KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARINDAN ÖNCE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE DOLDUĞUNDAN DAVALI YARARINA MADDİ ANLAMDA KAZANILMIŞ HAK DOĞDUKTAN SONRA AÇILAN DAVA REDDEDİLMELİDİR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/2-422
Karar No       : 2024/370

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Karşıyaka 4. Aile Mahkemesi
TARİHİ                          : 13.10.2022
SAYISI                          : 2022/319 E., 2022/560 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 24.05.2022 tarihli ve 2021/10177 Esas,
                                        2022/4844 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki evlatlık ilişkisinin kaldırılması davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davalı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

1. Davacı Figen A. vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin öz amcası olan 1937 doğumlu Dinçer D.’in 27.03.2019 tarihinde bekar ve çocuksuz olarak öldüğünü, mirasçı olarak geride kız kardeşi Türkan ile kendisinden önce vefat eden Erdoğan D.’in kızları olan Figen ile Meltem’in kaldığını, dolayısıyla müvekkilinin murisin yasal mirasçısı olduğunu, mirasçılık belgesi almak amacıyla mahkemeye başvurduklarında murisin Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin 09.06.2006 tarihli ve 2006/461 Esas, 2006/470 Karar sayılı kararı ile davalıyı evlat edindiğini öğrendiklerini, evlat edinme tarihinde murisin 69 davalının ise 44 yaşında olduğunu, ergin olan davalının evlat edinilmesini düzenleyen Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 313 üncü maddesinde yazılı koşulların somut olayda oluşmadığını, aynı şekilde yargılama aşamasında 316 ncı madde gereğince yapılması gereken araştırmanın yapılmayarak karar verildiğini, murisin uzun yıllar Hollanda/Roterdam Türk Konsolosluğunda üst düzey bürokrat olarak çalıştığını, Türkiye ve Hollanda’da da çok sayıda mal varlığının bulunduğunu, Dinçer D.’in 1991 yılından ölüm tarihine kadar kız kardeşi olan Türkan ile aynı evde birlikte yaşadığını, müteveffanın kendi ailesi ile olan ilişkilerinin çok iyi olduğunu, ölene kadar sağlığını koruduğunu, bakıma muhtaç olmadığını, davalının ise bankacı olduğunu ve müvekkilinin amcası ile bu nedenle tanıştıklarını, muris ile davalı arasında gönül ilişkisi bulunduğunu, bu nedenle davalıyı evlat edindiğini ileri sürerek evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını talep etmiştir.

2. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davalının muris Dinçer D. tarafından evlat edinildiğinin tüm aile bireylerince bilindiğini, 4721 sayılı Kanun’un 319 uncu maddesinde yer alan sürenin dolduğunu, müvekkili Şaziye ile evlat edinen Dinçer D. arasında 1991 yılında başlayan baba-kız ilişkisinin murisin ölümüne kadar devam ettiğini, iddia edilen gönül ilişkisinin gerçeği yansıtmadığını, müvekkilinin evlat edinen ile tanıştığında evli ve bir çocuk annesi olduğunu, muris Dinçer D.’in vefat tarihine kadar müvekkilinin ailesi ile birlikte yaşadığını, defin işlemlerinin eşi Onur ve oğlu Aral tarafından gerçekleştirildiğini, davacı ve kardeşi Meltem’in cenazeye dahi katılmadıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

II. BİRLEŞEN DAVA

1. Davacı Meltem K. vekili dava dilekçesinde; asıl davacı Figen ile müvekkili Meltem’in kardeş olduklarını, asıl dava dilekçesinde yer alan nedenlerle muris Dinçer D. ile davalı arasında Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin 2006/461 Esas, 2006/470 Karar sayılı kararı ile kurulan evlatlık ilişkisinin hükmen ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

