ÜÇÜNCÜ KİŞİ VEKİLİN VEKÂLET GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞINI BİLİYOR VEYA BİLMESİ GEREKİYORSA VEKİL EDEN SÖZLEŞME İLE BAĞLI SAYILMAZ.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-605
Karar No : 2024/356
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02.11.2021
SAYISI : 2021/541 E., 2021/709 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.07.2021 tarihli ve 2019/3868 Esas,
2021/3708 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı şirket yönünden davanın reddine diğer davalılar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; davalı gerçek kişilerin müvekkiline ait Antalya İli Kepez İlçesi Muratpaşa Mahallesi 3446 ada 22 ve 23 parselde kayıtlı bulunan taşınmazda kiracı olduklarını, müvekkili ve eşinin yaşlı olmaları nedeniyle bu kişilerin müvekkiline bazı işlerde yardım ettiklerini, müvekkilinin davalı Filiz Ok’tan yardım istediği bir gün bu kişinin müvekkilinin yaşlı ve hasta olmasından faydalanarak kiracısı oldukları 3446 ada 22 ve 23 parselin satışını kapsayan 27.08.2007 tarihli özel vekâletnamenin davalı Filiz Ok’un kızı olan diğer davalı Firdevs A. adına düzenlendiğini, davalı Firdevs A.'ın da söz konusu taşınmazları abisi olan diğer davalı Süleyman A. yardımıyla davalı H.B. Petrolcülük Turizm Tarım Orman ve Su Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.’ye 12.09.2007 tarihinde sattığını, davalı şirketin iyiniyetli olmadığını ve davalıların hep birlikte hareket ettiklerini, vekâletname tarihi itibariyle müvekkilinin ehliyetsiz olduğunu, öte yandan vekâletnamenin hile ile alındığını ileri sürerek dava konusu 3446 ada 22 ve 23 parsel sayılı taşınmazların davalı şirket adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuya tesciline, tapu iptali ve tescil talebi kabul edilmediği takdirde şimdilik 200.000,00 TL bedelin satış tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında aslında davada vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayandıklarını, tereddüt olmaması için bu hususta ıslah talebinde bulunduklarını belirtmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı şirket vekili; müvekkili tarafından dava konusu taşınmazların emlakçı aracılığıyla satın alındığını, satışın özel vekâletname ile yapılacağının satış esnasında öğrenildiğini, vekâletnamede mal sahibinin vekâletname tarihi itibariyle akli melekelerinin yerinde olduğuna dair doktor raporunun yer aldığını, müvekkilinin dava konusu taşınmazların rayiç değerini nakit ve çek olarak ödediğini, müvekkilinin iyiniyetli olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
2. Diğer davalılar usulüne uygun tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamış; duruşmalara da katılmamıştır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 23.01.2018 tarihli ve 2008/418 Esas, 2018/6 Karar sayılı kararı ile; Adli Tıp Kurumundan alınan rapor gereğince davacı Veli Zağlı’nın vekâletname tarihi itibariyle hukuki işlem ehliyetine haiz bulunduğu, ancak davalı gerçek kişilerin hilesi ile davacı Veli Zağlı’nın vekâletname iradesinin sakatlandığı, bu kişilerin davacının zararından sorumlu oldukları, öte yandan davalı şirkete yapılan satış işleminin taşınmazların rayiç bedeline uygun bir bedel üzerinden satılması sebebiyle gerçek bir satış işlemi olduğu, davacı tarafça davalı şirket yönünden hile ve muvazaa unsurunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın davalı şirket yönünden reddine, diğer davalılar yönünden açılan tazminat davasının kabulü ile 200.000TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 23.05.2019 tarihli ve 2018/1512 Esas, 2019/722 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun'un 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... Dava, ehliyetsizlik ve vekaletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının hukuki ehliyetsizliğinden de yararlanılıp hile ile alınan vekaletname kullanılmak suretiyle 22 ve 23 nolu parsellerinin davalı Şirkete satıldığını, işlemin geçersiz olduğunu, Şirketin de iyiniyetli sayılamayacağını ileri sürerek tapu iptali-tescile, aksi takdirde tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı Şirket, bedeli ödenerek taşınmazların alındığını belirtip davanın reddini savunmuş; diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Davalı Şirket yönünden iddianın kanıtlanamadığı; diğer davalıların ise hile ile aldıkları vekaletnameyi kullanarak davacıyı zarara uğrattıkları gerekçesiyle davalı Şirket hakkındaki davanın reddine, 200.000TL tazminatın diğer davalılardan alınıp davacıya ödenmesine ilişkin mahkeme kararına karşı davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Getirtilen kayıt ve belgelerden; dava konusu 22 (411 m2. arsa) ve 23 (408.m2. arsa) parsel sayılı taşınmazların davacı adına kayıtlı iken, 27.08.2007 tarihli vekaletnameyle vekil kılınan 1987 doğumlu Firdevs A. tarafından 11.09.2007 tarihli resmi akitte 100.000′er TL′den toplam 200.000TL bedelle davalı Şirkete satıldığı; taşınmazların dava tarihindeki toplam değerinin 409.442TL, satış tarihindeki toplam değerinin 279.282TL olduğunun bilirkişilerce saptandığı; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 09.08.2010 tarihli raporla, davacının 27.08.2007 tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğunun belirlendiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, davalı Şirket dışındaki diğer davalıların, hileli yollarla kandırmak suretiyle davacıdan aldıkları vekaletnameyi kötüye kullandıkları mevcut delillerle tespit edildiğinden, mahkemenin bu yöndeki kabulünde bir isabetsizlik yoktur.
