
SÜRESİNDE DAVAYA CEVAP VERMEKLE BİRLİKTE ZAMANAŞIMI SAVUNMASINDA BULUNMAYAN DAVALI BU SAVUNMASINI ISLAH SURETİYLE SONRADAN İLERİ SÜREBİLİR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/(14)7-710
Karar No : 2024/488
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09.03.2021
SAYISI : 2020/26 E., 2021/91 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 14.03.2019 tarihli ve
2016/6818 Esas, 2019/2349 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine dair karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde; müvekkilinin davalıların murisi Adem K.’na ait İzmir ili Sarnıç Köyü Uldurluk Sokağı Kocalan Çiftlik Mevkiinde bulunan tapuda 82 sahife 97 cilt 2.1 yevmiye numarasına kayıtlı taşınmazın 1000/1400250 hissesini İzmir 5. Noterliğinin 12.04.1993 tarihli ve 12596 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığını, 20.000.000,00 (Eski) TL satış bedeli ödediğini, taşınmazın kadastro tespiti sonucunda Buca Kuruçeşme Mahallesi 2003 c pafta 892 ada 2.2 parsel numarasını aldığını, kadastro tespitine itiraz davaları sonuçlanmasına rağmen sözü edilen taşınmaz payının müvekkiline devredilmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmaz payının tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı müteveffa Şahin K. vekili 02.11.2009 tarihli cevap dilekçesinde; İzmir 5. Noterliğinin 12.04.1993 tarihli ve 12596 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesinin davacı ile müvekkilinin babası muris Adem K.’nın vekili olduğunu ileri süren ancak vekâletname sunmayan dava dışı Faruk S. arasında düzenlendiğini, murisin husumeti bulanan dava dışı Faruk Süer’i vekil tayin etmesinin mümkün olmadığını, ayrıca gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği 12.04.1993 tarihinde 75 yaşında olan muristen sağlık raporu istenmediğinden sözleşmenin geçersiz olduğunu, taşınmaz payının 03.09.1998 tarihinde muris adına hükmen tescil edilmesine rağmen eldeki davanın çok uzun zaman sonra açıldığını belirterek davanın reddini savunmuş, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesinde ise esasa ilişkin savunmasını ıslah ettiğini, satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçmesi ve davacının taşınmazda zilyetliğinin bulunmaması nedeniyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini savunmuştur.
6. Davalılar Emine T. ve Nardin E. cevap dilekçesi sunmamış, yargılama sırasında davanın reddini savunmuştur.
7. Davalılar İrfan K. ve Hülya H. cevap dilekçesi sunmamış ve duruşmalara katılmamıştır.
Mahkemenin Kararı
8. İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesinin 03.11.2011 tarihli ve 2008/735 Esas, 2011/1307 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz payının dava tarihindeki değeri 80.000,00 TL olduğundan HUMK’nın 8 inci maddesi gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içerisinde başvurulması hâlinde dosyanın görevli İzmir Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
9. Davacı vekilinin talebi üzerine dosyanın gönderildiği İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.10.2014 tarihli ve 2013/204 Esas, 2014/435 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın 02.02.1960 tarihinde muris adına tescil olduğu, mevcut tapu kayıtlarından taşınmaz payının 03.09.1998 tarihinde muris adına hükmen tescil edildiğinin anlaşıldığı, bu itibarla davacının satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği 12.04.1993 tarihinden itibaren tescil talebinde bulunma hakkının olduğu, bu durumda zamanaşımı süresi satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihten itibaren işlemeye başladığından eldeki davada 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125 inci maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ncı maddesi) düzenlenen on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
10. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 14.03.2019 tarihli ve 2016/6818 Esas, 2019/2349 Karar sayılı kararı ile; “… Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince on yıllık zamanaşımı süresi uygulanır ve bu süre sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlar. Ancak satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye yani vaat alacaklısına teslim edilmiş ise on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunması Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde yer alan “dürüst davranma kuralı” ile bağdaşmayacağından dinlenmez.
Bilindiği üzere; zamanaşımı, kanunda belirtilmiş olan süresi içinde talep ve dava edilmemiş olan alacakların özüne dokunmamakla beraber “dava edilebilme vasfını kaybetmesi” sonucunu doğuran bir süre geçimidir. Hak düşürücü süreden farklı olarak, zamanaşımında borç sona ermemekte ve fakat dava edilebilme olanağı kalmamaktadır. Diğer taraftan, hak düşürücü sürenin varlığını hakimin kendiliğinden (re’sen) gözetmesi gerekirken, zamanaşımının varlığı def’i olarak ileri sürülürse dikkate alınabilir (BK m.140). Dolayısıyla, zamanaşımı borçluya sadece bir def’i hakkı verir. Buna da zamanaşımı def’i denilmektedir.
