VASİNİN BİLİRKİŞİ RAPORUNA KARŞI İTİRAZ SÜRESİ VEKİL TAYİN EDİLMESİ İLE DEĞİŞMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1-1259
KARAR NO : 2020/145
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14/05/2015
NUMARASI : 2015/186 - 2015/224
DAVACI : M.K.
DAVALILAR : 1- F.Ş.'a vesayeten M.Ç. vekili Av. E.A.
2- F.Ö.
1. Taraflar arasındaki "taşınmaza el atmanın önlenmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davalı Fevzi Ö. yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, Fatma Ş. yönünden ise kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı Fatma Ş. vasisi tarafından atanan vekilin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tapu siciline güven ilkesi uyarınca 4596 parsel sayılı taşınmazı malikinden satın aldığını, taşınmazda ikamet eden kişilerin tahliyesi için Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmış ise de kullanımın harici satışa dayandığı ve taraflar arasında kira ilişkisi bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddedildiğini, maliki olduğu taşınmazda davalıların işgalci durumunda olduklarını ileri sürerek taşınmaza müdahalenin önlenmesi ile tahliyelerine karar verilmesini talep ve dava etmiş; 26.03.2013 tarihli celsede davalı Fevzi Ö. hakkında açtığı davadan bizzat feragat etmiştir.
Davalı Cevabı:
5.1. Davalı Fatma Ş. cevap dilekçesinde, taşınmazı 1991 yılında el senedi ile satın aldığını, o tarihten bu yana taşınmazın sahibi olduğunu, etrafta oturanların da aynı şekilde tapularının bulunmadığını, davacının haksız olduğunu ve Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, taşınmaza ilişkin elektrik, su abonelikleri ve el senedi ile diğer belgelerin Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyası incelendiğinde ortaya çıkacağını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
5.2. Davalı Fevzi Ö., taşınmazla bir alakasının bulunmadığını, taşınmazın boşanma davası nedeni ile ayrı yaşadığı diğer davalı Fatma Ö.'a dedesinden miras yoluyla kaldığını beyan ederek, hakkındaki davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.04.2014 tarihli ve 2012/475 E., 2014/166 K. sayılı kararı ile; davanın TMK'nın 683. maddesi uyarınca tapulu taşınmaza el atmanın önlenmesi istemine ilişkin olduğu, yargılama sırasında davalı Fatma Ş.'a vasi tayini için ihbarda bulunulduğu ve kendisine kızı Meryem Ç.'in vasi olarak atandığı, vasiye davetiye tebliğ edilerek davalının vasi aracılığı ile temsilinin sağlandığı, davalının Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyasında bulunduğunu bildirdiği harici satışa ilişkin belgeler incelendiğinde ise evveliyatı dava dışı Ahmet P.'na ait olan ve sonradan ifraz olunan taşınmaz harici satış sözleşmelerine konu edilmiş ise de harici satışın mülkiyetin nakline elverişli olmadığı, tapulama tespitinden sonra yapılan harici satış sözleşmesine hukuken değer verilemeyeceği, kaldı ki haricen davalıya satılan yer ile dava konusu taşınmazın da farklı yerler olduğu gerekçesiyle davalı Fatma Ş. hakkındaki davanın kabulü ile müdahalenin menine ve taşınmazın boş olarak davacıya teslimine, davalı Fevzi Ö. hakkındaki davanın ise feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Fatma Ş. vasisinin atadığı vekil tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18.12.2014 tarihli ve 2014/15493 E., 2014/19827 K. kararı ile; "... davanın 20.09.2012 tarihinde açıldığı, davalılardan Fatma'ya Kütahya 1.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/293 Esas-592 Karar ve 18.04.2013 tarihli ilamı ile Meryem Ç.'in vasi olarak atandığı, Fatma vasisinin adli yardım talebinin kabul edilip, Adli Yardım Bürosu tarafından vekil tayin edilip, vasi tarafından davalı Fatma'yı temsil etmek üzere vekâletname verildiği görülmektedir.
Öyle ise, davalı Fatma'nın davada vekil ile temsil edileceğinde kuşku yoktur.
Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesi (1086 sayılı HUMK'nın 73. maddesi) hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme, tarafları dinlemeden, onları, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür.
Öncelikle, yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girilmesi, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması asıldır. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usuli işlemdir. Tebliğ ile ilgili Tebligat Kanunu ve Tüzük hükümleri şeklidir. Bu nedenle, tebligata ilişkin yasal hükümlerin gözden uzak tutulmaması ve uygulanması zorunludur.
O hâlde; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler gözardı edilerek sonuca gidilmiş olmasının doğru olduğu söylenemez. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasanın 90/son maddesi delâletiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Bu durumda, dava dilekçesinin ve bilirkişi raporunun yöntemine uygun olarak davalı Fatma vekiline tebliğ edilmediği ve bunun sonucu olarak da davalının eldeki davada savunma hakkını kullanamadığı açıktır.
Hâl böyle olunca; davayı bizzat veya vekil vasıtasıyla takip etme zorunluluğu bulunan vasi tarafından vekil tayin edilen davalı Fatma vekiline tebligat yapılması, usulüne uygun olarak taraf teşkilinin sağlanması, ondan sonra işin esasına girilip, taraf delillerinin toplanması, bilirkişi raporunun tebliğ edilmesi, diyeceklerinin sorulması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan husus göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir..."gerekçesi ile hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2015 tarihli ve 2015/186 E., 2015/224 K. sayılı kararı ile; davacının taşınmazda kayden malik olduğu, davalının ise kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, bu nedenle davanın kabulünün doğru olduğu, davacının 15.04.2011 tarihinde satın aldığı taşınmaza ilk kararın verildiği 17.04.2014 tarihine kadar kavuşamadığı, savunma hakkının korunmasından bahsedilmekte ise de davacının mülkiyet hakkının da korunması ve bir an evvel teslim edilmesi gerektiği, ayrıca bozma kararında taraf teşkilinin sağlanmasından bahsedilmekte ise de dava dilekçesinin henüz vasi tayin edilmeden önce davalı Fatma Ş.'a 11.10.2012 tarihinde tebliğ edildiği, taraf teşkilinin ve dilekçeler aşamasının tamamlandığı, davalının ön inceleme aşamasına katılarak delilleri olduğunu bildirdiği, bundan sonra mahkemece yapılan ihbar sonucunda kendisine vasi tayin edildiği, bu aşamadan sonra davalının vasi ile temsil edildiği, vasinin bozmaya konu olan vekil tayini isteğini ise 27.02.2014 tarihli oturumda dile getirdiği, vasinin mahkemece verilen süre içerisinde Kütahya Adli Yardım Bürosuna müracaat etmesi üzerine vekil tayini sağlandığı, ancak öncesinde davalı ve vasisi tarafından gösterilen tüm delillerin toplandığı, bilirkişi incelemesinin de vekil tayini öncesinde yapıldığı, bilirkişi raporunun vekil tayini isteğinde bulunmadan önce 16.01.2014 tarihinde vasiye tebliğ edildiği, bu bakımdan bilirkişi raporunun tekrar vekile tebliğ edilmesinin söz konusu edilemeyeceği, keza Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 281. maddesinde öngörülen iki haftalık süre dolduğu gibi aynı Kanun'un 77. maddesinde emredici şekilde bir tarafın vekil tutmak istemesi nedeniyle yargılamanın hiçbir şekilde başka bir güne bırakılamayacağının düzenlendiği, davada taraf teşkili sağlandığı gibi bozma gerekçesinin bu usul hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı Fatma Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada usulüne uygun şekilde taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığı, varılacak sonuca göre yargılama sırasında kendisine vasi tayin edilen davalı Fatma Ş.'ın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, tapulu taşınmaza el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
13. Hemen belirtmek gerekir ki, medeni yargılama hukuku da kaynağını Anayasa'dan almakta ve Anayasa ile uluslararası sözleşmelerde yer alan yargısal temel haklar geçerli olmaktadır. Bu bağlamda, taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesinde hak arama hürriyeti kapsamında düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) "Hukuki Dinlenilme Hakkı" başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
15. Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ise adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı da denilmektedir.
16. 6100 sayılı HMK'nın 27. maddesi hükmüne göre:
"(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
17. Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
18. Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
19. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
20. Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.
21. Hakkın üçüncü unsuru ise tarafların iddia ve savunmalarını, yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK'nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
22. Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
23. Diğer yandan HMK'nın 114/1. maddesinin (d) bendinde dava şartı olarak düzenlenen dava ehliyeti, kişinin kendisi ya da yetkili kılacağı vekili aracılığı ile bir davayı davacı ya da davalı olarak takip etme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir.
24. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir (HMK m. 51). Yani medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetine sahip olan kişiler, bir davayı doğrudan doğruya ya da tayin edecekleri vekilleri aracılığıyla yürütüp, gerekli usul işlemlerini yapabilirler. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 9. maddesi uyarınca, ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. Ayırt etme gücünden yoksun olan kişilerin ise medeni hakları kullanma (fiil) ehliyeti bulunmadığından, buna bağlı olarak dava ehliyeti de bulunmamaktadır. Dava ehliyeti bulunmayan bu kişiler, taraf oldukları davalarda yasal temsilcileri tarafından temsil olunurlar. Dava ehliyeti bulunmayan kişi adına açılacak davanın yasal temsilcisi tarafından açılması gerektiği gibi böyle bir kişi aleyhine açılacak olan davada da temsilci olarak yasal temsilcinin gösterilmesi ve dava dilekçesinin yasal temsilciye tebliği gerekmektedir.
25. Dava ehliyeti taraflara ilişkin dava şartlarından olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden (resen) gözetilmelidir. Dava ehliyeti bulunmayan bir kişi aleyhine dava açılması ve kişinin bir yasal temsilcisinin bulunmaması hâlinde öncelikle bu husus gözetilmeli ve davalıya bir yasal temsilci atanması için gerekli işlemler yapılmalıdır.
26. Nitekim HMK'nın 56. maddesinin 1. fıkrası,"Taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir" hükmünü taşımaktadır.
27. Ayrıca belirtmek gerekir ki, dava ehliyeti bulunmayan kişi tarafından yapılan usul işlemleri geçersizdir. Çünkü, az yukarıda açıklandığı gibi bir dava sadece dava ehliyetine sahip olan taraflarca yürütülebilir ve usul işlemleri yapılabilir. Ancak, taraflardan birinin sonradan atanan yasal temsilcisinin yapılmış olan usul işlemlerine onay (icazet) vermesi mümkündür.
28. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde, dava 20.09.2012 tarihinde açılmış ve yargılamanın devamı sırasında mahkemece resen ihbarda bulunulması üzerine davalı Fatma Ş. Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarihli ve 2013/293 E., 2013/592 K. sayılı kararı ile TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak, kızı olan Meryem Ç. kendisine vasi olarak atanmıştır. Davalının vesayet altına alınması üzerine yasal temsilcisi olan vasiye tebligat çıkarılmış, yargılamaya katılan vasi tarafından ise davanın reddi ile daha önce davalı Fatma Ş. tarafından gösterilen delillerin toplanması talep edilmiştir.
29. Görüleceği üzere, yargılama sırasında dava ehliyeti bulunmadığı anlaşılan davalının vesayet altına alınması için resen ihbarda bulunulmuş, yasal temsilci atandıktan sonra da davada yer alması sağlanarak, davalının yasaya uygun şekilde temsili ve dolayısıyla taraf teşkili sağlanmıştır.
30. Esasen Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde taraf teşkilinin usulüne uygun biçimde sağlandığı noktasında bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Çünkü, davalı Fatma Ş. dava açıldıktan sonra vesayet altına alınmış ise de sonradan duruşmaya katılan yasal temsilci (vasi) tarafından davalının gösterdiği delillerin toplanması talep edilerek, davalının daha önce yaptığı işlemlere onay (icazet) verilmiştir. Nitekim, mahkemece vasi huzurunda keşif yapılmış, davalı tanıkları dinlenmiş ve gösterdiği deliller toplanarak, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporu 16.01.2014 tarihinde vasiye tebliğ edilmiştir.
31. Hukuk Genel Kurulundaki görüş ayrılığı, 27.02.2014 tarihli duruşmada bilirkişi raporunu anlamadığını beyan ederek avukat tutma isteğinde bulunan vasiye mahkemece HMK'nın 80 ve 334. maddeleri gereğince süre verilmiş olmasına karşın, bir sonraki duruşmaya katılan davalı avukatına bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere talep ettiği süre tanınmaksızın davanın esası hakkında hüküm kurulmuş olması nedeniyle davalının savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı noktasında çıkmıştır. Bu bağlamda, davalı vekiline talep ettiği süre verilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığı ve direnme kararının bu nedenle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
32. Keza, konunun uzmanı olan bir avukattan hukuki danışmanlık almak savunma hakkının önemli bir parçası olmakla birlikte Türk Hukukunda vekil tutma zorunluluğunun bulunmadığı, vasinin dava ehliyeti bulunmayan davalıyı bizzat temsil edebileceği gibi bir avukat da tayin edebileceği, bu çerçevede usul ekonomisi ile yakından ilgili olan teksif ilkesinin de gözetilmesi gerektiği, hukuk yargılamasına hâkim olan bu ilke uyarınca bütün iddia ve savunma sebeplerinin belli bir yargılama kesitine kadar ileri sürülmesi zorunluluğu bulunduğu, kanunda belirtilen veya hâkimin kesin olarak belirlediği süre içerisinde bir işlemi yapmayan kimsenin kural olarak artık o sürenin tabi olduğu işlemi yapamayacağı, ancak elinde olmayan sebeplerle yapamamış olması hâlinde HMK'nın 95 ve 101. maddeleri arasında düzenlenen hükümlere göre eski hâle getirme talebinde bulunabileceği, somut olayda ise bilirkişi raporunun 16.01.2014 tarihinde davalının yasal temsilcisi olan vasiye tebliğ edildiği, HMK'nın bilirkişi raporuna itirazın düzenlendiği 281/1. maddesinin ise "Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler" hükmünü taşıdığı, böyle olunca Kanunda düzenlenen iki haftalık itiraz süresi geçtikten sonra avukat tutma isteğinde bulunulduğu gibi hâkimin bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı, bilirkişinin oy ve görüşünü HMK'nın 282. maddesi uyarınca diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği hususu gözetildiğinde, mülkiyet hakkına ilişkin bulunan davada bilirkişi raporuna karşı beyanda bulunmak üzere davalı vekiline ayrıca süre verilmemiş olması savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunmamıştır.
33. Hâl böyle olunca, açıklanan gerekçelerle yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
34. Ne var ki, Özel Dairece esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Taşınmaza el atılmasının önlenmesine ilişkin eldeki davadan önce aynı taraflar arasında Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen tahliye davası sırasında davalı Fatma Ö. (bu davanın da davalısı) hakkında mahkemece yapılan ihbar üzerine Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 28.05.2012 tarih ve 2419 nolu raporu uyarınca Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarih, 2013/292 E. ve 2013/592 sayılı kararı ile TMK’nin 405. maddesi uyarınca vesayet altına alındığı ve Meryem Ç.’in vasi olarak atandığı dosya içerisindeki yukarıda tarih ve numaraları belirtilen rapor ve mahkeme kararından anlaşılmaktadır.
Eldeki davanın 27.02.2014 tarihli duruşmasına davalı vasisi ile katılmış olup, vasinin kendilerine gönderilen bilirkişi raporundan bir şey anlamadıklarını, avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece "6100 sayılı HMK’nin 80. maddesinde hâkim taraflardan birisinin davasının bizzat takip edecek yeterlilikte olmadığını görürse ona uygun bir süre tanıyarak davasını vekil aracılığıyla takip etmesine karar verebileceği öngörüldüğünden buna karşılık davalı vasisi kendisine bir avukat tayin edilmesini istemesi adli yardım kapsamında görüldüğünden davalı yanın 6100 sayılı HMK’nin 334/1. fıkrasında öngörülen biçimde kendisini ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken yargılama ve takip giderlerinin kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimseler savunmalarında taleplerinde açıkça dayanaktan yoksun olmaması koşuluyla adli yardımdan faydalanabileceklerinden 6100 sayılı HMK’nin 336. maddesi gereğince adli yardıma ilişkin dilekçesi bu taleplerini dayandıran mali durumuna ilişkin belgelerini mahkememize sunması için kendisine davalı vasisine 2 haftalık süre verilmesine, bundan sonra adli yardım kapsamında kendisine vekil tayin edilip edilmeyeceği konusunda karar verilmesine, bu nedenle duruşmanın 17.04.2014 tarihine bırakılmasına" karar verilmiş, 17.04.2014 tarihli duruşmaya davalıya Kütahya Barosu tarafından adli yardım kapsamında tayin edilen vekilin katıldığı, davalı vekili bilirkişi raporunun davalı vasisine tebliğ edildiğini belirterek rapora karşı diyeceklerini bildirmek üzere süre talep etmişse de mahkemece “her ne kadar davalıya başvurusu üzerine adli yardımda bir vekil tayin edilmiş ise de bilirkişi raporunun yeniden tebliği veya kendilerine yeni bir süre verilmesini gerektirmediğinden davalı vekilinin süre isteminin reddine” ve davanın esası hakkında da davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece özetle davalıya atanan vasinin adli yardım talebi üzerine Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosu tarafından vekil tayin edilip vasi tarafından davalı Fatma’yı temsil etmek üzere vekâletname verildiği, dava dilekçesinin ve bilirkişi raporunun davalı vekiline tebliğ edilmeyerek taraf teşkilinin sağlanmadığı hususu bozma nedeni yapılmış ve mahkemesince bu karara karşı direnilmiştir.
Hemen belirtelim ki mevcut davada taraf teşkilinin sağlandığı anlaşılmakta ise de savunma hakkının ihlali söz konusudur.
Şöyle ki, dosya arasında mevcut Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyasında davalı Fatma’nın eşi tarafından psikolojik sorunlarının bulunduğunun belirtilmesi üzerine taraf ehliyetinin tespiti bakımından davalının hastaneye sevki ile rapor alınmasına karar verilmiş ve yukarıda sözü edilen Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin raporu dosya arasına alınmış, eldeki davada ise bu rapor içeriğinden bahsedilerek 14.02.2013 tarihli celsenin (6) numaralı ara kararı ile davalıya vasi tayini gerekip gerekmediği hususunda Kütahya Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulmuş ve mahkemece davalının vesayet altına alınmasına ve Meryem Ç.’in vasi olarak atanmasına karar verilmiştir.
Davalı vasisinin, katıldığı 27.02.2014 tarihli duruşmada bilirkişi raporunun geldiğini, rapordan bir şey anlamadığını, avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece verilen ara kararı ile bu talep adli yardım kapsamında görülerek 6100 sayılı HMK’nin 336. maddesi uyarınca adli yardıma ilişkin dilekçeyi ve mali durumuna ait belgeleri mahkemeye sunması için davalı vasisine iki haftalık süre verilmesine, bundan sonra adli yardım kapsamında kendisine vekil tayin edilip edilmeyeceği konusunda karar verilmesine ve duruşmanın 17.04.2014 tarihine ertelenmesine karar verilmiş ise de davalı vasisinin Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosuna başvurması sonucu bu yerden tayin edilen avukat davalı vekili olarak 17.04.2014 tarihli duruşmaya katılmış ve bilirkişi raporu hakkında inceleyip beyanda bulunmak üzere süre talebinin mahkemece reddine ve davanın esası hakkında da davanın kabulüne karar verilmiştir.
Öncelikle davalı vekilinin Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosu tarafından tayin edildiği mahkemenin de kabulündedir. Nitekim vasinin tayin ettiği vekile ait vekâletname 07.05.2014 tarihli olup, 16.05.2014 tarihinde harçlandırılmıştır. Eş anlatımla kararın verildiği 17.04.2014 tarihli duruşmada henüz vekâletname düzenlenmemiştir.
Davalı vasisinin “avukat istiyorum” şeklindeki talebi mahkemece adli yardım kapsamında kabul edilmiş ve dilekçe ile mali durumuna ilişkin belgeleri sunmak üzere iki haftalık süre verilmiş ise de Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosunca davalıya vekil atanmıştır. Başka bir anlatımla davalı vasisinin duruşmadaki istemi Kütahya Barosunca yerine getirilmiştir.
27.02.2014 tarihli duruşmada davalı vasisinin bilirkişi raporundan bir şey anlamadığını beyan ederek avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece bu istem adli yardım kapsamında kabul edilerek buna ilişkin dilekçe ve mali gücünü gösteren belgeleri ibraz etmek üzere iki haftalık süre verilmesi davalı vasisi üzerinde meşru beklenti doğurmuştur. Meşru beklenti, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki bir umudu ifade eder. Bu durumda hakkında mevcudiyeti yönünde geçerli bir beklenti bulunmaktadır. Meşru beklenti kavramı ile hukuki güvenlik ve giderek hukuk devleti/hukukun üstünlüğü ilkesi arasında sıkı bir bağ olup, hakkaniyet de önemli bir temel sağlamaktadır. Bu ilkelerin uzantısı olan öngörülebilirlik ve belirlilik ya da sürprizlere kapalılık kişide güven duygusuna ve hakka sahip olacağı yönünde objektif olarak makul sebeplerle dayanmasına yol açacaktır (Gemalmaz, H. Burak; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Mülkiyet Hakkı 1. Basım, İstanbul 2009, s. 139 vd).
Davalı üzerinde yaratılan meşru beklenti çerçevesinde yaptığı başvuru üzerine Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosunca atanan ve henüz duruşma tarihinde vekâletnamesi bile hazırlanmayan davalı vekilinin bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere istediği sürenin verilmemesi ve o celse davanın kabulüne karar verilmesi mahkemeye erişim hakkının engellenmesidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(Sözleşme) adil yargılama hakkını düzenleyen 6. maddesinde mahkemeye erişim hakkı açıkça düzenlenmemiştir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) Golder-Birleşik Krallık davasında da belirttiği yerleşik içtihadına göre, Sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin yalnızca mahkeme önünde görülmekte olan davalara uygulanmayacağını, bu hükmün dava açma hakkını da kapsayacağını ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesine göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, Özkan Şen, B. No= 2012/791, 7/11/2013, parag. 52)
Mahkemeye erişim hakkı hukuki yardımı da içermektedir. Mahkeme, önüne gelen bir uyuşmazlıkta İrlanda Yüksek Mahkemesine başvurup eşinden yasal olarak ayrılmayı talep eden yoksul bir kadın olan başvurucunun, adli yardım talebi reddedilmiştir. İlgili davanın özelliklerini göz önüne alan Mahkeme, başvurucunun mahkemeye erişim hakkını etkili bir biçimde kullanımı için yasal temsilciye ihtiyaç duyduğunu ve yoksul bir kişi için bunun ücretsiz temsilci atanması anlamına geldiğini belirtmiştir (Airey- İrlanda kararı; Harris, D. J O Boyle, M. Bates, E.P./Buckley, C.M.; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, 2013, s. 238). Ancak medeni hak ve yükümlülükleri ilgilendiren davalardaki hukuki yardım ile ceza yargılamasındaki hukuki yardım aynı nitelikte görülmemektedir. Mahkemeye göre adli yardımın mahkemeye erişim hakkının etkili kullanılabilmesi için bir zorunluluk olduğu kabul edilirse devletin bazı durumlarda avukat yardımı sağlamasını gerektirebilir. Hukuki yardım ihtiyacı, Steel ve Morris- Birleşik Krallık davasında olduğu gibi, her davanın koşullarına bakılarak belirlenir; davanın başvurucu için önemine, konuyla ilgili hukukun ve usulün karmaşıklığına ve başvurucunun kendi kendini etkili bir biçimde temsil edip edemeyeceğine bağlıdır (Harris/D’Boyle/Bates/Buckley, s. 239).
Eldeki davada davalı Fatma mahkemenin ihbarı üzerine vesayet altına alınmış ve atanan vasi gönderilen bilirkişi raporlarından bir şey anlamadığını beyan ederek avukat istediğini belirtmiş, mahkemece bu istem adli yardım kapsamında görülmüş ancak mahkemeden önce davalı vasisinin başvurusu üzerine baro tarafından adli yardım çerçevesinde atanan avukat, bilirkişi raporlarını inceleyip beyanda bulunmak üzere süre istemiştir. Bilirkişi raporu sadece davalı vasisine gönderilmiştir, davalıya vekil olarak atandığı tarihte henüz vekâletname de düzenlenmediğine göre vekilin bilirkişi raporlarını incelemediğinin kabulü gerekir. Mahkemece vekâletname ibrazı için süre verilmesi ile birlikte bu süre içinde bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmasına karar verilmesi gereği yerine getirilmemiştir. Talebi reddedilmiş olmakla mahkemeye erişim hakkı engellenmiştir.
Mahkemece davalı vekiline bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere kesin süre verilmesi ve sonucuna göre değerlendirme yapılması yönünde değişik gerekçe ile kararın bozulması gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun düşüncesine katılamıyoruz.
Mehmet KÜRTÜL Fatma Feyza ŞAHİN
Birinci Başkanvekili Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 18 üyenin 12'si ONAMA, 6'sı DEĞİŞİK BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
VASİNİN BİLİRKİŞİ RAPORUNA KARŞI İTİRAZ SÜRESİ VEKİL TAYİN EDİLMESİ İLE DEĞİŞMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1-1259
KARAR NO : 2020/145
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 14/05/2015
NUMARASI : 2015/186 - 2015/224
DAVACI : M.K.
DAVALILAR : 1- F.Ş.'a vesayeten M.Ç. vekili Av. E.A.
2- F.Ö.
1. Taraflar arasındaki "taşınmaza el atmanın önlenmesi" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davalı Fevzi Ö. yönünden davanın feragat nedeniyle reddine, Fatma Ş. yönünden ise kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı Fatma Ş. vasisi tarafından atanan vekilin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tapu siciline güven ilkesi uyarınca 4596 parsel sayılı taşınmazı malikinden satın aldığını, taşınmazda ikamet eden kişilerin tahliyesi için Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açmış ise de kullanımın harici satışa dayandığı ve taraflar arasında kira ilişkisi bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddedildiğini, maliki olduğu taşınmazda davalıların işgalci durumunda olduklarını ileri sürerek taşınmaza müdahalenin önlenmesi ile tahliyelerine karar verilmesini talep ve dava etmiş; 26.03.2013 tarihli celsede davalı Fevzi Ö. hakkında açtığı davadan bizzat feragat etmiştir.
Davalı Cevabı:
5.1. Davalı Fatma Ş. cevap dilekçesinde, taşınmazı 1991 yılında el senedi ile satın aldığını, o tarihten bu yana taşınmazın sahibi olduğunu, etrafta oturanların da aynı şekilde tapularının bulunmadığını, davacının haksız olduğunu ve Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, taşınmaza ilişkin elektrik, su abonelikleri ve el senedi ile diğer belgelerin Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyası incelendiğinde ortaya çıkacağını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
5.2. Davalı Fevzi Ö., taşınmazla bir alakasının bulunmadığını, taşınmazın boşanma davası nedeni ile ayrı yaşadığı diğer davalı Fatma Ö.'a dedesinden miras yoluyla kaldığını beyan ederek, hakkındaki davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 17.04.2014 tarihli ve 2012/475 E., 2014/166 K. sayılı kararı ile; davanın TMK'nın 683. maddesi uyarınca tapulu taşınmaza el atmanın önlenmesi istemine ilişkin olduğu, yargılama sırasında davalı Fatma Ş.'a vasi tayini için ihbarda bulunulduğu ve kendisine kızı Meryem Ç.'in vasi olarak atandığı, vasiye davetiye tebliğ edilerek davalının vasi aracılığı ile temsilinin sağlandığı, davalının Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyasında bulunduğunu bildirdiği harici satışa ilişkin belgeler incelendiğinde ise evveliyatı dava dışı Ahmet P.'na ait olan ve sonradan ifraz olunan taşınmaz harici satış sözleşmelerine konu edilmiş ise de harici satışın mülkiyetin nakline elverişli olmadığı, tapulama tespitinden sonra yapılan harici satış sözleşmesine hukuken değer verilemeyeceği, kaldı ki haricen davalıya satılan yer ile dava konusu taşınmazın da farklı yerler olduğu gerekçesiyle davalı Fatma Ş. hakkındaki davanın kabulü ile müdahalenin menine ve taşınmazın boş olarak davacıya teslimine, davalı Fevzi Ö. hakkındaki davanın ise feragat nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı Fatma Ş. vasisinin atadığı vekil tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 18.12.2014 tarihli ve 2014/15493 E., 2014/19827 K. kararı ile; "... davanın 20.09.2012 tarihinde açıldığı, davalılardan Fatma'ya Kütahya 1.Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/293 Esas-592 Karar ve 18.04.2013 tarihli ilamı ile Meryem Ç.'in vasi olarak atandığı, Fatma vasisinin adli yardım talebinin kabul edilip, Adli Yardım Bürosu tarafından vekil tayin edilip, vasi tarafından davalı Fatma'yı temsil etmek üzere vekâletname verildiği görülmektedir.
Öyle ise, davalı Fatma'nın davada vekil ile temsil edileceğinde kuşku yoktur.
Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27. maddesi (1086 sayılı HUMK'nın 73. maddesi) hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, mahkeme, tarafları dinlemeden, onları, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür.
Öncelikle, yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girilmesi, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması asıldır. Değinilen işlemler nedeniyle tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usuli işlemdir. Tebliğ ile ilgili Tebligat Kanunu ve Tüzük hükümleri şeklidir. Bu nedenle, tebligata ilişkin yasal hükümlerin gözden uzak tutulmaması ve uygulanması zorunludur.
O hâlde; yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler gözardı edilerek sonuca gidilmiş olmasının doğru olduğu söylenemez. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasanın 90/son maddesi delâletiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Bu durumda, dava dilekçesinin ve bilirkişi raporunun yöntemine uygun olarak davalı Fatma vekiline tebliğ edilmediği ve bunun sonucu olarak da davalının eldeki davada savunma hakkını kullanamadığı açıktır.
Hâl böyle olunca; davayı bizzat veya vekil vasıtasıyla takip etme zorunluluğu bulunan vasi tarafından vekil tayin edilen davalı Fatma vekiline tebligat yapılması, usulüne uygun olarak taraf teşkilinin sağlanması, ondan sonra işin esasına girilip, taraf delillerinin toplanması, bilirkişi raporunun tebliğ edilmesi, diyeceklerinin sorulması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan husus göz ardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir..."gerekçesi ile hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Kütahya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2015 tarihli ve 2015/186 E., 2015/224 K. sayılı kararı ile; davacının taşınmazda kayden malik olduğu, davalının ise kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakkının bulunmadığı, bu nedenle davanın kabulünün doğru olduğu, davacının 15.04.2011 tarihinde satın aldığı taşınmaza ilk kararın verildiği 17.04.2014 tarihine kadar kavuşamadığı, savunma hakkının korunmasından bahsedilmekte ise de davacının mülkiyet hakkının da korunması ve bir an evvel teslim edilmesi gerektiği, ayrıca bozma kararında taraf teşkilinin sağlanmasından bahsedilmekte ise de dava dilekçesinin henüz vasi tayin edilmeden önce davalı Fatma Ş.'a 11.10.2012 tarihinde tebliğ edildiği, taraf teşkilinin ve dilekçeler aşamasının tamamlandığı, davalının ön inceleme aşamasına katılarak delilleri olduğunu bildirdiği, bundan sonra mahkemece yapılan ihbar sonucunda kendisine vasi tayin edildiği, bu aşamadan sonra davalının vasi ile temsil edildiği, vasinin bozmaya konu olan vekil tayini isteğini ise 27.02.2014 tarihli oturumda dile getirdiği, vasinin mahkemece verilen süre içerisinde Kütahya Adli Yardım Bürosuna müracaat etmesi üzerine vekil tayini sağlandığı, ancak öncesinde davalı ve vasisi tarafından gösterilen tüm delillerin toplandığı, bilirkişi incelemesinin de vekil tayini öncesinde yapıldığı, bilirkişi raporunun vekil tayini isteğinde bulunmadan önce 16.01.2014 tarihinde vasiye tebliğ edildiği, bu bakımdan bilirkişi raporunun tekrar vekile tebliğ edilmesinin söz konusu edilemeyeceği, keza Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 281. maddesinde öngörülen iki haftalık süre dolduğu gibi aynı Kanun'un 77. maddesinde emredici şekilde bir tarafın vekil tutmak istemesi nedeniyle yargılamanın hiçbir şekilde başka bir güne bırakılamayacağının düzenlendiği, davada taraf teşkili sağlandığı gibi bozma gerekçesinin bu usul hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı Fatma Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; eldeki davada usulüne uygun şekilde taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığı, varılacak sonuca göre yargılama sırasında kendisine vasi tayin edilen davalı Fatma Ş.'ın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Dava, tapulu taşınmaza el atmanın önlenmesi istemine ilişkindir.
13. Hemen belirtmek gerekir ki, medeni yargılama hukuku da kaynağını Anayasa'dan almakta ve Anayasa ile uluslararası sözleşmelerde yer alan yargısal temel haklar geçerli olmaktadır. Bu bağlamda, taraflar duruşmaya çağrılmadan, eş anlatımla; taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilememesi, Anayasanın 36. maddesinde hak arama hürriyeti kapsamında düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) "Hukuki Dinlenilme Hakkı" başlıklı 27. maddesi uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak, yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir.
15. Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde ise adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı da denilmektedir.
16. 6100 sayılı HMK'nın 27. maddesi hükmüne göre:
"(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir".
17. Hukukî dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
18. Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
19. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
20. Bu hakkın ikinci unsuru, açıklama ve ispat hakkıdır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir.
21. Hakkın üçüncü unsuru ise tarafların iddia ve savunmalarını, yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK'nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
22. Hukukî dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukukî korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukukî uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukukî dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
23. Diğer yandan HMK'nın 114/1. maddesinin (d) bendinde dava şartı olarak düzenlenen dava ehliyeti, kişinin kendisi ya da yetkili kılacağı vekili aracılığı ile bir davayı davacı ya da davalı olarak takip etme ve usul işlemlerini yapabilme ehliyetidir.
24. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir (HMK m. 51). Yani medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetine sahip olan kişiler, bir davayı doğrudan doğruya ya da tayin edecekleri vekilleri aracılığıyla yürütüp, gerekli usul işlemlerini yapabilirler. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 9. maddesi uyarınca, ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. Ayırt etme gücünden yoksun olan kişilerin ise medeni hakları kullanma (fiil) ehliyeti bulunmadığından, buna bağlı olarak dava ehliyeti de bulunmamaktadır. Dava ehliyeti bulunmayan bu kişiler, taraf oldukları davalarda yasal temsilcileri tarafından temsil olunurlar. Dava ehliyeti bulunmayan kişi adına açılacak davanın yasal temsilcisi tarafından açılması gerektiği gibi böyle bir kişi aleyhine açılacak olan davada da temsilci olarak yasal temsilcinin gösterilmesi ve dava dilekçesinin yasal temsilciye tebliği gerekmektedir.
25. Dava ehliyeti taraflara ilişkin dava şartlarından olup, kamu düzenine ilişkindir. Bu nedenle yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden (resen) gözetilmelidir. Dava ehliyeti bulunmayan bir kişi aleyhine dava açılması ve kişinin bir yasal temsilcisinin bulunmaması hâlinde öncelikle bu husus gözetilmeli ve davalıya bir yasal temsilci atanması için gerekli işlemler yapılmalıdır.
26. Nitekim HMK'nın 56. maddesinin 1. fıkrası,"Taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir" hükmünü taşımaktadır.
27. Ayrıca belirtmek gerekir ki, dava ehliyeti bulunmayan kişi tarafından yapılan usul işlemleri geçersizdir. Çünkü, az yukarıda açıklandığı gibi bir dava sadece dava ehliyetine sahip olan taraflarca yürütülebilir ve usul işlemleri yapılabilir. Ancak, taraflardan birinin sonradan atanan yasal temsilcisinin yapılmış olan usul işlemlerine onay (icazet) vermesi mümkündür.
28. Tüm bu açıklamalar kapsamında somut olaya gelindiğinde, dava 20.09.2012 tarihinde açılmış ve yargılamanın devamı sırasında mahkemece resen ihbarda bulunulması üzerine davalı Fatma Ş. Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarihli ve 2013/293 E., 2013/592 K. sayılı kararı ile TMK'nın 405. maddesi uyarınca kısıtlanarak, kızı olan Meryem Ç. kendisine vasi olarak atanmıştır. Davalının vesayet altına alınması üzerine yasal temsilcisi olan vasiye tebligat çıkarılmış, yargılamaya katılan vasi tarafından ise davanın reddi ile daha önce davalı Fatma Ş. tarafından gösterilen delillerin toplanması talep edilmiştir.
29. Görüleceği üzere, yargılama sırasında dava ehliyeti bulunmadığı anlaşılan davalının vesayet altına alınması için resen ihbarda bulunulmuş, yasal temsilci atandıktan sonra da davada yer alması sağlanarak, davalının yasaya uygun şekilde temsili ve dolayısıyla taraf teşkili sağlanmıştır.
30. Esasen Hukuk Genel Kurulundaki görüşmelerde taraf teşkilinin usulüne uygun biçimde sağlandığı noktasında bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Çünkü, davalı Fatma Ş. dava açıldıktan sonra vesayet altına alınmış ise de sonradan duruşmaya katılan yasal temsilci (vasi) tarafından davalının gösterdiği delillerin toplanması talep edilerek, davalının daha önce yaptığı işlemlere onay (icazet) verilmiştir. Nitekim, mahkemece vasi huzurunda keşif yapılmış, davalı tanıkları dinlenmiş ve gösterdiği deliller toplanarak, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporu 16.01.2014 tarihinde vasiye tebliğ edilmiştir.
31. Hukuk Genel Kurulundaki görüş ayrılığı, 27.02.2014 tarihli duruşmada bilirkişi raporunu anlamadığını beyan ederek avukat tutma isteğinde bulunan vasiye mahkemece HMK'nın 80 ve 334. maddeleri gereğince süre verilmiş olmasına karşın, bir sonraki duruşmaya katılan davalı avukatına bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere talep ettiği süre tanınmaksızın davanın esası hakkında hüküm kurulmuş olması nedeniyle davalının savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı noktasında çıkmıştır. Bu bağlamda, davalı vekiline talep ettiği süre verilmeyerek savunma hakkının kısıtlandığı ve direnme kararının bu nedenle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
32. Keza, konunun uzmanı olan bir avukattan hukuki danışmanlık almak savunma hakkının önemli bir parçası olmakla birlikte Türk Hukukunda vekil tutma zorunluluğunun bulunmadığı, vasinin dava ehliyeti bulunmayan davalıyı bizzat temsil edebileceği gibi bir avukat da tayin edebileceği, bu çerçevede usul ekonomisi ile yakından ilgili olan teksif ilkesinin de gözetilmesi gerektiği, hukuk yargılamasına hâkim olan bu ilke uyarınca bütün iddia ve savunma sebeplerinin belli bir yargılama kesitine kadar ileri sürülmesi zorunluluğu bulunduğu, kanunda belirtilen veya hâkimin kesin olarak belirlediği süre içerisinde bir işlemi yapmayan kimsenin kural olarak artık o sürenin tabi olduğu işlemi yapamayacağı, ancak elinde olmayan sebeplerle yapamamış olması hâlinde HMK'nın 95 ve 101. maddeleri arasında düzenlenen hükümlere göre eski hâle getirme talebinde bulunabileceği, somut olayda ise bilirkişi raporunun 16.01.2014 tarihinde davalının yasal temsilcisi olan vasiye tebliğ edildiği, HMK'nın bilirkişi raporuna itirazın düzenlendiği 281/1. maddesinin ise "Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler" hükmünü taşıdığı, böyle olunca Kanunda düzenlenen iki haftalık itiraz süresi geçtikten sonra avukat tutma isteğinde bulunulduğu gibi hâkimin bilirkişi raporuyla bağlı olmadığı, bilirkişinin oy ve görüşünü HMK'nın 282. maddesi uyarınca diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği hususu gözetildiğinde, mülkiyet hakkına ilişkin bulunan davada bilirkişi raporuna karşı beyanda bulunmak üzere davalı vekiline ayrıca süre verilmemiş olması savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunmamıştır.
33. Hâl böyle olunca, açıklanan gerekçelerle yerel mahkemece verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
34. Ne var ki, Özel Dairece esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olup davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, ancak karar düzeltme yolunun açık olması nedeniyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise doğrudan 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 13.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Taşınmaza el atılmasının önlenmesine ilişkin eldeki davadan önce aynı taraflar arasında Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde görülen tahliye davası sırasında davalı Fatma Ö. (bu davanın da davalısı) hakkında mahkemece yapılan ihbar üzerine Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 28.05.2012 tarih ve 2419 nolu raporu uyarınca Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 18.04.2013 tarih, 2013/292 E. ve 2013/592 sayılı kararı ile TMK’nin 405. maddesi uyarınca vesayet altına alındığı ve Meryem Ç.’in vasi olarak atandığı dosya içerisindeki yukarıda tarih ve numaraları belirtilen rapor ve mahkeme kararından anlaşılmaktadır.
Eldeki davanın 27.02.2014 tarihli duruşmasına davalı vasisi ile katılmış olup, vasinin kendilerine gönderilen bilirkişi raporundan bir şey anlamadıklarını, avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece "6100 sayılı HMK’nin 80. maddesinde hâkim taraflardan birisinin davasının bizzat takip edecek yeterlilikte olmadığını görürse ona uygun bir süre tanıyarak davasını vekil aracılığıyla takip etmesine karar verebileceği öngörüldüğünden buna karşılık davalı vasisi kendisine bir avukat tayin edilmesini istemesi adli yardım kapsamında görüldüğünden davalı yanın 6100 sayılı HMK’nin 334/1. fıkrasında öngörülen biçimde kendisini ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken yargılama ve takip giderlerinin kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun kimseler savunmalarında taleplerinde açıkça dayanaktan yoksun olmaması koşuluyla adli yardımdan faydalanabileceklerinden 6100 sayılı HMK’nin 336. maddesi gereğince adli yardıma ilişkin dilekçesi bu taleplerini dayandıran mali durumuna ilişkin belgelerini mahkememize sunması için kendisine davalı vasisine 2 haftalık süre verilmesine, bundan sonra adli yardım kapsamında kendisine vekil tayin edilip edilmeyeceği konusunda karar verilmesine, bu nedenle duruşmanın 17.04.2014 tarihine bırakılmasına" karar verilmiş, 17.04.2014 tarihli duruşmaya davalıya Kütahya Barosu tarafından adli yardım kapsamında tayin edilen vekilin katıldığı, davalı vekili bilirkişi raporunun davalı vasisine tebliğ edildiğini belirterek rapora karşı diyeceklerini bildirmek üzere süre talep etmişse de mahkemece “her ne kadar davalıya başvurusu üzerine adli yardımda bir vekil tayin edilmiş ise de bilirkişi raporunun yeniden tebliği veya kendilerine yeni bir süre verilmesini gerektirmediğinden davalı vekilinin süre isteminin reddine” ve davanın esası hakkında da davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece özetle davalıya atanan vasinin adli yardım talebi üzerine Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosu tarafından vekil tayin edilip vasi tarafından davalı Fatma’yı temsil etmek üzere vekâletname verildiği, dava dilekçesinin ve bilirkişi raporunun davalı vekiline tebliğ edilmeyerek taraf teşkilinin sağlanmadığı hususu bozma nedeni yapılmış ve mahkemesince bu karara karşı direnilmiştir.
Hemen belirtelim ki mevcut davada taraf teşkilinin sağlandığı anlaşılmakta ise de savunma hakkının ihlali söz konusudur.
Şöyle ki, dosya arasında mevcut Kütahya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/1..3 E., 2012/8.6 K. sayılı dosyasında davalı Fatma’nın eşi tarafından psikolojik sorunlarının bulunduğunun belirtilmesi üzerine taraf ehliyetinin tespiti bakımından davalının hastaneye sevki ile rapor alınmasına karar verilmiş ve yukarıda sözü edilen Kütahya Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesinin raporu dosya arasına alınmış, eldeki davada ise bu rapor içeriğinden bahsedilerek 14.02.2013 tarihli celsenin (6) numaralı ara kararı ile davalıya vasi tayini gerekip gerekmediği hususunda Kütahya Sulh Hukuk Mahkemesine ihbarda bulunulmuş ve mahkemece davalının vesayet altına alınmasına ve Meryem Ç.’in vasi olarak atanmasına karar verilmiştir.
Davalı vasisinin, katıldığı 27.02.2014 tarihli duruşmada bilirkişi raporunun geldiğini, rapordan bir şey anlamadığını, avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece verilen ara kararı ile bu talep adli yardım kapsamında görülerek 6100 sayılı HMK’nin 336. maddesi uyarınca adli yardıma ilişkin dilekçeyi ve mali durumuna ait belgeleri mahkemeye sunması için davalı vasisine iki haftalık süre verilmesine, bundan sonra adli yardım kapsamında kendisine vekil tayin edilip edilmeyeceği konusunda karar verilmesine ve duruşmanın 17.04.2014 tarihine ertelenmesine karar verilmiş ise de davalı vasisinin Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosuna başvurması sonucu bu yerden tayin edilen avukat davalı vekili olarak 17.04.2014 tarihli duruşmaya katılmış ve bilirkişi raporu hakkında inceleyip beyanda bulunmak üzere süre talebinin mahkemece reddine ve davanın esası hakkında da davanın kabulüne karar verilmiştir.
Öncelikle davalı vekilinin Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosu tarafından tayin edildiği mahkemenin de kabulündedir. Nitekim vasinin tayin ettiği vekile ait vekâletname 07.05.2014 tarihli olup, 16.05.2014 tarihinde harçlandırılmıştır. Eş anlatımla kararın verildiği 17.04.2014 tarihli duruşmada henüz vekâletname düzenlenmemiştir.
Davalı vasisinin “avukat istiyorum” şeklindeki talebi mahkemece adli yardım kapsamında kabul edilmiş ve dilekçe ile mali durumuna ilişkin belgeleri sunmak üzere iki haftalık süre verilmiş ise de Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosunca davalıya vekil atanmıştır. Başka bir anlatımla davalı vasisinin duruşmadaki istemi Kütahya Barosunca yerine getirilmiştir.
27.02.2014 tarihli duruşmada davalı vasisinin bilirkişi raporundan bir şey anlamadığını beyan ederek avukat istediğini belirtmesi üzerine mahkemece bu istem adli yardım kapsamında kabul edilerek buna ilişkin dilekçe ve mali gücünü gösteren belgeleri ibraz etmek üzere iki haftalık süre verilmesi davalı vasisi üzerinde meşru beklenti doğurmuştur. Meşru beklenti, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki bir umudu ifade eder. Bu durumda hakkında mevcudiyeti yönünde geçerli bir beklenti bulunmaktadır. Meşru beklenti kavramı ile hukuki güvenlik ve giderek hukuk devleti/hukukun üstünlüğü ilkesi arasında sıkı bir bağ olup, hakkaniyet de önemli bir temel sağlamaktadır. Bu ilkelerin uzantısı olan öngörülebilirlik ve belirlilik ya da sürprizlere kapalılık kişide güven duygusuna ve hakka sahip olacağı yönünde objektif olarak makul sebeplerle dayanmasına yol açacaktır (Gemalmaz, H. Burak; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Mülkiyet Hakkı 1. Basım, İstanbul 2009, s. 139 vd).
Davalı üzerinde yaratılan meşru beklenti çerçevesinde yaptığı başvuru üzerine Kütahya Barosu Adli Yardım Bürosunca atanan ve henüz duruşma tarihinde vekâletnamesi bile hazırlanmayan davalı vekilinin bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere istediği sürenin verilmemesi ve o celse davanın kabulüne karar verilmesi mahkemeye erişim hakkının engellenmesidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin(Sözleşme) adil yargılama hakkını düzenleyen 6. maddesinde mahkemeye erişim hakkı açıkça düzenlenmemiştir. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) Golder-Birleşik Krallık davasında da belirttiği yerleşik içtihadına göre, Sözleşmenin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin yalnızca mahkeme önünde görülmekte olan davalara uygulanmayacağını, bu hükmün dava açma hakkını da kapsayacağını ifade etmiştir.
Anayasa Mahkemesine göre mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (AYM, Özkan Şen, B. No= 2012/791, 7/11/2013, parag. 52)
Mahkemeye erişim hakkı hukuki yardımı da içermektedir. Mahkeme, önüne gelen bir uyuşmazlıkta İrlanda Yüksek Mahkemesine başvurup eşinden yasal olarak ayrılmayı talep eden yoksul bir kadın olan başvurucunun, adli yardım talebi reddedilmiştir. İlgili davanın özelliklerini göz önüne alan Mahkeme, başvurucunun mahkemeye erişim hakkını etkili bir biçimde kullanımı için yasal temsilciye ihtiyaç duyduğunu ve yoksul bir kişi için bunun ücretsiz temsilci atanması anlamına geldiğini belirtmiştir (Airey- İrlanda kararı; Harris, D. J O Boyle, M. Bates, E.P./Buckley, C.M.; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, 2013, s. 238). Ancak medeni hak ve yükümlülükleri ilgilendiren davalardaki hukuki yardım ile ceza yargılamasındaki hukuki yardım aynı nitelikte görülmemektedir. Mahkemeye göre adli yardımın mahkemeye erişim hakkının etkili kullanılabilmesi için bir zorunluluk olduğu kabul edilirse devletin bazı durumlarda avukat yardımı sağlamasını gerektirebilir. Hukuki yardım ihtiyacı, Steel ve Morris- Birleşik Krallık davasında olduğu gibi, her davanın koşullarına bakılarak belirlenir; davanın başvurucu için önemine, konuyla ilgili hukukun ve usulün karmaşıklığına ve başvurucunun kendi kendini etkili bir biçimde temsil edip edemeyeceğine bağlıdır (Harris/D’Boyle/Bates/Buckley, s. 239).
Eldeki davada davalı Fatma mahkemenin ihbarı üzerine vesayet altına alınmış ve atanan vasi gönderilen bilirkişi raporlarından bir şey anlamadığını beyan ederek avukat istediğini belirtmiş, mahkemece bu istem adli yardım kapsamında görülmüş ancak mahkemeden önce davalı vasisinin başvurusu üzerine baro tarafından adli yardım çerçevesinde atanan avukat, bilirkişi raporlarını inceleyip beyanda bulunmak üzere süre istemiştir. Bilirkişi raporu sadece davalı vasisine gönderilmiştir, davalıya vekil olarak atandığı tarihte henüz vekâletname de düzenlenmediğine göre vekilin bilirkişi raporlarını incelemediğinin kabulü gerekir. Mahkemece vekâletname ibrazı için süre verilmesi ile birlikte bu süre içinde bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmasına karar verilmesi gereği yerine getirilmemiştir. Talebi reddedilmiş olmakla mahkemeye erişim hakkı engellenmiştir.
Mahkemece davalı vekiline bilirkişi raporunu inceleyip beyanda bulunmak üzere kesin süre verilmesi ve sonucuna göre değerlendirme yapılması yönünde değişik gerekçe ile kararın bozulması gerektiği görüşüyle sayın çoğunluğun düşüncesine katılamıyoruz.
Mehmet KÜRTÜL Fatma Feyza ŞAHİN
Birinci Başkanvekili Üye
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda bulunan 18 üyenin 12'si ONAMA, 6'sı DEĞİŞİK BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.