık tarafından açılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle adi ortaklık hakkındaki hükümlere değinilmesi faydalı olacaktır.
13. Adi ortaklık, belli bir amacı gerçekleştirmek isteyen kimselerin bir araya gelerek oluşturdukları, ayrı bir kişiliği bulunmayan, kuruluş ve işleyişlerinde sıkı şekil kurallarına tabi olmamaları ve basit bir yapıya sahip bulunmaları nedeniyle uygulamada sıkça karşılaşılan özel borç ilişkisi mahiyetindeki birlikteliklerdir.
14. Adi ortaklığın tanımı yürürlük tarihi itibariyle somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 620. maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir.
Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.”
15. Paralel düzenleme içeren mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 520. maddesi de “Şirket, bir akittir ki, onunla iki veya daha ziyade kimseler, saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler” şeklindedir.
16. Adi ortaklık sözleşmelerinin tarafları için borç doğurucu niteliği, şahıs birliği olma yönündeki kurucu unsurundan daha ağır bastığı için borç doğuran sözleşmelerden sayılmakla birlikte, “karşılıklı borç doğuran sözleşme” olarak değerlendirilemez. Zira bu sözleşmelerde sadece ortakların katılma payı borçları arasında bir edimler birleşimi ilişkisi vardır (Yalman, Macit/Taylan, Erbay: Adi Ortaklık, Ankara 1976, s. 19). Adi ortaklık karşılıklı borçları kapsayan bir sözleşme olmayıp, herkesin belli bir amaca ermek için birtakım borçlar altına girdiği ve fakat bu borçların birbirinin karşılığı olarak değerlendirilemeyeceği sözleşmelerdir.
17. Bu sözleşme ilişkisinde her ortak, para, alacak veya başka bir mal ya da emek olarak, ortaklığa bir katılım payı koymakla (TBK m. 621/1) ve niteliği gereği ortaklığa ait olan bütün kazançları aralarında paylaşmakla (m. 622) yükümlüdür.
18. Adi ortaklığın yönetimi, sözleşme veya kararla yalnızca bir veya birden çok ortağa ya da üçüncü bir kişiye bırakılmış olmadıkça, bütün ortaklar ortaklığı yönetme hakkına sahiptir (m. 625/1).
19. Bu suretle ortaklığın yönetimi bir yöneticiye bırakılmış ise, yönetici ile diğer ortaklar arasındaki ilişkiler, Kanunda veya ortaklık sözleşmesinde aksine hüküm bulunmadıkça, vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlere tabidir (m. 630).
20. Somut olayda da davacı ile davalılardan A. A.Ş. arasında inşaat ihalesinin yapım işi konusunda adi ortaklık kurulmuş, ortaklığın yönetim yetkisi A. A.Ş. nin sahibi Orhan A.’a bırakılmıştır. Davacı, ortaklarca da ciro edilen ve adi ortaklığın borcu hâline gelen iki adet çekin ödenmesi amacıyla yine Orhan A.’ın ortak olduğu ve çek hesabının sahibi A. Ltd. Şti. hesabına para gönderdiğini ancak paranın çeklerin ödenmesi için değil adi ortaklığın faaliyeti dışındaki şahsi işlere harcandığını, bu sebeple karşılıksız çıkan çeklerdeki bedeli ikinci kez ödemek zorunda kaldığını ileri sürmektedir.
21. Bu iddia çerçevesinde davalıların sebepsiz zenginleştiği ve alacak haklarının doğduğundan bahisle başlatılan takibe vaki itirazın iptali davasında davacı şirketin aktif husumet ehliyetinin, bir başka anlatımla davacı olma sıfatının bulunup bulunmadığının tespit edilebilmesi için sıfatla ilgili açıklama yapılması ve sonrasında konunun yukarıda değinilen adi ortaklık hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
22. Konunun temeli, “hak” ve “dava hakkı” kavramlarına dayalıdır.
23. Bireylerin bir hakkın inkâr veya ihlâli durumunda yargı gücüne başvurarak haklarının etkin bir şekilde korunmasını istemek konusunda sahip oldukları yetkiye “dava hakkı” denilmektedir.
24. Doktrinde davada taraf kavramını açıklamaya yönelik olarak maddi taraf kuramı, şekli taraf kuramı ve işlevsel taraf kuramı başlıkları altında toplanabilecek üç farklı yaklaşım bulunmaktadır. İşlevsel taraf kuramı yalnızca mal varlığı davaları bakımından tarafın belirlenmesine yönelik çözüm sunmakta iken, taraf olmayı maddi anlamda hakkın ayrılmaz parçası olarak gören maddi taraf kuramının aksine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) davada taraf tayininde, kimin kime karşı hukukî koruma istediğinin belirlenmesinde dava dilekçesinin esas alınmasını öngören şekli taraf kuramını esas aldığı münferit düzenlemelerinden (iradî taraf değişikliği: m.124; dava ve cevap dilekçelerinin içerikleri: m.119/1-b, c ve 129/1-b, c; kesin hükmün davanın tarafları açısından bağlayıcı olması: m. 303 gibi) açıkça anlaşılmaktadır.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde taraf ehliyeti “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir” şeklinde açıklanmıştır.
26. Davada taraf ehliyetinden maksat bir davada davacı veya davalı olarak yer alabilme ehliyetidir. Bu kavram medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukuku alanındaki uzantısını oluşturur (Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, c.I, Ankara 2016, s. 485).
27. Anılan Kanun’un 53. maddesinde “talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi” olarak tanımlanan dava takip yetkisi ise hukukumuzda davanın taraflarının tayininde şekli taraf kuramının kabul edilmesinin sonucu olarak taraf ve taraf sıfatı kavramlarının birbirlerinden ayrılmasının sonucu olarak varlık kazanmıştır.