Bu durumda, davalı Şirket ile diğer davalılar arasında el ve işbirliği bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu′nun(TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, davalılardan vekil Firdevs′in bankada çalışan ve banka ile arasında mali problem bulunan ağabeyi davalı Süleyman′ın davalı Şirketin yönetim kurulu başkanı olan Abdurrahman C.′i daha önceden tanıdığı, akit tarihinde 20 ve 25 yaşlarında olan Firdevs ve Süleyman′ın davaya konu taşınmazları kendilerine aitmiş gibi satışa çıkardıkları, ancak tapudaki işlemden önce bunun böyle olmadığının Şirketin yönetim kurulu başkanı Abdurrahman C. tarafından da öğrenildiği, buna rağmen satışın gerçekleştirildiği, Şirket tarafından yapıldığı belirtilen çekle ödemelerin de vekil Firdevs′e yapılmadığı, aksine ona ciro ettirildiği hazırlık soruşturması evrakı, tanık anlatımları ve tüm dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Yukarıda değinilen ilke ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, vekaletnamenin kötüye kullanıldığının davalı Şirket tarafından bilindiği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olduğu, TMK′nın 2. ve 3. maddelerine uygun hareket etmediği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hal böyle olunca, tapu iptali-tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ek olarak davalı şirket temsilcisi ile davalı Süleyman A.’ın yaptıkları pazarlık sonucu emlakçı komisyon bedeli dâhil 200.000,00 TL’ye anlaştıkları, 07.09.2007 tarihinde 25.000,00 TL kaparo verilmek suretiyle devir tarihinde bedelin tamamen ödendiği, davalı Süleyman A.’ın davalı şirketin temsilcisini daha önceden tanıyor olmasının davalılar ile davalı şirketin işbirliği içinde hareket ederek taşınmaz devrinin gerçekleştirileceğine emare olamayacağı, davalı Firdevs A.’ın satış bedelini davacıya vermemek suretiyle vekâlet görevini kötüye kullandığının sabit olduğu, davalı gerçek kişilerin fikir ve eylem birliği ile vekâlet görevini kötüye kullanarak davacıyı zarara uğratmaları, ancak bu durumun davalı şirketin vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde hareket ettiği anlamına gelemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, dosyadaki tüm tanık beyanları ve kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde vekâletnameyi kötüye kullanan vekil ve yakınları ile davalı şirket yetkililerinin birlikte hareket ettiklerini, davalı şirketin iyiniyetli olmadığını ve diğer davalılar ile çıkar ve işbirliği hâlinde bulunduğunu, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını bilerek taşınmazları satın aldığını, basiretli bir tacir gibi davranmadığının sabit olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda vekâletnamenin kötüye kullanıldığının davalı şirket tarafından bilinip bilinmediği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı şirket yönünden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 502 nci maddesinin birinci fıkrası, 504 üncü maddesinin birinci fıkrası, 505 inci maddesinin birinci fıkrası ve 506 ncı maddesi.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2, 3 ve 6 ncı maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Dava, ehliyetsizlik ve vekâletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
2. 6098 sayılı Kanun'un 502 nci maddesinin birinci fıkrasında [818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 386 ncı maddesinin birinci fıkrasında] vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.
3. Vekâlet sözleşmesinin tarafları vekâlet veren ile vekildir. Vekâlet veren gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi vekil de gerçek ya da tüzel kişi olabilir. Sözleşmenin konusunu ise herhangi bir hukuki işlem yahut maddi bir eylemin yapılması oluşturabilir. Ancak sözleşmenin geçerli olması için konusunun mümkün olması yanında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir.