HUMK'nun yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler sonradan ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle HUMK'nun uygulandığı dönemde zamanaşımı itirazı süresinde verilecek cevap dilekçesi ile yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilip veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Islahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek dava açıldığı sırada yürülükte bulunan mülga 1086 sayılı HUMK'nun 83. maddesinde gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nin 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.
Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def'inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya gelince: Yerel mahkemece davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği ve davacının isteminin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de; karar isabetli değildir.
Şöyle ki; dava, 1086 sayılı HUMK'nun yürürlükte olduğu 25.06.2008 tarihinde görevsiz sulh hukuk mahkemesinde açılmış, dava dilekçesi Şahin K.'na 14.10.2009 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı tarafça yasal süresi içerisinde davaya cevap verilmemiş, süresinden sonra 02.11.2009 tarihinde sunulan cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunulmamıştır.
Davalı Şahin K. vekili tarafından görevsiz sulh hukuk mahkemesine verilen 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunmuş, davacı vekili 27.04.2011 tarihli dilekçesinde; davalı vekilinin ıslah dilekçesi ile zamanaşımı itirazında bulunmasına muvafakat etmediklerini bildirdiği anlaşılmaktadır.
Cevap dilekçesinin verilmesi usuli bir işlemdir. Davalı davaya yasal cevap süresi içinde cevap vermemiş, süresinden sonra verilen cevap dilekçesinde de zamanaşımı def’inde bulunmamıştır. Islah dilekçesi ile ileri sürülen zamanaşımı def’i de davacının savunmasının genişletilmesi itirazı ile karşılaşmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2017 tarihli 2016/1209-2017/1075 Esas-Karar sayılı ilamında da bahsedilen yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen ilkeler doğrultusunda açıklandığı gibi süresinde verilen bir cevap dilekçesi olmadığından; ortada ıslah ile düzeltilmesi mümkün olan bir usul işlemi de bulunmamaktadır. Davalının ıslah yoluyla süresinde verilmeyen cevap dilekçesini, süresinde verilmiş hale getirmesi mümkün değildir.
Bu durumda mahkemece davalının süresi içinde zamanaşımı definde bulunmadığı gözetilerek işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.03.2021 tarihli ve 2020/26 Esas, 2021/91 Karar sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden önce açılan eldeki davada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu (1086 sayılı Kanun) hükümlerinin uygulanması gerektiği, sulh hukuk mahkemesinde açılan davada 1086 sayılı Kanun’un 473 üncü maddesine göre şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 478 inci maddesine göre de ilk itirazların ilk celse esasa girilmeden ileri sürülebileceği, davalılara tebligat yapılamadığından mahkemece 19.08.2008 tarihli duruşmada davacı vekiline davalıların adreslerinin bildirilmesi için süre verildiği, 15.09.2009 tarihli duruşmada davalı Hülya’nın adresinin araştırılmasına, diğer davalıların bildirilen adreslerine dava dilekçesinin tebliğine karar verildiği, dava dilekçesi 14.10.2009 tarihinde tebliğ edilen davalı Şahin K.’nın tebliğden sonraki duruşmanın yapılacağı 17.11.2009 tarihinden önce 02.11.2009 tarihinde cevap dilekçesi sunduğu, bu itibarla cevap dilekçesinin süresinde olduğu, dolayısıyla ıslah yoluyla zamanaşımının ileri sürülebileceği, dava tarihine bakılmaksızın uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesine göre zamanaşımı def'înin zorunlu dava arkadaşı olan diğer davalılar yönünden de hüküm ifade edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararını süresi içinde davacı vekili temyiz etmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı Şahin K.’nın dava dilekçesi ekli duruşma gününü bildiren davetiyenin 14.10.2009 tarihinde tebliğinden sonra yapılacak olan 17.11.2009 tarihli duruşma öncesinde 02.11.2009 tarihinde zamanaşımı savunmasını içermeyen cevap dilekçesi sunduğu, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesinde ise zamanaşımı def'îni ileri sürmesi üzerine davacı tarafça açıkça muvafakat edilmediğinin bildirildiği somut olayda 02.11.2009 tarihli cevap dilekçesinin süresinde verilip verilmediği, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle ileri sürülen zamanaşımı def'înin dikkate alınıp alınamayacağı, buradan varılacak sonuca göre işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikli olarak yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
16. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
17. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır.
18. Hemen belirtilmelidir ki dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
19. Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir anlatımla tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, tersine bir kural benimsenmediği takdirde genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.
20. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448 inci maddesinin birinci fıkrasında da yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır.
21. Öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi hükmü genel bir hüküm olması sebebiyle bundan sonra bu Kanun'da yapılacak olan değişiklikler hakkında uygulanacaktır. Ancak yeni değişikliklerin zaman itibariyle uygulanması hakkında özel hüküm yer alırsa, bu özel hükme göre yeni hükümlerin uygulanması belirlenecektir.
22. Nitekim 6100 sayılı Kanun’da kanunun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin genel hüküm yanında özel hükümler de yer almış olup 6100 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesi "Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz." hükmünü içermektedir.
23. Bu itibarla davanın açıldığı tarihteki görevli olan mahkemenin sonradan çıkan Kanun ile değiştirilmesinin kabul edilmediği, usul hükümlerinin derhâl uygulanırlığı ilkesinin Kanun'un yürürlüğünden sonraki işlemlerde uygulanması gerektiği açıktır.
24. Uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Kanun’da (HUMK) göreve ilişkin hükümler 1 ila 8 inci maddeler arasında düzenlenmiş olup aynı Kanun’un 8 inci maddesinin birinci fıkrasına göre mal varlığına ilişkin davalar yönünden görevli mahkeme dava değerine göre belirlenmekte, Kanun’da öngörülen ve her yıl yeniden değerleme oranına göre arttırılan değeri geçmeyen davalar sulh hukuk mahkemelerinde, belirli değerin üzerindeki davalar ise asliye hukuk mahkemelerinde görülmekteydi.
25. Bundan başka mülga 1086 sayılı Kanun’un 473 üncü maddesinin birinci fıkrasındaki sulh hukuk mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağına dair hüküm, 30.04.1973 tarihli ve 1711 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun’un 1 inci maddesi ile değişik 1086 sayılı Kanun’un 507 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan aynı Kanun’un 176 ncı maddesinin onuncu bendinde yazılı olan yani kanunların sulh mahkemesini veya hâkimini görevlendirdiği dava ve işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağına ilişkin düzenleme gereğince zımnen yürürlükten kaldırılmıştır.
26. O hâlde sulh hukuk mahkemelerinde uygulanan usul, basit yargılama usulüdür (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt 3, s. 3178).
27. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit bir yargılama usulüdür.
28. Bu yargılama usulünde dava, dilekçe ile açılır. Dava dilekçesine yazılı deliller eklenir ve dilekçe iki nüsha olarak mahkemeye verilir (HUMK m. 508). Dava dilekçesini alan mahkeme duruşma gününü belirleyerek davetiye göndermek suretiyle tarafları ilk oturuma çağırır. Duruşma davetiyesinde ibraz edilmek istenilen belgelerin belirlenen günde gönderilmesi veya duruşmaya getirilmesi gerektiği bildirilir (HUMK m. 509). Delillerin ilk oturumda gösterilmesi zorunludur (HUMK m. 510). Ayrıca bu yargılama usulünde davalı dava dilekçesine on gün içinde cevap (yani cevap dilekçesi) vermek zorunda değildir. Davalı esasa (davaya) cevabını ilk oturumda yazılı veya sözlü olarak mahkemeye bildirebilir. Ancak davalı ilk oturumdan önce de savunmalarını içeren cevap dilekçesi ile davaya cevap verebilir.
29. Davalının savunma sebepleri usul hukukundan kaynaklanabileceği gibi maddi hukuktan da kaynaklanabilir. Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru: s.1761; Andreas Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Ferhat Canbolat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, 2008, s. 255 vd.).
30. Zamanaşımı def'î, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla davalı tarafından zamanaşımı def'î ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz (BK m.140, TBK m.161).
31. Maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun’da gerekse yargılamanın devamı sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı 1086 sayılı Kanun’un 187 nci maddesine göre sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def'î ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def'înin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri sürülmeyen zamanaşımı def'înin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.
32. Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez.
33. Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 202 nci maddesi “…(Değişik birinci fıkra: 26/2/1985 - 3156/9 md.) Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.
Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.
Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır.” şeklinde düzenlenmiş, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına ilişkin olarak aynı Kanun’un 482 nci maddesinde “İki tarafın neticei iddiaları zapta kaydolunur. Bundan sonra feragat, ıslah, münazaalı şeyin ahara temliki halleri müstesna olmak üzere, iki taraf ittifak etmedikçe neticei iddialarını tepdil veya tevsi edemezler. Fakat tahkikat bitinciye kadar neticei iddialarını teyit için yeni delil ibraz ve ikame edebilirler.” hükmüne yer verilmiştir.
34. Görüldüğü üzere 1086 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davacıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez, dolayısıyla cevap dilekçesinde bildirilmeyen def'îler ileri sürülemez. Ayrıca cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle zamanaşımı davanın başında süresinde verilecek cevap dilekçesinde veya ilk oturumda esasa girilmeden önce ileri sürülmelidir. Ancak 1086 sayılı Kanun’da bu yasağın istisnaları gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak ıslahla savunma sebeplerinin genişletileceği veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
35. Gelinen aşamada ıslah ile ilgili açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.
36. Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (HUMK. m. 83).
37. Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hâllerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hâllerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır.
38. Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış ve 1086 sayılı Kanun’un 84 üncü maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir.
39. Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler.
40. O hâlde ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir.
41. Bu itibarla tüm bu açıklamalara göre süresinde davaya cevap vermekle birlikte zamanaşımı savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün bulunmadığı kabul edilmelidir.
42. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2017 tarihli ve 2017/17-1093 Esas, 2017/1090 Karar; 12.06.2013 tarihli ve 2012/10-1633 Esas, 2013/825 Karar ile 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
43. Somut olayda davacı vekilinin İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesinde 25.06.2008 tarihinde tapu iptali ve tescil istemiyle açtığı eldeki davada davalı müteveffa Şahin K.’nın dava dilekçesi ekli 17.11.2009 tarihinde duruşma yapılacağını bildiren ve basit yargılama usulünü düzenleyen mülga 1086 sayılı Kanun’un 508, 509 ve 510 uncu maddelerine göre ihtar içeren davetiyenin 14.10.2009 tarihinde tebliğden sonra, yapılacak olan 17.11.2009 tarihli duruşma öncesinde 02.11.2009 tarihinde zamanaşımı savunmasını içermeyen cevap dilekçesi sunduğu, sonrasında 08.04.2011 havale tarihli ıslah dilekçesi ile esasa ilişkin savunmasını ıslah ederek zamanaşımı def'îni ileri sürmesi üzerine davacı tarafça açıkça muvafakat edilmediğinin bildirildiği, basit yargılama usulüne göre yapılan yargılama sonucunda İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesince 03.11.2011 tarihli kararı ile dava konusu taşınmaz payının dava tarihinde değeri 80.000,00 TL olduğundan 1086 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine davacının talebiyle dosyanın gönderildiği İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
44. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalara göre; davalı vekilinin yasal süre içerisinde verdiği cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def'îni sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinin usul ve yasaya uygun olduğu, ayrıca ıslah edilen yeni savunmaya karşı davacının itiraz etmesinin sonuca bir etkisinin olmadığı kabul edilmiştir.
45. Hâl böyle olunca davalı vekilinin ıslah yoluyla zamanaşımı def'înde bulunabileceğine ilişkin olarak verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
46. Ne var ki, cevap dilekçesinin süresinde verildiğine ilişkin direnme kararı uygun olmakla dosyanın süresinde sunulan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def'înde bulunup bulunulamayacağı konusunun incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun olup davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
02.10.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
BİLGİ : “Yasal süresinde cevap vermeyen taraf ıslah ile cevap dilekçesi vererek zamanaşımı def'inde bulunamaz” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07 Haziran 2017 ve 06 Şubat 2020 tarihli kararı için bkz.
İÇTİHAT YORUMU : “O halde, nasıl ki, süresi içinde verdiği cevap dilekçesi vermiş ve fakat bu dilekçesinde, davacının ileri sürmüş olduğu bütün vakıaları soyut bir biçimde, tartışmadan, çürütmeye kalkışmadan inkâr ile yetinmiş olan davalı, daha sonra, ıslaha başvurarak savunmasını değiştirebiliyorsa; aynı şekilde, süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olması sebebiyle, Kanun tarafından bu tutumuna dava dilekçesinde ileri sürülen bütün vakıaları inkâr etmiş sayılma (yani, inkâr savunması yapmış olma) sonuç bağlanmış olan davalı da, tek yanlı bir taraf usul işlemi olarak nitelendirilmesi gereken inkâr savunmasını ıslah edebilmelidir.” (AKYOL ASLAN, Leyla, Medenî Usul Hukukunda Cevap Dilekçesi Verilmemesinin Sonuçları, Ankara, 2019, s. 456)
SÜRESİNDE DAVAYA CEVAP VERMEKLE BİRLİKTE ZAMANAŞIMI SAVUNMASINDA BULUNMAYAN DAVALI BU SAVUNMASINI ISLAH SURETİYLE SONRADAN İLERİ SÜREBİLİR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/(14)7-710
Karar No : 2024/488
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09.03.2021
SAYISI : 2020/26 E., 2021/91 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 14.03.2019 tarihli ve
