TAM YARGI DAVASI NİTELİĞİ TAŞIMAYAN VE KONUSU BİR KAMU ALACAĞI OLMAYAN RÜCU DAVASININ ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/4-299
KARAR NO : 2022/1166
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 16/12/2019
NUMARASI : 2019/2235 - 2019/2875
DAVACI : M.B. vekili Av. R.A.
DAVALI : Armutlu Kaymakamlığına İzafeten İçişleri Bakanlığı vekili Av. A.B.
1. Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi tarafından davanın yargı yolu bakımından reddine ilişkin verilen karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi :
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili tarafından yazlığının olduğu köye ait olmak üzere demir ve ahşap karışımı bir iskele yaptırdığını, aynı köyde yazlığı bulunan dava dışı asıl davanın davacısı Ferhat Ö.’in 08.09.2006 tarihinde bu iskeleden atlaması sonucu boyun omuriliği zedelenerek %97 oranında malul kaldığını, bu olay sebebiyle İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/58 E. sayılı dosyasında müvekkili ile Armutlu Kaymakamlığına izafeten İçişleri Bakanlığı aleyhine maddi ve manevi tazminat istemi ile dava açıldığını, davada müvekkili ve yaralanan Ferhat’ın ayrı ayrı %20, Armutlu Kaymakamlığının ise %60 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiğini, yargılama sonucunda davalı idare yönünden davanın görev yönünden reddine, müvekkili yönünden ise diğer davalı Armutlu Kaymakamlığı ile müteselsil sorumlu olduğundan %80 kusur oranına karşılık gelen tazminat miktarından sorumlu olduğuna karar verildiğini, mahkeme kararı üzerine müvekkili aleyhine icra takibi yapıldığını ve müvekkili tarafından icra dosyalarına maddi tazminat ve fer’ileri için 1.244.289,66 TL, manevi tazminat ve fer’îleri için 77.161,97 TL olmak üzere toplam 1.321.451,63 TL ödeme yapıldığını, müvekkili tarafından ödenen toplam tazminat miktarının müteselsil sorumluluk gereği hem müvekkilinin %20 kusuruna karşılık olan hem de idarenin %60 kusur oranına tekabül eden tazminat miktarı olduğunu, davalı idarenin kusur oranına karşılık gelen ancak müteselsil sorumluluk gereği davacı tarafından ödenen miktarın davalıdan rücuen tazmini gerektiği ileri sürerek 991.089,00 TL’nin ödeme tarihi olan 03.03.2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı :
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili aleyhine kesinleşmiş bir karar mevcut olmadığından tazminat ödenmesine sebep olan İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/58 E. sayılı dosyasındaki kusur oranının müvekkilini bağlamadığını, görev yönünden verilen red kararının taraf ehliyetini sona erdiren bir işlem olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Gemlik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.10.2017 tarihli ve 2016/226 E., 2017/480 K. sayılı kararı ile; davalı idare tarafından bu olay sebebiyle aleyhlerine açılmış bir dava olmadığının bildirildiği, İstanbul 21. Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesince tahsilde tekerrüre sebep olmamak kaydıyla hüküm kurulduğundan haksız fiil sebebiyle kesinleşmiş mahkeme kararının mevcut olduğu, davalının ilk aşamada taraf olduğu asıl dosyadaki raporda belirtilen kusur tespitinin yeterli görülerek kuvvetli delil olduğu, bu rapora dayalı alınan hesap raporunun da hukuka ve usule uygun bulunduğu gerekçesiyle ödenen miktarlara ödeme yapılan tarihler itibariyle faiz işletilmesi suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı :
7. Gemlik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince 09.11.2018 tarihli ve 2018/784 E., 2018/1241 K. sayılı kararı ile; eldeki davanın asıl davada ödenmiş olunan miktardan müteselsilen sorumlu olan davalı idareye karşı kusur oranına karşılık gelen miktar için açılan rücuen tazminat davası olduğu, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinde asıl dava olarak görülen davada, davalı bakımından idari yargının görevli olduğuna dair verilen red kararının Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, İçişleri Bakanlığının buradaki kusurunun kamu hizmetinin kuruluşu, işleyişi ile ilgili objektif bir şekil ve mahiyette olan hizmet kusuru olduğu, davaya konu olayın hizmetin kusuru vasfında olup müteselsil sorumlulukta borcun tamamını ödeyen kişinin iç ilişkide kusur oranına göre diğer sorumluya dava açtığı takdirde diğer sorumlunun dış ilişkide hangi hukuki sorumluluğa göre sorumluluğu varsa iç ilişkide de aynı sorumluluğunun var olması gerektiği, ifa edilen miktar oranında hem maddi hukuk hem de yargılama hukuku bakımından alacaklının haklarına aynen halef olunduğu, ardıllığa (halefiyete) dayanan dönme (rücu) davalarında görevli ve yetkili mahkemenin asıl alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki göz önünde tutularak belirlenmesi gerektiği, dava konusu olayda zarar gören kişi alacağının tamamını aldığından kusur oranına göre davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine idari yargıda dava açamayacağı, idari yargıda görülecek davanın borcun tamamını ödeyerek alacaklıya halef olan davacının açtığı rücuen tazminat davası olduğu, buna göre hizmet kusuruna dayalı olarak davalının sorumluluğunu belirlemede idari yargının görevli olduğu belirtilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmış ve davanın yargı yolu bakımından reddi yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 02.05.2019 tarihli ve 2019/583 E., 2019/2567 K. sayılı kararı ile; “… İlk Derece Mahkemesince, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesince davacının rücu talebinin davalının hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğuna dayandığı, bu itibarla davanın idari yargıda açılması gerektiği gerekçesi ile dava dilekçesinin yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Eldeki davada, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/167 esas 2015/497 karar sayılı dosyasında verilen müşterek ve müteselsil sorumluluk kararı nedeniyle, dava dışı hak sahiplerine ödenen tazminatın rücuen tahsili istenmektedir. Bu hali ile davaya konu uyuşmazlık 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddeleri (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61 ve 62. maddeleri) uyarınca müteselsil sorumluluk esasına dayanmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca, idari yargıda açılabilecek davalar tam yargı ve iptal davalarıdır. Dairemiz (07/11/2018 tarih 2018/4001 E.