4. Vekâlet sözleşmesini 6098 sayılı Kanun'un 40 ilâ 48 inci (818 sayılı Kanun'un 32 ilâ 40 ıncı) maddeleri arasında düzenlenen temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.
5. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.
6. Nitekim satışın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Kanun'un 389 uncu maddesinin birinci fıkrasında vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390 ıncı maddesinde;
“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur”
hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.
7. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Bu nedenle vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket etmelidir.
8. Bu itibarla vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
9. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet görevinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce 6098 sayılı Kanun'un 506 ncı (818 sayılı Kanun'un 390 ıncı) maddesinin bir gereği olduğu gibi 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.
10. Uygulamada vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumlarının özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar ile 12.07.2023 tarihli ve 2023/1-249 Esas, 2023/747 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekilin, vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve onun yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapması durumunda değinilen maddeler uyarınca sorumlu olacağı açıktır.
11. Diğer taraftan vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Kanun'un 3 üncü maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dâhi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
12. Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve iş birliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından resen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli ve 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).
13. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve iş birliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.
14. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı konusu 4721 sayılı Kanun'un “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 190 ıncı maddesine göre de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir”. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün bu iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.
15. Somut olayda; davacının 27.08.2007 tarihli Antalya 7. Noterliğinde düzenlenen 24777 yevmiye numaralı vekâletname ile Antalya İli Kepez İlçesi Muratpaşa Mahallesi 3446 ada 22 ve 23 parselde kayıtlı bulunan taşınmazların satışı için davalı Firdevs A.'ı vekil tayin ettiği, dava konusu taşınmazların vekil tarafından 12.09.2007 tarihinde toplam 200.000,00 TL bedel ile davalı şirkete satıldığı, ödemenin ise 25.000,00 TL'sinin 07.09.2007 tarihinde nakit olarak, 3.500,00 TL'sinin 13.09.2007 tarihinde nakit olarak ve geri kalanının 13.09.2007 tarihinde çek verilerek yapıldığı anlaşılmaktadır.
16. Dosya kapsamından; 07.09.2007 tarihli 25.000,00 TL nakit ödemenin, tediye makbuzu davalı vekil Firdevs A. adına düzenlenmiş ise de davalı Süleyman A.'a yapıldığı, yine 13.09.2007 tarihli 3.500,00 TL nakit ödemenin tediye makbuzu davalı vekil Firdevs A. adına düzenlenmiş ise de davalı Süleyman A.'a yapıldığı, aynı şekilde geri kalan ödemenin davalı vekil Firdevs A.'ın lehtar olduğu çekler ile yapıldığı, ancak 13.09.2007 tarihli tediye makbuzlarında bu çeklerin lehtara değil davalı Süleyman A.'a teslim edildiği görülmektedir.
17. İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılan keşif sonucu düzenlenen 30.09.2014 tarihli bilirkişi raporunda her iki taşınmazın toplam değerinin satış tarihinde 279.282,80 TL, dava tarihinde 409.442,70 TL olduğunun tespit edilmiştir. Ayrıca ceza dosyası kapsamında aldırılan Adli Tıp Kurumu Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 09.08.2010 tarihli raporla, davacının 27.08.2007 tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğunun belirlendiği görülmektedir.
18. Hemen belirtilmelidir ki, davalı şirket dışındaki diğer davalıların davacıdan aldıkları vekâletnameyi kötüye kullandıkları mevcut delillerle tespit edildiğinden bu husus uyuşmazlık konusu teşkil etmemektedir.
19. Ceza soruşturması dosyası kapsamında ifadesi alınan davalı vekil Firdevs A.; vekâleti aldıktan sonra Antalya Toptancı Sebze Halinde bulunan Finansbank Şubesinde müşteri hizmetleri görevlisi olarak çalışan ağabeyinin kendisine Antalya Toptancı Sebze Halinde merkezi bulunan davalı şirketin temsilcinin bu arsaları almak istediğini söylediğini, dolayısıyla davalı şirketin ağabeyi tarafından bulunarak bu şirkete satış yapıldığını, aldığı çekleri ciro ederek davalı şirketin muhasebecisine, ağabeyine ve ismini vermek istemediği bir kişiye verdiğini, bu satıştan herhangi bir para almadığını beyan etmiştir. Yine ceza soruşturması dosyası kapsamında ifadesi alınan davalı Süleyman A.; kardeşinin vekâleti almasından sonra Antalya Toptancı Sebze Halinde bulunan Finansbank Şubesinde çalışması nedeniyle tanıdığı davalı şirketin temsilcisine bu arsaları alıp alamayacağını sorduğunu, davalı şirketin temsilcisi ile birlikte arsaları görmeye gittiklerini, arsaları beğenmesi üzerine satın aldıklarını, parasının kardeşine nakit ve çek olarak yapıldığını, kendisinin herhangi bir para almadığını belirtmiştir.