2016/6818 Esas, 2019/2349 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine dair karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesine sunduğu dava dilekçesinde; müvekkilinin davalıların murisi Adem K.’na ait İzmir ili Sarnıç Köyü Uldurluk Sokağı Kocalan Çiftlik Mevkiinde bulunan tapuda 82 sahife 97 cilt 2.1 yevmiye numarasına kayıtlı taşınmazın 1000/1400250 hissesini İzmir 5. Noterliğinin 12.04.1993 tarihli ve 12596 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesiyle satın aldığını, 20.000.000,00 (Eski) TL satış bedeli ödediğini, taşınmazın kadastro tespiti sonucunda Buca Kuruçeşme Mahallesi 2003 c pafta 892 ada 2.2 parsel numarasını aldığını, kadastro tespitine itiraz davaları sonuçlanmasına rağmen sözü edilen taşınmaz payının müvekkiline devredilmediğini ileri sürerek dava konusu taşınmaz payının tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı müteveffa Şahin K. vekili 02.11.2009 tarihli cevap dilekçesinde; İzmir 5. Noterliğinin 12.04.1993 tarihli ve 12596 yevmiye numaralı satış vaadi sözleşmesinin davacı ile müvekkilinin babası muris Adem K.’nın vekili olduğunu ileri süren ancak vekâletname sunmayan dava dışı Faruk S. arasında düzenlendiğini, murisin husumeti bulanan dava dışı Faruk Süer’i vekil tayin etmesinin mümkün olmadığını, ayrıca gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği 12.04.1993 tarihinde 75 yaşında olan muristen sağlık raporu istenmediğinden sözleşmenin geçersiz olduğunu, taşınmaz payının 03.09.1998 tarihinde muris adına hükmen tescil edilmesine rağmen eldeki davanın çok uzun zaman sonra açıldığını belirterek davanın reddini savunmuş, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesinde ise esasa ilişkin savunmasını ıslah ettiğini, satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihten itibaren 10 yıl geçmesi ve davacının taşınmazda zilyetliğinin bulunmaması nedeniyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini savunmuştur.
6. Davalılar Emine T. ve Nardin E. cevap dilekçesi sunmamış, yargılama sırasında davanın reddini savunmuştur.
7. Davalılar İrfan K. ve Hülya H. cevap dilekçesi sunmamış ve duruşmalara katılmamıştır.
Mahkemenin Kararı
8. İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesinin 03.11.2011 tarihli ve 2008/735 Esas, 2011/1307 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz payının dava tarihindeki değeri 80.000,00 TL olduğundan HUMK’nın 8 inci maddesi gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, mahkemenin görevsizliğine, kararın kesinleşmesinden itibaren iki hafta içerisinde başvurulması hâlinde dosyanın görevli İzmir Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
9. Davacı vekilinin talebi üzerine dosyanın gönderildiği İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.10.2014 tarihli ve 2013/204 Esas, 2014/435 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazın 02.02.1960 tarihinde muris adına tescil olduğu, mevcut tapu kayıtlarından taşınmaz payının 03.09.1998 tarihinde muris adına hükmen tescil edildiğinin anlaşıldığı, bu itibarla davacının satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği 12.04.1993 tarihinden itibaren tescil talebinde bulunma hakkının olduğu, bu durumda zamanaşımı süresi satış vaadi sözleşmesinin düzenlendiği tarihten itibaren işlemeye başladığından eldeki davada 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125 inci maddesinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ncı maddesi) düzenlenen on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
10. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 14.03.2019 tarihli ve 2016/6818 Esas, 2019/2349 Karar sayılı kararı ile; “… Kaynağını Borçlar Kanununun 22. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, Borçlar Kanununun 213. maddesi ile Türk Medeni Kanununun 706. ve Noterlik Kanununun 89. maddesi hükümleri uyarınca noter önünde re’sen düzenlenmesi gereken, bir başka anlatımla geçerliliği resmi şekil şartına bağlı kılınan, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan edim yerine getirilmediğinde Türk Medeni Kanununun 716. maddesi uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince on yıllık zamanaşımı süresi uygulanır ve bu süre sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlar. Ancak satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye yani vaat alacaklısına teslim edilmiş ise on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunması Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde yer alan “dürüst davranma kuralı” ile bağdaşmayacağından dinlenmez.
Bilindiği üzere; zamanaşımı, kanunda belirtilmiş olan süresi içinde talep ve dava edilmemiş olan alacakların özüne dokunmamakla beraber “dava edilebilme vasfını kaybetmesi” sonucunu doğuran bir süre geçimidir. Hak düşürücü süreden farklı olarak, zamanaşımında borç sona ermemekte ve fakat dava edilebilme olanağı kalmamaktadır. Diğer taraftan, hak düşürücü sürenin varlığını hakimin kendiliğinden (re’sen) gözetmesi gerekirken, zamanaşımının varlığı def’i olarak ileri sürülürse dikkate alınabilir (BK m.140). Dolayısıyla, zamanaşımı borçluya sadece bir def’i hakkı verir. Buna da zamanaşımı def’i denilmektedir.
HUMK'nun yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler sonradan ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle HUMK'nun uygulandığı dönemde zamanaşımı itirazı süresinde verilecek cevap dilekçesi ile yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilip veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Islahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek dava açıldığı sırada yürülükte bulunan mülga 1086 sayılı HUMK'nun 83. maddesinde gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK'nin 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.
Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def'inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.
Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya gelince: Yerel mahkemece davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği ve davacının isteminin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de; karar isabetli değildir.
Şöyle ki; dava, 1086 sayılı HUMK'nun yürürlükte olduğu 25.06.2008 tarihinde görevsiz sulh hukuk mahkemesinde açılmış, dava dilekçesi Şahin K.'na 14.10.2009 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı tarafça yasal süresi içerisinde davaya cevap verilmemiş, süresinden sonra 02.11.2009 tarihinde sunulan cevap dilekçesinde zamanaşımı itirazında bulunulmamıştır.
Davalı Şahin K. vekili tarafından görevsiz sulh hukuk mahkemesine verilen 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunmuş, davacı vekili 27.04.2011 tarihli dilekçesinde; davalı vekilinin ıslah dilekçesi ile zamanaşımı itirazında bulunmasına muvafakat etmediklerini bildirdiği anlaşılmaktadır.
Cevap dilekçesinin verilmesi usuli bir işlemdir. Davalı davaya yasal cevap süresi içinde cevap vermemiş, süresinden sonra verilen cevap dilekçesinde de zamanaşımı def’inde bulunmamıştır. Islah dilekçesi ile ileri sürülen zamanaşımı def’i de davacının savunmasının genişletilmesi itirazı ile karşılaşmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2017 tarihli 2016/1209-2017/1075 Esas-Karar sayılı ilamında da bahsedilen yukarıda ayrıntılı olarak izah edilen ilkeler doğrultusunda açıklandığı gibi süresinde verilen bir cevap dilekçesi olmadığından; ortada ıslah ile düzeltilmesi mümkün olan bir usul işlemi de bulunmamaktadır. Davalının ıslah yoluyla süresinde verilmeyen cevap dilekçesini, süresinde verilmiş hale getirmesi mümkün değildir.
Bu durumda mahkemece davalının süresi içinde zamanaşımı definde bulunmadığı gözetilerek işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.03.2021 tarihli ve 2020/26 Esas, 2021/91 Karar sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden önce açılan eldeki davada 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nu (1086 sayılı Kanun) hükümlerinin uygulanması gerektiği, sulh hukuk mahkemesinde açılan davada 1086 sayılı Kanun’un 473 üncü maddesine göre şifahi yargılama usulünün uygulanacağı, 478 inci maddesine göre de ilk itirazların ilk celse esasa girilmeden ileri sürülebileceği, davalılara tebligat yapılamadığından mahkemece 19.08.2008 tarihli duruşmada davacı vekiline davalıların adreslerinin bildirilmesi için süre verildiği, 15.09.2009 tarihli duruşmada davalı Hülya’nın adresinin araştırılmasına, diğer davalıların bildirilen adreslerine dava dilekçesinin tebliğine karar verildiği, dava dilekçesi 14.10.2009 tarihinde tebliğ edilen davalı Şahin K.’nın tebliğden sonraki duruşmanın yapılacağı 17.11.2009 tarihinden önce 02.11.2009 tarihinde cevap dilekçesi sunduğu, bu itibarla cevap dilekçesinin süresinde olduğu, dolayısıyla ıslah yoluyla zamanaşımının ileri sürülebileceği, dava tarihine bakılmaksızın uygulanması gereken 6100 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesine göre zamanaşımı def'înin zorunlu dava arkadaşı olan diğer davalılar yönünden de hüküm ifade edeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararını süresi içinde davacı vekili temyiz etmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı Şahin K.’nın dava dilekçesi ekli duruşma gününü bildiren davetiyenin 14.10.2009 tarihinde tebliğinden sonra yapılacak olan 17.11.2009 tarihli duruşma öncesinde 02.11.2009 tarihinde zamanaşımı savunmasını içermeyen cevap dilekçesi sunduğu, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesinde ise zamanaşımı def'îni ileri sürmesi üzerine davacı tarafça açıkça muvafakat edilmediğinin bildirildiği somut olayda 02.11.2009 tarihli cevap dilekçesinin süresinde verilip verilmediği, 08.04.2011 tarihli ıslah dilekçesiyle ileri sürülen zamanaşımı def'înin dikkate alınıp alınamayacağı, buradan varılacak sonuca göre işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikli olarak yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
16. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.
17. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığıdır.
18. Hemen belirtilmelidir ki dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.
19. Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir anlatımla tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, tersine bir kural benimsenmediği takdirde genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.
20. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448 inci maddesinin birinci fıkrasında da yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır.
21. Öte yandan 6100 sayılı Kanun’un 448 inci maddesi hükmü genel bir hüküm olması sebebiyle bundan sonra bu Kanun'da yapılacak olan değişiklikler hakkında uygulanacaktır. Ancak yeni değişikliklerin zaman itibariyle uygulanması hakkında özel hüküm yer alırsa, bu özel hükme göre yeni hükümlerin uygulanması belirlenecektir.
22. Nitekim 6100 sayılı Kanun’da kanunun zaman bakımından uygulanmasına ilişkin genel hüküm yanında özel hükümler de yer almış olup 6100 sayılı Kanun’un geçici 1 inci maddesi "Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmaz." hükmünü içermektedir.
23. Bu itibarla davanın açıldığı tarihteki görevli olan mahkemenin sonradan çıkan Kanun ile değiştirilmesinin kabul edilmediği, usul hükümlerinin derhâl uygulanırlığı ilkesinin Kanun'un yürürlüğünden sonraki işlemlerde uygulanması gerektiği açıktır.
24. Uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte olan mülga 1086 sayılı Kanun’da (HUMK) göreve ilişkin hükümler 1 ila 8 inci maddeler arasında düzenlenmiş olup aynı Kanun’un 8 inci maddesinin birinci fıkrasına göre mal varlığına ilişkin davalar yönünden görevli mahkeme dava değerine göre belirlenmekte, Kanun’da öngörülen ve her yıl yeniden değerleme oranına göre arttırılan değeri geçmeyen davalar sulh hukuk mahkemelerinde, belirli değerin üzerindeki davalar ise asliye hukuk mahkemelerinde görülmekteydi.
25. Bundan başka mülga 1086 sayılı Kanun’un 473 üncü maddesinin birinci fıkrasındaki sulh hukuk mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağına dair hüküm, 30.04.1973 tarihli ve 1711 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun’un 1 inci maddesi ile değişik 1086 sayılı Kanun’un 507 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan aynı Kanun’un 176 ncı maddesinin onuncu bendinde yazılı olan yani kanunların sulh mahkemesini veya hâkimini görevlendirdiği dava ve işlerde basit yargılama usulünün uygulanacağına ilişkin düzenleme gereğince zımnen yürürlükten kaldırılmıştır.
26. O hâlde sulh hukuk mahkemelerinde uygulanan usul, basit yargılama usulüdür (Baki Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt 3, s. 3178).
27. Bu usul, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit bir yargılama usulüdür.
28. Bu yargılama usulünde dava, dilekçe ile açılır. Dava dilekçesine yazılı deliller eklenir ve dilekçe iki nüsha olarak mahkemeye verilir (HUMK m. 508). Dava dilekçesini alan mahkeme duruşma gününü belirleyerek davetiye göndermek suretiyle tarafları ilk oturuma çağırır. Duruşma davetiyesinde ibraz edilmek istenilen belgelerin belirlenen günde gönderilmesi veya duruşmaya getirilmesi gerektiği bildirilir (HUMK m. 509). Delillerin ilk oturumda gösterilmesi zorunludur (HUMK m. 510). Ayrıca bu yargılama usulünde davalı dava dilekçesine on gün içinde cevap (yani cevap dilekçesi) vermek zorunda değildir. Davalı esasa (davaya) cevabını ilk oturumda yazılı veya sözlü olarak mahkemeye bildirebilir. Ancak davalı ilk oturumdan önce de savunmalarını içeren cevap dilekçesi ile davaya cevap verebilir.
29. Davalının savunma sebepleri usul hukukundan kaynaklanabileceği gibi maddi hukuktan da kaynaklanabilir. Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru: s.1761; Andreas Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Ferhat Canbolat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, 2008, s. 255 vd.).
30. Zamanaşımı def'î, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla davalı tarafından zamanaşımı def'î ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hâkim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz (BK m.140, TBK m.161).
31. Maddi hukuktan kaynaklanan bir def'î ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Kanun’da gerekse yargılamanın devamı sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı 1086 sayılı Kanun’un 187 nci maddesine göre sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def'î ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def'înin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri sürülmeyen zamanaşımı def'înin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.
32. Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez.
33. Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 202 nci maddesi “…(Değişik birinci fıkra: 26/2/1985 - 3156/9 md.) Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.
Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.
Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır.” şeklinde düzenlenmiş, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağına ilişkin olarak aynı Kanun’un 482 nci maddesinde “İki tarafın neticei iddiaları zapta kaydolunur. Bundan sonra feragat, ıslah, münazaalı şeyin ahara temliki halleri müstesna olmak üzere, iki taraf ittifak etmedikçe neticei iddialarını tepdil veya tevsi edemezler. Fakat tahkikat bitinciye kadar neticei iddialarını teyit için yeni delil ibraz ve ikame edebilirler.” hükmüne yer verilmiştir.
34. Görüldüğü üzere 1086 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davacıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez, dolayısıyla cevap dilekçesinde bildirilmeyen def'îler ileri sürülemez. Ayrıca cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle zamanaşımı davanın başında süresinde verilecek cevap dilekçesinde veya ilk oturumda esasa girilmeden önce ileri sürülmelidir. Ancak 1086 sayılı Kanun’da bu yasağın istisnaları gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak ıslahla savunma sebeplerinin genişletileceği veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
35. Gelinen aşamada ıslah ile ilgili açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.
36. Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (HUMK. m. 83).
37. Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hâllerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hâllerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır.
38. Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış ve 1086 sayılı Kanun’un 84 üncü maddesinde tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir.
39. Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler.
40. O hâlde ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir.
41. Bu itibarla tüm bu açıklamalara göre süresinde davaya cevap vermekle birlikte zamanaşımı savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün bulunmadığı kabul edilmelidir.
42. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.06.2017 tarihli ve 2017/17-1093 Esas, 2017/1090 Karar; 12.06.2013 tarihli ve 2012/10-1633 Esas, 2013/825 Karar ile 06.04.2011 tarihli ve 2010/9-629 Esas, 2011/70 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
43. Somut olayda davacı vekilinin İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesinde 25.06.2008 tarihinde tapu iptali ve tescil istemiyle açtığı eldeki davada davalı müteveffa Şahin K.’nın dava dilekçesi ekli 17.11.2009 tarihinde duruşma yapılacağını bildiren ve basit yargılama usulünü düzenleyen mülga 1086 sayılı Kanun’un 508, 509 ve 510 uncu maddelerine göre ihtar içeren davetiyenin 14.10.2009 tarihinde tebliğden sonra, yapılacak olan 17.11.2009 tarihli duruşma öncesinde 02.11.2009 tarihinde zamanaşımı savunmasını içermeyen cevap dilekçesi sunduğu, sonrasında 08.04.2011 havale tarihli ıslah dilekçesi ile esasa ilişkin savunmasını ıslah ederek zamanaşımı def'îni ileri sürmesi üzerine davacı tarafça açıkça muvafakat edilmediğinin bildirildiği, basit yargılama usulüne göre yapılan yargılama sonucunda İzmir 13. Sulh Hukuk Mahkemesince 03.11.2011 tarihli kararı ile dava konusu taşınmaz payının dava tarihinde değeri 80.000,00 TL olduğundan 1086 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi gereğince Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine karar verilmesi üzerine davacının talebiyle dosyanın gönderildiği İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
44. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalara göre; davalı vekilinin yasal süre içerisinde verdiği cevap dilekçesinde herhangi bir nedenle ileri süremediği zamanaşımı def'îni sonradan ıslah yoluyla ileri sürmesinin usul ve yasaya uygun olduğu, ayrıca ıslah edilen yeni savunmaya karşı davacının itiraz etmesinin sonuca bir etkisinin olmadığı kabul edilmiştir.
45. Hâl böyle olunca davalı vekilinin ıslah yoluyla zamanaşımı def'înde bulunabileceğine ilişkin olarak verilen direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
46. Ne var ki, cevap dilekçesinin süresinde verildiğine ilişkin direnme kararı uygun olmakla dosyanın süresinde sunulan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def'înde bulunup bulunulamayacağı konusunun incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme uygun olup davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
02.10.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
BİLGİ : “Yasal süresinde cevap vermeyen taraf ıslah ile cevap dilekçesi vererek zamanaşımı def'inde bulunamaz” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07 Haziran 2017 ve 06 Şubat 2020 tarihli kararı için bkz.
İÇTİHAT YORUMU : “O halde, nasıl ki, süresi içinde verdiği cevap dilekçesi vermiş ve fakat bu dilekçesinde, davacının ileri sürmüş olduğu bütün vakıaları soyut bir biçimde, tartışmadan, çürütmeye kalkışmadan inkâr ile yetinmiş olan davalı, daha sonra, ıslaha başvurarak savunmasını değiştirebiliyorsa; aynı şekilde, süresi içinde cevap dilekçesi vermemiş olması sebebiyle, Kanun tarafından bu tutumuna dava dilekçesinde ileri sürülen bütün vakıaları inkâr etmiş sayılma (yani, inkâr savunması yapmış olma) sonuç bağlanmış olan davalı da, tek yanlı bir taraf usul işlemi olarak nitelendirilmesi gereken inkâr savunmasını ıslah edebilmelidir.” (AKYOL ASLAN, Leyla, Medenî Usul Hukukunda Cevap Dilekçesi Verilmemesinin Sonuçları, Ankara, 2019, s. 456)