28. Kişinin taraf ehliyetinin bulunması, taraf olarak yer aldığı davasını yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir; kişinin dava ehliyetine de sahip olması gerekir (Erişir, Evrim: Medeni Usul Hukukunda Taraf Ehliyeti, İzmir 2007, s.57).
29. Dava ehliyeti ise bir kişinin bizzat yahut tayin edeceği temsilcisi aracılığı ile dava açabilmesi, davayla ilgili usul işlemleri yapabilmesi ve kendisine karşı dava açılması hâlinde de hakkını koruyucu beyanlarda bulunabilme yani savunma yapabilme ehliyeti olarak tanımlanabilir (Tanrıver, s. 496).
30. Davada davacı ve davalı olarak yer almakla, tarafların maddi hukuk bakımından gerçekten bu niteliği taşıyıp taşımamaları tümüyle birbirinden farklı konulardır ve bu noktada sıfat kavramı ile karşılaşılır.
31. Kelime anlamı “bir şahıs veya şeyin hâli” olan sıfat (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, s. 977), dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkidir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:1, s.1157). Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler, şeklen o davanın tarafları ise de mahkemenin bu taraflar arasında dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verebilmesi için bu kişilerin gerçekten o davada davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 7. Baskı, Ankara 1995, s. 231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1997, s.307).
32. Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine; davalı sıfatı ise, bir sübjektif hakkın kendisinden davalı olarak istenebileceği, o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir. O hâlde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir.
33. Doktrin ve uygulamada husumet olarak da adlandırılan sıfat bir başka tanıma göre, dava konusu kılınan sübjektif hakla davanın tarafları arasındaki ilişkiyi ifade eder ve dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilmiş kişilerin maddi hukuk bakımından gerçekten hak sahibi veya yükümlü konumunda bulunup bulunmadığına dair bir kavramdır (Tanrıver, s. 512).
34. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.
35. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Bununla birlikte, davayı açanın davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi hâlinde mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanında ise de; konu usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu (davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için) def’î değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
36. Yukarıda değinildiği üzere, HMK’nın 51. maddesine göre dava ehliyeti medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir. Adi ortaklık ise tüzel kişiliği bulunmadığı için fiil ve taraf ehliyetini haiz değildir. Bu nedenle, adi ortaklık için yahut ortaklığa karşı dava açılacak ise adi ortaklığı oluşturan her bir gerçek veya tüzel kişiye dava dilekçesinde yer verilmesi zorunludur ve adi ortaklık tarafından açılacak davaların el birliği mülkiyeti kuralları gereğince (TBK m. 638., BK m. 534., 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.702) bütün ortaklar tarafından mecburi dava arkadaşı olarak (HMK m. 59) birlikte hareket edilmesi gerekir.
37. Direnmeye konu uyuşmazlıkta Mahkeme, icra takibinde talep edilen alacağa bağlı itirazın iptali davası yönünden davacı olma sıfatının adi ortaklığa ait olduğu gerekçesine dayanmıştır. Bu kabulün yerinde olup olmadığının tespit edilebilmesi için davaya konu alacak iddiasının mahiyeti irdelenmelidir.
38. Davacı şirket, ortaklığın borçlandığı çeklerin ödenmesi için aynı zamanda adi ortaklık yöneticisinin sahibi olduğu çek hesabı sahibi davalı A. Ltd. Şti.'ye para gönderdiğini, çekler vaktinde ödenmeyip karşılıksız çıkınca aleyhine yapılan icra takibi alacaklısına çek bedellerini tekrar ödemek zorunda kaldığını, hâl böyle olunca havaleyle gönderilen paraların yönetici ortak tarafından ortaklık iş ve eylemleri için değil şahsi harcamalar için kullanıldığını ve davalıların kendisi aleyhine haksız şekilde zenginleştiğini ileri sürerek ilamsız icra takibi başlatmış, itiraz üzerine de itirazın iptali davası açmıştır.
39. Buna göre somut olayda alacak iddiası, ortaklık hak ve borçlarıyla ilgili olmayıp taraflar arasındaki ilişkinin ileri sürülüş biçimine göre artık ortaklardan biri için şahsi alacak hâline gelmiş bir bedelin iadesi niteliğindedir. Bu hâlde davacı olma sıfatı da ortaklığa değil alacak hakkının sahibi olan davacı şirkete aittir.
40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; uyuşmazlıkta davacının taraf sıfatı bulunduğu yönündeki kabule iştirak edilmekle beraber Özel Daire kararında yalnızca adi ortaklığa ilişkin kanun hükümlerine dayanılmasının isabetli olmadığı, zira uyuşmazlığın davalıların konum ve alacak iddiasının mahiyetine göre haksız fiil hükümlerine de temas edeceği, kararın bu yönde ayrı bir açıklama içerir şekilde değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yalnızca davacı olma sıfatına ilişkin olan uyuşmazlıkta davalıların sorumluluklarının hukukî mahiyetinin henüz mahkemece tartışılmamış olması, bu aşamada bozma kararında TBK’nın adi ortaklıkta ortakların yaptığı gider ve işlere ilişkin 627. maddesi anlatımından istifade etmesinin bilhassa 630. madde hükmü karşısında bozma gerekçesinin değiştirilmesini gerektirmediği gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
42. Direnme kararının bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulu ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir.
Ön inceleme duruşmasında hâkim tarafların anlaştıkları veya anlaşmadıkları hususları tek tek tespit edip (HMK 140/1), bunlar üzerinden sulhe teşvik eder (HMK 140/2) ve sulh faaliyetinden sonuç alınamazsa anlaşmadıkları hususların neler olduğunu tutanağa geçirir (HMK 140/3). Hâkimin uyuşmazlığın yol haritası olarak tespit ettiği bu hususlar dayanılan vakıalardan hangilerinde tarafların uyuşmadığının belirlenmesi olup bununla uyuşmazlıkta ispatı gereken vakıaların neler olduğu da tespit edilmiş olmaktadır.