2. Davalı vekili birleşen davaya vermiş olduğu cevap dilekçesinde; asıl davaya sunmuş olduğu cevaplarını tekrar ederek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 10.12.2020 tarihli ve 2019/260 Esas, 2020/765 Karar sayılı kararı ile; muris Dinçer'in yurt dışında yaşarken 1990'lı yıllarda Türkiye'ye dönüş yaptığı, annesi ve kız kardeşi Türkan ile birlikte yaşadığı, davacıların evlat edinme olayını cenaze merasiminde öğrendikleri, akabinde eldeki davayı açtıkları, evlat edinmeye ilişkin Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin kararı incelendiğinde tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına dair araştırmanın yapıldığı, evlat edinen murisin beyanının alındığı, davalı ve dava dışı eşinin davayı kabul ettiği, ne var ki 4721 sayılı Kanun’un 313 üncü maddesinde yazılı "ergin kişinin evlat edinilmesi" koşullarının somut olayda oluşmadığı, davanın Av. Ö.Ş. tarafından genel vekâletname ile açıldığı, oysa evlat edinme davalarının 6100 sayılı Kanun’un 74 üncü maddesi uyarınca özel yetkiyi içeren vekâletname ile açılması gerektiği, davacının vefat etmesi nedeniyle belirtilen eksikliğin giderilme imkânının kalmadığı, diğer yandan evlat edinmeye ilişkin yapılan yargılamada 4721 sayılı Kanun’un 316 ncı maddesi gereğince gerekli zabıta araştırmalarının yapılmadığı, uzman bilirkişiden görüş veya rapor alınmadığı, evlat edinenin yakınlarının davadan haberdar edilmediği, 08.05.2006 tarihinde açılan davanın tanık olarak dinlenen Gamze Yabancı’nın "davacı ile davalının bankada bir iş nedeniyle tanıştıklarını, o günden beri aralarında baba- kız ilişkisi doğduğunu, davacının davalıyı, eşini ve çocuğunu bir aile ferdi olarak kabul ettiğini, birlikte 1990 yılından 1997 yılına kadar beraber yaşadıklarını, halen bu ilişkinin devam ettiği" şeklindeki beyanı hükme esas alınmak suretiyle 24.05.2006 tarihinde davanın kabulüne karar verildiği, böyle olunca 4721 sayılı Kanun’un erginlerin evlat edinilmesi için gerekli olan "5 yıllık bakım, gözetim ve aile halinde birlikte yaşama" şartlarının evlat edinme dosyasında gerçekleşmediğinin kabulü gerektiği, özellikle evlat edinme davasının genel vekâletname ile açıldığı gözetildiğinde vekilin davayı takip ve kesinleştirme işlemlerini yapmaya yetkisi bulunmadığından evlat edinmeye ilişkin kararın sakat olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 20.09.2021 tarihli ve 2021/747 Esas, 2021/1463 Karar sayılı kararı ile; evlat edinmeye ilişkin dava dosyasında evlat edinenin 1990-1997 tarihleri arasında davalı tarafından beş yıl süre ile aile olarak bakılıp gözetildiğinin iddia edildiği, belirtilen tarihler arasında aile gibi yaşadıkları ve evlat edinmek isteyenin bakıma ihtiyacı olduğunun davalının iş yeri arkadaşı olan tanığın soyut beyanı dışında ispat edilemediği, ayrıca 4721 sayılı Kanun’un 316 ncı maddesine göre uzman raporu alınmadığı gözetildiğinde davanın kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmadığı, 4721 sayılı Kanun’un 318 inci maddesi koşullarının gerçekleştiği, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasının evlâtlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek olduğu hususunun da iddia ve ispat edilemediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile "... Dava ve birleşen dava, evlat edinenin mirasçıları tarafından açılan 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 318. maddesi kapsamında evlatlık ilişkisinin kaldırılması istemine ilişkindir.

Evlatlık ilişkisi, genel olarak, evlat edinen ile evlatlık arasında mahkeme kararı ile kurulan yapay soybağını ifade etmek için kullanılan hukuki bir terimdir. Dolayısıyla, evlatlık ilişkisinin kurulması (evlat edinme), sonradan hukuk düzenince tanınan bir soybağı kurma yoludur. (Akıntürk, Turgut, Türk Medeni Hukuku Yeni Medeni Kanuna Uyarlanmış Aile Hukuku, İkinci Cilt, Yenilenmiş 9. Bası, Beta Basım Yayım Dağıtım AŞ, İstanbul, Mayıs, 2004, s.359)

