SOMUT OLAYDA ZARARIN KAPSAMININ DEĞİL BEDENSEL ZARARIN NİTELİĞİ VE UNSURLARI ÖĞRENİLDİĞİNDEN ISLAH DİLEKÇESİNDEKİ MADDİ TAZMİNAT ZAMANAŞIMINA UĞRAMAMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2019/(21)10-408
Karar No : 2024/127
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 07.02.2019
SAYISI : 2019/27 E., 2019/81 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 13.11.2018 tarihli ve
2017/2002 Esas, 2018/8217 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle maddi tazminat talebi yönünden davanın kabulüne, manevi tazminat talebi yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 1996 yılından itibaren kalite kontrol formeni olarak çalışmaya başladığını, 07.12.2001 tarihinde malzeme istifinin üzerinde demirlerin sertlik kontrolünü yaparken düşmesi sonucunda iş kazası geçirdiğini, iki kolunun iki yıl alçıda kaldığını, kol dirseklerine platin takıldığını, kaza nedeniyle uzun süre çalışamadığını, uzun yıllar tıbbi ve psikolojik tedavi gördüğünü, kazanın meydana gelmesinde müvekkilinin kusurunun bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesinde ise maddi tazminat talebini 119.336,58 TL’ye yükseltmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; davacının dikkatsizliği nedeniyle kazanın meydana geldiğini, müvekkili şirketin kusurunun bulunmadığını, talep edilen manevi tazminat miktarının sebepsiz zenginleşmeye sebep olacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 22.09.2016 tarihli ve 2007/116 Esas, 2016/326 Karar sayılı kararı ile; meydana gelen iş kazası nedeniyle Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı işveren tarafından itiraz edilmesi üzerine malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasında Yüksek Sağlık Kurulunca belirlenen %23,2 malûliyet oranına itiraz üzerine Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından malûliyet oranı %21,2 olarak tespit edildikten sonra raporlar arasındaki çelişki nedeniyle alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 21.11.2013 tarihli raporunda davacının %23,2 oranında malûl kaldığının belirlenmesi sonucunda verilen davanın kabulüne dair kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, eldeki davada alınan bilirkişi raporlarında davalı işverenin %75, davacı işçinin %25 kusurlu olduğunun tespit edildiği, kesinleşen malûliyet oranı gözetilerek Kurum tarafından bağlanması gereken peşin sermaye değeri belirlenerek hesap raporu alındığı, davacının bilirkişi hesap raporu doğrultusunda ıslah talebine ilişkin davalı tarafından süresinde zamanaşımı def’inde bulunduğu, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemli davalarda zamanaşımı süresinin fail ve zararın öğrenildiği tarihten itibaren on yıl olduğu, 14.02.2007 tarihinde açılan eldeki davada iş kazasının 07.12.2001 tarihinde meydana geldiği, dolayısıyla davanın açıldığı tarihte zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı, davalı işverenin malûliyet oranına itirazı nedeniyle açılan malûliyet tespit davasının 16.09.2014 tarihinde sonuçlandığı, Adli Tıp Genel Kurulu raporundan da anlaşılacağı üzere malûliyet oranının kazanın meydana geldiği tarih esas alınarak tespit edildiği, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin emsal kararları gözetildiğinde zamanaşımının başlangıç tarihinde hastalığın gelişiminin tamamlandığı tarihin dikkate alındığı, somut olay yönünden böyle bir durumun söz konusu olmadığı, olayla birlikte zararın öğrenildiği, Hukuk Genel Kurulunun 10.06.2015 tarihli ve 2014/282 Esas, 2015/1548 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere zararın kapsam ve tutarının belli olmamasının zamanaşımı süresinin başlamasına engel olmadığı, zararın öğrenilmesinin zararın kapsamını değil zararın varlığının öğrenilmesi anlamını taşıdığı, bu itibarla davacının 07.12.2001 tarihinde geçirdiği kaza sonucunda fiili ve zararı öğrenmesi nedeniyle ıslah tarihi itibariyle ıslahla artırılan miktar yönünden maddi tazminatın zamanaşımına uğradığı, ayrıca tarafların sosyal ve ekonomik durumu ile olaydaki kusuru dikkate alındığında 25.000,00 TL manevi tazminatın hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 1.000,00 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, maddi tazminata ilişkin ıslah dilekçesiyle artırılan miktara yönelik talebin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 09.01.2017 tarihli ve 2016/111 Esas, 2017/16 Karar sayılı kararı ile; meydana gelen iş kazası nedeniyle Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı şirket tarafından itiraz edilmesi üzerine malûliyet oranının tespiti istemiyle 17.04.2008 tarihinde açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasının eldeki davada bekletici sorun yapıldığı, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın Yargıtay tarafından 16.11.2015 tarihinde onandığı, 17.04.2008 tarihinde malûliyetin tespiti davası açıldığından zamanaşımının kesildiği ve eldeki davada İlk Derece Mahkemesince 22.09.2016 tarihinde karar verildiği gözetildiğinde ıslahla artırılan miktarın zamanaşımına uğramadığı, zira Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 Esas, 2015/1345 Karar sayılı kararının da aynı doğrultuda olduğu, ayrıca kusur oranlarına ilişkin davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddi gerektiği, bilirkişi kusur ve hesap raporlarının denetime elverişli olduğu, İlk Derece Mahkemesince manevi tazminat yönünden verilen kararın isabetli olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun zamanaşımı yönünden kabulüne, diğer istinaf sebepleri yönünden reddine, maddi tazminat istemi yönünden davanın kabulü ile 119.336,58 TL maddi tazminat tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, manevi tazminat yönünden davanın kısmen kabulü ile 25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... 1- Manevi Tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırının karar tarihi itibariyle 41.530,00 TL olduğu açıktır. Dava dilekçesinde davacı tarafın 40.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunduğu, yerel mahkemece verilen 22.09.2016 tarihli kararda davacı lehine 25.000,00 TL manevi tazminata hükmediliği, taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince verilen 09.01.2017 tarihli yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ilişkin kararda manevi tazminat yönünden yerel mahkeme kararında olduğu gibi 25.000,00 TL’ye karar verildiği ve bu kararın davalı vekilince temyize getirildiği dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının karar tarihi itibariyle 41.530,00 TL’lik temyiz sınırının altında kaldığı açıktır.
O halde Bölge Adliye Mahkemesinin manevi tazminata ilişkin kararının temyiz kabiliyeti olmayıp, davalı vekilinin temyiz itirazlarının H.M.K.'nun 362/1-a maddesi uyarınca REDDİNE karar vermek gerekmiştir.