20. Ceza soruşturması dosyası kapsamında beyanı alınan davalı şirket temsilcisi Abdurrahman C.; arsaları davalı vekil Firdevs A.'tan satın aldıklarını, Firdesv A.'ın arsaların dedesine ait olduğunu beyan ettiğini, ödemelerin nakit ve çek ile Firdevs A. ve ağabeyi Süleyman A.'a yapıldığını belirtmiştir. Satış yapıldığı tarihte davalı vekil Firdevs A. 20 yaşında iken davalı Süleyman A. 25 yaşındadır.
21. Bu itibarla davalı vekil Firdevs A.'ın bankada çalışan ağabeyi davalı Süleyman A. ile davalı şirketin temsilcisi olan Abdurrahman C.′in daha önceden tanıştığı, satış tarihi itibariyle 20 ve 25 yaşlarında olan Firdevs A. ve Süleyman A.′ın davaya konu taşınmazları kendilerine aitmiş gibi satışa çıkardıkları, ancak tapudaki işlemden önce bunun böyle olmadığının davalı şirketin temsilcisi Abdurrahman C. tarafından da öğrenildiği, buna rağmen satışın gerçekleştirildiği, satış bedelinin rayiç değerden düşük olduğu, davalı şirket tarafından yapılan nakit ödemelerin davalı vekil Firdevs A. yerine ağabeyi Süleyman A.'a yapıldığı, yine vekil lehine düzenlenen çeklerin de davalı vekil Firdevs A. yerine ağabeyi Süleyman A.'a verildiği gözetildiğinde vekâletnamenin kötüye kullanıldığının davalı şirket tarafından bilindiği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olduğu, dolayısıyla davalı şirketin 4721 sayılı Kanun'un 2 nci ve 3 üncü maddelerine uygun hareket etmediği kabul edilmelidir.
22. Hâl böyle olunca, davacı tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne karar verilmelidir.
23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davada ispat yükünün davacı üzerinde bulunduğu, davacının davalı şirket ile diğer davalıların el ve iş birliği içerisinde hareket etmek suretiyle kendisini zararlandırdıklarını ve vekil vasıtasıyla taşınmazları satın alan davalı şirketin kötüniyetli olduğunu usulünce ispat edemediği, zira davalı Süleyman A.’ın davalı şirketin temsilcisini daha önceden tanıyor olmasının davalılar ile davalı şirketin işbirliği içinde hareket ederek taşınmaz devrinin gerçekleştirileceğine emare olamayacağı, ayrıca davalı şirketin taşınmazların bedelini davalı vekilin gösterdiği ağabeyine ödemesinin de kötüniyeti göstermediği, dolayısıyla direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
24. O hâlde İlk Derece Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
03.07.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u BOZMA, 6’sı ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
ÜÇÜNCÜ KİŞİ VEKİLİN VEKÂLET GÖREVİNİ KÖTÜYE KULLANDIĞINI BİLİYOR VEYA BİLMESİ GEREKİYORSA VEKİL EDEN SÖZLEŞME İLE BAĞLI SAYILMAZ.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2023/1-605
Karar No : 2024/356
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Antalya 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02.11.2021
SAYISI : 2021/541 E., 2021/709 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 05.07.2021 tarihli ve 2019/3868 Esas,
2021/3708 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davalı şirket yönünden davanın reddine diğer davalılar yönünden davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili; davalı gerçek kişilerin müvekkiline ait Antalya İli Kepez İlçesi Muratpaşa Mahallesi 3446 ada 22 ve 23 parselde kayıtlı bulunan taşınmazda kiracı olduklarını, müvekkili ve eşinin yaşlı olmaları nedeniyle bu kişilerin müvekkiline bazı işlerde yardım ettiklerini, müvekkilinin davalı Filiz Ok’tan yardım istediği bir gün bu kişinin müvekkilinin yaşlı ve hasta olmasından faydalanarak kiracısı oldukları 3446 ada 22 ve 23 parselin satışını kapsayan 27.08.2007 tarihli özel vekâletnamenin davalı Filiz Ok’un kızı olan diğer davalı Firdevs A. adına düzenlendiğini, davalı Firdevs A.'ın da söz konusu taşınmazları abisi olan diğer davalı Süleyman A. yardımıyla davalı H.B. Petrolcülük Turizm Tarım Orman ve Su Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.’ye 12.09.2007 tarihinde sattığını, davalı şirketin iyiniyetli olmadığını ve davalıların hep birlikte hareket ettiklerini, vekâletname tarihi itibariyle müvekkilinin ehliyetsiz olduğunu, öte yandan vekâletnamenin hile ile alındığını ileri sürerek dava konusu 3446 ada 22 ve 23 parsel sayılı taşınmazların davalı şirket adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuya tesciline, tapu iptali ve tescil talebi kabul edilmediği takdirde şimdilik 200.000,00 TL bedelin satış tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; yargılama sırasında aslında davada vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine de dayandıklarını, tereddüt olmaması için bu hususta ıslah talebinde bulunduklarını belirtmiştir.