4721 sayılı TMK sisteminde, mahkeme kararı ile kurulmuş olan bir evlatlık ilişkisi ancak 317 ve 318. maddelerde düzenlenen sebeplerin varlığı halinde, belirli kişilerin açabileceği evlatlık ilişkisinin kaldırılması davası ile iptal edilebilir. Dolayısıyla, TMK uyarınca (belirli şartların varlığı halinde) kurulmuş ve (soybağı vb) hükümlerini doğurmuş olan bir evlatlık ilişkisi, ancak Kanun’da istisnai ve sınırlı olarak sayılmış (numerus clausus) hallerde tüm sonuçları ile birlikte ortadan kaldırılabilecektir. (Koç, Evren a.g.e., sh. 382 ) Evlatlık ilişkisinin kaldırılması davası, bozucu yenilik doğuran bir davadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kapsamında geçerli bir şekilde kurulan evlatlık ilişkisinin sona erdirilmesi söz konusu olamaz. (Aydoğdu, Murat, Çağdaş Hukuki Gelişmeler Işığında Evlat Edinme, Ankara 2010, sh. 646; Dural, Mustafa/Öğüz, Tufan/Gümüş, Mustafa Alper, Türk Özel Hukuku Cilt III Aile Hukuku, İstanbul 2010, sh. 311) Zira, kan bağına bağlı olan soybağının tarafların anlaşması yoluyla sona erdirilmesi mümkün olmadığı gibi, evlat edinme yoluyla kurulan soybağının da sona erdirilmesi mümkün olmamalıdır. Bu ilkeye evlatlık ilişkisinin çözülemezliği denmektedir. (Aydoğdu, a.g.e sh.646) 743 sayılı Mülga Medeni Kanunun anlayışından ayrılan yürürlükteki 4721 sayılı TMK, evlatlık ilişkisinin taraflarca keyfi bir şekilde kaldırılmasının önünü kapamıştır.

4721 sayılı TMK'da evlatlık ilişkisinin tarafların iradesi ile sona erdirilmesi imkansız hale gelmiş olup, kanunda belirtilen haller dışında evlatlık ilişkisinin sona ermesi de mümkün olmayacak şekilde düzenlenmiştir. Kanuna göre, evlatlık ilişkisinin, evlat edinme için gerekli koşulların yerine getirilmemesi halinde mahkeme tarafından kaldırılması söz konusu olacaktır.

Kanun koyucu, yaptığı düzenlemeyle, evlatlık ilişkisi ile soybağı ilişkisi arasındaki farkları en aza indirgemeyi amaçlamıştır. Evlatlığın mirastan yoksun bırakılmasını veya mirasçılıktan çıkarılmasını gerekli kılacak bir durumun varlığı halinde, evlatlığın mirastan yoksun bırakılması ya da mirasçılıktan çıkarılması yine mümkün olmakla beraber, bu yoksun bırakma/mirasçılıktan çıkarma hali evlat edinen ile evlat edinilen arasındaki evlatlık ilişkisinin sona ermesi sonucunu doğurmayacaktır. (Aydoğdu, a.g.e sh.664-665)

TMK’nın 318. maddesi gereği; evlât edinmenin esasa ilişkin diğer noksanlıklardan biriyle sakat olması halinde, Cumhuriyet savcısı veya her ilgilinin evlâtlık ilişkisinin kaldırılmasını isteyebileceği, noksanlıkların bu arada ortadan kalkmış veya sadece usule ilişkin olup ilişkinin kaldırılması evlâtlığın menfaatini ağır biçimde zedeleyecek olursa, evlatlık ilişkisinin kaldırılması yoluna gidilemeyeceği belirtilmiştir.

Yukarıda yapılan kısa açıklamalar doğrultusunda somut olay değerlendirildiğinde; Karşıyaka 1. Aile Mahkemesi’nin 24.05.2006 tarih, 2006/461 Esas ve 2006/470 Karar sayılı kararı ile tarafların 1990-1997 tarihleri arasında aile fertleri gibi aynı evde yaşadıkları, aralarında baba-kız ilişkisinin olduğu gerekçesiyle davanın kabul edildiği, 09.06.2006 tarihinde kararın kesinleştiği ve nüfus kayıtlarına işlendiği, eldeki evlatlık ilişkisinin kaldırılması davasının 05.04.2019, birleşen davanın ise 08.04.2019 tarihlerinde açıldıkları anlaşılmaktadır.