-2018/6701 K.) ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına göre (02/02/2009 tarih 2008/397 E-2009/28 K, 02/07/2007 tarih 2007/15E-2007/118 K, 01/07/2004 tarih 2004/43 E-2004/46 K) idari yargıda rücu davası açılamayacağından davanın görülme yeri adli yargıdır. Mahkemece açıklanan olgular ve yasal düzenlemeler gözetilerek, tarafların delilleri toplanmalı ve işin esası hakkında bir karar verilmelidir. Karar açıklanan bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı :
11. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 16.12.2019 tarihli ve 2019/2235 E., 2019/2875 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, aynı zarardan dolayı aynı veya çeşitli sebeplerle sorumlu olma hallerinde tazminatın kendi payından fazlasını ödeyen kişinin fazla ödeme yaptığı kısım için, müteselsil sorumlulara rücu hakkına sahip olarak zarar görenin halefi haline geldiğinin 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun(TBK) 62. maddesinin son fıkrasında ve borçlar hukukunda özel durumların düzenlendiği müteselsil borçluluk durumunda düzenlediği, halef olma durumunda davalının sorumluluk çeşidinin, yargı yolunun değişmeyeceği, alacaklı hangi usul hükümlerine tabi ise halef de aynı usul hükümlerine tâbi olacağı, bu durumda asıl davada davalının sorumluluğunun hizmet kusurundan kaynaklandığı, davacının da halefiyet ilkelerine göre dava açtığı, dolayısıyla görevli yargı yolunun idari yargı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi :
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; görülmekte olan rücuen tazminat davasının yargı yolu bakımından adli yargıda mı, yoksa idari yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
15. Müteselsil borçluluk; bir irade beyanı veya kanun hükmü dolayısıyla bir edimin birden ziyade borçlulardan her birinin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu, alacaklının ise tamamını ancak bir defa ifa etmek üzere edimi borçlulardan dilediği birinden talep etmeye yetkili olduğu ve borçlulardan birinin ifası veya ifa yerini tutan fiiliyle diğerlerinin bu oranda alacaklıya karşı borçtan kurtulacakları bir birlikte borçluluk hâlidir (Akıntürk, Turgut: Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 35).
16. Müteselsil borçluluk hâllerinden biri 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51 maddeleri ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61. ve 62. maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk hâlidir. Kanun koyucu birden fazla kimselerin müşterek kusurlarıyla bir zarara sebebiyet vermeleri hâlinde, bu kimselerin zarara uğrayana karşı müteselsilen sorumlu olmalarını öngörmüştür (Akıntürk, s. 123).
17. Birden çok kişi aynı zarardan aynı sebepten veya çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğünün şartlarının gerçekleşmesi halinde söz konusu olur. Buna göre birden çok kişi aynı zarara birlikte sebep olabilecekleri gibi, çeşitli nedenlerle de sebep olabilirler. İkinci hâlde sorumlulardan yalnız biri söz konusu zarara sebebiyet verirken, diğeri sebebiyet vermediği böyle bir zararı başka bir nedenle tazmin zorunda kalabilir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s. 831).
18. Tük hukukunda birden çok kişinin aynı zarardan sorumluluğuna, “Müteselsil sorumluluk” adı verilmektedir. Doktrinde buna “taleplerin yarışması” da denilmektedir (Eren, s. 833).
19. Müteselsil sorumluluğu doğuran sebepler 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde ortaya konulmuştur.
20. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müteselsil mesuliyet” ana başlığı altında “Haksız fiil halinde” alt başlığını taşıyan 50. maddesinin 1. cümlesi “Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
21. Benzer açıklama 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Müteselsil sorumluluk” ana başlığı altında “Dış ilişkide” alt başlığını taşıyan 61. maddesinde de yer almaktadır. Anılan madde;
“Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemesini içermektedir.
22. Müteselsil sorumluluk iki ilkeyi beraberinde getirir. Bu ilkelerden birisi zarar verenle zarar gören arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla dış ilişki (BK’nın 50., TBK’nın 61. maddesi); ikincisi ise zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir (BK’nın 51., TBK’nın 62. maddesi).
23. Zarar gören ile zarar veren arasındaki ilişkiyi düzenleyen dış ilişki müteselsil sorumluluğun ilk ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
24. Müteselsil sorumlulukta alacaklı, borçluların hepsini birden takip veya dava edebileceği gibi, bunların içinden dilediği birini veya bir kaçını da takip veya dava edebilir. İşte alacaklının, borçlulardan dilediğini ya da dilediklerini ifa istemine muhatap tutabilmesi, onun bir seçim hakkına sahip bulunduğunu gösterir. Alacaklının bu hakkı borç tamamen ödeninceye kadar devam eder (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993, s. 285). Bu durumda kişilerin yarışmasından (Personenkonkurenz) bahsedilir (Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt II, İstanbul 2017, s. 545).