II. CEVAP
1. Davalı şirket vekili; müvekkili tarafından dava konusu taşınmazların emlakçı aracılığıyla satın alındığını, satışın özel vekâletname ile yapılacağının satış esnasında öğrenildiğini, vekâletnamede mal sahibinin vekâletname tarihi itibariyle akli melekelerinin yerinde olduğuna dair doktor raporunun yer aldığını, müvekkilinin dava konusu taşınmazların rayiç değerini nakit ve çek olarak ödediğini, müvekkilinin iyiniyetli olduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
2. Diğer davalılar usulüne uygun tebligata rağmen cevap dilekçesi sunmamış; duruşmalara da katılmamıştır.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 23.01.2018 tarihli ve 2008/418 Esas, 2018/6 Karar sayılı kararı ile; Adli Tıp Kurumundan alınan rapor gereğince davacı Veli Zağlı’nın vekâletname tarihi itibariyle hukuki işlem ehliyetine haiz bulunduğu, ancak davalı gerçek kişilerin hilesi ile davacı Veli Zağlı’nın vekâletname iradesinin sakatlandığı, bu kişilerin davacının zararından sorumlu oldukları, öte yandan davalı şirkete yapılan satış işleminin taşınmazların rayiç bedeline uygun bir bedel üzerinden satılması sebebiyle gerçek bir satış işlemi olduğu, davacı tarafça davalı şirket yönünden hile ve muvazaa unsurunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın davalı şirket yönünden reddine, diğer davalılar yönünden açılan tazminat davasının kabulü ile 200.000TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte diğer davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 23.05.2019 tarihli ve 2018/1512 Esas, 2019/722 Karar sayılı kararı ile; davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı Kanun'un 353/1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
"... Dava, ehliyetsizlik ve vekaletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının hukuki ehliyetsizliğinden de yararlanılıp hile ile alınan vekaletname kullanılmak suretiyle 22 ve 23 nolu parsellerinin davalı Şirkete satıldığını, işlemin geçersiz olduğunu, Şirketin de iyiniyetli sayılamayacağını ileri sürerek tapu iptali-tescile, aksi takdirde tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı Şirket, bedeli ödenerek taşınmazların alındığını belirtip davanın reddini savunmuş; diğer davalılar davaya cevap vermemişlerdir.
Davalı Şirket yönünden iddianın kanıtlanamadığı; diğer davalıların ise hile ile aldıkları vekaletnameyi kullanarak davacıyı zarara uğrattıkları gerekçesiyle davalı Şirket hakkındaki davanın reddine, 200.000TL tazminatın diğer davalılardan alınıp davacıya ödenmesine ilişkin mahkeme kararına karşı davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddedilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Getirtilen kayıt ve belgelerden; dava konusu 22 (411 m2. arsa) ve 23 (408.m2. arsa) parsel sayılı taşınmazların davacı adına kayıtlı iken, 27.08.2007 tarihli vekaletnameyle vekil kılınan 1987 doğumlu Firdevs A. tarafından 11.09.2007 tarihli resmi akitte 100.000′er TL′den toplam 200.000TL bedelle davalı Şirkete satıldığı; taşınmazların dava tarihindeki toplam değerinin 409.442TL, satış tarihindeki toplam değerinin 279.282TL olduğunun bilirkişilerce saptandığı; Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 09.08.2010 tarihli raporla, davacının 27.08.2007 tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğunun belirlendiği görülmektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, davalı Şirket dışındaki diğer davalıların, hileli yollarla kandırmak suretiyle davacıdan aldıkları vekaletnameyi kötüye kullandıkları mevcut delillerle tespit edildiğinden, mahkemenin bu yöndeki kabulünde bir isabetsizlik yoktur.