2- Maddi Tazminata Yönelik Temyiz İtirazlarının incelenmesinde, dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine,
Dava, davacı sigortalının iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Bölge Adliye Mahkemesince; 119.336,58 TL maddi ve 25.000 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 07.12.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Somut olayda, davalı şirket tarafından işletilen işyerine 07.12.2001 tarihinde tır ile gelen bağ halindeki demirlerin tavan vinci ile yükleme bölümüne istif edildiği sırada işyeri formeninin davacıya istif üzerine çıkarak etiketleri ve malzemenin sertliğini kontrol etmesi emrini vermesi üzerine, davacının 2,5 m yükseklikteki bu istifin üzerine çıkıp öne doğru eğilerek istif edilen demirlerin kontrolünü yaptığı sırada demirlerin esnemesi üzerine dengesini kaybedip istifaden zemine düşmesi neticesinde her iki kolundan yaralandığı gerçekleşen bu iş kazası nedeniyle davacının maluliyet oranının SGK tarafından %33 olarak tespit edilmişken, davalı tarafından açılan maluliyet oranının tespitine ilişkin Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 esas 2014/243 karar sayılı davasında alınan Yüksek Sağlık Kurulunun 16.04.2010 tarihli kararında maluliyet oranın %23,2, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurlundan alınan 25.02.2011 tarihli raporunda maluliyet oranın %23,2, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 21/11/2013 tarihli raporunda da maluliyet oranın %23,2 olarak tespit edilmesi üzerine mahkemece verilen 16.09.2014 tarihli kararda maluliyet oranının %23,2 olarak tespit edildiği anlaşılmıştır.
İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 146. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır.
Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.05.2017 tarih ve 2016/21-1600 Esas – 2017/937 Karar sayılı ilamında da işaret olunduğu üzere, bazı hallerde gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır. Bu bağlamda herhangi bir eylemden doğan zararın tümü bir birlik teşkil eder, birbiriyle ilgisi olmayan bağımsız zararların bir toplamı olarak görünmez, dolayısıyla zararın kapsamı ve tutarının belli olmaması zamanaşımının başlamasına engel oluşturmaz. Başka bir ifadeyle, zararın öğrenilmesi onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamındadır. Zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterlidir.
Buna karşılık ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık, “gelişen durum” ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hallerde zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (Örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Başka bir anlatımla, gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulu'nun 06.11.2002 gün ve 2002/4-882 E., 2002/874 K. sayılı kararı).
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; gelişen bir durumun ya da müstakbel (gerçekleşecek-gelecek) bir zararın söz konusu olmadığı tüm dosya içeriğinden ve özellikle davacının maluliyetine ilişkin rapor ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Somut olayda, 07.12.2001 tarihli iş kazası neticesinde her iki kolunda kırık olacak şekilde yaralanan davacı bakımından değişen ve gelişen durumun olmadığı ve davacının maluliyet oranındaki farklılığın maluliyet oranın değerlemesinden kaynaklı olduğu ve zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ortadadır.
Hal böyle olunca, yerel mahkeme kararındaki kabulde olduğu gibi ıslaha karşı davalı vekili tarafından süresi içerisinde ileri sürülen zamanaşımı def'inin kabul edilerek, ıslah dilekçesi ile istenilen maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ıslaha itibar edilmek suretiyle olayla uyumlu olmayan Hukuk Genel Kurulu Kararına işaretle karar verilmesi hatalı olmuştur.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır....." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun 10.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 Esas, 2015/1345 Karar sayılı kararında haksız fiilin unsurlarından biri olan uğranılan zararın tespitinde işçinin sürekli malûliyet oranının belirlenmesinin önem taşıdığının vurgulandığı, malûliyet oranının tespiti istemiyle 17.04.2008 tarihinde açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasının eldeki davada bekletici sorun yapıldığı, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın Yargıtay tarafından 16.11.2015 tarihinde onandığı, öte yandan bozma kararında zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hâl ve şartların öğrenilmesinin zararın öğrenilmiş sayılması için yeterli olduğunun belirtildiği, malûliyet oranına ilişkin sorun bulunması hâlinde bozma kararında belirtilen bu unsurların oluşmayacağının açık olduğu, özellikle malûliyet oranında belirsizlik olduğu takdirde davanın ciddi ve objektif şekilde desteklenmeyeceği ve gerekçenin oluşmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; ıslah edilen maddi tazminat alacağının zamanaşımına uğradığını, kaza tarihi ve malûliyet oranının tespitinin üzerinden 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra ıslah talebinde bulunulduğunu, tedavi sürecine bağlı olarak gelişen bir durumun bulunmadığını belirterek direnme kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 07.12.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının malûliyet oranına itiraz edilerek Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde 17.04.2008 tarihinde açılan davanın zamanaşımı süresini kesip kesmediği, davacıda oluşan bedensel zararın değişim ve gelişim gösterip göstermediği ve zararı hangi tarihte öğrendiğinin kabulü gerektiği; buradan varılacak sonuca göre 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesiyle talep edilen maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 146 ila 161 inci maddeleri, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 125 ila 140 ıncı maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili kurum ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.
2. Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Kanun’un 313 üncü maddesinin birinci fıkrasında “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda (4857 sayılı Kanun) daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi bağımlılık unsuruna da yer verilmiş olup 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun’un 393 üncü maddesinin birinci fıkrasında ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
3. Bu hâliyle denilebilir ki, hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.
4. Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için işyerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
5. İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 818 sayılı Kanun’un 332 nci maddesinde; "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiş, 4857 sayılı Kanun’un "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı 77 nci maddesinin birinci fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
6. Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar kanun koyucu tarafından 30.06.2012 yürürlük tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 sayılı Kanun) ile doldurulmaya çalışılmıştır. 6331 sayılı Kanun'un 37 nci maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
7. Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak 818 sayılı Kanun’un 332 nci maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'un 417 nci maddesinde bu doğrultuda hükümlere yer verilmiştir. Bu madde; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
8. Mülga Borçlar Kanunu’nun 332 nci maddesinin karşılığı olarak çağdaş bir yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Kanun’un 417 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hüküm ile 4857 sayılı Kanun'un mülga 77/1 inci maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi üçüncü fıkrasındaki düzenlemesi ile de hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlâline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (6098 sayılı Kanun 112 ve 417) dayanabilecektir. Öte yandan işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Kemal Oğuzman, İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.
9. Sonuç itibariyle denilebilir ki, iş kazasında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkündür.
10. Öte yandan özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmekte olup sonucu alacak hakkına son verme değil onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
11. İş kazalarında işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı Kanun’un 146 ila161 inci (818 sayılı Kanun’un 125 ila 140) maddelerinde düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
12. Nitekim 818 sayılı Kanun’un 125 inci maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir”. Yine 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı maddesinde benzer bir düzenleme ile, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır. Kanun koyucu hem 818 sayılı Kanun’un 125 inci maddesi hem de 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımı süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı (818 sayılı Kanun md.125) maddesine göre on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
13. Türk Borçlar Kanunu’nun 149 uncu maddesi (818 sayılı Kanun md.128 ) uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka anlatımla söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
14. Gelinen bu noktada iş kazasından kaynaklanan tazminat talepleri yönünden zamanaşımının hangi tarih itibariyle başlayacağının belirlenmesi gerekmekte olup bu hususun tespitinde, zarar ve zararın öğrenilme tarihinin önemi açıktır.
15. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açılmasına ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartların öğrenilmiş olması demektir. Zararın öğrenilmesi, zarar verici olayın değil zararın varlığı, niteliği, unsurları ve kapsamının kesin olarak bilinmesi demektir. Zarar verici eylemin sonuçları ve zarar tam olarak ortaya çıkmadıkça zarar görenin zararı öğrendiğinden söz edilemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2002 tarihli ve 2002/4-470 Esas, 2002/477 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
16. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise, zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
17. Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
18. Buna karşılık ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık gelişen durum ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 Esas, 2002/874 Karar sayılı kararı).
