KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

SÖZLEŞME ASLI DOSYAYA SUNULDUĞUNDAN FOTOKOPİ BELGEDEKİ FARKLILIK SEBEBİYLE GEÇERLİ BİR KEFALET AKDİNİN KURULMADIĞI SONUCUNA VARILAMAZ.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/(19)11-264
KARAR NO   : 2022/314

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 28/04/2016
NUMARASI                 : 2016/346 - 2016/469
DAVACI                       : T.İ. vekili Av. E.İ.
DAVALI                       : G. Varlık Yönetimi A.Ş. 
                                      (Yeni unvanı: G. Varlık Yönetim A.Ş.)
                                      vekili Av. Ö.Ö. (Temlik eden: A.bank T.A.Ş.)

1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili dava dilekçesinde; temlik eden A.bank T.A.Ş. tarafından Sakarya 2. İcra Müdürlüğünün 2008/9.73 E. (yenilemeden sonra 2013/7.82 E.) sayılı dosyası ile müvekkili hakkında icra takibi başlatıldığını, müvekkilinin bir dönem dava dışı borçlu N. Ltd. Şti.'nin yetkilisini temsilen görevlendirildiğini, takip dayanağı kredi sözleşmesinde şirket adına imza atarak şirkete kredi kullandırıldığını, müvekkilinin şahsı adına kefaletinin veya imzasının bulunmadığını, davalı bankanın kötü niyetli olarak müvekkilini de borçlu gösterdiğini ileri sürerek, müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile icra takibinin iptaline, davalı aleyhine alacağın %20'sinden den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; temlik eden A.bank ile dava dışı Naci Karabacak, N. Ltd. Şti. ve davacı Turhan İ. arasında imzalanmış genel kredi taahhütnamesi ve ticarî hizmetler sözleşmesi olmak üzere iki ayrı sözleşme bulduğunu, davacının her iki sözleşmede de müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzalarının yer aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.10.2014 tarihli ve 2013/608 E., 2014/634 K. sayılı kararı ile; davalıya temlikte bulunan A.bank T.A.Ş. tarafından dava dışı N. Ltd. Şti. ile davacı Turhan İ. hakkında kredi sözleşmesine istinaden 100.000 TL asıl alacak ve fer’îleriyle birlikte 119.564,81 TL toplam alacak üzerinden Sakarya 2. İcra Müdürlüğünün 2008/9.73 E. sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığı, davacının kredi sözleşmesinde dava dışı N. Ltd. Şti.'yi temsilen imzasının bulunduğu, dosyaya sunulan asıl sözleşme belgesindeki yazılar ile fotokopi belgedeki yazıların farklı olduğu, davacının dava dışı şirketin kredi borcundan dolayı kefil olarak borçlu sayılması için borç miktarının belli olması gerektiği ve miktarı bilmesiyle geçerli olabileceği, ancak sözleşmedeki bu kısımların sonradan doldurulduğunun asıl sözleşme belgesiyle fotokopi olarak sunulan belgedeki farklılıktan anlaşıldığı kefilin sonradan doldurulan içerikten ve miktardan dolayı kefaletinin geçerli olmayacağı gerekçesiyle davanın kabulü ile davacının Sakarya 2. İcra Müdürlüğünün 2013/7.82 E. sayılı dosyasından dolayı toplam 119.564,81 TL borçlu olmadığının tespitine ve kötü niyet tazminatı talebinin reddine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

7. Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/2942 E., 2015/15250 K. sayılı kararı ile;

“… Dava, kredi alacağının tahsili için başlatılan icra takibinden dolayı borçsuzluğun tespitine ilişkin menfi tespit davasıdır. Davacı, ticari kredi sözleşmesi veya genel kredi taahhütnamesinde şahsı adına kefalet imzasının bulunmadığını iddia etmiş ise de dosyaya aslı sunulan genel kredi taahhütnamesinde müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak davacının isim ve imzasının bulunduğu gibi anılan sözleşmenin üçüncü sayfasında da kredi tutarı yer almaktadır. Sözleşme aslının dosyaya sunulması karşısında fotokopi belgedeki farklılık sebebiyle şirket borcundan dolayı geçerli bir kefalet akdi kurulmadığına dair yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. Bu durumda kefilin kendi kefaleti ve temerrüdünün sonuçlarından sorumluluğu gözetilerek icra takibi itibariyle borç miktarı tespit edilmelidir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

9. Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.04.2016 tarihli ve 2016/346 E., 2016/469 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, 13.05.2014 tarihinde davalı temlik alan Girişim Varlık Yönetim A.Ş. tarafından sunulan genel kredi sözleşme aslının daha önce temlik alan tarafça sunulan sözleşme fotokopisi ile farklılıklar taşıdığı, “A-Genel Hükümler; 1 - Kredi miktarı, içeriği ve sınırı” kısmındaki rakam ve yazılar ile fotokopi, aslı ve aslı gibidir onaylı sözleşmelerde farklılıklar bulunduğu, bu nedenle davacı iddialarının kabulünün gerektiği, buna ilişkin açılacak bir ceza davası ve sonucunu bekletici mesele yapmanın bu dosya açısından gerekmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı asılın ticarî kredi sözleşmesi ve genel kredi taahhütnamesinde şahsı adına kefalette imzasının bulunmadığını iddia ettiği eldeki davada, dosyaya aslı sunulan genel kredi taahhütnamesinde müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak davacının isim-imzasının bulunması ve anılan sözleşmenin üçüncü sayfasında da kredi tutarının yer aldığı sözleşme aslının dosyaya sunulması karşısında, fotokopi belgedeki farklılık sebebiyle bu kısımların sonradan doldurulduğu sonucuna ulaşılıp ulaşılamayacağı, buradan varılacak sonuca göre davacı taraf ile dava dışı banka arasında şirket borcundan dolayı geçerli bir kefalet akdi kurulup kurulmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

12. Bilindiği üzere, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 187/1).

13. Vakıa (olgu), kendisine hukukî sonuç bağlanmış olaylardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).

14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 189. maddesinin 1. fıkrasında da belirtildiği üzere “Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.”. Madde gerekçesine göre de, “...ispat hakkı kavramı, kanunî sınırları belirtilmek suretiyle, bir davanın her iki tarafına da tanınmış olmaktadır. Böylece ispat, bu maddede taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda kanunî bir hak olarak düzenlenmiştir.”.

15. Belirtmek gerekir ki, sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. Taraflarca getirilen vakıaların hukukî nitelendirmesini yapmak hâkime ait ise de kural olarak taraflarca ileri sürülmeyen vakıaları hâkim araştıramaz ve bunların ispatını da isteyemez. Usul hukukumuza hâkim olan ve HMK'nın 25. maddesinde düzenlenen "Taraflarca getirilme ilkesi" uyarınca kanunda öngörülen istisnalar dışında hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.

16. Nitekim bu ilkeye uygun olarak HMK'nın "Dava dilekçesinin içeriği" başlıklı 119. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde "Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri"nin gösterilmesi gerektiği düzenlendiği gibi, "Cevap dilekçesinin içeriği" başlıklı 129. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde de "Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri"nin bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Görüldüğü üzere, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu haklı göstermeye yarayan yani davanın temelini oluşturan maddi vakıaları yazmak zorundadır. Aynı ilke uyarınca davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağını oluşturan vakıaları sunmak zorundadır. Böylece davacı iddiasını, davalı da savunmasını somutlaştırmış olacaktır.

17. Uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek amacıyla HMK'da yeni bir düzenleme yapılmış ve 194. maddenin 1. fıkrasında "Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar." hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddenin 2. fıkrasında ise somutlaştırma yükünün delillerle ilişkisi ortaya konulmuş ve tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorunda oldukları düzenlenmiştir (HMK m. 194/2).

18. Bu aşamada, belge delili üzerinde de kısaca durmak yararlı olacaktır.

19. Türk Hukuk Lûgatı’nda belge “Bir gerçeği doğrulayan yazı, fotoğraf, resim, film vb. (Kanıt)” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı Türkçe-Türkçe Cilt I, Ankara 2021, s. 147).

20. Öncelikle belirtmek gerekir ki, mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) yer almayan “belge” kavramı ilk kez HMK’nın “İspat ve Deliller” başlıklı dördüncü kısmının “Belge ve Senet” başlıklı ikinci bölümünde düzenlenmiştir. HMK’nın “Belge” başlıklı 199. maddesi “Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.” şeklindedir.

21. “Belge” bir üst kavram olarak senet kavramını da içermektedir. Buna göre, ilişkin olduğu vakıaları ispata elverişli her türlü bilgi taşıyıcısı belge olarak nitelendirilir (Atalı, Murat/Ermenek, İbrahim/Erdoğan, Ersin: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2021, s. 520). Kanun koyucunun belgeyi tanımlamasının sebebi senet ile diğer belgelerin birbirine karıştırılmasının önüne geçmektedir. HMK m. 199 hükmüne belgeler sayılırken, bunların en tipik (rastlanır) olanlarına yer verilmiştir. Burada sınırlı bir sayımdan kaçınılmasının sebebi, bu konuda olası gelişmelere engel olmamaktır (Görgün, Şanal/ Börü, Levent/Kodakoğlu, Mehmet: Medenî Usul Hukuku, Ankara 2021, s. 485).