Somut olayda asıl ve birleşen davacılar evlat edinme işleminin evlat edinme şartlarına uygun olarak yapılmadığını iddia ederek evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

TMK 6. maddesine göre taraflardan her biri iddiasını ispatla yükümlü olup somut olayda iddiaların ispat külfeti davacı taraf üzerinde bulunmaktadır.

Mahkemenin evlat edinme ilişkisinin kaldırılmasına yönelik davayı kabul gerekçesi bakım şartının gerçekleşmeden karar verilmiş olması şeklindedir. Ancak; bakım şartının gerçekleştiği hususunun kesinleşen mahkeme kararında yer aldığı bu nedenle kesinleşmiş bir mahkeme kararının başka bir mahkeme tarafından yok sayılamayacağı hususu ile yukarıdaki açıklamalar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını sistematik olarak sıkı kurallara bağlayan ve evlatlık ilişkisinin taraflarca keyfi bir şekilde kaldırılmasının önünü kapayan TMK’deki düzenlemeler de dikkate alındığında, mahkemece davanın kabulüne dayanak yapılan hususların esasa ilişkin eksiklik olarak kabulünün mümkün olmadığı bu sebeple ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmesi gerekirken yerinde bulunmayan gerekçe ile davanın kabulü doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir..."

gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki karar gerekçesi tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili temyiz dilekçesinde; öncelikle davanın hak düşürücü süre içinde açılmadığını belirterek davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, işin esası bakımından ise müteveffa ile müvekkilinin 1990 yılından ölüm tarihi olan 2019 yılına kadar baba kız gibi birlikte yaşadıklarını ileri sürerek somut olayda evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını gerektiren bir sebebin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi istemi ile hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda hüküm altına alınan erginlerin evlat edinilmesine ilişkin kurallar gözetildiğinde, davacıların murisi ile davalı arasında Mahkeme kararı ile kurulan evlatlık ilişkisinin kaldırılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 313 ilâ 319 uncu maddeleri.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (Anayasa) 153 üncü maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Türk Medeni Kanunu'nun 282 nci maddesinde; çocuk ile ana ve babası arasındaki soybağının, kan bağı veya evlat edinme ilişkisi yoluyla kurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Maddede belirtilen evlat edinme, belirli koşullar ve usul içinde gerçekleştirilebilen ve evlat edinenle evlatlık arasında yapay soybağı kuran bir aile hukuku kurumudur (Cem Baygın, Soybağı Hukuku, İstanbul-2010, s. 137). Mülga 743 sayılı Medeni Kanun hükümlerine göre "medeni hukuk sözleşmesi" olarak düzenlenen evlatlık ilişkisi; 4721 sayılı Kanun'un 315/1 maddesinde "Mahkeme kararıyla birlikte evlâtlık ilişkisi kurulmuş olur" şeklinde hüküm altına alındığından, evlat edinmenin hukuksal niteliğinin medeni hukuk sözleşmesi olduğunu kabul etmeye olanak kalmamıştır. 4721 sayılı Kanun'da yer alan düzenlemeye göre, taraflar arasında yapay soybağı ilişkisi kuran evlat edinme, kamu düzeni ile ilgili bir kurum olup, özel hukuk sözleşmesine konu olamaz (Ahmet Kılıçoğlu, Medenî Kanun’umuzun Aile-Miras-Eşya Hukukuna Getirdiği Yenilikler, Ankara-2003, s. 109-110).

3. Evlat edinme ile; evlat edinen ve evlatlık arasında, hukuken ana-baba-çocuk ilişkisinin aynısı doğar (4721 sayılı Kanun md. 314). 4721 sayılı Kanun; küçüklerin evlat edinilmesi ile erginlerin evlat edinilmesini farklı kurallara bağlamış olup; küçüklerin evlat edinilmesi 305 ilâ 312 nci maddeleri arasında düzenlenirken, erginlerin ve kısıtlıların evlat edinilmesi 313 üncü maddesinde hükme bağlanmıştır. Kanun, esas olarak küçüklerin evlat edinilmesine ilişkin koşulları düzenlemiş, ergin ve kısıtlıların evlat edinilmesinde ise bu ortak koşullardan başka Kanun'da belirtilen istisnai durumlardan birinin gerçekleşmiş olması şartını aramıştır. Evlat edinme; bakım ve korunmaya muhtaç küçüklerin yararına hizmet eden bir kurum olarak algılandığından, daha çok küçüklerin evlat edinilmesini kolaylaştıran düzenlemeler yapılmıştır. Kanun koyucu; küçüklerin daha fazla bakıma muhtaç olması ve erginlerin evlat edinilmesinin bazı kanun ve ahlâka uygun olmayan ilişkilere yol açabileceği düşüncesiyle; eginlerin evlat edinilmesi koşullarını ağırlaştırarak, istisnai hâllere indirgenmiştir (Rona Serozan, Medeni Hukuk Genel Bölüm, İstanbul-2008, s. 223).