Bu durumda, davalı Şirket ile diğer davalılar arasında el ve işbirliği bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu′nun(TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re'sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, davalılardan vekil Firdevs′in bankada çalışan ve banka ile arasında mali problem bulunan ağabeyi davalı Süleyman′ın davalı Şirketin yönetim kurulu başkanı olan Abdurrahman C.′i daha önceden tanıdığı, akit tarihinde 20 ve 25 yaşlarında olan Firdevs ve Süleyman′ın davaya konu taşınmazları kendilerine aitmiş gibi satışa çıkardıkları, ancak tapudaki işlemden önce bunun böyle olmadığının Şirketin yönetim kurulu başkanı Abdurrahman C. tarafından da öğrenildiği, buna rağmen satışın gerçekleştirildiği, Şirket tarafından yapıldığı belirtilen çekle ödemelerin de vekil Firdevs′e yapılmadığı, aksine ona ciro ettirildiği hazırlık soruşturması evrakı, tanık anlatımları ve tüm dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.
Yukarıda değinilen ilke ve olgular birlikte değerlendirildiğinde, vekaletnamenin kötüye kullanıldığının davalı Şirket tarafından bilindiği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olduğu, TMK′nın 2. ve 3. maddelerine uygun hareket etmediği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Hal böyle olunca, tapu iptali-tescil isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir..."
gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki gerekçeye ek olarak davalı şirket temsilcisi ile davalı Süleyman A.’ın yaptıkları pazarlık sonucu emlakçı komisyon bedeli dâhil 200.000,00 TL’ye anlaştıkları, 07.09.2007 tarihinde 25.000,00 TL kaparo verilmek suretiyle devir tarihinde bedelin tamamen ödendiği, davalı Süleyman A.’ın davalı şirketin temsilcisini daha önceden tanıyor olmasının davalılar ile davalı şirketin işbirliği içinde hareket ederek taşınmaz devrinin gerçekleştirileceğine emare olamayacağı, davalı Firdevs A.’ın satış bedelini davacıya vermemek suretiyle vekâlet görevini kötüye kullandığının sabit olduğu, davalı gerçek kişilerin fikir ve eylem birliği ile vekâlet görevini kötüye kullanarak davacıyı zarara uğratmaları, ancak bu durumun davalı şirketin vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde hareket ettiği anlamına gelemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, dosyadaki tüm tanık beyanları ve kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde vekâletnameyi kötüye kullanan vekil ve yakınları ile davalı şirket yetkililerinin birlikte hareket ettiklerini, davalı şirketin iyiniyetli olmadığını ve diğer davalılar ile çıkar ve işbirliği hâlinde bulunduğunu, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını bilerek taşınmazları satın aldığını, basiretli bir tacir gibi davranmadığının sabit olduğunu ileri sürerek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda vekâletnamenin kötüye kullanıldığının davalı şirket tarafından bilinip bilinmediği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalı şirket yönünden davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 502 nci maddesinin birinci fıkrası, 504 üncü maddesinin birinci fıkrası, 505 inci maddesinin birinci fıkrası ve 506 ncı maddesi.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 2, 3 ve 6 ncı maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Dava, ehliyetsizlik ve vekâletnamenin hile ile alınıp kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.
2. 6098 sayılı Kanun'un 502 nci maddesinin birinci fıkrasında [818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 386 ncı maddesinin birinci fıkrasında] vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.
3. Vekâlet sözleşmesinin tarafları vekâlet veren ile vekildir. Vekâlet veren gerçek veya tüzel kişi olabileceği gibi vekil de gerçek ya da tüzel kişi olabilir. Sözleşmenin konusunu ise herhangi bir hukuki işlem yahut maddi bir eylemin yapılması oluşturabilir. Ancak sözleşmenin geçerli olması için konusunun mümkün olması yanında kanunun emredici hükümlerine, ahlâka, kamu düzenine ve kişilik haklarına aykırı olmaması gerekir.
4. Vekâlet sözleşmesini 6098 sayılı Kanun'un 40 ilâ 48 inci (818 sayılı Kanun'un 32 ilâ 40 ıncı) maddeleri arasında düzenlenen temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukuki işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.
5. Türk Borçlar Kanunu'nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.
6. Nitekim satışın yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Kanun'un 389 uncu maddesinin birinci fıkrasında vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390 ıncı maddesinde;
“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.
Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur”
hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.
7. Sadakat borcu kavramı, vekilin gerek vekâletin ifası sırasında gerekse sonrasında kendisine duyulan güvene uygun olarak müvekkilinin menfaatlerini sözleşme ile güdülen amaç çerçevesinde koruma ve kendi menfaatini müvekkilinkine tâbi kılma yükümlülüğünü ifade eder. Vekilin iş görme ile hedeflenen sonucun başarılı olması için hayat deneylerine ve işlerin normal akışına göre gerekli girişim ve davranışlarda bulunması ve başarılı sonucu engelleyebilecek davranışlardan kaçınması ise özen borcunun konusunu oluşturur. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanlarda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Bu nedenle vekil üzerine aldığı işi ifa ederken aynı şartlar altında iş gören basiretli, özenli bir vekil gibi hareket etmelidir.