19. Somut olayda 07.12.2001 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde iki kolundan yaralanan davacının 1.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat istemiyle 15.02.2007 tarihinde açtığı eldeki davada Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığının 18.07.2003 tarihli raporu ile olayın iş kazası olduğu sonucuna varıldığı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından davacı sigortalıda sağ dirsek kırığı ve sol dirsek kırıklı çıkığı olduğundan (E) cetveline göre % 33 oranında iş göremez duruma girdiğine karar verildiği, davalı vekilinin itirazı üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca verilen 16.04.2010 tarihli kararda malûliyet oranının Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 07.01.2010 tarihli sağlık kurulu raporundan itibaren azalması kaydıyla (E) cetveline göre %23,2 olduğunun ve başka birinin sürekli bakımına muhtaç bulunmadığının tespit edildiği, bu karara itiraz edilmesi üzerine 3. Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 25.02.2011 tarihli raporda davacının (E) cetveline göre % 21,2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağının belirtildiği, raporlar arasındaki çelişki nedeniyle alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 21.11.2013 tarihli raporunda ise davacının (E) cetveline göre % 23,2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağına karar verildiği, öte yandan Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı şirket tarafından itiraz edilmesi üzerine 17.04.2008 tarihinde malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan davada Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın temyiz incelemesi sonucunda 16.11.2015 tarihinde Yargıtay tarafından onandığı, ayrıca yargılamada %23,2 malûliyet oranı esas alınarak hazırlanan hesap raporu doğrultusunda davacı vekilinin maddi tazminat talebini 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile 116.722,00 TL’ye yükselttiği, davalı vekilinin de ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu anlaşılmıştır.
20. Yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgular bir arada değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince davalı işveren tarafından davacının tespit edilen iş göremezlik oranına itiraz edilerek malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan dava nedeniyle zamanaşımının kesildiği kabul edilmiş ise de eldeki davada zamanaşımı süresinin kesildiğinin kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. Ancak davalının itirazı üzerine açılan malûliyet oranının tespiti davasının onanarak kesinleştiği 16.11.2015 tarihinde zararın kapsamı yani zararlandırıcı olayın değil bedensel zararın niteliği ve unsurları öğrenildiğinden ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğradığından söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle direnme kararı bu değişik gerekçeyle yerindedir.
21. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında 29.05.2019 tarihli ve 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında kısmi davada ıslah ile arttırılan miktarlar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceğinin belirtildiği, bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinin yol gösterici olduğu, bu karara göre ıslah ek dava olmayıp dava dilekçesindeki miktarın düzeltilmesi mahiyetinde olduğu, bu nedenle zamanaşımının dava tarihinde ıslah ile arttırılan miktar için de kesildiğinin kabulü gerektiği, direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile doğru olduğu ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
22. Ne var ki Özel Dairece davalı vekilinin sair temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme değişik gerekçe ile uygun bulunduğundan davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
28.02.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Değerli çoğunlukla aramızdaki uyuşmazlık konusu; iş kazası sonucu yaralanan işçi tarafından fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla açılan tazminat davasında, ıslah edilen kısım bakımından zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkindir.
Dava açılmasının sonuçlarından en önemlisi; dava açılmasıyla birlikte zamanaşımının kesilmesidir (TBK m. 154/I-b. 2, TMK m. 714, 777/3). Kısmi veya belirsiz alacak şeklinde açılan bir davada; davacının gerçekte, biri fazlaya ilişkin hakkı saklı tutularak istediği bir miktar alacak, diğeri asıl alacak miktarının tespit edilmesi olmak üzere iki talebi söz konusudur. Dolayısıyla, bir davanın açılması ile birlikte bu taleplerin tümü açısından zamanaşımı kesilmiş olmaktadır.
Bununla birlikte; uyuşmazlığın ıslah hukuki müessesesi ile doğrudan ilgili olması nedeniyle, Yargıtayın ıslahla ilgili uygulamalarına göre, alacağın ıslah edilen kısmı bakımından zamanaşımı sorununun geçmişte ne şekilde çözülmeye çalışıldığına, uygulamanın hangi aşamalardan geçtiğine değinmekte yarar vardır.
Bilindiği üzere, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı HUMK’nın 87 nci maddesinde; “... Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü yer almaktaydı. Bu yasaklama nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla açılan davanın yargılaması sırasında, davacının tazminat veya alacak tutarının belirlenmesi hâlinde, ancak ek dava açılmak suretiyle alacağın fazla olan kısmı istenebilmekteydi. Böyle bir durumda, doğal olarak ek dava ile talep edilen kısmın zamanaşımına uğraması ve zamanaşımı def’i ile karşılaşılması hâlinde, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmekteydi. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih, 1999/1 Esas, 1999/33 Karar sayılı kararıyla iptal edilmişti. İptalden sonra ek dava yerine kısmi ıslah suretiyle müddeabih artırılarak uygulamaya devam edildi. Ne var ki, ıslah ile arttırılan kısım bakımından sanki ortada bir ek dava varmış gibi zamanaşımı yönünden de iptal öncesi eski uygulamaya devam edilmiştir. Diğer bir anlatımla, “maddi tazminat isteğinin ıslah yolu ile artırılması yeni bir dava niteliğinde” kabul edilerek bu kez zamanaşımına ilişkin süreler yönünden ıslah tarihi esas alınmıştır (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 09/10/2008 tarih, E: 2008/1009-K: 2008/11376, 14/12/2009 tarih, E: 2009/2469-K: 2009/14096 ve 07/03/2011 tarih, E: 2010/3617-K: 2011/2427 ... sayılı kararları).
Yargıtayca önceki uygulamaya devam edilmekle birlikte; bir süre, bu uygulamalardan vazgeçildiği, alacağın ıslah suretiyle arttırılması işleminin yeni bir dava niteliğinde olmadığı görüşü doğrultusunda, ıslah edilen kısım bakımından da asıl dava tarihi itibariyle zamanaşımının kesildiği kabul edilerek zamanaşımı savunmalarının (zamanaşımı def’ileri) ret edilmesi gerektiği yönünde kararlar verilmiştir (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 16/12/2014 tarih ve E: 2014/5780-K: 2014/17282, 13.05.2015 tarih, E: 2014/8157- K: 2015/6129 ... sayılı kararları). Ancak, hemen belirtmek gerekir ki daha sonra, “alacağın ıslah ile arttırılması işleminin yeni bir dava niteliğinde” olmadığına ilişkin görüşten vazgeçilip tekrar eski uygulamaya dönülerek alacağın ıslahla artırılan kısmı açısından zamanaşımının işlediği benimsemiştir (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 13/06/2016, E: 2016/3774-K: 2016/7793 ve 14/06/2016 tarih, E: 2015/11319-K: 2016/7830 ... sayılı kararları).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulamasına gelindiğinde; bir çok kararda tam ıslah için ilk dava açılmakla alacağın tamamı için zamanaşımının kesildiği kabul edilirken aynı kararda kısmi ıslah bakımından zamanaşımının işlemeye devam edeceği belirtilmiştir (Örneğin, 16.3.2016 tarih, E:2014/4-896 E-K: 2016/332K). Bu uygulamanın kendi içinde çeliştiği izahtan varestedir.