4. Bilindiği üzere ergin ve kısıtlıların evlat edinilmesine ilişkin 4721 sayılı Kanun'un 313 üncü maddesi "Evlât edinenin altsoyunun açık muvafakatiyle ergin veya kısıtlı aşağıdaki hallerde evlât edinilebilir.

1. Bedensel veya zihinsel engeli sebebiyle sürekli olarak yardıma muhtaç ve evlât edinen tarafından en az beş yıldan beri bakılıp gözetilmekte ise,

2. Evlât edinen tarafından, küçükken en az beş yıl süreyle bakılıp gözetilmiş ve eğitilmiş ise,

3. Diğer haklı sebepler mevcut ve evlât edinilen, en az beş yıldan beri evlât edinen ile aile hâlinde birlikte yaşamakta ise.

Evli bir kimse ancak eşinin rızasıyla evlât edinilebilir.

Bunlar dışında küçüklerin evlât edinilmesine ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır" şeklinde hüküm altına alınmıştır.

5. Evlat edinmenin hükümleri, 4721 sayılı Kanun'un 314 üncü maddesinde düzenlenmiştir. Evlat edinmenin şüphesiz ki en önemli sonucu evlat edinen ile edinilen arasında soybağının kurulmasıdır (Mehmet Erdem/Aslı Makaracı Başak, Aile Hukuku, Ankara-2022, s. 391). Bunun sonucunda ana ve babaya ait olan hak ve yükümlülükler evlat edinene geçer. Evlat edinen ile evlatlık, ailenin ailenin huzur ve bütünlüğünün gerektirdiği şekilde birbirlerine yardım etmek, saygı ve anlayış göstermek ve aile onurunu gözetmekle yükümlüdürler (4721 sayılı Kanun, md. 322). Yardımlaşma yükümlülüğü sadece manevi değil, maddi yardımı da kapsar. Nasıl ki evlat edinen evlatlığa her konuda yardımcı olmak zorundaysa, evlatlık da evlat edinene yardım etmek, özel bakıma muhtaçsa ona bakmak, çalışıyorsa kişisel kazancının uygun bir kısmıyla evin giderlerine katkıda bulunmak zorundadır (Baygın, s. 233). Evlat edinen ile edinilen arasında kurulan soybağı neticesinde, evlatlık, evlat edinenin mirasçısı olur (4721 sayılı Kanun md. 314/2). Evlatlık ilişkisinden doğan yasal mirasçılığa ilişkin ayrıntılar 4721 sayılı Kanun'un 500 üncü maddesinde "Evlâtlık ve altsoyu, evlât edinene kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlâtlığın kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Evlât edinen ve hısımları, evlâtlığa mirasçı olmazlar" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Evlatlık ve altsoyunun evlat edinene "kan hısımı gibi" mirasçı olacağından bahseden bu hükmün anlamı, evlatlık ve altsoyunun evlat edinenin altsoyuna dâhil olup, onun birinci zümre mirasçısı olarak mirasta hak sahibi olacağıdır. Evlatlık ve altsoyunun varlığı mirasın ikinci zümreye geçmesine engel olur. Sonuç olarak; evlatlık ilişkisi, evlat edinmeye ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesi ile kurulur ve evlatlık bu andan itibaren yasal mirasçı sıfatını kazanır.

6. Eldeki dava, evlatlık ilişkisinin kaldırılması talebine ilişkindir. 4721 sayılı Kanun, mülga 743 sayılı Medeni Kanun'dan farklı olarak, geçerli şekilde kurulan bir evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına olanak tanımamıştır. Nasıl ki gerçek ana baba ile çocuk arasında kan bağına dayanan soybağı ilişkisini ortadan kaldırmak mümkün değilse, geçerli şekilde kurulan evlatlık ilişkisini de ortadan kaldırmak mümkün değildir. Buna "evlat ilişkisinin kaldırılmazlığı veya çözülmezliği ilkesi" denir (Murat Aydoğdu, Çağdaş Hukuki Gelişmeler Işığında Evlat Edinme, İzmir-2006, s. 713).