25. Müteselsil sorumluluğun getirdiği ikinci ilke, zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir.
26. İç ilişki, rücu ilişkisidir. Yani tazminat borcunun ortaya çıkmasına neden olan sorumluların birbirleri ile olan ilişkisidir. Rücu ilişkisinden doğan hak ise rücu hakkıdır.
27. Rücu, kendisine veya başkasına ait bir borç ifa ederek borçluyu tatmin eden kişinin, alacaklıya yaptığı edanın tamamını veya bir kısmını başka kişiden talep etmesidir. Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip olur (Antalya, s. 554).
28. Rücu hakkı özü itibariyle bir alacak hakkıdır. Bu alacak hakkı, dış ilişkideki asıl borç ilişkisinden bağımsız, rücu edilen ile rücu eden arasındaki hukukî ilişkiden doğan yeni bir haktır (Koçano Rodoslu, Emine: Rücu Hakkı, 1. Baskı, Ankara 2016, s. 7).
29. Müteselsil sorumlulukta sorumluların birbirlerine karşı rücu ilişkisinde göz önünde tutulacak ilkeler ise Borçlar Kanunu’nun 50. maddenin 1. fıkrası ile 51. maddesinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun 62. maddesinde düzenlenmiştir.
“Haksız fiil halinde” başlığını taşıyan 50. maddenin 1. fıkrası;
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.”
“Muhtelif sebeplerin içtimaı hâlinde” başlığını taşıyan 51. madde;
“Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.”
Türk Borçlar Kanunu’nun 62. maddesinde “İç İlişkide” başlığı ile;
“Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.
Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.” şeklinde düzenlenmiştir.
30. Bu maddelere göre iç ilişkide sorumluluk, müteselsil sorumluluk olarak kabul edilmez. Burada herkes kendi kusur oranı doğrultusunda sorumlu olur. Bu sorumluluk dağılırken kişilerin yarattığı tehlike ile kusurun ağırlığı önem taşır. Ödemeyi yapan sorumlu, eğer kendisinin ödemesi gereken miktardan daha fazlasını ödemek zorunda kalır ise yaptığı fazla ödeme için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahiptir ve zarar görenin haklarına halef olur ve buradaki rücuda teselsül değil, pay esası geçerlidir.
31. Yukarıda belirtilen dayanak maddelerden de anlaşılacağı üzere rücuen tazminat davasının temeli Borçlar Kanunu olmakla dayanağını da müteselsil sorumluluğun iç ilişkideki yansıması oluşturmaktadır.
32. Müteselsil sorumluluk ile ilgili genel açıklamalardan sonra bu aşamada uyuşmazlık kapsamında idari dava türlerine ilişkin düzenlemelere değinmek gerekmektedir.
33. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesi;
“İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.
2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.”
Düzenlemesi ile idari dava türlerini belirtmiştir.
34. Sonuç itibariyle; eldeki davanın davacı tarafından ödenen tazminatın rücuen tahsili istemiyle açılmış olması karşısında yukarıda sözü edilen kanun hükmü anlamında bir iptal davası veya idari sözleşmeden kaynaklanan dava olmadığı açıktır. Yine işbu davanın aynı kanun hükmü anlamında “tam yargı davası” niteliği taşımadığında da kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Çünkü tam yargı davaları; ancak, her hangi bir idari eylem ve işlemden dolayı kişisel hakkın doğrudan muhtel olması hâlinde ve o kişisel hakkın sahiplerince açılabilirler.
35. Öte yandan; asıl davada istem konusu yapılan tazminat alacağı esasında idarenin hizmet kusurundan kaynaklasa bile bu borç davalı idareye kamu borcu niteliği kazandırmaz. İdare, kendi kusur oranına isabet eden tazminat miktarının davacı tarafından ödenmiş olması nedeniyle üçüncü şahıs olarak borçlu durumundadır. Asıl davada kendi kusur oranına karşılık gelen tazminat miktarından daha fazla ödeme yapmak suretiyle davacı ile davalı arasında konusu para borcu olan bir alacak-borç ilişkisi söz konusudur.
36. Belirtilen hususlara göre; tam yargı davası niteliği taşımayan ve konusu bir kamu alacağı olmayan eldeki rücu davasının Borçlar Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.
37. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; asıl davada görevli olan mahkemenin rücuen tazminat davasında da görevli olması gerektiği, fazla ödeme yapan ve bunu rücu eden kişi açısından tediye ettiği miktarda alacaklının haklarına halef olduğu, tazminat istemine konu asıl davada davalı idare yönünden zararın hizmet kusurundan kaynaklandığı gerekçesiyle idari yargının görevli olduğuna karar verilmesi karşısında zararı ödeyen davacının da halefiyet ilkesi gereği idari yargıda dava açması gerektiği, böyle olunca direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
38. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
39. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 27.09.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
- KARŞI OY -
İdari yargıda idare aleyhine açılabilecek tam yargı davaları hizmet kusuruna dayalı açılan davalar olup özel hukuk hükümlerine ve bu kapsamda haksız fiil hükümlerine dayalı açılmış dava sayılamaz. İdarenin haksız fiil hükümlerine göre de sorumluluğunu gerektiren fiili yol olarak da adlandırılan hâller olabilir ise de bu durum istisnai olup ancak bu durumda özel hukuk hükümlerine göre adli yargıda dava açılabilecektir. Bu kapsamda olmaksızın hizmet kusuruna dayalı açılabilecek ve idari yargıda görülmesi gereken bir davanın ise haksız fiil hükümlerine göre açılabilecek bir dava sayılması mümkün değildir.