Görüldüğü üzere; ıslahla alacağın miktarının artırılmasına ilişkin konularda, Yargıtayca farklı uygulamalara gidildiği anlaşılmaktadır.
Islah ile ilgili uygulamalardan kısaca söz ettikten sonra, bu konuya ışık tutacağına ve uygulamaya yeni bir bakış açısı getirip, yeni bir yön vereceğine inandığım, 24.05.2019 tarih, 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına (YİBK) değinmekte yarar vardır. Davacının, dava dilekçesinde faiz talep etmekle birlikte, ıslah dilekçesinde faiz istememesi nedeniyle ıslah edilen kısım için de faize hükmedilip hükmedilemeyeceği içtihadı birleştirmeye konu olmuş; sonuçta, “... Bir miktar para alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesinin talep edildiği kısmî davada, dava konusu miktarın kısmî ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin arttırılması hâlinde, arttırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedilecektir.” şeklinde içtihatların birleştirilmesine karar verilmiştir. Faizle ilgili olan bu karar, zamanaşımı konusuyla doğrudan ilgili değilse de içtihadı birleştirme kararları; konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı, kararda belirtilen gerekçeleriyle yol gösterici nitelik taşırlar.
Bu YİBK’da açıkça; ıslahın yeni bir dava olmadığı, dava dilekçesinde bir miktar para alacağının faiziyle birlikte istenmesi hâlinde, ıslah dilekçesinde faize yer verilmemiş olsa bile ıslahla artırılan alacak miktarı yönünde de faize hükmedileceği kararlaştırılmıştır.
Diğer yandan, ıslah edilen kısım bakımından zamanaşımı meselesi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusu olmuş, Mahkeme kararlarında istikrarlı bir şekilde; “... Yukarıda yer verilen tespitler ışığında başvuruya konu olay değerlendirildiğinde başvurucunun ıslaha konu dava değerinin artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin uygulamanın başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.... Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir” şeklinde kararlar vermiştir (12.07.2023 tarih,2019/37411Bir. Başvuru ve 23.3.2023 tarih, 2019/430 Bir. Başvuru).
Anayasa Mahkemesi yine 27.11.2019 tarih, 2016/9312 sayılı Bireysel Başvuru kararında da açıkça; “... Somut olayda destekten yoksun kalma tazminatının ıslahla artırılan kısmının dava zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır.” demek suretiyle hak ihlâli kararı vermiştir.
Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de taşınmış, Mahkeme, özetle ; ek dava yoluyla ilk talebini arttırma hakkının olayın koşulları altında etkisiz bırakıldığını ve davacının bütün zararı bakımından tazminat talep edemediğini belirterek Sözleşmenin 6/1 inci maddesi gereği mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine karar vermiştir (Doğu/TÜRKİYE . B.Baş.v. no:16312/10, 27.2021trh.).
Adalete erişim hakkı en temel haklardandır. Temel hak ve hürriyetler ancak yasayla kısıtlanabilir.
Fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak süresinde dava konusu edilen ve yargılamanın devamında alacak miktarının ıslahla artırılan kısmı için zamanaşımının geçtiğine yönelik bir yasal düzenleme de yoktur. TBK 154/2 maddesi gereği dava açılmakla zamanaşımının kesileceği hüküm altına alınmıştır. Yukarıda bahsedilen İçtihadı Birleştirme Kararında da alacak miktarının artırılmasıyla ilgili kısmi ıslahın yeni bir dava olmadığı açıkça belirtilmiş olmasına göre artık ıslahla artırılan alacak miktarı için dava açılmakla birlikte zamanaşımının kesilmediğinden bahsedilemez. Bir başka ifadeyle, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak açılan davalarda ıslah edilen kısım için de zamanaşımı kesilmiştir.
Ayrıca ıslahın; “... Tarafların yaptıkları usul işlemlerinde düşebilecekleri yanlışlıkları düzeltmeye, bırakabilecekleri eksiklikleri tamamlamaya ve böylece adaletli karar verebilmesini sağlamaya yönelik bir yol” (Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Islah, genişletilmiş 5. baskı, s. 48) olduğunu da unutmamak gerekir.
Yukarıda yapılan açıklamalar, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları, ilgili mevzuat, ıslahın tanımına ilişkin akademik görüş hep birlikte değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkündür.
1. Başlangıçta ıslah ile dava konusunun (müddeabihin) artırılması mümkün değilken, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile mümkün hâle gelmiştir.
2. Islah, yeni veya ek bir dava değil, usulü bir hatanın düzeltilmesi veya eksikliğin tamamlanmasıdır.
3. Islah ile arttırılan kısmın bir ek dava olmadığı YİBK ile kabul edilmiştir.
4. Islah edilen kısım bakımından zamanaşımının devam edeceğine ilişkin yasal bir düzenleme yoktur.
5. Tam ıslah yapılması hâlinde, yeni davanın zamanaşımına uğramayacağı kabul edilmişken, kısmi ıslahta zamanaşımının kabul edilmesi, izahı güç, çelişkili bir durumdur.
6. Islah edilen kısma ilişkin talebin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmesi, başta Anayasanın 36 ncı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1 inci maddesinde belirtilen hak arama hürriyetini engellemekte, sonuçta hak ihlâlleri doğmaktadır. Uygulamanın bu şekilde devam etmesi hâlinde de yeni hak ihlâllerinin doğması kaçınılmaz olacaktır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle; kısmi ıslahın, ıslah edilen miktar bakımından yeni bir dava olmadığı dikkate alınarak asıl davanın açılmasıyla zamanaşımının tüm alacak (tazminat) bakımından kesildiğinin kabul edilmesi gerekir. Bu değişik gerekçeyle kararın onanması düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun farklı gerekçeyle onama görüşüne katılmıyorum.