22. Bir kimsenin vücuda getirdiği, bir hukukî işlemi ya da vakıayı konu alan ve kendi aleyhine delil teşkil eden yazılı belgeye ise “senet” denir (Tanrıver, Süha: Medeni Usûl Hukuku Cilt I, Ankara 2021, s.914). Bu noktada, senetle belge arasındaki ayırıma da dikkat çekmek gerekir. Özellikle iradenin dış âlemde varlık kazanmasını sağlayan şey, çok genel anlamıyla belge olarak kabul edilebilir; ancak her belge kanun anlamında senet sayılmaz. Örneğin; fotokopi, faks metinleri birer belgedir, ancak senet sayılmaz. Buna karşılık, HMK’nın 200. maddesinde sayılan unsurları içeren senet, aynı zamanda bir belgedir. Demek ki, belge 199. maddede sayılanlar yanında senedi de kapsayan bir üst kavramdır (Erdönmez, Güray; Pekcanıtez Usûl Medeni Usûl Hukuku, Cilt II, İstanbul 2017, s.1771-1772).

23. Bir tarafın delil olarak dayandığı belgeyi mahkemeye ibraz etmesi, hem ispat hakkının (delil gösterme ve delile ulaşma hakkının) bir parçası, hem de delil gösterme yükünün bir sonucudur. HMK, yargılamanın farklı aşamalarında, dayanılan belgelerin mahkemeye ibraz ile ilgili hükümler sevk etmiştir. Yukarıda da açıklandığı üzere dilekçeler aşamasında 121. maddede; ön inceleme aşamasında 140. maddenin 5. fıkrasında; tahkikat aşamasında ise 145. maddede belgelerin ibrazı ile ilgili düzenlemeler mevcuttur.

24. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Mahkemece belge aslının istenmesi ve geri verilmesi” başlıklı 216. maddesinde ise;

“(1) Belgenin sadece örneğinin mahkemeye verildiği durumlarda, mahkeme kendiliğinden veya taraflardan birinin talebi üzerine belgenin aslının verilmesini de isteyebilir.

(2) Belgenin aslını elinde bulunduran taraf, üçüncü kişi veya resmî makamlar, istenmesi hâlinde bunu mahkemeye vermek zorundadır.

(3) Mahkeme, belge aslının verilmesi durumunda, belgenin saklanması için gerekli tedbirleri alır veya istendiğinde tekrar verilmek üzere belgeyi ibraz edene geri verebilir.

(4) Taraflardan biri elindeki belgenin aslını mahkemeye verirse, bu belgenin geri verilmesini talep edebilir. Bu takdirde hâkim, belgenin aslının verilip verilmeyeceğine karar verir. Geri verilmesine karar verildiğinde, aslına uygun olduğu mahkeme mührü ve yazı işleri müdürünün imzasıyla onanmış örneği dosyaya konur” düzenlemesine yer verilmiştir. Özellikle belge suretinin tereddütlü olması hâlinde aslının görülmesi ve incelemesi gerekmektedir.

25. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki dava davalıya temlikte bulunan A.bank T.A.Ş. tarafından dava dışı N. Ltd. Şti. ile davacı hakkında genel kredi sözleşmesine istinaden 100.000 TL asıl alacak ve fer’îleriyle birlikte toplam 119.564,81 TL alacağın tahsili için Sakarya 2. İcra Müdürlüğünün 2008/9.73 takip sayılı dosyasında başlatılan icra takibine karşı davacı tarafça açılan menfi tespit davasıdır.

26. Davacı, ticarî kredi sözleşmesi veya genel kredi taahhütnamesinde şahsı adına müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzasının bulunmadığını iddia etmiş ise de dosyaya aslı sunulan genel kredi taahhütnamesinde müşterek borçlu ve müteselsil kefil olarak davacının isim ve imzası bulunduğu gibi anılan sözleşmenin üçüncü sayfasında da kredi tutarı yer almaktadır. Sözleşme aslının dosyaya sunulması karşısında fotokopi belgedeki farklılık sebebiyle şirket borcundan dolayı geçerli bir kefalet akdinin kurulmadığı sonucuna varmak mümkün değildir.

27. Sonuç itibariyle; bir belgenin aslı varken fotokopi belgeye dayanılamayacağı gibi, asıl belge ile fotokopi belge arasında farklılık olması durumunda da asıl belgenin dikkate alınması gerekmektedir.