İdarenin hizmet kusurundan doğan sorumluluğu, 818 sayılı BK’nda düzenlenen haksız fiil sorumluluğundan farklı olup idare hukukuna has, kendine özgü, özerk, bağımsız, orijinal, olaylara göre değişebilen, esnek bir sorumluluk türüdür.
Kamu hukukunda kusura dayanıldığında, kasıt, ihmal, dikkatsizlik gibi sübjektif öğeler aranmadan idarenin sorumluluğuna gidildiği, idarenin sorumluluğunun kamu hukukuna uygun biçimde nesnel nitelikte olması gerektiği, idarenin özel hukuka tabi sorumluluğunun ise özel hukuk sözleşme ve ilişkilerinden, idarilik vasfını kaybetmiş, mülkiyet hakkına veya kamu hürriyetlerine ağır biçimde hukuk dışı olarak saldırıda bulunması şeklinde ve fiili yol niteliğindeki eylemlerinden ve kanunlarda adli yargıda görüleceği açıkça belirtilmiş uyuşmazlıklardan doğacak olup bu sorumluluk istisnai niteliktedir.
Yukarıda yapılan açıklamalarla birlikte değerlendirildiğinde dava idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak açılmıştır. Zira ölüm olayının meydana geldiği iskelenin yıkım emri bulunmasına rağmen idarece yıktırılmaması nedeniyle idarenin kusurlu olduğu belirlemesi içeren mahkeme kararı nedeniyle idare kusuruna karşılık gelen miktar nedeniyle yapılan fazla ödemenin idareden rücuan tahsili talep edilmiştir.
İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları (İYUK 1/1-b) idari yargıda görülür. Hizmet kusuru nedeniyle açılacak tam yargı davaları da bu kapsamda idari yargıda görülecektir.
Burada hakları doğrudan muhtel olanlar ibaresi ile zarar görenin açacağı dava düzenlenmiş ise de zarar görenin tüm zararını karşılamak durumunda kalan kimsenin açtığı bir dava olması hâlinde de durum değişmeyecektir. Zira bu şekilde açılan bir dava halefiyet esasına göre açılmış sayılacağından zarar gören için hangi mahkeme görevli ise zararı karşılayarak halef olan için de aynı mahkeme görevli olacaktır.
İdarenin kusuruyla meydana gelen zararlarda, tazminatı ödeyen sigortacının halefiyet esasına göre Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre açacağı rücuan tazminat davasının idari yargıda görüleceği kabul edilmektedir (Örnekler: Uyuşmazlık Mahkemesinin 28.12.2009 T. 2009/72 E. 2009/325 K. sayılı, 07.07.2008 T. 2007/538 E. 2008/193 K sayılı ve 03.03.2008 T. 2007/392 E. 2008/41 K. sayılı kararları).
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22.03.1944 Tarih, 1939/37 E. 1944/9 K. sayılı kararında sigortacının halefiyet esasına göre açacağı davalarla ilgili olarak, sigortacının, sigorta poliçesinden kaynaklanmayıp kanundan aldığı bir yetkiye istinaden ve haksız fiil sebebiyle alacaklı yerine kaim olarak hareket ettiği davada hukuk mahkemesine başvurması lazım geleceğine karar verilmiştir. Bu karar haksız fiil sorumluları ile ilgili adli yargıda görülecek davalarla ilgili ve görevli mahkemenin ticaret mahkemesi mi asliye hukuk mahkemesi mi olduğu konusunda ise de görevli mahkemenin zarar görenin dava açabileceği mahkeme olduğunu belirlemesi yönünden önem taşımaktadır.
Eldeki dava sigortacının açtığı rücu davası değil ise de bu uygulamalar eldeki dava için de emsal oluşturabilecek nitelik taşımaktadır. Zira, davacı zarar görenin tüm zararını ödediğini belirterek dava açmış ve olayın meydana gelmesinde idarenin kusuruna karşılık gelen miktarı da ödemek durumunda kaldığını belirttiğine göre rücuan açılan bu dava da halefiyet esasına dayalıdır.
Rücuya konu kararın verildiği dosyada zarar gören idare aleyhine de dava açmış ancak bu yönden idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve kesinleşmiştir. Zarar gören için idari yargının görevli olduğunu belirten bir karar kesinleşmiş iken tüm zararı ödeyerek zarar gören alacaklının haklarına halef olanın zarar gören yerine geçerek açtığı bu davanın adli yargıda görülebileceği sonucuna varılamaz. Aksinin kabulü hâlinde idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı tartışması ve değerlendirmesi yapılarak adli yargıda bir karar verilmiş olacak bu ise yargı yolu kurallarıyla bağdaşmayacaktır.
Tüm bu nedenlerle görevli yargı kolunun idari yargı olduğu kabul edilerek verilen direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumdan adli yargının görevli olduğu ve hükmün bozulması gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye
TAM YARGI DAVASI NİTELİĞİ TAŞIMAYAN VE KONUSU BİR KAMU ALACAĞI OLMAYAN RÜCU DAVASININ ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/4-299
KARAR NO : 2022/1166
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 16/12/2019
NUMARASI : 2019/2235 - 2019/2875
DAVACI : M.B. vekili Av. R.A.
DAVALI : Armutlu Kaymakamlığına İzafeten İçişleri Bakanlığı vekili Av. A.B.
1. Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi tarafından davanın yargı yolu bakımından reddine ilişkin verilen karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi :
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili tarafından yazlığının olduğu köye ait olmak üzere demir ve ahşap karışımı bir iskele yaptırdığını, aynı köyde yazlığı bulunan dava dışı asıl davanın davacısı Ferhat Ö.’in 08.09.2006 tarihinde bu iskeleden atlaması sonucu boyun omuriliği zedelenerek %97 oranında malul kaldığını, bu olay sebebiyle İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/58 E. sayılı dosyasında müvekkili ile Armutlu Kaymakamlığına izafeten İçişleri Bakanlığı aleyhine maddi ve manevi tazminat istemi ile dava açıldığını, davada müvekkili ve yaralanan Ferhat’ın ayrı ayrı %20, Armutlu Kaymakamlığının ise %60 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiğini, yargılama sonucunda davalı idare yönünden davanın görev yönünden reddine, müvekkili yönünden ise diğer davalı Armutlu Kaymakamlığı ile müteselsil sorumlu olduğundan %80 kusur oranına karşılık gelen tazminat miktarından sorumlu olduğuna karar verildiğini, mahkeme kararı üzerine müvekkili aleyhine icra takibi yapıldığını ve müvekkili tarafından icra dosyalarına maddi tazminat ve fer’ileri için 1.244.289,66 TL, manevi tazminat ve fer’îleri için 77.161,97 TL olmak üzere toplam 1.321.451,63 TL ödeme yapıldığını, müvekkili tarafından ödenen toplam tazminat miktarının müteselsil sorumluluk gereği hem müvekkilinin %20 kusuruna karşılık olan hem de idarenin %60 kusur oranına tekabül eden tazminat miktarı olduğunu, davalı idarenin kusur oranına karşılık gelen ancak müteselsil sorumluluk gereği davacı tarafından ödenen miktarın davalıdan rücuen tazmini gerektiği ileri sürerek 991.089,00 TL’nin ödeme tarihi olan 03.03.2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabı :
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili aleyhine kesinleşmiş bir karar mevcut olmadığından tazminat ödenmesine sebep olan İstanbul 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2008/58 E. sayılı dosyasındaki kusur oranının müvekkilini bağlamadığını, görev yönünden verilen red kararının taraf ehliyetini sona erdiren bir işlem olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Gemlik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.10.2017 tarihli ve 2016/226 E., 2017/480 K. sayılı kararı ile; davalı idare tarafından bu olay sebebiyle aleyhlerine açılmış bir dava olmadığının bildirildiği, İstanbul 21. Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesince tahsilde tekerrüre sebep olmamak kaydıyla hüküm kurulduğundan haksız fiil sebebiyle kesinleşmiş mahkeme kararının mevcut olduğu, davalının ilk aşamada taraf olduğu asıl dosyadaki raporda belirtilen kusur tespitinin yeterli görülerek kuvvetli delil olduğu, bu rapora dayalı alınan hesap raporunun da hukuka ve usule uygun bulunduğu gerekçesiyle ödenen miktarlara ödeme yapılan tarihler itibariyle faiz işletilmesi suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı :
7. Gemlik 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
8. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesince 09.11.2018 tarihli ve 2018/784 E., 2018/1241 K. sayılı kararı ile; eldeki davanın asıl davada ödenmiş olunan miktardan müteselsilen sorumlu olan davalı idareye karşı kusur oranına karşılık gelen miktar için açılan rücuen tazminat davası olduğu, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinde asıl dava olarak görülen davada, davalı bakımından idari yargının görevli olduğuna dair verilen red kararının Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, İçişleri Bakanlığının buradaki kusurunun kamu hizmetinin kuruluşu, işleyişi ile ilgili objektif bir şekil ve mahiyette olan hizmet kusuru olduğu, davaya konu olayın hizmetin kusuru vasfında olup müteselsil sorumlulukta borcun tamamını ödeyen kişinin iç ilişkide kusur oranına göre diğer sorumluya dava açtığı takdirde diğer sorumlunun dış ilişkide hangi hukuki sorumluluğa göre sorumluluğu varsa iç ilişkide de aynı sorumluluğunun var olması gerektiği, ifa edilen miktar oranında hem maddi hukuk hem de yargılama hukuku bakımından alacaklının haklarına aynen halef olunduğu, ardıllığa (halefiyete) dayanan dönme (rücu) davalarında görevli ve yetkili mahkemenin asıl alacaklı ile borçlu arasındaki ilişki göz önünde tutularak belirlenmesi gerektiği, dava konusu olayda zarar gören kişi alacağının tamamını aldığından kusur oranına göre davalı İçişleri Bakanlığı aleyhine idari yargıda dava açamayacağı, idari yargıda görülecek davanın borcun tamamını ödeyerek alacaklıya halef olan davacının açtığı rücuen tazminat davası olduğu, buna göre hizmet kusuruna dayalı olarak davalının sorumluluğunu belirlemede idari yargının görevli olduğu belirtilerek ilk derece mahkemesi kararı kaldırılmış ve davanın yargı yolu bakımından reddi yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 02.05.2019 tarihli ve 2019/583 E., 2019/2567 K. sayılı kararı ile; “… İlk Derece Mahkemesince, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesince davacının rücu talebinin davalının hizmet kusurundan kaynaklanan sorumluluğuna dayandığı, bu itibarla davanın idari yargıda açılması gerektiği gerekçesi ile dava dilekçesinin yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Eldeki davada, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/167 esas 2015/497 karar sayılı dosyasında verilen müşterek ve müteselsil sorumluluk kararı nedeniyle, dava dışı hak sahiplerine ödenen tazminatın rücuen tahsili istenmektedir. Bu hali ile davaya konu uyuşmazlık 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 50 ve 51. maddeleri (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61 ve 62. maddeleri) uyarınca müteselsil sorumluluk esasına dayanmaktadır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi uyarınca, idari yargıda açılabilecek davalar tam yargı ve iptal davalarıdır. Dairemiz (07/11/2018 tarih 2018/4001 E.-2018/6701 K.) ve Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına göre (02/02/2009 tarih 2008/397 E-2009/28 K, 02/07/2007 tarih 2007/15E-2007/118 K, 01/07/2004 tarih 2004/43 E-2004/46 K) idari yargıda rücu davası açılamayacağından davanın görülme yeri adli yargıdır. Mahkemece açıklanan olgular ve yasal düzenlemeler gözetilerek, tarafların delilleri toplanmalı ve işin esası hakkında bir karar verilmelidir. Karar açıklanan bu nedenle bozulmalıdır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı :
11. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesinin 16.12.2019 tarihli ve 2019/2235 E., 2019/2875 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, aynı zarardan dolayı aynı veya çeşitli sebeplerle sorumlu olma hallerinde tazminatın kendi payından fazlasını ödeyen kişinin fazla ödeme yaptığı kısım için, müteselsil sorumlulara rücu hakkına sahip olarak zarar görenin halefi haline geldiğinin 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun(TBK) 62. maddesinin son fıkrasında ve borçlar hukukunda özel durumların düzenlendiği müteselsil borçluluk durumunda düzenlediği, halef olma durumunda davalının sorumluluk çeşidinin, yargı yolunun değişmeyeceği, alacaklı hangi usul hükümlerine tabi ise halef de aynı usul hükümlerine tâbi olacağı, bu durumda asıl davada davalının sorumluluğunun hizmet kusurundan kaynaklandığı, davacının da halefiyet ilkelerine göre dava açtığı, dolayısıyla görevli yargı yolunun idari yargı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi :
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; görülmekte olan rücuen tazminat davasının yargı yolu bakımından adli yargıda mı, yoksa idari yargıda mı çözümlenmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
15. Müteselsil borçluluk; bir irade beyanı veya kanun hükmü dolayısıyla bir edimin birden ziyade borçlulardan her birinin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu, alacaklının ise tamamını ancak bir defa ifa etmek üzere edimi borçlulardan dilediği birinden talep etmeye yetkili olduğu ve borçlulardan birinin ifası veya ifa yerini tutan fiiliyle diğerlerinin bu oranda alacaklıya karşı borçtan kurtulacakları bir birlikte borçluluk hâlidir (Akıntürk, Turgut: Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 35).
16. Müteselsil borçluluk hâllerinden biri 818 sayılı (mülga) Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51 maddeleri ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61. ve 62. maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk hâlidir. Kanun koyucu birden fazla kimselerin müşterek kusurlarıyla bir zarara sebebiyet vermeleri hâlinde, bu kimselerin zarara uğrayana karşı müteselsilen sorumlu olmalarını öngörmüştür (Akıntürk, s. 123).
17. Birden çok kişi aynı zarardan aynı sebepten veya çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu olabilir. Bu durum iki veya daha çok kişinin şahsında sorumluluğun ya da herhangi bir tazminat yükümlülüğünün şartlarının gerçekleşmesi halinde söz konusu olur. Buna göre birden çok kişi aynı zarara birlikte sebep olabilecekleri gibi, çeşitli nedenlerle de sebep olabilirler. İkinci hâlde sorumlulardan yalnız biri söz konusu zarara sebebiyet verirken, diğeri sebebiyet vermediği böyle bir zararı başka bir nedenle tazmin zorunda kalabilir (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Baskı, Ankara 2017, s. 831).
18. Tük hukukunda birden çok kişinin aynı zarardan sorumluluğuna, “Müteselsil sorumluluk” adı verilmektedir. Doktrinde buna “taleplerin yarışması” da denilmektedir (Eren, s. 833).
19. Müteselsil sorumluluğu doğuran sebepler 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde ortaya konulmuştur.
20. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müteselsil mesuliyet” ana başlığı altında “Haksız fiil halinde” alt başlığını taşıyan 50. maddesinin 1. cümlesi “Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar.” şeklinde düzenlenmiştir.
21. Benzer açıklama 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) “Müteselsil sorumluluk” ana başlığı altında “Dış ilişkide” alt başlığını taşıyan 61. maddesinde de yer almaktadır. Anılan madde;
“Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” düzenlemesini içermektedir.
22. Müteselsil sorumluluk iki ilkeyi beraberinde getirir. Bu ilkelerden birisi zarar verenle zarar gören arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla dış ilişki (BK’nın 50., TBK’nın 61. maddesi); ikincisi ise zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir (BK’nın 51., TBK’nın 62. maddesi).
23. Zarar gören ile zarar veren arasındaki ilişkiyi düzenleyen dış ilişki müteselsil sorumluluğun ilk ilkesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
24. Müteselsil sorumlulukta alacaklı, borçluların hepsini birden takip veya dava edebileceği gibi, bunların içinden dilediği birini veya bir kaçını da takip veya dava edebilir. İşte alacaklının, borçlulardan dilediğini ya da dilediklerini ifa istemine muhatap tutabilmesi, onun bir seçim hakkına sahip bulunduğunu gösterir. Alacaklının bu hakkı borç tamamen ödeninceye kadar devam eder (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993, s. 285). Bu durumda kişilerin yarışmasından (Personenkonkurenz) bahsedilir (Antalya, Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt II, İstanbul 2017, s. 545).
25. Müteselsil sorumluluğun getirdiği ikinci ilke, zarar verenler arasındaki ilişki, diğer bir anlatımla iç ilişkidir.
26. İç ilişki, rücu ilişkisidir. Yani tazminat borcunun ortaya çıkmasına neden olan sorumluların birbirleri ile olan ilişkisidir. Rücu ilişkisinden doğan hak ise rücu hakkıdır.