Üye
Hasan Kaya
SOMUT OLAYDA ZARARIN KAPSAMININ DEĞİL BEDENSEL ZARARIN NİTELİĞİ VE UNSURLARI ÖĞRENİLDİĞİNDEN ISLAH DİLEKÇESİNDEKİ MADDİ TAZMİNAT ZAMANAŞIMINA UĞRAMAMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2019/(21)10-408
Karar No : 2024/127
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 07.02.2019
SAYISI : 2019/27 E., 2019/81 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 13.11.2018 tarihli ve
2017/2002 Esas, 2018/8217 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle maddi tazminat talebi yönünden davanın kabulüne, manevi tazminat talebi yönünden ise davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davalı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 1996 yılından itibaren kalite kontrol formeni olarak çalışmaya başladığını, 07.12.2001 tarihinde malzeme istifinin üzerinde demirlerin sertlik kontrolünü yaparken düşmesi sonucunda iş kazası geçirdiğini, iki kolunun iki yıl alçıda kaldığını, kol dirseklerine platin takıldığını, kaza nedeniyle uzun süre çalışamadığını, uzun yıllar tıbbi ve psikolojik tedavi gördüğünü, kazanın meydana gelmesinde müvekkilinin kusurunun bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesinde ise maddi tazminat talebini 119.336,58 TL’ye yükseltmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili; davacının dikkatsizliği nedeniyle kazanın meydana geldiğini, müvekkili şirketin kusurunun bulunmadığını, talep edilen manevi tazminat miktarının sebepsiz zenginleşmeye sebep olacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 22.09.2016 tarihli ve 2007/116 Esas, 2016/326 Karar sayılı kararı ile; meydana gelen iş kazası nedeniyle Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı işveren tarafından itiraz edilmesi üzerine malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasında Yüksek Sağlık Kurulunca belirlenen %23,2 malûliyet oranına itiraz üzerine Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından malûliyet oranı %21,2 olarak tespit edildikten sonra raporlar arasındaki çelişki nedeniyle alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 21.11.2013 tarihli raporunda davacının %23,2 oranında malûl kaldığının belirlenmesi sonucunda verilen davanın kabulüne dair kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, eldeki davada alınan bilirkişi raporlarında davalı işverenin %75, davacı işçinin %25 kusurlu olduğunun tespit edildiği, kesinleşen malûliyet oranı gözetilerek Kurum tarafından bağlanması gereken peşin sermaye değeri belirlenerek hesap raporu alındığı, davacının bilirkişi hesap raporu doğrultusunda ıslah talebine ilişkin davalı tarafından süresinde zamanaşımı def’inde bulunduğu, iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemli davalarda zamanaşımı süresinin fail ve zararın öğrenildiği tarihten itibaren on yıl olduğu, 14.02.2007 tarihinde açılan eldeki davada iş kazasının 07.12.2001 tarihinde meydana geldiği, dolayısıyla davanın açıldığı tarihte zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı, davalı işverenin malûliyet oranına itirazı nedeniyle açılan malûliyet tespit davasının 16.09.2014 tarihinde sonuçlandığı, Adli Tıp Genel Kurulu raporundan da anlaşılacağı üzere malûliyet oranının kazanın meydana geldiği tarih esas alınarak tespit edildiği, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin emsal kararları gözetildiğinde zamanaşımının başlangıç tarihinde hastalığın gelişiminin tamamlandığı tarihin dikkate alındığı, somut olay yönünden böyle bir durumun söz konusu olmadığı, olayla birlikte zararın öğrenildiği, Hukuk Genel Kurulunun 10.06.2015 tarihli ve 2014/282 Esas, 2015/1548 Karar sayılı kararında belirtildiği üzere zararın kapsam ve tutarının belli olmamasının zamanaşımı süresinin başlamasına engel olmadığı, zararın öğrenilmesinin zararın kapsamını değil zararın varlığının öğrenilmesi anlamını taşıdığı, bu itibarla davacının 07.12.2001 tarihinde geçirdiği kaza sonucunda fiili ve zararı öğrenmesi nedeniyle ıslah tarihi itibariyle ıslahla artırılan miktar yönünden maddi tazminatın zamanaşımına uğradığı, ayrıca tarafların sosyal ve ekonomik durumu ile olaydaki kusuru dikkate alındığında 25.000,00 TL manevi tazminatın hüküm altına alınması gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 1.000,00 TL maddi ve 25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, maddi tazminata ilişkin ıslah dilekçesiyle artırılan miktara yönelik talebin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 09.01.2017 tarihli ve 2016/111 Esas, 2017/16 Karar sayılı kararı ile; meydana gelen iş kazası nedeniyle Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı şirket tarafından itiraz edilmesi üzerine malûliyet oranının tespiti istemiyle 17.04.2008 tarihinde açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasının eldeki davada bekletici sorun yapıldığı, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın Yargıtay tarafından 16.11.2015 tarihinde onandığı, 17.04.2008 tarihinde malûliyetin tespiti davası açıldığından zamanaşımının kesildiği ve eldeki davada İlk Derece Mahkemesince 22.09.2016 tarihinde karar verildiği gözetildiğinde ıslahla artırılan miktarın zamanaşımına uğramadığı, zira Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 Esas, 2015/1345 Karar sayılı kararının da aynı doğrultuda olduğu, ayrıca kusur oranlarına ilişkin davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddi gerektiği, bilirkişi kusur ve hesap raporlarının denetime elverişli olduğu, İlk Derece Mahkemesince manevi tazminat yönünden verilen kararın isabetli olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun zamanaşımı yönünden kabulüne, diğer istinaf sebepleri yönünden reddine, maddi tazminat istemi yönünden davanın kabulü ile 119.336,58 TL maddi tazminat tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, manevi tazminat yönünden davanın kısmen kabulü ile 25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... 1- Manevi Tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırının karar tarihi itibariyle 41.530,00 TL olduğu açıktır. Dava dilekçesinde davacı tarafın 40.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunduğu, yerel mahkemece verilen 22.09.2016 tarihli kararda davacı lehine 25.000,00 TL manevi tazminata hükmediliği, taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesince verilen 09.01.2017 tarihli yerel mahkeme kararının kaldırılmasına ilişkin kararda manevi tazminat yönünden yerel mahkeme kararında olduğu gibi 25.000,00 TL’ye karar verildiği ve bu kararın davalı vekilince temyize getirildiği dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının karar tarihi itibariyle 41.530,00 TL’lik temyiz sınırının altında kaldığı açıktır.
O halde Bölge Adliye Mahkemesinin manevi tazminata ilişkin kararının temyiz kabiliyeti olmayıp, davalı vekilinin temyiz itirazlarının H.M.K.'nun 362/1-a maddesi uyarınca REDDİNE karar vermek gerekmiştir.
2- Maddi Tazminata Yönelik Temyiz İtirazlarının incelenmesinde, dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine,
Dava, davacı sigortalının iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Bölge Adliye Mahkemesince; 119.336,58 TL maddi ve 25.000 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 07.12.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Somut olayda, davalı şirket tarafından işletilen işyerine 07.12.2001 tarihinde tır ile gelen bağ halindeki demirlerin tavan vinci ile yükleme bölümüne istif edildiği sırada işyeri formeninin davacıya istif üzerine çıkarak etiketleri ve malzemenin sertliğini kontrol etmesi emrini vermesi üzerine, davacının 2,5 m yükseklikteki bu istifin üzerine çıkıp öne doğru eğilerek istif edilen demirlerin kontrolünü yaptığı sırada demirlerin esnemesi üzerine dengesini kaybedip istifaden zemine düşmesi neticesinde her iki kolundan yaralandığı gerçekleşen bu iş kazası nedeniyle davacının maluliyet oranının SGK tarafından %33 olarak tespit edilmişken, davalı tarafından açılan maluliyet oranının tespitine ilişkin Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 esas 2014/243 karar sayılı davasında alınan Yüksek Sağlık Kurulunun 16.04.2010 tarihli kararında maluliyet oranın %23,2, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurlundan alınan 25.02.2011 tarihli raporunda maluliyet oranın %23,2, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunun 21/11/2013 tarihli raporunda da maluliyet oranın %23,2 olarak tespit edilmesi üzerine mahkemece verilen 16.09.2014 tarihli kararda maluliyet oranının %23,2 olarak tespit edildiği anlaşılmıştır.
İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında; zamanaşımı süresi gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 146. maddesi gereğince haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren 10 yıldır.
Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.05.2017 tarih ve 2016/21-1600 Esas – 2017/937 Karar sayılı ilamında da işaret olunduğu üzere, bazı hallerde gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır. Bu bağlamda herhangi bir eylemden doğan zararın tümü bir birlik teşkil eder, birbiriyle ilgisi olmayan bağımsız zararların bir toplamı olarak görünmez, dolayısıyla zararın kapsamı ve tutarının belli olmaması zamanaşımının başlamasına engel oluşturmaz. Başka bir ifadeyle, zararın öğrenilmesi onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesi anlamındadır. Zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hal ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterlidir.
Buna karşılık ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık, “gelişen durum” ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hallerde zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (Örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Başka bir anlatımla, gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulu'nun 06.11.2002 gün ve 2002/4-882 E., 2002/874 K. sayılı kararı).
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; gelişen bir durumun ya da müstakbel (gerçekleşecek-gelecek) bir zararın söz konusu olmadığı tüm dosya içeriğinden ve özellikle davacının maluliyetine ilişkin rapor ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Somut olayda, 07.12.2001 tarihli iş kazası neticesinde her iki kolunda kırık olacak şekilde yaralanan davacı bakımından değişen ve gelişen durumun olmadığı ve davacının maluliyet oranındaki farklılığın maluliyet oranın değerlemesinden kaynaklı olduğu ve zamanaşımı süresinin başlangıç tarihinin olay tarihi olduğu ortadadır.
Hal böyle olunca, yerel mahkeme kararındaki kabulde olduğu gibi ıslaha karşı davalı vekili tarafından süresi içerisinde ileri sürülen zamanaşımı def'inin kabul edilerek, ıslah dilekçesi ile istenilen maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ıslaha itibar edilmek suretiyle olayla uyumlu olmayan Hukuk Genel Kurulu Kararına işaretle karar verilmesi hatalı olmuştur.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır....." gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun 10.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 Esas, 2015/1345 Karar sayılı kararında haksız fiilin unsurlarından biri olan uğranılan zararın tespitinde işçinin sürekli malûliyet oranının belirlenmesinin önem taşıdığının vurgulandığı, malûliyet oranının tespiti istemiyle 17.04.2008 tarihinde açılan Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 2008/40 Esas sayılı dosyasının eldeki davada bekletici sorun yapıldığı, Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın Yargıtay tarafından 16.11.2015 tarihinde onandığı, öte yandan bozma kararında zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hâl ve şartların öğrenilmesinin zararın öğrenilmiş sayılması için yeterli olduğunun belirtildiği, malûliyet oranına ilişkin sorun bulunması hâlinde bozma kararında belirtilen bu unsurların oluşmayacağının açık olduğu, özellikle malûliyet oranında belirsizlik olduğu takdirde davanın ciddi ve objektif şekilde desteklenmeyeceği ve gerekçenin oluşmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalı vekili; ıslah edilen maddi tazminat alacağının zamanaşımına uğradığını, kaza tarihi ve malûliyet oranının tespitinin üzerinden 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra ıslah talebinde bulunulduğunu, tedavi sürecine bağlı olarak gelişen bir durumun bulunmadığını belirterek direnme kararın bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 07.12.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan davacının malûliyet oranına itiraz edilerek Karşıyaka 2. İş Mahkemesinde 17.04.2008 tarihinde açılan davanın zamanaşımı süresini kesip kesmediği, davacıda oluşan bedensel zararın değişim ve gelişim gösterip göstermediği ve zararı hangi tarihte öğrendiğinin kabulü gerektiği; buradan varılacak sonuca göre 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesiyle talep edilen maddi tazminat yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 146 ila 161 inci maddeleri, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 125 ila 140 ıncı maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Öncelikle uyuşmazlıkla ilgili kurum ve yasal düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.
2. Hizmet akdi, mülga 818 sayılı Kanun’un 313 üncü maddesinin birinci fıkrasında “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda (4857 sayılı Kanun) daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi bağımlılık unsuruna da yer verilmiş olup 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun’un 393 üncü maddesinin birinci fıkrasında ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
3. Bu hâliyle denilebilir ki, hizmet sözleşmesi bir yanda işçinin iş görme borcunu, öte yanda işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği, iki taraflı bir sözleşmedir.
4. Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için işyerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
5. İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 818 sayılı Kanun’un 332 nci maddesinde; "İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiş, 4857 sayılı Kanun’un "İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri" kenar başlıklı 77 nci maddesinin birinci fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
6. Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar kanun koyucu tarafından 30.06.2012 yürürlük tarihli ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (6331 sayılı Kanun) ile doldurulmaya çalışılmıştır. 6331 sayılı Kanun'un 37 nci maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 77 ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir. 6331 sayılı Kanun ile işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlemesi amaçlanmıştır.
7. Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak 818 sayılı Kanun’un 332 nci maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Kanun'un 417 nci maddesinde bu doğrultuda hükümlere yer verilmiştir. Bu madde; “İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
8. Mülga Borçlar Kanunu’nun 332 nci maddesinin karşılığı olarak çağdaş bir yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Kanun’un 417 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan hüküm ile 4857 sayılı Kanun'un mülga 77/1 inci maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi üçüncü fıkrasındaki düzenlemesi ile de hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlâline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. İşverenin gözetme borcu iş sözleşmesinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (6098 sayılı Kanun 112 ve 417) dayanabilecektir. Öte yandan işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Kemal Oğuzman, İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir.
9. Sonuç itibariyle denilebilir ki, iş kazasında işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümlerinin uygulanması mümkündür.
10. Öte yandan özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmekte olup sonucu alacak hakkına son verme değil onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
11. İş kazalarında işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı Kanun’un 146 ila161 inci (818 sayılı Kanun’un 125 ila 140) maddelerinde düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
12. Nitekim 818 sayılı Kanun’un 125 inci maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir”. Yine 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı maddesinde benzer bir düzenleme ile, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır. Kanun koyucu hem 818 sayılı Kanun’un 125 inci maddesi hem de 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımı süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından 6098 sayılı Kanun’un 146 ncı (818 sayılı Kanun md.125) maddesine göre on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
13. Türk Borçlar Kanunu’nun 149 uncu maddesi (818 sayılı Kanun md.128 ) uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka anlatımla söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
14. Gelinen bu noktada iş kazasından kaynaklanan tazminat talepleri yönünden zamanaşımının hangi tarih itibariyle başlayacağının belirlenmesi gerekmekte olup bu hususun tespitinde, zarar ve zararın öğrenilme tarihinin önemi açıktır.
15. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açılmasına ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartların öğrenilmiş olması demektir. Zararın öğrenilmesi, zarar verici olayın değil zararın varlığı, niteliği, unsurları ve kapsamının kesin olarak bilinmesi demektir. Zarar verici eylemin sonuçları ve zarar tam olarak ortaya çıkmadıkça zarar görenin zararı öğrendiğinden söz edilemez. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2002 tarihli ve 2002/4-470 Esas, 2002/477 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
16. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise, zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysa ki, zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
17. Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
18. Buna karşılık ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık gelişen durum ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 Esas, 2002/874 Karar sayılı kararı).