İddia ve savunmaların birlikte incelendiği aşama olan tahkikat aşamasında (HMK 143) tarafların varlığında uyuşamadığı vakıalar incelenecek ve bunların ispatı için gösterilen deliller değerlendirilecektir.
Hâkim, Türk hukukunu re'sen uygular (HMK 33/1). Bu hükmün sonucu olarak tarafların getirdiği vakıalara göre uyuşmazlığı belirleyip bu uyuşmazlığa doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevidir.
Uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesi usulün temel ilkesidir. HMK’nın bu ilkeye verdiği önem, vakıalarla ilgili olarak pek çok hüküm bulunması ve vakıalar ibaresine pek çok maddede yer verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.
Somut uyuşmazlıktaki önemi nedeniyle yargılamaya hâkim olan ilkelerden şu üçüne özellikle değinmek gerekir.
Tasarruf ilkesine göre; hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz (HMK 24/1). Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK 24/2).
Taraflarca getirilme ilkesinde ise; Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK 25/1). Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz (HMK 25/2).
Taleple bağlılık ilkesi bu iki ilkeyle bağlantılı olmakla birlikte daha somutlaştırılmış bir şekilde; hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği ancak duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebileceği (HMK 26/1) hükmünü içermektedir.
Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dava vakıalar üzerinden yürür. Vakıaları bildirmek taraflara aittir. Getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı belirlemek ve bu uyuşmazlığa uyan hukukî sebebi belirleyip uygulamak ise hâkimin görevidir. Hâkim uyuşmazlığı ve hukukî sebebi belirlerken sadece davacı tarafın getirdiği vakıaları değil, davalı tarafın getirdiği vakıaları da esas alır ve buna göre doğru hukukî ilişkiyi belirleyerek uyuşmazlığı çözer. Ancak getirilmemiş vakıaları hükmüne esas alamaz.
Vakıalarla bağlılık taraflarca getirilme ve tasarruf ilkesinin de bir gereğidir. Davacının davaya konu etmediği, mahkeme önüne bir uyuşmazlık olarak getirmediği bir hususu mahkeme inceleyip bu konuda karar veremez. Hâkim uyuşmazlığın sınırlarını vakıalarla çizecek olup bu vakıalar dışına çıkarak ve yeni vakıaları kendiliğinden inceleyerek bir sonuca varıp karar veremez.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı dava dilekçesinde; davalı A. A.Ş. ve müvekkilinin Keşan Belediyesinin açtığı inşaat ihalesine iş ortaklığı olarak birlikte katılıp kazandıklarını, A. A.Ş.'nin yasal temsilcisi olarak Orhan A.’ın, M. A.Ş.'nin yasal temsilcisi olarak ise Abdurrahman G.’ün atandığını ve ortaklığı çift imza ile temsil ve ilzam edeceklerinin kararlaştırıldığını, işin ve ödemelerin yapılması sorumluluğunun Orhan A.’a verildiğini, bu kapsamda ortaklık kaşesi ile keşide edilen 340.000 TL'lik iki adet çekin ödenmesi gerektiğini, müvekkilinin ne nedenle çeklerin hesap sahibi olan A. Ltd. Şti. hesabına takibe konu 08.09.2014 ve 18.09.2014 tarihlerinde havale sebebi açıkça “çek ödenmesi” olarak gösterilen havaleleri gerçekleştirdiğini ancak gönderilen paraya ve havalelerdeki talimata rağmen çeklerin ödenmeyerek paranın da Orhan A. ve ailesine ait başka hesaplara aktarıldığını, bu yüzden çeklerin karşılıksız çıktığını ve itibarını korumak isteyen müvekkilinin çek bedellerini icrada ikinci kez ödemek zorunda kaldığını, çek sahibi şirket ile müvekkili arasında başka bir ticari ilişki bulunmadığını, davaya konu İstanbul 34. İcra Müdürlüğünün2015/13653 sayılı icra takibinin de davalıların hesabında sebepsiz kalan çek bedellerinin iadesini sağlamaya yönelik olduğunu, takibe müvekkili tanımadıklarından bahisle haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaliyle takibin devamına karar verilmesini istemiştir.
Dilekçe içeriğinden de açıkça anlaşıldığı üzere davacı bu davayı ortaklık kapsamında keşide edilen toplamı 680.000 TL olan her biri 340.000 TL bedelli olan iki adet çekin takibe konulması üzerine icra dosyasına yaptığı ödeme nedeniyle açmış olmayıp bu çeklerin ödenmesinde kullanılmak üzere öncesinde A. Yapı İnş. Ltd. Şti. hesabına gönderilen paraların çek ödemesinde kullanılmayıp başka hesaplara gönderilmesi nedeniyle açmıştır.
Davacı ile davalılardan A. İnş. ve Taah. A.Ş. arasında adi ortaklık ilişkisi var ise de diğer davalı ile davacı arasında adi ortaklık ilişkisi bulunmamaktadır. Bu paranın kendi ve ailesi hesaplarına aktarıldığı belirtilen Orhan A. ise A. İnş. ve Taah. A.Ş.’nin temsilcisidir.
Davacı adi ortaklık borcu nedeniyle yaptığı sonraki ödemeleri geri istemiş olmayıp ikinci kez ödeme yapmak zorunda kalması nedeniyle yaptığı önceki ödemeleri istemiş olduğundan adi ortaklık adına yapmak zorunda kaldığı ödemelerin tahsili için dava açmış değildir. Bu nedenle açılan dava her iki davalı yönünden de adi ortaklık hükümlerine göre TBK 627. madde kapsamında açılmış bir dava değildir. Kaldı ki davacı ile davalı A. Yapı İnş. Ltd. Şti. arasında adi ortaklık ilişkisi dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece davanın adi ortaklık hükümlerine dayalı bir dava olarak değerlendirerek sonuca gitmesi doğru olmamıştır.