28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davalı tarafça dosyaya sunulan asıl sözleşme belgesindeki yazılar ile fotokopi belgedeki yazıların farklı olduğu, davacının temsilcisi olduğu şirketin kredi borcundan dolayı kefil olarak borçlu olmasının miktarı bilmesiyle geçerli olabileceği, ancak bu kısımların sonradan doldurulduğunun asıl sözleşme belgesiyle fotokopi olarak sunulan belgedeki farklılıktan anlaşıldığından kefilin sonradan doldurulan sözleşme nedeniyle kefaletinin geçerli kabul edilemeyeceği, kefalet limitinin yazılı olduğunu gösterir bir sözleşmenin varlığından söz edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüşse de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

29. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

30. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.03.2022 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Davacı tarafça delil olarak dayanılan 24.01.2008 tarihli genel kredi taahhütnamesinin önce fotokopisi sunulmuş daha sonra aslının istenmesi üzerine aslı olduğu belirtilen belge sunulmuş ancak kefalet limitinin gösterildiği sayfanın sunulan fotokopisiyle sonradan aslı olarak sunulan belgelerin birbirine uymadığı anlaşılmıştır. Sunulan fotokopide taahhütname tutarı 300.000 (üçyüz bin yeni türk lirası) yazmakta iken sunulan asıl belgede taahhütname tutarı 300.000 (ÜÇ YÜZ BİN YENİ TÜRK LİRASI ) olarak gösterilmiştir. Her iki belge de 24.01.2008 tarihli olup sunulan fotokopide belirtilen sayfada banka kaşesi olduğu hâlde asıl belgede banka kaşesi de bulunmamaktadır. Belirtilen sayfa borçlular tarafından ayrıca imzalanmamıştır. Taahhütnamenin diğer kısımları fotokopi ve asıl belge ile aynıdır.

Davacı sunulan taahhütnameye içeriğinin sonradan doldurulduğunu kendisinin sorumluluğunu doğurmadığını da belirtmek suretiyle karşı çıkmıştır. HMK’ da delillerin sunulması için belirli süreler öngörülmüş olup bu sürelerden sonra delil bildirilip sunulması mümkün değildir.

Davalı delillerin bildirilmesi gereken süre içinde taahhütname fotokopisi sunmuş olup kendisinden aslı istendiğinde de aynı belgeyi sunması gerekir. Davalı kefalet limitinin bulunduğu ve önceden fotokopisini sunduğu belgenin aslını sunamamış tamamen farklı bir yazım şekli ile yazılan belgeyi asıl olarak sunmuştur. Sunulan asıl belgede limitin gösterildiği sayfada borçluların imzası bulunmamakta olup bu sayfanın asıl belgede mevcut sayfa olduğu konusunda davacının itirazına da uğrayan şüphe oluşmuştur. Başka bir boş belgenin her zaman doldurup asıl belge diye sunulabileceği de anlaşılmaktadır. Davacının sunduğu fotokopi ile asıl belge arasındaki farklılığın bu sözleşmeye dayalı olarak alacak iddiasında bulunan ve belgeyi sunan taraf aleyhine yorumlanması gerekir.

Açığa imza atılmış olan itimadi muamelelerde sözleşmenin anlaşmaya aykırı doldurulduğunu borçlu ispatlamak zorunda ise de bu durum sözleşmenin kurulmasının şekil koşuluna bağlı olmadığı tarafların irade beyanlarının uyuşmasıyla sözleşmenin kurulduğu hâllerde geçerlidir. Zira sözleşmenin kurulması için kural olarak yazılı şekil koşulu bulunmamakta olup bu şekil ispat için aranmaktadır.

Sözleşmenin kurulması için yazılı şekil koşulunun arandığı hâllerde ise itimadi muamele geçerli olmayıp, sözleşmenin yapıldığı anda tüm unsurlarıyla sözleşme tamamlanmış olmalıdır. Bu hâllerde anlaşmaya aykırı olarak sözleşmenin sonradan doldurulduğunu borçlunun ispatlaması gerektiğinden söz edilemez. Kefalet sözleşmelerinde kefilin sorumlu olduğu miktarın gösterilmesi bu sözleşmenin esaslı unsuru olup, yapıldığı anda miktarı boş bırakılan bir kefalet sözleşmesinin geçerli bir şekilde kurulduğundan söz edilemez.

Davalı kefalet limiti içeren sözleşme bölümünü süresi içinde sunmamış dayandığı fotokopi belgeye uygun asıl belgeyi de sunamamış olduğundan sözleşmenin kurulduğu anda kefalet limitinin yazılı olduğu taraf iradelerine uygun bir sözleşmenin bulunduğunu davalı alacaklı ispatlayamamıştır.

Bu durumda mahkemece yukarıdaki esaslara uygun olarak davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine dair verilen karar dosya kapsamına uygun olup direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, delil bildirme süresi içinde bildirilen fotokopiye aykırı olarak sonradan sunulan ve asıl olduğu belirtilen belgeye itibar edilerek Özel Daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Zeki GÖZÜTOK
Üye