7. Türk Medeni Kanunumuz; geçerli olarak kurulan evlatlık ilişkisinin çözülmezliği ilkesini benimsemiş ancak evlat edinmenin koşullarına ilişkin eksikliklerin bulunması durumunda bu ilişkinin mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasını öngörmüştür. Evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına ilişkin sebepler 4721 sayılı Kanun'ın 317 ve 318 inci maddelerinde düzenlenmiştir. Bu hükümlere göre, evlat edinmede rızası gereken kişilerin rızalarının alınmamış olması ve esasa veya usule ilişkin diğer noksanlıkların bulunması, evlatlık ilişkisinin ilgilinin açacağı dava yolu ile kaldırılmasına neden olur.

8. Ancak evlatlık ilişkisinin kaldırılmasını dava hakkı, hak düşürücü süre ile sınırlandırılmıştır. 4721 sayılı Kanun'un "Hak düşürücü süre" başlıklı 319 uncu maddesi "Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer" hükmünü taşımakta iken; Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli ve 2012/35 Esas, 2012/303 Karar sayılı kararı ile 319 uncu maddesinde yer alan ''ve her halde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl'' ibaresi, Anayasaya aykırı olduğundan iptaline, iptal hükmünün kararın Resmȋ Gazete'de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiş, karar 12.07.2013 tarihli ve 28075 sayılı Resmȋ Gazete'de yayımlanmıştır. Bu hâli ile Anayasa Mahkemesi iptal hükmü 12.01.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

9. Eldeki davaya gelince; davacıların öz amcası olan 05.03.1937 doğumlu Dinçer D., 10.11.1962 doğumlu Şaziye T.'yı, 4721 sayılı Kanun'un erginlerin evlat edinmesine ilişkin 313 üncü maddesi uyarınca Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin 24.05.2006 tarihli ve 2006/461 Esas, 2006/470 Karar sayılı kararı evlat edinmiş ve evlat edinme kararı 09.06.2006 tarihinde kesinleşmiştir. Davacılar; murisleri Dinçer D.'in 27.03.2019 tarihinde ölmesi üzerine veraset ilâmı çıkardıklarını ve bu ilâmla, davalının amcaları tarafından evlat edinildiğini öğrendiklerini ileri sürerek, 05.04.2019 tarihinde davacı Figen tarafından asıl dava, 08.04.2019 tarihinde davacı Meltem tarafından birleşen dava açılmıştır. Davalı vekili, her iki davaya vermiş olduğu cevap dilekçesinde öncelikli olarak; evlat edinme kararının 09.06.2006 tarihinde kesinleştiğini, Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli ve 2012/35 Esas, 2012/303 Karar sayılı iptal kararı öncesinde, 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesinde düzenlenen evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına ilişkin dava açma hakkının Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli iptal kararından önce düştüğünü belirterek davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddini savunmuştur.

10. Hak düşürücü süre; bir hakkın kullanılmasına ilişkin olarak, yasayla, sözleşmeyle ya da mahkeme kararıyla kesin olarak belirlenen ve bu süre içinde kullanılmadığında hakkın varlığını sona erdiren süredir. Hak düşürücü süre kamu düzenine ilişkindir; süreyi belirleyen kurallar buyurucu niteliktedir. Bunun sonucu olarak yargıç ya da diğer yetkililerce kendiliğinden gözetilir. Sürenin geçirilmesi nedeniyle varlığı sona eren hakkı taraflar anlaşarak yeniden canlandıramazlar (Türk Hukuk Lügatı, Ankara-2021, Cilt-I, s. 450). Başka bir anlatımla hak düşürücü süre, hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması gereken, davada "itiraz" olarak başvurulması zorunlu olan ve zamanaşımı gibi "kesme" ve "durma" hükümlerine bağlı olmayan, uyulmama hâlinde "hakkın" kaybına yol açan, diğer bir ifade ile hakkın özünü ortadan kaldıran süredir.