19. Somut olayda 07.12.2001 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde iki kolundan yaralanan davacının 1.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat istemiyle 15.02.2007 tarihinde açtığı eldeki davada Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığının 18.07.2003 tarihli raporu ile olayın iş kazası olduğu sonucuna varıldığı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından davacı sigortalıda sağ dirsek kırığı ve sol dirsek kırıklı çıkığı olduğundan (E) cetveline göre % 33 oranında iş göremez duruma girdiğine karar verildiği, davalı vekilinin itirazı üzerine Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunca verilen 16.04.2010 tarihli kararda malûliyet oranının Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 07.01.2010 tarihli sağlık kurulu raporundan itibaren azalması kaydıyla (E) cetveline göre %23,2 olduğunun ve başka birinin sürekli bakımına muhtaç bulunmadığının tespit edildiği, bu karara itiraz edilmesi üzerine 3. Adli Tıp İhtisas Kurulundan alınan 25.02.2011 tarihli raporda davacının (E) cetveline göre % 21,2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağının belirtildiği, raporlar arasındaki çelişki nedeniyle alınan Adli Tıp Genel Kurulunun 21.11.2013 tarihli raporunda ise davacının (E) cetveline göre % 23,2 oranında meslekte kazanma gücünden kaybetmiş sayılacağına karar verildiği, öte yandan Kurum tarafından tespit edilen %33 malûliyet oranına davalı şirket tarafından itiraz edilmesi üzerine 17.04.2008 tarihinde malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan davada Karşıyaka 2. İş Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 2008/40 Esas, 2014/243 Karar sayılı kararı ile davacının iş kazası nedeniyle malûliyet oranının %23,2 olduğunun tespitine dair verilen kararın temyiz incelemesi sonucunda 16.11.2015 tarihinde Yargıtay tarafından onandığı, ayrıca yargılamada %23,2 malûliyet oranı esas alınarak hazırlanan hesap raporu doğrultusunda davacı vekilinin maddi tazminat talebini 28.06.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile 116.722,00 TL’ye yükselttiği, davalı vekilinin de ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı def'inde bulunduğu anlaşılmıştır.
20. Yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgular bir arada değerlendirildiğinde; Bölge Adliye Mahkemesince davalı işveren tarafından davacının tespit edilen iş göremezlik oranına itiraz edilerek malûliyet oranının tespiti istemiyle açılan dava nedeniyle zamanaşımının kesildiği kabul edilmiş ise de eldeki davada zamanaşımı süresinin kesildiğinin kabul edilmesine olanak bulunmamaktadır. Ancak davalının itirazı üzerine açılan malûliyet oranının tespiti davasının onanarak kesinleştiği 16.11.2015 tarihinde zararın kapsamı yani zararlandırıcı olayın değil bedensel zararın niteliği ve unsurları öğrenildiğinden ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğradığından söz etmek mümkün değildir. Bu nedenle direnme kararı bu değişik gerekçeyle yerindedir.
21. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında 29.05.2019 tarihli ve 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında kısmi davada ıslah ile arttırılan miktarlar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceğinin belirtildiği, bu içtihadı birleştirme kararının gerekçesinin yol gösterici olduğu, bu karara göre ıslah ek dava olmayıp dava dilekçesindeki miktarın düzeltilmesi mahiyetinde olduğu, bu nedenle zamanaşımının dava tarihinde ıslah ile arttırılan miktar için de kesildiğinin kabulü gerektiği, direnme kararının bu farklı değişik gerekçe ile doğru olduğu ileri sürülmüş ise de Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.
22. Ne var ki Özel Dairece davalı vekilinin sair temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme değişik gerekçe ile uygun bulunduğundan davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
28.02.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Değerli çoğunlukla aramızdaki uyuşmazlık konusu; iş kazası sonucu yaralanan işçi tarafından fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla açılan tazminat davasında, ıslah edilen kısım bakımından zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkindir.
Dava açılmasının sonuçlarından en önemlisi; dava açılmasıyla birlikte zamanaşımının kesilmesidir (TBK m. 154/I-b. 2, TMK m. 714, 777/3). Kısmi veya belirsiz alacak şeklinde açılan bir davada; davacının gerçekte, biri fazlaya ilişkin hakkı saklı tutularak istediği bir miktar alacak, diğeri asıl alacak miktarının tespit edilmesi olmak üzere iki talebi söz konusudur. Dolayısıyla, bir davanın açılması ile birlikte bu taleplerin tümü açısından zamanaşımı kesilmiş olmaktadır.
Bununla birlikte; uyuşmazlığın ıslah hukuki müessesesi ile doğrudan ilgili olması nedeniyle, Yargıtayın ıslahla ilgili uygulamalarına göre, alacağın ıslah edilen kısmı bakımından zamanaşımı sorununun geçmişte ne şekilde çözülmeye çalışıldığına, uygulamanın hangi aşamalardan geçtiğine değinmekte yarar vardır.
Bilindiği üzere, yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı HUMK’nın 87 nci maddesinde; “... Müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü yer almaktaydı. Bu yasaklama nedeniyle fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla açılan davanın yargılaması sırasında, davacının tazminat veya alacak tutarının belirlenmesi hâlinde, ancak ek dava açılmak suretiyle alacağın fazla olan kısmı istenebilmekteydi. Böyle bir durumda, doğal olarak ek dava ile talep edilen kısmın zamanaşımına uğraması ve zamanaşımı def’i ile karşılaşılması hâlinde, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmekteydi. Bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarih, 1999/1 Esas, 1999/33 Karar sayılı kararıyla iptal edilmişti. İptalden sonra ek dava yerine kısmi ıslah suretiyle müddeabih artırılarak uygulamaya devam edildi. Ne var ki, ıslah ile arttırılan kısım bakımından sanki ortada bir ek dava varmış gibi zamanaşımı yönünden de iptal öncesi eski uygulamaya devam edilmiştir. Diğer bir anlatımla, “maddi tazminat isteğinin ıslah yolu ile artırılması yeni bir dava niteliğinde” kabul edilerek bu kez zamanaşımına ilişkin süreler yönünden ıslah tarihi esas alınmıştır (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 09/10/2008 tarih, E: 2008/1009-K: 2008/11376, 14/12/2009 tarih, E: 2009/2469-K: 2009/14096 ve 07/03/2011 tarih, E: 2010/3617-K: 2011/2427 ... sayılı kararları).