Davacının paranın gönderiliş amacına uygun olmayan şekilde başka hesaplara aktarıldığı iddiası sözleşmeye aykırılık hükümlerine uyduğu kadar haksız fiil hükümlerine de uygun düşebilecek niteliktedir. Hakların yarışması hâlinde davacıya hangi nedene dayalı olarak dava açtığı konusunda beyanının açıklattırılması mümkündür. Kaldı ki bunun anlaşılamadığı durumlarda hâkimin davacının en lehine olacak hukukî sebebe göre işin esasını inceleyip karar verebilmesi mümkündür.
Gerek haksız fiil hükümleri olsun gerekse temsil ve vekâlet hükümlerine dayalı borca aykırılık nedeniyle giderim yükümlülüğü ya da dilekçede belirtildiği gibi sebepsiz zenginleşme olsun her üç hâlde de vakıaların ileri sürülüş şekline göre iki kez ödeme yapmak zorunda kaldığını belirten davacının aktif husumet ehliyeti bulunmaktadır.
Davada dayanılan vakıalara göre davacının aktif husumet ehliyeti bulunduğu kabul edilerek işin esasına girilip karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı için direnme hükmünün değişik nedenle bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan hükmün Özel Daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye
SOMUT OLAYDA UYUŞMAZLIK ADİ ORTAKLIĞIN ORTAKLARINDAN BİRİNİN ŞAHSİ ALACAĞI HÂLİNE GELMİŞ BİR BEDELİN İADESİ NİTELİĞİNDEDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/3-24
KARAR NO : 2022/657
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 16/05/2019
NUMARASI : 2019/108 - 2019/432
DAVACI : M. Makine Elektrik San. A.Ş. vekili Av. A.D.
DAVALILAR : 1- A. Yapı İnşaat Ltd. Şti.
2- A. İnşaat ve Taah. A.Ş. vekilleri Av. İ.H.Ö.
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın aktif husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili; davalı A. İnşaat ve Taahhüt A.Ş. (A. A.Ş.) ile müvekkilinin iş ortaklığı olarak Keşan Belediyesinin inşaat ihalesine birlikte katılıp ihaleyi kazandıklarını, A. A.Ş. nin yasal temsilcisi olarak Orhan A.’ın, M. A.Ş. nin yasal temsilcisi olarak ise Abdurrahman G.’ün atandığını, ortaklığı çift imza ile temsil ve ilzam edeceklerinin kararlaştırıldığını, ortak işin ve bu kapsamdaki ödemelerin yapılması sorumluluğunun Orhan A.’a verildiğini, ortaklık ilişkişi çerçevesinde keşide edilen 340.000 TL'lik iki adet çekin ödenmesi için müvekkilinin çeklerin hesap sahibi olan A. Yapı İnş. Ltd. Şti. (A. Ltd. Şti.) hesabına 08.09.2014 ve 18.09.2014 tarihlerinde (işlem sebebi açıkça “çek ödenmesi” olarak gösterilen) havaleleri gerçekleştirdiğini ancak havalelerdeki talimata rağmen çeklerin ödenmeyerek paranın da Orhan A. ve ailesine ait başka hesaplara aktarıldığını, bu yüzden karşılıksız çıkan çek bedellerinin itibarını korumak isteyen müvekkilinin icra dosyasında zorunlu olarak ikinci kez ödeme yaptığını, çek sahibi şirket ile müvekkili arasında başka bir ticari ilişki bulunmadığını, davaya konu İstanbul 34. İcra Müdürlüğünün 2015/13.53 sayılı icra takibinin de davalıların hesabında sebepsiz kalan çek bedellerinin iadesini sağlamaya yönelik olduğunu, davalıların takibe müvekkili tanımadıklarından bahisle haksız şekilde itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptaliyle takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalılar vekili; davacıyla yalnızca A. A.Ş. arasında iş ortaklığı olduğunu, diğer müvekkili A. Ltd. Şti'nin ortaklıkla hiçbir ilgisi olmadığından ona karşı açılan davanın husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddi gerektiğini, diğer davalı yönünden ise, iş ortaklığı nedeniyle tarafların katlanması gereken pek çok maddi ve manevi sorumluluklarının bulunduğu açıkken davacının bütün bir ortaklık ilişkisinin yalnızca iki çek tutarına indirgemesinin iyi niyetli olmadığını, ihaleyle alınan inşaat yapım işinin taşeron olarak devredildiği dava dışı şirkete ortaklık adına yapılması gereken tüm ödemelere müvekkili A. A.Ş.'nin katlandığını, takibe konu ödemelerin kesinlikle çeklere ilişkin olmadığını ve ortak işlerin yürütülmesi için harcandığını, bu çeklerin ödenmemesinden müvekkillerinin sorumlu tutulamayacağını, tarafların ticari defterleri incelendiğinde kimin ortaklığa ne kadar katkısı olduğunun ortaya çıkacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul 16. Asliye Ticaret Mahkemesinin 31.12.2015 tarihli, 2015/708 E., 2015/1104 K. sayılı kararı ile; esas itibariyle adi ortaklık alacağına ilişkin olan davanın ortaklık adına açılması gerektiği, ancak adi ortaklar arasında menfaat uyuşmazlığı bulunduğundan öncelikle ortaklığın temsili için kayyum atanması ve davanın da kayyum tarafından açılmasına ihtiyaç olduğu, bir an için davada her iki ortağın da taraf olması nedeniyle dava adi ortaklığın tasfiyesi olarak yorumlansa dahi dava dilekçesinde bu yönde talep bulunmadığı gibi yalnızca çek ödemelerinden kaynaklanan bir ihtilâfın tüm işin tasfiyesi suretiyle çözümlenmesinin hak ve nesafet kuralları ile menfaatler dengesine de uygun olmayacağı gerekçesiyle davanın aktif husumet (sıfat) yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 09.05.2018 tarihli ve 2016/17908 E., 2018/4889 K. sayılı kararı ile; “TBK’nın ''Ortakların yaptıkları giderler ve işler'' başlıklı 627. maddesine göre; ''Ortaklardan birinin ortaklık işleri için yaptığı giderlerden veya üstlendiği borçlardan dolayı diğer ortaklar, ona karşı sorumlu olurlar; bu ortağın, yönetim işleri yüzünden doğrudan doğruya uğradığı zararlar ile ortaklığın yönetiminden kaynaklanan tehlikeler sonucunda doğan zararları, diğer ortaklar gidermekle yükümlüdürler.''