8. Bu itibarla vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.
9. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâleti kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullandığı takdirde vekâlet görevinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce 6098 sayılı Kanun'un 506 ncı (818 sayılı Kanun'un 390 ıncı) maddesinin bir gereği olduğu gibi 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.
10. Uygulamada vekâlet görevinin kötüye kullanılması durumlarının özellikle vekilin satmakla yetkili kılındığı bir taşınmazı rayiç değerine nazaran çok düşük bir bedelle satarak devrettiği hâllerde yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2019 tarihli ve 2017/1-1272 Esas, 2019/1399 Karar ile 12.07.2023 tarihli ve 2023/1-249 Esas, 2023/747 Karar sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekilin, vekâlet sözleşmesinde belirtilen yetkilerin dışına çıkması, vekil edenin talimatına uygun hareket etmemesi ve onun yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapması durumunda değinilen maddeler uyarınca sorumlu olacağı açıktır.
11. Diğer taraftan vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinde vekilin üçüncü kişilerle yaptığı işlemlerin vekâlet veren açısından bağlayıcı olup olmayacağı sorunu ile de karşılaşılır. Bu durumda vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Kanun'un 3 üncü maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dâhi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
12. Ne var ki üçüncü kişi vekil ile çıkar ve iş birliği içerisinde ise veya kötüniyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, 4721 sayılı Kanun'un 2 nci maddesindeki dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu Kanun maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hâkim tarafından resen göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötüniyeti teşvik etmek, en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötüniyet korunmamış daima mahkûm edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler de bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07.12.2011 tarihli ve 2011/14-609 Esas, 2011/744 Karar sayılı kararı).
13. Vekâlet görevi kötüye kullanılmış ve vekille sözleşme yapan kişi vekil ile el ve iş birliği içerisinde ise veya en azından vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını biliyor yahut bilmesi gerekiyorsa vekil eden, sözleşmenin feshini, bu bağlamda sözleşmeye göre tapuda intikal yapılmışsa tapunun iptalini her zaman isteyebilir.
14. Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı konusu 4721 sayılı Kanun'un “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" şeklinde düzenlenmiştir. 6100 sayılı Kanun'un 190 ıncı maddesine göre de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir”. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ispat yükünün bu iddiayı ileri süren davacı tarafa ait olacağı açıktır.
15. Somut olayda; davacının 27.08.2007 tarihli Antalya 7. Noterliğinde düzenlenen 24777 yevmiye numaralı vekâletname ile Antalya İli Kepez İlçesi Muratpaşa Mahallesi 3446 ada 22 ve 23 parselde kayıtlı bulunan taşınmazların satışı için davalı Firdevs A.'ı vekil tayin ettiği, dava konusu taşınmazların vekil tarafından 12.09.2007 tarihinde toplam 200.000,00 TL bedel ile davalı şirkete satıldığı, ödemenin ise 25.000,00 TL'sinin 07.09.2007 tarihinde nakit olarak, 3.500,00 TL'sinin 13.09.2007 tarihinde nakit olarak ve geri kalanının 13.09.2007 tarihinde çek verilerek yapıldığı anlaşılmaktadır.
16. Dosya kapsamından; 07.09.2007 tarihli 25.000,00 TL nakit ödemenin, tediye makbuzu davalı vekil Firdevs A. adına düzenlenmiş ise de davalı Süleyman A.'a yapıldığı, yine 13.09.2007 tarihli 3.500,00 TL nakit ödemenin tediye makbuzu davalı vekil Firdevs A. adına düzenlenmiş ise de davalı Süleyman A.'a yapıldığı, aynı şekilde geri kalan ödemenin davalı vekil Firdevs A.'ın lehtar olduğu çekler ile yapıldığı, ancak 13.09.2007 tarihli tediye makbuzlarında bu çeklerin lehtara değil davalı Süleyman A.'a teslim edildiği görülmektedir.
17. İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılan keşif sonucu düzenlenen 30.09.2014 tarihli bilirkişi raporunda her iki taşınmazın toplam değerinin satış tarihinde 279.282,80 TL, dava tarihinde 409.442,70 TL olduğunun tespit edilmiştir. Ayrıca ceza dosyası kapsamında aldırılan Adli Tıp Kurumu Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 09.08.2010 tarihli raporla, davacının 27.08.2007 tarihinde hukuki ehliyetinin bulunduğunun belirlendiği görülmektedir.