27. Rücu, kendisine veya başkasına ait bir borç ifa ederek borçluyu tatmin eden kişinin, alacaklıya yaptığı edanın tamamını veya bir kısmını başka kişiden talep etmesidir. Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip olur (Antalya, s. 554).
28. Rücu hakkı özü itibariyle bir alacak hakkıdır. Bu alacak hakkı, dış ilişkideki asıl borç ilişkisinden bağımsız, rücu edilen ile rücu eden arasındaki hukukî ilişkiden doğan yeni bir haktır (Koçano Rodoslu, Emine: Rücu Hakkı, 1. Baskı, Ankara 2016, s. 7).
29. Müteselsil sorumlulukta sorumluların birbirlerine karşı rücu ilişkisinde göz önünde tutulacak ilkeler ise Borçlar Kanunu’nun 50. maddenin 1. fıkrası ile 51. maddesinde ve Türk Borçlar Kanunu’nun 62. maddesinde düzenlenmiştir.
“Haksız fiil halinde” başlığını taşıyan 50. maddenin 1. fıkrası;
“Birden ziyade kimseler birlikte bir zarar ika ettikleri takdirde müşevvik ile asıl fail ve fer'an methali olanlar, tefrik edilmeksizin müteselsilen mesul olurlar. Hakim, bunların birbiri aleyhinde rücu hakları olup olmadığını takdir ve icabında bu rücuun şumulünün derecesini tayin eyler.”
“Muhtelif sebeplerin içtimaı hâlinde” başlığını taşıyan 51. madde;
“Müteaddit kimseler muhtelif sebeplere (haksız muamele, akit, kanun) binaen mesul oldukları takdirde haklarında, birlikte bir zarar vukuuna sebebiyet veren kimseler hakkındaki hükümlere göre muamele olunur.
Kaideten haksız bir fiili ile zarara sebebiyet vermiş olan kimse en evvel, tarafından hata vaki olmamış ve üzerine borç alınmamış olduğu halde kanunen mesul olan kimse en sonra, zaman ile mükellef olur.”
Türk Borçlar Kanunu’nun 62. maddesinde “İç İlişkide” başlığı ile;
“Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.
Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.” şeklinde düzenlenmiştir.
30. Bu maddelere göre iç ilişkide sorumluluk, müteselsil sorumluluk olarak kabul edilmez. Burada herkes kendi kusur oranı doğrultusunda sorumlu olur. Bu sorumluluk dağılırken kişilerin yarattığı tehlike ile kusurun ağırlığı önem taşır. Ödemeyi yapan sorumlu, eğer kendisinin ödemesi gereken miktardan daha fazlasını ödemek zorunda kalır ise yaptığı fazla ödeme için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahiptir ve zarar görenin haklarına halef olur ve buradaki rücuda teselsül değil, pay esası geçerlidir.
31. Yukarıda belirtilen dayanak maddelerden de anlaşılacağı üzere rücuen tazminat davasının temeli Borçlar Kanunu olmakla dayanağını da müteselsil sorumluluğun iç ilişkideki yansıması oluşturmaktadır.
32. Müteselsil sorumluluk ile ilgili genel açıklamalardan sonra bu aşamada uyuşmazlık kapsamında idari dava türlerine ilişkin düzenlemelere değinmek gerekmektedir.
33. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesi;
“İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
c) Tahkim yolu öngörülen imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklar hariç, kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar.
2. İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinde gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler.”
Düzenlemesi ile idari dava türlerini belirtmiştir.
34. Sonuç itibariyle; eldeki davanın davacı tarafından ödenen tazminatın rücuen tahsili istemiyle açılmış olması karşısında yukarıda sözü edilen kanun hükmü anlamında bir iptal davası veya idari sözleşmeden kaynaklanan dava olmadığı açıktır. Yine işbu davanın aynı kanun hükmü anlamında “tam yargı davası” niteliği taşımadığında da kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Çünkü tam yargı davaları; ancak, her hangi bir idari eylem ve işlemden dolayı kişisel hakkın doğrudan muhtel olması hâlinde ve o kişisel hakkın sahiplerince açılabilirler.
35. Öte yandan; asıl davada istem konusu yapılan tazminat alacağı esasında idarenin hizmet kusurundan kaynaklasa bile bu borç davalı idareye kamu borcu niteliği kazandırmaz. İdare, kendi kusur oranına isabet eden tazminat miktarının davacı tarafından ödenmiş olması nedeniyle üçüncü şahıs olarak borçlu durumundadır. Asıl davada kendi kusur oranına karşılık gelen tazminat miktarından daha fazla ödeme yapmak suretiyle davacı ile davalı arasında konusu para borcu olan bir alacak-borç ilişkisi söz konusudur.
36. Belirtilen hususlara göre; tam yargı davası niteliği taşımayan ve konusu bir kamu alacağı olmayan eldeki rücu davasının Borçlar Kanunu hükümlerine göre adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.
37. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; asıl davada görevli olan mahkemenin rücuen tazminat davasında da görevli olması gerektiği, fazla ödeme yapan ve bunu rücu eden kişi açısından tediye ettiği miktarda alacaklının haklarına halef olduğu, tazminat istemine konu asıl davada davalı idare yönünden zararın hizmet kusurundan kaynaklandığı gerekçesiyle idari yargının görevli olduğuna karar verilmesi karşısında zararı ödeyen davacının da halefiyet ilkesi gereği idari yargıda dava açması gerektiği, böyle olunca direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
38. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
39. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/2. maddesi uyarınca dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 27.09.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
- KARŞI OY -
İdari yargıda idare aleyhine açılabilecek tam yargı davaları hizmet kusuruna dayalı açılan davalar olup özel hukuk hükümlerine ve bu kapsamda haksız fiil hükümlerine dayalı açılmış dava sayılamaz. İdarenin haksız fiil hükümlerine göre de sorumluluğunu gerektiren fiili yol olarak da adlandırılan hâller olabilir ise de bu durum istisnai olup ancak bu durumda özel hukuk hükümlerine göre adli yargıda dava açılabilecektir. Bu kapsamda olmaksızın hizmet kusuruna dayalı açılabilecek ve idari yargıda görülmesi gereken bir davanın ise haksız fiil hükümlerine göre açılabilecek bir dava sayılması mümkün değildir.