Somut olayda; davacı şirket ile davalılardan A. İnşaat ve Taah. AŞ. arasında bir ortaklığının söz konusu olduğu hususunda tartışma yoktur. Davada, davacı ortak tarafından; ortaklık adına, diğer davalı şirketin banka hesabına yaptığını iddia ettiği bir ödemenin diğer ortak olan A. İnşaat ve Taah. AŞ.' nden tahsilini talep edilmektedir. Yukarıda bahsi geçen kanun hükmü uyarınca; ortaklardan birinin ortaklık işleri için yaptığı giderlerden veya üstlendiği borçlardan dolayı diğer ortakların ona karşı sorumlu olacağı, bu doğrultuda davacı ortağın ortaklık adına yaptığını iddia ettiği ödemeyi ispat ettiği oranda davalıdan talep edebileceği açıktır.
O halde, mahkemece; davacının aktif husumet ehliyeti olduğu göz önünde bulundurularak işin esasına girilip, yapılacak yargılama sonucu bir karar verilmesi gerekirken, yukarıdaki gerekçe ve yanılgılı değerlendirme ile davanın reddi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Mahkemenin 16.05.2019 tarihli ve 2019/108 E., 2019/432 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı A. A.Ş. ile arasındaki adi ortaklık ilişkisi çerçevesinde ciro edilen çek bedellerinin ödenmesi için çeklerin hesap sahibi davalı A. A.Ş.'ye gönderdiği paranın bu amaçla kullanılmaması nedeniyle çek bedellerini tekrar ödemek zorunda kaldığını belirten davacının, davalıların sebepsiz zenginleştiği iddiasıyla çek bedellerinin iadesi yönünde başlattığı takibe vaki itirazın iptali davası yönünden aktif husumet ehliyetinin (davacı sıfatının) bulunduğunun kabul edilip edilemeyeceği, davanın adi ortaklık tarafından açılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle adi ortaklık hakkındaki hükümlere değinilmesi faydalı olacaktır.
13. Adi ortaklık, belli bir amacı gerçekleştirmek isteyen kimselerin bir araya gelerek oluşturdukları, ayrı bir kişiliği bulunmayan, kuruluş ve işleyişlerinde sıkı şekil kurallarına tabi olmamaları ve basit bir yapıya sahip bulunmaları nedeniyle uygulamada sıkça karşılaşılan özel borç ilişkisi mahiyetindeki birlikteliklerdir.
14. Adi ortaklığın tanımı yürürlük tarihi itibariyle somut uyuşmazlıkta uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 620. maddesinde şu şekilde yapılmıştır:
“Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir.
Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.”
15. Paralel düzenleme içeren mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 520. maddesi de “Şirket, bir akittir ki, onunla iki veya daha ziyade kimseler, saylerini ve mallarını müşterek bir gayeye erişmek için birleştirmeyi iltizam ederler” şeklindedir.
16. Adi ortaklık sözleşmelerinin tarafları için borç doğurucu niteliği, şahıs birliği olma yönündeki kurucu unsurundan daha ağır bastığı için borç doğuran sözleşmelerden sayılmakla birlikte, “karşılıklı borç doğuran sözleşme” olarak değerlendirilemez. Zira bu sözleşmelerde sadece ortakların katılma payı borçları arasında bir edimler birleşimi ilişkisi vardır (Yalman, Macit/Taylan, Erbay: Adi Ortaklık, Ankara 1976, s. 19). Adi ortaklık karşılıklı borçları kapsayan bir sözleşme olmayıp, herkesin belli bir amaca ermek için birtakım borçlar altına girdiği ve fakat bu borçların birbirinin karşılığı olarak değerlendirilemeyeceği sözleşmelerdir.
17. Bu sözleşme ilişkisinde her ortak, para, alacak veya başka bir mal ya da emek olarak, ortaklığa bir katılım payı koymakla (TBK m. 621/1) ve niteliği gereği ortaklığa ait olan bütün kazançları aralarında paylaşmakla (m. 622) yükümlüdür.
18. Adi ortaklığın yönetimi, sözleşme veya kararla yalnızca bir veya birden çok ortağa ya da üçüncü bir kişiye bırakılmış olmadıkça, bütün ortaklar ortaklığı yönetme hakkına sahiptir (m. 625/1).
19. Bu suretle ortaklığın yönetimi bir yöneticiye bırakılmış ise, yönetici ile diğer ortaklar arasındaki ilişkiler, Kanunda veya ortaklık sözleşmesinde aksine hüküm bulunmadıkça, vekâlet sözleşmesine ilişkin hükümlere tabidir (m. 630).