18. Hemen belirtilmelidir ki, davalı şirket dışındaki diğer davalıların davacıdan aldıkları vekâletnameyi kötüye kullandıkları mevcut delillerle tespit edildiğinden bu husus uyuşmazlık konusu teşkil etmemektedir.
19. Ceza soruşturması dosyası kapsamında ifadesi alınan davalı vekil Firdevs A.; vekâleti aldıktan sonra Antalya Toptancı Sebze Halinde bulunan Finansbank Şubesinde müşteri hizmetleri görevlisi olarak çalışan ağabeyinin kendisine Antalya Toptancı Sebze Halinde merkezi bulunan davalı şirketin temsilcinin bu arsaları almak istediğini söylediğini, dolayısıyla davalı şirketin ağabeyi tarafından bulunarak bu şirkete satış yapıldığını, aldığı çekleri ciro ederek davalı şirketin muhasebecisine, ağabeyine ve ismini vermek istemediği bir kişiye verdiğini, bu satıştan herhangi bir para almadığını beyan etmiştir. Yine ceza soruşturması dosyası kapsamında ifadesi alınan davalı Süleyman A.; kardeşinin vekâleti almasından sonra Antalya Toptancı Sebze Halinde bulunan Finansbank Şubesinde çalışması nedeniyle tanıdığı davalı şirketin temsilcisine bu arsaları alıp alamayacağını sorduğunu, davalı şirketin temsilcisi ile birlikte arsaları görmeye gittiklerini, arsaları beğenmesi üzerine satın aldıklarını, parasının kardeşine nakit ve çek olarak yapıldığını, kendisinin herhangi bir para almadığını belirtmiştir.
20. Ceza soruşturması dosyası kapsamında beyanı alınan davalı şirket temsilcisi Abdurrahman C.; arsaları davalı vekil Firdevs A.'tan satın aldıklarını, Firdesv A.'ın arsaların dedesine ait olduğunu beyan ettiğini, ödemelerin nakit ve çek ile Firdevs A. ve ağabeyi Süleyman A.'a yapıldığını belirtmiştir. Satış yapıldığı tarihte davalı vekil Firdevs A. 20 yaşında iken davalı Süleyman A. 25 yaşındadır.
21. Bu itibarla davalı vekil Firdevs A.'ın bankada çalışan ağabeyi davalı Süleyman A. ile davalı şirketin temsilcisi olan Abdurrahman C.′in daha önceden tanıştığı, satış tarihi itibariyle 20 ve 25 yaşlarında olan Firdevs A. ve Süleyman A.′ın davaya konu taşınmazları kendilerine aitmiş gibi satışa çıkardıkları, ancak tapudaki işlemden önce bunun böyle olmadığının davalı şirketin temsilcisi Abdurrahman C. tarafından da öğrenildiği, buna rağmen satışın gerçekleştirildiği, satış bedelinin rayiç değerden düşük olduğu, davalı şirket tarafından yapılan nakit ödemelerin davalı vekil Firdevs A. yerine ağabeyi Süleyman A.'a yapıldığı, yine vekil lehine düzenlenen çeklerin de davalı vekil Firdevs A. yerine ağabeyi Süleyman A.'a verildiği gözetildiğinde vekâletnamenin kötüye kullanıldığının davalı şirket tarafından bilindiği ya da kendisinden beklenen özen gösterilse idi bilebilecek durumda olduğu, dolayısıyla davalı şirketin 4721 sayılı Kanun'un 2 nci ve 3 üncü maddelerine uygun hareket etmediği kabul edilmelidir.
22. Hâl böyle olunca, davacı tarafından açılan tapu iptali ve tescil davasının kabulüne karar verilmelidir.
23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davada ispat yükünün davacı üzerinde bulunduğu, davacının davalı şirket ile diğer davalıların el ve iş birliği içerisinde hareket etmek suretiyle kendisini zararlandırdıklarını ve vekil vasıtasıyla taşınmazları satın alan davalı şirketin kötüniyetli olduğunu usulünce ispat edemediği, zira davalı Süleyman A.’ın davalı şirketin temsilcisini daha önceden tanıyor olmasının davalılar ile davalı şirketin işbirliği içinde hareket ederek taşınmaz devrinin gerçekleştirileceğine emare olamayacağı, ayrıca davalı şirketin taşınmazların bedelini davalı vekilin gösterdiği ağabeyine ödemesinin de kötüniyeti göstermediği, dolayısıyla direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
24. O hâlde İlk Derece Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
03.07.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 19’u BOZMA, 6’sı ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.