İdarenin hizmet kusurundan doğan sorumluluğu, 818 sayılı BK’nda düzenlenen haksız fiil sorumluluğundan farklı olup idare hukukuna has, kendine özgü, özerk, bağımsız, orijinal, olaylara göre değişebilen, esnek bir sorumluluk türüdür.
Kamu hukukunda kusura dayanıldığında, kasıt, ihmal, dikkatsizlik gibi sübjektif öğeler aranmadan idarenin sorumluluğuna gidildiği, idarenin sorumluluğunun kamu hukukuna uygun biçimde nesnel nitelikte olması gerektiği, idarenin özel hukuka tabi sorumluluğunun ise özel hukuk sözleşme ve ilişkilerinden, idarilik vasfını kaybetmiş, mülkiyet hakkına veya kamu hürriyetlerine ağır biçimde hukuk dışı olarak saldırıda bulunması şeklinde ve fiili yol niteliğindeki eylemlerinden ve kanunlarda adli yargıda görüleceği açıkça belirtilmiş uyuşmazlıklardan doğacak olup bu sorumluluk istisnai niteliktedir.
Yukarıda yapılan açıklamalarla birlikte değerlendirildiğinde dava idarenin hizmet kusuruna dayalı olarak açılmıştır. Zira ölüm olayının meydana geldiği iskelenin yıkım emri bulunmasına rağmen idarece yıktırılmaması nedeniyle idarenin kusurlu olduğu belirlemesi içeren mahkeme kararı nedeniyle idare kusuruna karşılık gelen miktar nedeniyle yapılan fazla ödemenin idareden rücuan tahsili talep edilmiştir.
İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları (İYUK 1/1-b) idari yargıda görülür. Hizmet kusuru nedeniyle açılacak tam yargı davaları da bu kapsamda idari yargıda görülecektir.
Burada hakları doğrudan muhtel olanlar ibaresi ile zarar görenin açacağı dava düzenlenmiş ise de zarar görenin tüm zararını karşılamak durumunda kalan kimsenin açtığı bir dava olması hâlinde de durum değişmeyecektir. Zira bu şekilde açılan bir dava halefiyet esasına göre açılmış sayılacağından zarar gören için hangi mahkeme görevli ise zararı karşılayarak halef olan için de aynı mahkeme görevli olacaktır.
İdarenin kusuruyla meydana gelen zararlarda, tazminatı ödeyen sigortacının halefiyet esasına göre Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre açacağı rücuan tazminat davasının idari yargıda görüleceği kabul edilmektedir (Örnekler: Uyuşmazlık Mahkemesinin 28.12.2009 T. 2009/72 E. 2009/325 K. sayılı, 07.07.2008 T. 2007/538 E. 2008/193 K sayılı ve 03.03.2008 T. 2007/392 E. 2008/41 K. sayılı kararları).
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22.03.1944 Tarih, 1939/37 E. 1944/9 K. sayılı kararında sigortacının halefiyet esasına göre açacağı davalarla ilgili olarak, sigortacının, sigorta poliçesinden kaynaklanmayıp kanundan aldığı bir yetkiye istinaden ve haksız fiil sebebiyle alacaklı yerine kaim olarak hareket ettiği davada hukuk mahkemesine başvurması lazım geleceğine karar verilmiştir. Bu karar haksız fiil sorumluları ile ilgili adli yargıda görülecek davalarla ilgili ve görevli mahkemenin ticaret mahkemesi mi asliye hukuk mahkemesi mi olduğu konusunda ise de görevli mahkemenin zarar görenin dava açabileceği mahkeme olduğunu belirlemesi yönünden önem taşımaktadır.
Eldeki dava sigortacının açtığı rücu davası değil ise de bu uygulamalar eldeki dava için de emsal oluşturabilecek nitelik taşımaktadır. Zira, davacı zarar görenin tüm zararını ödediğini belirterek dava açmış ve olayın meydana gelmesinde idarenin kusuruna karşılık gelen miktarı da ödemek durumunda kaldığını belirttiğine göre rücuan açılan bu dava da halefiyet esasına dayalıdır.
Rücuya konu kararın verildiği dosyada zarar gören idare aleyhine de dava açmış ancak bu yönden idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle reddedilmiş ve kesinleşmiştir. Zarar gören için idari yargının görevli olduğunu belirten bir karar kesinleşmiş iken tüm zararı ödeyerek zarar gören alacaklının haklarına halef olanın zarar gören yerine geçerek açtığı bu davanın adli yargıda görülebileceği sonucuna varılamaz. Aksinin kabulü hâlinde idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığı tartışması ve değerlendirmesi yapılarak adli yargıda bir karar verilmiş olacak bu ise yargı yolu kurallarıyla bağdaşmayacaktır.
Tüm bu nedenlerle görevli yargı kolunun idari yargı olduğu kabul edilerek verilen direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumdan adli yargının görevli olduğu ve hükmün bozulması gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Zeki GÖZÜTOK
Üye