20. Somut olayda da davacı ile davalılardan A. A.Ş. arasında inşaat ihalesinin yapım işi konusunda adi ortaklık kurulmuş, ortaklığın yönetim yetkisi A. A.Ş. nin sahibi Orhan A.’a bırakılmıştır. Davacı, ortaklarca da ciro edilen ve adi ortaklığın borcu hâline gelen iki adet çekin ödenmesi amacıyla yine Orhan A.’ın ortak olduğu ve çek hesabının sahibi A. Ltd. Şti. hesabına para gönderdiğini ancak paranın çeklerin ödenmesi için değil adi ortaklığın faaliyeti dışındaki şahsi işlere harcandığını, bu sebeple karşılıksız çıkan çeklerdeki bedeli ikinci kez ödemek zorunda kaldığını ileri sürmektedir.
21. Bu iddia çerçevesinde davalıların sebepsiz zenginleştiği ve alacak haklarının doğduğundan bahisle başlatılan takibe vaki itirazın iptali davasında davacı şirketin aktif husumet ehliyetinin, bir başka anlatımla davacı olma sıfatının bulunup bulunmadığının tespit edilebilmesi için sıfatla ilgili açıklama yapılması ve sonrasında konunun yukarıda değinilen adi ortaklık hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
22. Konunun temeli, “hak” ve “dava hakkı” kavramlarına dayalıdır.
23. Bireylerin bir hakkın inkâr veya ihlâli durumunda yargı gücüne başvurarak haklarının etkin bir şekilde korunmasını istemek konusunda sahip oldukları yetkiye “dava hakkı” denilmektedir.
24. Doktrinde davada taraf kavramını açıklamaya yönelik olarak maddi taraf kuramı, şekli taraf kuramı ve işlevsel taraf kuramı başlıkları altında toplanabilecek üç farklı yaklaşım bulunmaktadır. İşlevsel taraf kuramı yalnızca mal varlığı davaları bakımından tarafın belirlenmesine yönelik çözüm sunmakta iken, taraf olmayı maddi anlamda hakkın ayrılmaz parçası olarak gören maddi taraf kuramının aksine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) davada taraf tayininde, kimin kime karşı hukukî koruma istediğinin belirlenmesinde dava dilekçesinin esas alınmasını öngören şekli taraf kuramını esas aldığı münferit düzenlemelerinden (iradî taraf değişikliği: m.124; dava ve cevap dilekçelerinin içerikleri: m.119/1-b, c ve 129/1-b, c; kesin hükmün davanın tarafları açısından bağlayıcı olması: m. 303 gibi) açıkça anlaşılmaktadır.
25. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde taraf ehliyeti “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir” şeklinde açıklanmıştır.
26. Davada taraf ehliyetinden maksat bir davada davacı veya davalı olarak yer alabilme ehliyetidir. Bu kavram medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukuku alanındaki uzantısını oluşturur (Tanrıver, Süha: Medeni Usul Hukuku, c.I, Ankara 2016, s. 485).
27. Anılan Kanun’un 53. maddesinde “talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi” olarak tanımlanan dava takip yetkisi ise hukukumuzda davanın taraflarının tayininde şekli taraf kuramının kabul edilmesinin sonucu olarak taraf ve taraf sıfatı kavramlarının birbirlerinden ayrılmasının sonucu olarak varlık kazanmıştır.
28. Kişinin taraf ehliyetinin bulunması, taraf olarak yer aldığı davasını yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir; kişinin dava ehliyetine de sahip olması gerekir (Erişir, Evrim: Medeni Usul Hukukunda Taraf Ehliyeti, İzmir 2007, s.57).
29. Dava ehliyeti ise bir kişinin bizzat yahut tayin edeceği temsilcisi aracılığı ile dava açabilmesi, davayla ilgili usul işlemleri yapabilmesi ve kendisine karşı dava açılması hâlinde de hakkını koruyucu beyanlarda bulunabilme yani savunma yapabilme ehliyeti olarak tanımlanabilir (Tanrıver, s. 496).
30. Davada davacı ve davalı olarak yer almakla, tarafların maddi hukuk bakımından gerçekten bu niteliği taşıyıp taşımamaları tümüyle birbirinden farklı konulardır ve bu noktada sıfat kavramı ile karşılaşılır.
31. Kelime anlamı “bir şahıs veya şeyin hâli” olan sıfat (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, s. 977), dava konusu sübjektif hak ile taraflar arasındaki ilişkidir (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:1, s.1157). Dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilen kişiler, şeklen o davanın tarafları ise de mahkemenin bu taraflar arasında dava konusu hakkın esasına ilişkin bir karar verebilmesi için bu kişilerin gerçekten o davada davacı ve davalı sıfatına sahip olmaları gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir (Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, 7. Baskı, Ankara 1995, s. 231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1997, s.307).
32. Bir sübjektif hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine ait olduğundan o hakka ilişkin bir davada davacı olma sıfatı da o hakkın sahibine; davalı sıfatı ise, bir sübjektif hakkın kendisinden davalı olarak istenebileceği, o hakka uymakla yükümlü olan kişiye aittir. O hâlde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, davayı da bu kişi veya kişilerin açması gerekir. Davayı açabilmek için gerekli sıfat, dava konusu şey üzerinde hak sahibi olan kişiye aittir.
33. Doktrin ve uygulamada husumet olarak da adlandırılan sıfat bir başka tanıma göre, dava konusu kılınan sübjektif hakla davanın tarafları arasındaki ilişkiyi ifade eder ve dava dilekçesinde davacı ve davalı olarak gösterilmiş kişilerin maddi hukuk bakımından gerçekten hak sahibi veya yükümlü konumunda bulunup bulunmadığına dair bir kavramdır (Tanrıver, s. 512).
34. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir.
35. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Bununla birlikte, davayı açanın davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi hâlinde mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanında ise de; konu usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan taraf sıfatının yokluğu (davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için) def’î değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
36. Yukarıda değinildiği üzere, HMK’nın 51. maddesine göre dava ehliyeti medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir. Adi ortaklık ise tüzel kişiliği bulunmadığı için fiil ve taraf ehliyetini haiz değildir. Bu nedenle, adi ortaklık için yahut ortaklığa karşı dava açılacak ise adi ortaklığı oluşturan her bir gerçek veya tüzel kişiye dava dilekçesinde yer verilmesi zorunludur ve adi ortaklık tarafından açılacak davaların el birliği mülkiyeti kuralları gereğince (TBK m. 638., BK m. 534., 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu m.702) bütün ortaklar tarafından mecburi dava arkadaşı olarak (HMK m. 59) birlikte hareket edilmesi gerekir.
37. Direnmeye konu uyuşmazlıkta Mahkeme, icra takibinde talep edilen alacağa bağlı itirazın iptali davası yönünden davacı olma sıfatının adi ortaklığa ait olduğu gerekçesine dayanmıştır. Bu kabulün yerinde olup olmadığının tespit edilebilmesi için davaya konu alacak iddiasının mahiyeti irdelenmelidir.
38. Davacı şirket, ortaklığın borçlandığı çeklerin ödenmesi için aynı zamanda adi ortaklık yöneticisinin sahibi olduğu çek hesabı sahibi davalı A. Ltd. Şti.'ye para gönderdiğini, çekler vaktinde ödenmeyip karşılıksız çıkınca aleyhine yapılan icra takibi alacaklısına çek bedellerini tekrar ödemek zorunda kaldığını, hâl böyle olunca havaleyle gönderilen paraların yönetici ortak tarafından ortaklık iş ve eylemleri için değil şahsi harcamalar için kullanıldığını ve davalıların kendisi aleyhine haksız şekilde zenginleştiğini ileri sürerek ilamsız icra takibi başlatmış, itiraz üzerine de itirazın iptali davası açmıştır.
39. Buna göre somut olayda alacak iddiası, ortaklık hak ve borçlarıyla ilgili olmayıp taraflar arasındaki ilişkinin ileri sürülüş biçimine göre artık ortaklardan biri için şahsi alacak hâline gelmiş bir bedelin iadesi niteliğindedir. Bu hâlde davacı olma sıfatı da ortaklığa değil alacak hakkının sahibi olan davacı şirkete aittir.
40. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; uyuşmazlıkta davacının taraf sıfatı bulunduğu yönündeki kabule iştirak edilmekle beraber Özel Daire kararında yalnızca adi ortaklığa ilişkin kanun hükümlerine dayanılmasının isabetli olmadığı, zira uyuşmazlığın davalıların konum ve alacak iddiasının mahiyetine göre haksız fiil hükümlerine de temas edeceği, kararın bu yönde ayrı bir açıklama içerir şekilde değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş, yalnızca davacı olma sıfatına ilişkin olan uyuşmazlıkta davalıların sorumluluklarının hukukî mahiyetinin henüz mahkemece tartışılmamış olması, bu aşamada bozma kararında TBK’nın adi ortaklıkta ortakların yaptığı gider ve işlere ilişkin 627. maddesi anlatımından istifade etmesinin bilhassa 630. madde hükmü karşısında bozma gerekçesinin değiştirilmesini gerektirmediği gerekçesiyle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararına uyulması gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
42. Direnme kararının bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulu ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Geçici Madde 3” hükmü atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.05.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir.
Ön inceleme duruşmasında hâkim tarafların anlaştıkları veya anlaşmadıkları hususları tek tek tespit edip (HMK 140/1), bunlar üzerinden sulhe teşvik eder (HMK 140/2) ve sulh faaliyetinden sonuç alınamazsa anlaşmadıkları hususların neler olduğunu tutanağa geçirir (HMK 140/3). Hâkimin uyuşmazlığın yol haritası olarak tespit ettiği bu hususlar dayanılan vakıalardan hangilerinde tarafların uyuşmadığının belirlenmesi olup bununla uyuşmazlıkta ispatı gereken vakıaların neler olduğu da tespit edilmiş olmaktadır.
İddia ve savunmaların birlikte incelendiği aşama olan tahkikat aşamasında (HMK 143) tarafların varlığında uyuşamadığı vakıalar incelenecek ve bunların ispatı için gösterilen deliller değerlendirilecektir.
Hâkim, Türk hukukunu re'sen uygular (HMK 33/1). Bu hükmün sonucu olarak tarafların getirdiği vakıalara göre uyuşmazlığı belirleyip bu uyuşmazlığa doğru hukukî sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevidir.
Uyuşmazlığın vakıalara göre belirlenip çözümlenmesi usulün temel ilkesidir. HMK’nın bu ilkeye verdiği önem, vakıalarla ilgili olarak pek çok hüküm bulunması ve vakıalar ibaresine pek çok maddede yer verilmiş olmasından da anlaşılmaktadır.
Somut uyuşmazlıktaki önemi nedeniyle yargılamaya hâkim olan ilkelerden şu üçüne özellikle değinmek gerekir.
Tasarruf ilkesine göre; hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz (HMK 24/1). Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz (HMK 24/2).
Taraflarca getirilme ilkesinde ise; Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK 25/1). Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz (HMK 25/2).
Taleple bağlılık ilkesi bu iki ilkeyle bağlantılı olmakla birlikte daha somutlaştırılmış bir şekilde; hâkimin, tarafların talep sonuçlarıyla bağlı olduğu ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremeyeceği ancak duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebileceği (HMK 26/1) hükmünü içermektedir.
Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dava vakıalar üzerinden yürür. Vakıaları bildirmek taraflara aittir. Getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı belirlemek ve bu uyuşmazlığa uyan hukukî sebebi belirleyip uygulamak ise hâkimin görevidir. Hâkim uyuşmazlığı ve hukukî sebebi belirlerken sadece davacı tarafın getirdiği vakıaları değil, davalı tarafın getirdiği vakıaları da esas alır ve buna göre doğru hukukî ilişkiyi belirleyerek uyuşmazlığı çözer. Ancak getirilmemiş vakıaları hükmüne esas alamaz.
Vakıalarla bağlılık taraflarca getirilme ve tasarruf ilkesinin de bir gereğidir. Davacının davaya konu etmediği, mahkeme önüne bir uyuşmazlık olarak getirmediği bir hususu mahkeme inceleyip bu konuda karar veremez. Hâkim uyuşmazlığın sınırlarını vakıalarla çizecek olup bu vakıalar dışına çıkarak ve yeni vakıaları kendiliğinden inceleyerek bir sonuca varıp karar veremez.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacı dava dilekçesinde; davalı A. A.Ş. ve müvekkilinin Keşan Belediyesinin açtığı inşaat ihalesine iş ortaklığı olarak birlikte katılıp kazandıklarını, A. A.Ş.'nin yasal temsilcisi olarak Orhan A.’ın, M. A.Ş.'nin yasal temsilcisi olarak ise Abdurrahman G.’ün atandığını ve ortaklığı çift imza ile temsil ve ilzam edeceklerinin kararlaştırıldığını, işin ve ödemelerin yapılması sorumluluğunun Orhan A.’a verildiğini, bu kapsamda ortaklık kaşesi ile keşide edilen 340.000 TL'lik iki adet çekin ödenmesi gerektiğini, müvekkilinin ne nedenle çeklerin hesap sahibi olan A. Ltd. Şti. hesabına takibe konu 08.09.2014 ve 18.09.2014 tarihlerinde havale sebebi açıkça “çek ödenmesi” olarak gösterilen havaleleri gerçekleştirdiğini ancak gönderilen paraya ve havalelerdeki talimata rağmen çeklerin ödenmeyerek paranın da Orhan A. ve ailesine ait başka hesaplara aktarıldığını, bu yüzden çeklerin karşılıksız çıktığını ve itibarını korumak isteyen müvekkilinin çek bedellerini icrada ikinci kez ödemek zorunda kaldığını, çek sahibi şirket ile müvekkili arasında başka bir ticari ilişki bulunmadığını, davaya konu İstanbul 34. İcra Müdürlüğünün2015/13653 sayılı icra takibinin de davalıların hesabında sebepsiz kalan çek bedellerinin iadesini sağlamaya yönelik olduğunu, takibe müvekkili tanımadıklarından bahisle haksız şekilde itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptaliyle takibin devamına karar verilmesini istemiştir.
Dilekçe içeriğinden de açıkça anlaşıldığı üzere davacı bu davayı ortaklık kapsamında keşide edilen toplamı 680.000 TL olan her biri 340.000 TL bedelli olan iki adet çekin takibe konulması üzerine icra dosyasına yaptığı ödeme nedeniyle açmış olmayıp bu çeklerin ödenmesinde kullanılmak üzere öncesinde A. Yapı İnş. Ltd. Şti. hesabına gönderilen paraların çek ödemesinde kullanılmayıp başka hesaplara gönderilmesi nedeniyle açmıştır.
Davacı ile davalılardan A. İnş. ve Taah. A.Ş. arasında adi ortaklık ilişkisi var ise de diğer davalı ile davacı arasında adi ortaklık ilişkisi bulunmamaktadır. Bu paranın kendi ve ailesi hesaplarına aktarıldığı belirtilen Orhan A. ise A. İnş. ve Taah. A.Ş.’nin temsilcisidir.
Davacı adi ortaklık borcu nedeniyle yaptığı sonraki ödemeleri geri istemiş olmayıp ikinci kez ödeme yapmak zorunda kalması nedeniyle yaptığı önceki ödemeleri istemiş olduğundan adi ortaklık adına yapmak zorunda kaldığı ödemelerin tahsili için dava açmış değildir. Bu nedenle açılan dava her iki davalı yönünden de adi ortaklık hükümlerine göre TBK 627. madde kapsamında açılmış bir dava değildir. Kaldı ki davacı ile davalı A. Yapı İnş. Ltd. Şti. arasında adi ortaklık ilişkisi dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece davanın adi ortaklık hükümlerine dayalı bir dava olarak değerlendirerek sonuca gitmesi doğru olmamıştır.
Davacının paranın gönderiliş amacına uygun olmayan şekilde başka hesaplara aktarıldığı iddiası sözleşmeye aykırılık hükümlerine uyduğu kadar haksız fiil hükümlerine de uygun düşebilecek niteliktedir. Hakların yarışması hâlinde davacıya hangi nedene dayalı olarak dava açtığı konusunda beyanının açıklattırılması mümkündür. Kaldı ki bunun anlaşılamadığı durumlarda hâkimin davacının en lehine olacak hukukî sebebe göre işin esasını inceleyip karar verebilmesi mümkündür.
Gerek haksız fiil hükümleri olsun gerekse temsil ve vekâlet hükümlerine dayalı borca aykırılık nedeniyle giderim yükümlülüğü ya da dilekçede belirtildiği gibi sebepsiz zenginleşme olsun her üç hâlde de vakıaların ileri sürülüş şekline göre iki kez ödeme yapmak zorunda kaldığını belirten davacının aktif husumet ehliyeti bulunmaktadır.
Davada dayanılan vakıalara göre davacının aktif husumet ehliyeti bulunduğu kabul edilerek işin esasına girilip karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı için direnme hükmünün değişik nedenle bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan hükmün Özel Daire kararı gibi bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye