KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

VEKİL EDENİN İRADESİ DOĞRULTUSUNDA BEDELİ ALINARAK İŞLEM YAPILDIĞINDAN AYNI HAKLA İLGİLİ VEKİL ÜZERİNDEN YENİDEN TALEPTE BULUNULAMAZ.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2021/(13)3-244
KARAR NO   : 2022/340

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               :
 Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
TARİHİ                         : 14/10/2020
NUMARASI                 : 2019/3274 - 2020/1564
DAVACI                       : H.Ç. vekili Av. Ö.R.K.
DAVALI                       : R.K. vekili Av. U.N.

1. Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gölbaşı (Ankara) 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karara karşı davalı vekilinin istinaf talebi üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili; müvekkili Hasan Ç.’ın Tulumtaş köyü, 666 parsel sayılı taşınmazda pay sahibi olduğunu, söz konusu payın müvekkili tarafından verilen vekâletle davalı Rüstem K. tarafından 04.02.2015 tarihinde, 109.250 TL bedelle dava dışı Y. Konut Yapı Kooperatifine satıldığını ancak davalının vekâlet sözleşmesinin gereğini yerine getirmediğini, satış bedelini müvekkiline ödemediğini ileri sürerek bu bedelin satış sözleşmesi tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

5. Davalı vekili; davacının söz konusu taşınmazdaki payını 05.10.1995 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle dava dışı Kadir Y. isimli kişiye satmayı vaat ettiğini, aynı tarihte müvekkiline de vekâlet verdiğini, taşınmazın o tarihten beri Kadir Y. tarafından kullanıldığını ancak taşınmazda el birliğiyle mülkiyet söz konusu olduğundan devrin yapılamadığını, sonrasında mülkiyetin paylı hâle çevrilmesi üzerine müvekkilinin Kadir Y.’ın rızasıyla taşınmazı üçüncü kişiye sattığını, zaten davacının da müvekkiline vekâleti bu amaçla verdiğini, bu satış gerçekleştirilmemiş olsa Kadir Y.’ın tapu iptal tescil davası ile söz konusu yeri alacağını, davanın bu kişiye ihbarı gerektiğini, o tarihlerde Kadir Y.’ın dava konusu taşınmazın bulunduğu çevrede davacının ve diğer paydaşların pek çok taşınmazını satın aldığını, davacının aynı yerle ilgili tapu iptal ve tescil istemiyle açtığı davanın da (Gölbaşı 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/116 E. sayılı dosyası) incelenmesi gerektiğini, davacının kötü niyetli olarak bu davayı açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

6. Gölbaşı (Ankara) 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.10.2017 tarihli, 2016/592 E., 2017/508 K. sayılı kararı ile; davanın “vekâlet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle satış bedelinin davacıya ödenmesi istemi” olarak nitelendirilmesinden sonra, davacının 666 parsel sayılı taşınmazdaki payını Gölbaşı Noterliğince düzenlenen 05.10.2017 tarih, 11735 yevmiye sayılı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile Kadir Y.’a satmayı vadettiği, aynı tarihte Rüstem K.’ya da satış vekâleti verdiği, bu vekâletnameye istinaden taşınmazdaki davacı payının davalı Rüstem K. tarafından vekil sıfatıyla dava dışı kooperatife 04.02.2015 tarih, 2088 yevmiye sayılı noter senediyle 109.250 TL bedelle satıldığı, vekilin satıştan davacıya haber vermediği gibi satış bedelini de malik olan davacıya ödemediği, taşınmazdaki davacı payı için gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapılmış ise de bu sözleşmenin vekilin vekil edene karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı, öte yandan malikin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesindeki alıcıya karşı da bu sözleşmeden doğan yükümlülüğünün devam ettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:

7. İlk derece mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

8. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin 15.11.2018 tarihli ve 2018/458 E., 2018/2194 K. sayılı kararı ile; davacı ile davalı arasında noterde düzenleme şeklinde yapılan taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin borçlandırıcı işlem niteliğinde olduğu ve tarafları bağladığı, resmî olarak düzenlenen bu sözleşmede, davacının dava konusu taşınmazda hak ve hisselerinin tamamını Kadir Y.’a satarak satış bedelinin tamamını nakden ve peşinen aldığını kabul edip imzaladığı, aksinin ancak aynı değerde bir delille ispat edilmesi gerektiği ancak davacının bu hususu ispat edemediği, dosya kapsamından davacının hisse bedelini alıp taşınmazı üçüncü kişiye teslim ettiğinin anlaşıldığı, bu nedenle mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulünün usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle davalının istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve davanın reddi yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.

Özel Daire Bozma Kararı:

9. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

10. Yargıtay (kapatılan) 13. Hukuk Dairesinin 29.05.2019 tarihli ve 2019/497 E., 2019/6728 K. sayılı kararı ile; “… Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeniyle satış bedelinin davacıya ödenmesi istemine ilişkindir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4.Hukuk Dairesi’nin tespitinin aksine, taraflar arasındaki hukuki ilişki vekalet akdinden kaynaklanmaktadır. Türk Borçlar Kanunu’nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 508. maddesinde “Vekil, vekalet verenin istemi üzerine yürüttüğü işin hesabını vermek ve vekaletle ilişkili olarak aldıklarını vekalet verene vermekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekil olan davalı, davacıya karşı taşınmaz hissesinin satış bedelinden sorumludur. Somut olayda, her ne kadar, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile vekalet aynı gün aynı noterde düzenlenmiş, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile davacının gayrimenkuldeki hak ve hisselerinin tamamı Kadir Y.'a satılmış ve davacı satış bedelinin tamamını nakden ve peşinen almışsa da; davacı ile dava dışı Kadir Y. arasındaki gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ancak sözleşme taraflarını bağlar; davacının gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine göre, akidi Kadir Y.’a karşı sorumluluğu devam eder, ancak bu durum vekalet sözleşmesindeki akidi davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Ayrıca, dosya kapsamından, dava dışı Kadir Y.’ın davacıya karşı açmış olduğu derdest davasının olduğu; davaya konu taşınmazın üçüncü kişiye satılması neticesinde satım bedelini kendisinin aldığına ilişkin beyanının olmadığı; davalının, vekil edeni olan davacının talimatı olmaksızın taşınmaz hissesi ve bedeli ile ilgili tasarrufta bulunduğu anlaşılmıştır. Bu durum açıkça vekilin özen borcuna aykırıdır. O halde, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi’nin davanın reddine dair kararı yerinde olmayıp bozmayı gerektirir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

11. Bölge Adliye Mahkemesinin 14.10.2020 tarihli ve 2019/3274 E., 2020/1564 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçenin yanında, davacının kız kardeşi Fatma Ü. tarafından aynı taşınmazdaki hissesi nedeniyle aynı sebeple davalı Rüstem K. aleyhine açılan davada verilen kabul kararının davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince uyuşmazlığın esası bakımından hisse sahibi ile dava dışı Kadir Y. arasındaki satış vaadi sözleşmesinin değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu, 05.10.1995 tarihli noter satış vaadi sözleşmesi değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu yapılmaksızın hüküm tesis edilmesinin hatalı olduğuna işaret edildiği de belirtilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının dava dışı kişiye taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle bedelini aldığını belirterek satmayı vaat ettiği taşınmaz hissesiyle ilgili olarak aynı gün davalıya satış için vekâletname verdiği, davalının da bu vekâletnameyle taşınmazı bir başkasına sattığı olayda, davacının satış bedelinin davalı tarafından kendisine ödenmediği iddiasıyla alacak talebinde bulunmasının mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN

14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; uyuşmazlığın incelenmesine geçilmeden önce, bozma kararından sonra ihbar olunan Kadir Y. tarafından 16.07.2019 tarihli dilekçe verildiği ve vekâletle yapılan dava konusu taşınmaz satışına ait bedelin kendisi tarafından alındığını belirttiği, Bölge Adliye Mahkemesince bu dilekçedeki beyan yanında, davacıyla aynı yerde hissedar olan bir başka kişinin (Fatma Ü.) aynı sebeplerle açtığı davada verilen kararın Yargıtay 1. Hukuk Dairesince (taraflar arasındaki vekâlet ilişkisinin davacının Kadir Y. ile arasındaki taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle birlikte değerlendirilmesinin zorunlu olduğu yönündeki gerekçeyle) bozulmasına ilişkin karara da dayanıldığı gözetildiğinde, bu durumun yeni delile dayalı bir yeni hüküm olarak nitelendirilmesi gerektiği görüşü dile getirilmiş ve öncelikle bu husus ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

15. Yerleşik içtihatlarla da kabul edildiği üzere direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir. Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukukî olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemeyeceğinden verilen yeni hükme karşı temyiz isteminin de ilgili Yargıtay dairesince yapılması gerekir.

16. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesi ilk kararında davacı tarafça ileri sürülen vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiasının yine davacı tarafça aynı taşınmazla ilgili verilen satış vaadi sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılmış, Özel Daire ise dava dışı kişiyle olan hukukî ilişkinin bu davada davalının vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluklarını ortadan kaldırmayacağına işaret etmiştir. Direnme kararı verilirken taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tarafı olan (ihbar olunan) Kadir Y.’ın satış bedelinin kendisi tarafından alındığı yönündeki dilekçesinden bahsedilmişse de, bu husus mahkemenin önceki kararının gerekçesini değiştirir veya etkiler yahut bozma gerekçesini ortadan kaldırır nitelik taşımamaktadır. Bölge Adliye Mahkemesinin benzer bir davada verilen Yargıtay kararından bahsetmesi de kararının dayanak ve gerekçesini kuvvetlendirme mahiyeti taşımakta olup yeni delil ve değerlendirme olarak kabul edilemez. Bu nedenlerle, kararın yeni delile dayalı, yeni hüküm niteliğinde olduğu ve temyiz incelemesinin Özel Dairece yapılması gerektiği yönündeki görüş 15.03.2022 tarihli ilk görüşmede Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiş, ön sorunun bulunmadığı sonucuna oy çokluğuyla varılarak işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

IV. GEREKÇE

17. Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle vekâlet sözleşmelerine değinilmesi yerinde olacaktır.

18. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502. maddesinin birinci fıkrasına göre vekâlet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir. Geniş anlamda bir iş görme sözleşmesi olan vekâlet sözleşmesiyle vekil, kendisine verilen işin ya da işlemin vekâlet verenin irade ve yararına uygun olarak görülmesini, yapılmasını üstlenir.

19. Vekâlet sözleşmesini, TBK’nın genel hükümlerinde düzenleme altına alınan (40 ve 48. maddeleri) temsil ilişkisi ile karıştırmamak gerekir. Aralarında yakın bir ilgi bulunmakla birlikte vekâlet sözleşmesi ile vekil vekâlet verenin bir işini görmeyi ya da bir işlemini yapmayı borçlanırken, vekâlet veren de onun yaptığı giderleri ve verdiği avansları ödemeyi borçlandığından vekâlet iki taraflı bir sözleşmedir. Temsil yetkisi ise tek taraflı bir hukukî işlemdir. Genel olarak vekâlet, vekil ile vekil eden arasındaki iç ilişkiyi, temsil ise vekil edenin vekil aracılığı ile işlem yaptığı üçüncü kişi ile arasındaki dış ilişkiyi ifade eder.

20. Türk Borçlar Kanunu’nun temsil ve vekâlet ilişkisini düzenleyen hükümlerine göre vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, diğer bir anlatımla vekil edenin yararına ve onun iradesine uygun davranma yükümlülüğünden doğar. Vekâlet sözleşmesi, başkasının işini görmeye ilişkin bir sözleşme olduğundan esas itibariyle işin müvekkilin menfaatine yapılması gerekir. Bu durum iş görme sözleşmesinin doğal bir sonucudur.

21. Nitekim TBK’da sadakat ve özen borcu, vekilin vekâlet verene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve “Şahsen ifa, sadakat ve özen gösterme” başlığını taşıyan 506. maddesinde;

“Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır” düzenlemesine yer verilmiştir.

22. Davaya konu vekâletin verildiği 05.10.1995 tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 389. maddesinin birinci fıkrasında da vekilin, müvekkilinin açık olan talimatına muhalefet edemeyeceği hükmüne yer verildikten sonra 390. maddesinde;

“Vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir.

Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.

Vekil, başkasını tevkile mezun veya hal icabına göre mecbur olmadıkça veya adet başkasını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmağa mecburdur” hükmüne yer verilmiş olup; buradaki “iyi bir suretle ifa” deyimini, söz konusu hükmün aslı olan İsviçre Borçlar Kanunu’nun 398. maddesinde olduğu gibi “sadakat ve özenle ifa” olarak anlamak gerekir.

23. Bu hükümler uyarınca vekilin, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altında olacağı açıktır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur.

24. Vekil bu yükümlülüğünü yerine getirmediği, özellikle vekâletin kasten vekil edenin zararına, kendisinin veya başka birinin yararına kullanılması hâlinde vekâlet sözleşmesinin kötüye kullanılması söz konusu olabilir. Dolayısıyla böyle bir durumda vekil eden zararlandırılırken, vekil çok zaman kendisine veya başka bir kimseye çıkar sağlamaktadır. Oysa ki, sadakat ve özen borcunun temel amacı başkası adına iş gören kimsenin yetkisini kötüye kullanma riskini önlemektir. Vekâlet sözleşmesi, güven esasına dayalı bir iş görme edimi ihtiva ettiğinden bu güvenin korunması her şeyden önce TBK’nın 506. (BK’nın 390.) maddesinin bir gereği olduğu gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kuralının da bir gereğidir.

25. Vekilin vekâlet sözleşmesinden kaynaklanan borçları yönünden açıklanan ilke ve kurallar, vekâlet ilişkisinin temeli olan güven olgusuna dayalıdır. Elbette ki bu güven, sözleşmenin her iki tarafı için de esastır. Yine, bu çerçevede yapılacak değerlendirmede mahkemenin yalnızca vekilin değil vekil edenin sözleşmeye dayalı hak ve borçları ileri sürmesi yönünden de dürüstlük kuralının geçerli olduğu gözden kaçırılmamalıdır.

26. Bu kapsamda değerlendirme yaparken hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise TMK’nın 6. maddesinde, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” şeklinde düzenlenmiştir. Usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinde de “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

27. Açıklanan bu genel hükümler uyarınca vekâlet sözleşmelerine bakıldığında, vekil vekâlet görevinin gereğini vekil edenin iradesi doğrultusunda yerine getirdiği konusunda hesap verme, ispat yükü altındadır. Şayet vekil eden vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasındaysa ispat yükü bu kez bu iddiayı ileri süren tarafa ait olacaktır.

28. Somut olayda önce Ankara Gölbaşı Noterliğinin 05.10.1995 tarihili, 11735 yevmiye numaralı düzenleme şeklindeki taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle davacı ve Fatma Ü. isimli diğer hissedar, dava konusu taşınmazdaki tüm haklarını dava dışı Kadir Y.’a 1.500.000.000 TL bedel karşılığında satmayı vadetmiş olup bedelin nakten ve peşinen ödendiği sözleşme metninden anlaşılmaktadır. Hemen sonrasında aynı gün, 11736 yevmiye numaralı vekâletnameyle davacı, davalıyı söz konusu taşınmazdaki haklarını dilediği kişiye satma ve bedelini almaya yetkili kılmıştır. Yaklaşık yirmi yıl geçtikten sonra davalı 04.02.2015 tarihinde, davacı ve Fatma Ü.’in verdiği vekâlete istinaden (diğer tüm hissedarlarla birlikte) taşınmazı dava dışı kooperatife satmış, ihbar olunan Kadir Y. bu satışa ilişkin bedelinin kendisine ödendiğini ifade etmiştir.

29. Sonrasında davacı 03.03.2015 tarihinde kooperatife karşı dava açmış ve aradan yirmi yıl geçtikten sonra vekâletle satış yapılamayacağını, okur yazar olmadığını, vekâletnamenin usulüne uygun düzenlenmediğinden geçersiz olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil talebinde bulunmuştur. Gölbaşı (Ankara) 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 22.06.2016 tarihli, 2015/116 E., 2016/306 K. sayılı kararla, davacının vekâletnameyi okur yazar olduğu da belirtilerek okuyup imzaladığı, resmî kurumlardan gelen evraktan da okur yazar olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir.

30. Söz konusu kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesini müteakip davacı bu kez vekâleten yapılan satış bedelinin kendisine ödenmediği iddiasıyla davalının sorumlu tutulması gerektiğini ileri sürmüş ve Bölge Adliye Mahkemesi ile Özel Daire arasında vekâlet sözleşmesine dayalı açılan bu davada davacının taraf olduğu taşınmaz satış vaadi ilişkisinin dikkate alınıp alınamayacağı konusunda uyuşmazlık doğmuştur.

31. Tüm bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık değerlendirildiğinde; yukarıda da ayrıntılarıyla değinildiği üzere; vekâlet sözleşmesi tarafların karşılıklı güvenine dayalıdır. Vekil, vekil edenin iradesi doğrultusunda işlem yapma borcu altında olup bu borcun yerine getirildiğini ispat yükü de kural olarak vekile aittir. Ne var ki her hak ancak dürüstlük kuralı çerçevesinde ileri sürülebilir ve uyuşmazlığın yalnızca vekâlet sözleşmesi hükümlerine göre çözümlenmesi istisnai de olsa bazı hâllerde gerçek durumun tespitiyle somut olay adaletinin sağlanmasına yeterli olmayacaktır.

32. Somut olayda davacı yalnızca davaya konu taşınmazdaki değil, başka taşınmazlarda bulunan hisselerini de dava dışı Kadir Y.’a satmayı vadetmiş, satış bedelini nakden ve tamamen aldığını sözleşmede açıkça belirtmiş, aynı gün hemen akabinde düzenlenen vekâletnameyle ise Kadir Y.’ın yanında çalıştığı anlaşılan davalıya söz konusu taşınmazı dilediği kişiye satma yetkisi vermiştir. Bu durumda, davacının yalnızca davalıyla bir vekâlet ilişkisi içerisine girmediği, zaman ve karar birliği taşır şekilde aynı hisselere ilişkin satış iradesini de ortaya koyduğu açıktır. Taşınmaz satış vaadi ve vekâlet sözleşmesinden sonra aradan geçen yirmi yıl zarfında bu sözleşmelerin tarafları arasında herhangi bir ihtilâf doğmamışken elbirliğiyle mülkiyetin paylı mülkiyete çevrilmesini müteakip diğer hissedarların da iştirakiyle taşınmaz dava dışı kooperatife satıldığında davacı vekâletin geçersiz olduğunu iddia ederek kooparetife karşı tapu iptal ve tescil davası açmış; söz konusu davadan sonuç elde edilemeyeceğince bu kez vekâleten işlem yapan davalıdan satış bedelinin kendisine ödenmesini talep etmiştir. Bunlar karşısında, taraflar arasındaki uyuşmazlığın sıkı sıkıya ve yalnızca vekâlet sözleşmesine ilişkin ilke ve kurallarla çözümlenmesi maddi vakıaya uygun olmayacaktır. Zira davacının Kadir Y.’ın yanında çalışan davalıya verdiği vekâletle varmak istediği amacın; (elbirliğiyle mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazdaki hissesini doğrudan dava dışı Kadir Y.’a satması mümkün olmadığından) satış vaadi sözleşmesiyle bedelini aldığı hissenin tapuda devrini sağlamak, bir başka anlatımla sonrasında başkaca bir hukukî işlem yapmak zorunda kalmaksızın satış vaadinin ifasını mümkün kılmak yönünde olduğu anlaşılmaktadır.

33. Davacı taşınmaz satış vaadi sözleşmesiyle hissesinin karşılığı olan bedeli zaten tahsil ettiğinden davalının vekil edenin aleyhine, onu zararlandırıcı bir işlemde bulunduğundan da bahsedilemez. Bu nedenle somut olayda vekâlet görevinin kötüye kullanılması hâlinin de söz konusu olmayacağı açıktır.

34. Netice itibarıyla; davalı vekilin davacının iradesi doğrultusunda işlem yaptığı, davacının ise zaten bedelini aldığı bir hak ile ilgili bu kez vekil üzerinden yeniden talepte bulunmasının TMK’nın 2. maddesinde öngörülen iyi niyet kuralıyla bağdaşmadığı kabul edilmelidir.

35. Hâl böyle olunca aynı gerekçelerle davanın reddi yönünde verilen direnme kararı haklı ve yerindedir.

36. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde; davanın vekâlet görevinin gereklerinin yerine getirilmediği iddiasına dayalı olarak açıldığı, üçüncü bir kişiyle olan taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin ancak o sözleşmenin tarafları arasında hüküm ifade edeceği, iki ayrı hukukî ilişki iç içe geçirilerek uyuşmazlığın değerlendirilmesinin sözleşmelerin kendine özgü koşul ve ispat kurallarını hukuka aykırı şekilde ortadan kaldıracağı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin, karşı tarafa ancak gerçek satış sözleşmesinin yapılmasını isteme hakkı verdiği, bir başka anlatımla alıcısına sadece tapu devrini istemek yönünde şahsi bir hak tanıdığı, davacının ihbar olunan Kadir Y.’a satış vaadinde bulunmasının, (vaat edenin akidine karşı tazmin sorumluluğunu doğurabilecekse de) taşınmazın üçüncü bir kişiye satışına engel olmayacağı, davacının hisselerinin satışı konusunda davalıya yetki verdiği, bu yetki çerçevesinde davalı istediği bir kişiye satabilirse de satış bedelini vekil edene teslim ettiğini yahut onun talimatı doğrultusunda bu sonucu doğuracak mahiyette işlem yaptığını ispat etmesi gerektiği, davalının vekâlet görev ve sorumluluğunun dava dışı Kadir Y.’a değil davacıya karşı olduğu ve satış bedelinin dava dışı Kadir Y.’a verilmesi yönünde davacının açık bir talimatı bulunduğunun ispatlanamadığı gözetildiğinde Kadir Y.’ın talimatıyla taşınmazın satılması ve bedelinin de bu kişi tarafından alınması hâlinin davalının sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, bu nedenle bozma kararına uymak gerekirken direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu, kararın bozulması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından yukarıda açıklanan nedenlerle benimsenmemiştir.

37. Bu nedenle, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmektedir.

V. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 22.03.2022 tarihinde yapılan ikinci görüşmede, oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Davacı, 666 parsel sayılı taşınmazda pay sahibi olduğunu, payın satışı için davalıya 5.10.1995 tarihinde vekâletname verdiğini, vekili olan davalının 4.2.2015 tarihinde payını 109.250,00 TL bedelle dava dışı kooperatife sattığını, davalının satış bedelini kendisine ödemeyerek, vekâlet sözleşmesinin gereğini yerine getirmediğini ileri sürerek, satış bedelinin satış tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, kendisine vekâletnamenin verildiği 5.10.1995 tarihinde, davacının taşınmazdaki payını gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle dava dışı Kadir Y.’a satmayı vaad ettiğini, ancak taşınmazda iştirak hâlinde mülkiyet olduğundan devrinin yapılamadığını, iştirak hâlinde mülkiyetin müşterek mülkiyete verilmesi üzerine, taşınmazı gayrimenkul satış vaadi sözleşmesiyle satın alan Kadir Y.’ın rızasıyla taşınmazı üçüncü kişiye sattığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, vekilin satıştan davacıya haber vermediği gibi satış bedelini de malik olan davacıya ödemediği, taşınmazdaki davacı payı için gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi yapılmış ise de, bu sözleşmenin vekilin vekil edene karşı sorumluluğunu ortadan kaldırmadığı, malikin gayrimenkul satış vaadi sözleşmesindeki alıcıya karşı da bu sözleşmeden doğan yükümlülüğünün devam ettiği gerekçesiyle, 109.250,00 TL'nin satış tarihi olan 4.2.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin istinaf talebi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi “Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile vekâlet aynı gün aynı noterde düzenlenmiş olup, davacının bu sözleşme ile gayrimenkuldeki hak ve hisselerinin tamamı Kadir Y.’a sattığı ve satış bedelinin tamamını nakden ve peşin aldığı, resmî senedin aksinin ancak aynı değerde bir delille ispat edilmesinin gerektiği, davacının bunu ispat edemediği gibi, öyle bir iddianın da olmadığı, bu durumda davacının dava konusu hisse bedelini alıp taşınmazı üçüncü kişiye teslim ettiği anlaşılmaktadır. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulü yanında hüküm tesisi usul ve yasaya uygun bulunmamış” şeklindeki gerekçeyle davalının istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve davanın reddi yönünde yeniden hüküm kurulmuştur.

Davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 31.10.2019 tarihli 2019/4204 E.- 2019/10577 K. sayılı kararı ile Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi kararının davacı yararına Bozulmasına karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından direnme kararı verilmiştir.

Davacı, Gölbaşı Noterliği, 5.10.1995 tarihli 11736 yevmiye numaralı Düzenleme Şeklinde Vekâletname ile davalıyı Ankara İli Gölbaşı ilçesi Tulumtaş köyünde bulunan 666, 673, 737, 829, 490 parsel sayılı taşınmazların adına intikalini yaptırmaya, satmaya vekil tayin etmiştir.

Vekil, vekâlet verenin istemi üzerine yürüttüğü işin hesabını vermek ve vekâletle ilişkili olarak aldıklarını vekâlet verene vermekle yükümlüdür (TBK 508 md). Vekil, vekâlet verenin açık talimatına uymakla yükümlüdür. Vekâlet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap borcu gelmektedir.

Davalı vekil, vekâletnamenin kendisine verildiği tarihte aynı gün 5.10.1995 tarihinde dava konusu taşınmazı davacının dava dışı Kadir Y.’a Noterde düzenlenen Gayrımenkul Satış Vaadi Sözleşmesi ile sattığını, Kadir Y.’ın rızası ile taşınmazı, üçüncü şahsa sattığını bildirmiştir.

TBK. 29. maddesine göre bir sözleşmenin ileride kurulmasına ilişkin sözleşmeler geçerlidir. Kanunlarda öngörülen istisnalar dışında, önsözleşmenin geçerliliği, ileride kurulacak sözleşmenin şekline bağlıdır. Satış Vaadi Sözleşmesi herhangi bir taşınmazın mülkiyetini iktisap edebilmek amacıyla düzenlenen bir ön akittir.

Gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyetin nakli değil, esas akdi yapma borcu altına girilmektedir. Eş söyleyişle satış vaadi sözleşmesi şahsi hak sağlayan, bu nedenle de sözleşmenin tarafı olmayana karşı ileri sürülemeyen bir ön akittir. Bu sözleşme ile vaad eden, belli bir taşınmazı satmayı, vaad olan da, bu taşınmazı satmayı birbirlerine karşı borçlanır.

Sözleşmenin kurulması ile sözleşme konusu olan taşınmazın mülkiyeti el değiştirmez. Satış vaadi sözleşmesinden doğan hak ayni değil, kişisel haklardandır. Bunun sonucu olarak da satış vaadi sözleşmesinin tarafları, bu sözleşmeden doğan haklarını yalnız birbirlerine veya haleflerine karşı ileri sürebilirler. Satış vaadi sözleşmesi şahsi hak doğuran sözleşmelerden olduğu için, böyle bir sözleşme ile alacaklı sözleşmesinden doğan bu şahsi hakkını, borçlunun rızasını aramaksızın ancak üçüncü bir kişiye yine taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile devir ve temlik edebilir. Bu durumda, alacağı temellük eden kimse, temellük edenin yerine geçerek onun haklarını kullanabilir.

Bir kişi malik olmadığı bir taşınmazı birden fazla sözleşme ile farklı kişilere satış vaadinde bulunabiliyorken, malik olmadığı taşınmazın mülkiyetini bir başkasına devredemeyecektir.

İşte az yukarıda açıklanan nedenlerle davacıdan Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesi ile taşınmazı satın alan Kadir Y.’a satış vaadi sözleşmesi ayni değil, kişisel nitelikte bir hak verir. Vekil olan davalı, davacının vekili olmasına rağmen, dava dışı Kadir Y.’ın talimatı ile taşınmazı üçüncü şahsa satmış ve satış bedelini vekili olan davacıya ödemediğinden, sadakat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmiş, vekâlet görevini kötüye kullanmıştır.

Öte yandan, davacının Gayrimenkul Satış Vaadi Sözleşmesine göre, akidine karşı sorumluluğu devam etmekte olup, davaya konu taşınmaz üçüncü kişiye satılmış olduğundan, Gayrimenkul satış vaadi alacaklısı Kadir Y., Satış Vaadi Sözleşmesinin tarafı olan davacıya karşı alacak davası açmış ve dava hâlen derdest bulunmaktadır.

Bu nedenlerle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesinin direnme kararının bozulması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun direnme kararının onanması yönündeki görüşüne katılmıyoruz.

Nurten Abacı UTKU       Nebahat ŞİMŞEK             Yakup ATA
Üye                                 Üye                                  Üye

Belkıs KARAKAŞ           Dr. Şanver KELEŞ           Gülfem SAYGILI
Üye                                 Üye                                  Üye

Hüseyin TUZTAŞ           Sevinç TÜRKÖZMEN
Üye                                Üye