Yargıtayca önceki uygulamaya devam edilmekle birlikte; bir süre, bu uygulamalardan vazgeçildiği, alacağın ıslah suretiyle arttırılması işleminin yeni bir dava niteliğinde olmadığı görüşü doğrultusunda, ıslah edilen kısım bakımından da asıl dava tarihi itibariyle zamanaşımının kesildiği kabul edilerek zamanaşımı savunmalarının (zamanaşımı def’ileri) ret edilmesi gerektiği yönünde kararlar verilmiştir (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 16/12/2014 tarih ve E: 2014/5780-K: 2014/17282, 13.05.2015 tarih, E: 2014/8157- K: 2015/6129 ... sayılı kararları). Ancak, hemen belirtmek gerekir ki daha sonra, “alacağın ıslah ile arttırılması işleminin yeni bir dava niteliğinde” olmadığına ilişkin görüşten vazgeçilip tekrar eski uygulamaya dönülerek alacağın ıslahla artırılan kısmı açısından zamanaşımının işlediği benimsemiştir (Örneğin; Y. 4.H.D.’nin, 13/06/2016, E: 2016/3774-K: 2016/7793 ve 14/06/2016 tarih, E: 2015/11319-K: 2016/7830 ... sayılı kararları).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu uygulamasına gelindiğinde; bir çok kararda tam ıslah için ilk dava açılmakla alacağın tamamı için zamanaşımının kesildiği kabul edilirken aynı kararda kısmi ıslah bakımından zamanaşımının işlemeye devam edeceği belirtilmiştir (Örneğin, 16.3.2016 tarih, E:2014/4-896 E-K: 2016/332K). Bu uygulamanın kendi içinde çeliştiği izahtan varestedir.
Görüldüğü üzere; ıslahla alacağın miktarının artırılmasına ilişkin konularda, Yargıtayca farklı uygulamalara gidildiği anlaşılmaktadır.
Islah ile ilgili uygulamalardan kısaca söz ettikten sonra, bu konuya ışık tutacağına ve uygulamaya yeni bir bakış açısı getirip, yeni bir yön vereceğine inandığım, 24.05.2019 tarih, 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına (YİBK) değinmekte yarar vardır. Davacının, dava dilekçesinde faiz talep etmekle birlikte, ıslah dilekçesinde faiz istememesi nedeniyle ıslah edilen kısım için de faize hükmedilip hükmedilemeyeceği içtihadı birleştirmeye konu olmuş; sonuçta, “... Bir miktar para alacağının faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesinin talep edildiği kısmî davada, dava konusu miktarın kısmî ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin arttırılması hâlinde, arttırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedilecektir.” şeklinde içtihatların birleştirilmesine karar verilmiştir. Faizle ilgili olan bu karar, zamanaşımı konusuyla doğrudan ilgili değilse de içtihadı birleştirme kararları; konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı, kararda belirtilen gerekçeleriyle yol gösterici nitelik taşırlar.
Bu YİBK’da açıkça; ıslahın yeni bir dava olmadığı, dava dilekçesinde bir miktar para alacağının faiziyle birlikte istenmesi hâlinde, ıslah dilekçesinde faize yer verilmemiş olsa bile ıslahla artırılan alacak miktarı yönünde de faize hükmedileceği kararlaştırılmıştır.
Diğer yandan, ıslah edilen kısım bakımından zamanaşımı meselesi Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru konusu olmuş, Mahkeme kararlarında istikrarlı bir şekilde; “... Yukarıda yer verilen tespitler ışığında başvuruya konu olay değerlendirildiğinde başvurucunun ıslaha konu dava değerinin artırılan kısmı yönünden davanın zamanaşımından reddedilmesine ilişkin uygulamanın başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfetin hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.... Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir” şeklinde kararlar vermiştir (12.07.2023 tarih,2019/37411Bir. Başvuru ve 23.3.2023 tarih, 2019/430 Bir. Başvuru).
Anayasa Mahkemesi yine 27.11.2019 tarih, 2016/9312 sayılı Bireysel Başvuru kararında da açıkça; “... Somut olayda destekten yoksun kalma tazminatının ıslahla artırılan kısmının dava zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği açıktır.” demek suretiyle hak ihlâli kararı vermiştir.
Bu konu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) de taşınmış, Mahkeme, özetle ; ek dava yoluyla ilk talebini arttırma hakkının olayın koşulları altında etkisiz bırakıldığını ve davacının bütün zararı bakımından tazminat talep edemediğini belirterek Sözleşmenin 6/1 inci maddesi gereği mahkemeye erişim hakkının ihlâl edildiğine karar vermiştir (Doğu/TÜRKİYE . B.Baş.v. no:16312/10, 27.2021trh.).
Adalete erişim hakkı en temel haklardandır. Temel hak ve hürriyetler ancak yasayla kısıtlanabilir.
Fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak süresinde dava konusu edilen ve yargılamanın devamında alacak miktarının ıslahla artırılan kısmı için zamanaşımının geçtiğine yönelik bir yasal düzenleme de yoktur. TBK 154/2 maddesi gereği dava açılmakla zamanaşımının kesileceği hüküm altına alınmıştır. Yukarıda bahsedilen İçtihadı Birleştirme Kararında da alacak miktarının artırılmasıyla ilgili kısmi ıslahın yeni bir dava olmadığı açıkça belirtilmiş olmasına göre artık ıslahla artırılan alacak miktarı için dava açılmakla birlikte zamanaşımının kesilmediğinden bahsedilemez. Bir başka ifadeyle, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak açılan davalarda ıslah edilen kısım için de zamanaşımı kesilmiştir.
Ayrıca ıslahın; “... Tarafların yaptıkları usul işlemlerinde düşebilecekleri yanlışlıkları düzeltmeye, bırakabilecekleri eksiklikleri tamamlamaya ve böylece adaletli karar verebilmesini sağlamaya yönelik bir yol” (Prof. Dr. Ejder Yılmaz, Islah, genişletilmiş 5. baskı, s. 48) olduğunu da unutmamak gerekir.
Yukarıda yapılan açıklamalar, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları, ilgili mevzuat, ıslahın tanımına ilişkin akademik görüş hep birlikte değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlara ulaşmak mümkündür.
1. Başlangıçta ıslah ile dava konusunun (müddeabihin) artırılması mümkün değilken, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı ile mümkün hâle gelmiştir.
2. Islah, yeni veya ek bir dava değil, usulü bir hatanın düzeltilmesi veya eksikliğin tamamlanmasıdır.
3. Islah ile arttırılan kısmın bir ek dava olmadığı YİBK ile kabul edilmiştir.
4. Islah edilen kısım bakımından zamanaşımının devam edeceğine ilişkin yasal bir düzenleme yoktur.
5. Tam ıslah yapılması hâlinde, yeni davanın zamanaşımına uğramayacağı kabul edilmişken, kısmi ıslahta zamanaşımının kabul edilmesi, izahı güç, çelişkili bir durumdur.
6. Islah edilen kısma ilişkin talebin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddedilmesi, başta Anayasanın 36 ncı ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1 inci maddesinde belirtilen hak arama hürriyetini engellemekte, sonuçta hak ihlâlleri doğmaktadır. Uygulamanın bu şekilde devam etmesi hâlinde de yeni hak ihlâllerinin doğması kaçınılmaz olacaktır.
Yukarıda açıklanan sebeplerle; kısmi ıslahın, ıslah edilen miktar bakımından yeni bir dava olmadığı dikkate alınarak asıl davanın açılmasıyla zamanaşımının tüm alacak (tazminat) bakımından kesildiğinin kabul edilmesi gerekir. Bu değişik gerekçeyle kararın onanması düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun farklı gerekçeyle onama görüşüne katılmıyorum.
Üye
Hasan Kaya