11. Öncelikle belirtmek gerekir ki; Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli iptal kararına konu 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesi, itiraz konusu kuralı da barındırdığı hâliyle "Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer" şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Bir yıllık süre, kaldırma sebebinin öğrenilmesine bağlı olduğu için nispidir. Beş yıllık süre ise mutlak olup evlat edinme kararının kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlar (Aydoğdu, s. 784). Dolayısıyla söz konusu hak düşürücü sürelerin geçirilmesi hâlinde, evlatlık ilişkisinin kaldırılması artık istenemez hâle gelir ve mevcut eksiklikleri ile geçerli bir evlat edinme söz konusu olur.

12. Uyuşmazlığa konu evlat edinme kararının 09.06.2006 tarihinde kesinleşmiş olduğu ve o tarihte 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesinin yürürlükte bulunan hâlinde "bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer" ibaresinin yer aldığı olguları birlikte gözetildiğinde; anılan evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına dair dava hakkının 09.06.2011 tarihinde sona erip ermediği, böyle olunca 09.06.2011 tarihinden sonra söz konusu evlatlık ilişkisinin kaldırılmasına yönelik davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddinin gerekip gerekmediği gibi hususların değerlendirilmesi gerekmektedir.

13. Her ne kadar davaların açıldığı tarihte 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesi "bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer" ibaresini barındırmıyor olsa da, yukarıda da belirtildiği gibi bu ibare Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli ve 2012/35 Esas, 2012/303 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiş ve iptal hükmü 12.01.2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böyle olunca uyuşmazlığın çözümü için; Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının özellikleri, geriye yürümezliği ve özellikle soybağı davalarında öngörülen hak düşürücü sürelerden doğan ve buna ilişkin Anayasa Mahkemesi iptal kararlarından önce kişilerin elde etmiş olduğu hukuki durumlara, iptal kararlarının etkileri ayrıntılı şekilde değerlendirilmelidir.

14. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın "Anayasa Mahkemesinin kararları" başlıklı 153 üncü maddesinin ikinci fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurgulandıktan sonra aynı maddenin 5 inci fıkrasında da "iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği" açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, idari yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi, yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılmasıdır. Bunun tam aksine Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarında ise geriye yürümeme asıldır. Bu bakımdan idari yargıdaki iptal kararları beyan edici açıklayıcı nitelikte olduğu hâlde, Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının karar tarihi veya iptal kararının Resmȋ Gazete’de yayımlanması tarihinden itibaren etki göstermesi ve geçmişe etki etmemesinden dolayı kurucu nitelikte olduğu anlaşılmaktadır (Yılmaz Aliefendioğlu, Anayasa Mahkemesince Verilen İptal Kararlarının Zaman İçinde Etkisi, Amme İdare Dergisi, C. 23, S. 3, 1990, s. 3). Buradan hareketle, Anayasa Mahkemesi iptal kararıyla gerçekte Anayasa’ya aykırı olduğu tespit edilen bir kanuna, karar tarihine kadar hukuka uygunluk kazanmaktadır (Ali Ülkü Azrak, Anayasa Mahkemesi İptal Kararlarının Geriye Yürümezliği, Anayasa Yargısı Dergisi, C. 1, 1984, s. 153).

15. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında temel kural, derhal etki kuralıdır. Bu kurala göre iptal kararları derdest davalara derhal uygulanmaktadır. İptal kararları, Resmȋ Gazete’de yayımlandıkları tarih itibariyle derhal yürürlüğe girer ve henüz kesinleşmemiş tüm hukuki durumlara etkili olur. Yürürlüğün Anayasa Mahkemesi kararıyla ertelenmesi hâlinde ise, bu tarihte ya da yasama organının müdahalesine kadar Anayasaya aykırı normun uygulanmasına devam edilmektedir.

16. Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı; Anayasa Mahkemesinin 12.12.1989 tarihli ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında "Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır" şeklinde açıklanmıştır.

17. İptal kararlarının geriye yürümesinin yasaklanmasıyla, iptal kararlarından önce yapılan işlem ve eylemlerle kişilerin elde ettiği kazanılmış hakların korunması amaçlanmıştır. Esasen kazanılmış hakların korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. Bu husus, Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 tarihli ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında; bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması, Hukuk Devletinin gereğidir denilmek suretiyle açıklanmıştır.

 18. Kazanılmış hak, objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi olarak ifade edilebilir. Anayasa Mahkemesi'nin 17.03.2011 tarihli ve 2010/106 Esas, 2011/55 Karar sayılı kararında kazanılmış haklara saygı ilkesi tanımlanmıştır. Kararda aynen, "Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birisini oluşturmaktadır. Kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunmasıdır. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın, yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır" ifadelerine yer verilmiştir.

19. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının derhal etkili olduğu kabul edildiğine göre, kazanılmış hakların bu durumdan ne şekilde etkileneceğine de kısaca değinmek gerekir. Burada "kazanılmış hak" olgusunu, usuli kazanılmış hak ve maddi kazanılmış hak ayrımında ele alma zorunluluğu bulunmaktadır. Usuli kazanılmış hak; tarafların davranışlarına bağlı olmayan, mahkemeler tarafından gerçekleşen işlemler olarak tanımlanırken, maddi kazanılmış hak ise kişinin söz konusu kanun maddesi iptal edilmeden gerekli şartları yerine getirmesi ile o kanundaki hakkı elde etmeyi kazanması şeklinde açıklanabilir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.01.2013 tarihli ve 2012/692 Esas, 2013/138 Karar sayılı kararında "maddi ve usuli kazanılmış hak" kavramı ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

20. Maddi anlamda kazanılmış hak; kesinleşmiş yargı kararı veya kesinleşmiş idari işlemle ortaya çıktığı gibi şüphesiz ki somut olayda olduğu gibi "kesinleşmiş bir hukuki durum" ile de oluşabilir. Kişinin; Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce, yürürlükte bulunan hukuk kuralları uyarınca tamamlanan ve tüm sonuçları ile kesinleşen bir hukuki durumdan kazandığı hak, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından etkilenmeyecektir.

21. Özetle; bir hukuk kuralının yürürlüğü anında o kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak elde edilen kazanılmış hakların korunması, Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2 nci maddesinde açıklanan "Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir" hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 24.02.2016 tarihli ve 2014/8-1084 Esas, 2016/158 Karar sayılı kararında da benimsenmiştir.

22. Tüm bu bilgiler ışığında somut olaya bakıldığında; Karşıyaka 1. Aile Mahkemesinin evlat edinmeye ilişkin kararının 09.06.2006 tarihinde kesinleştiği, bu tarihten Anayasa Mahkemesi iptal kararının yürürlüğe girdiği 12.01.2014 tarihine kadar da 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesinin "Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl ve her hâlde evlât edinme işleminin üzerinden beş yıl geçmekle düşer" hükmünü taşıdığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla iptal kararının yürürlüğünden önce; 09.06.2011 tarihinde "Dinçer D. ve Şaziye T. arasında evlatlık ilişkisi yoluyla kurulan soybağının iptali" için kanunda belirtilen "ilgililer" tarafından açılması mümkün evlatlık ilişkisinin kaldırılması davası açma hakkı, düşmüştür. Zira iptal kararının yürürlüğünden önce, davacıların amcası Dinçer ile Şaziye arasındaki soybağını kuran evlatlık ilişkisinin üzerinden beş yıl geçmiş ve ilgililerin bu tarihten sonra dava açma hakkı kalmamıştır. Böyle olunca, 09.06.2006 tarihinde kesinleşmiş mahkeme kararı ile kurulan soybağı, ilgililerin beş yıllık hak düşürücü süre içerisinde evlatlık ilişkisinin kaldırılması yönünde dava açma hakkını kullanmamaları nedeni ile kesinleşmiştir. Evlat edinilen Şaziye; 10.06.2011 tarihinde, yürürlükte bulunan 4721 sayılı Kanun hükümleri uyarınca, evlat edinen Dinçer'in altsoyuna dâhil olmakla kan hısmı gibi birinci zümre mirasçısı olmuş ve mirasta hak sahipliği kazanmıştır. Bundan böyle nasıl ki gerçek ana baba ile çocuk arasında kan bağına dayanan soybağı ilişkisini ortadan kaldırmak mümkün değilse, somut olayda da geçerli şekilde kurulduğu ve kesinleştiği anlaşılan evlatlık ilişkisinin ortadan kaldırılması mümkün değildir.

23. Tüm bu açıklamalar karşısında; 12.07.2013 tarihli ve 28075 sayılı Resmȋ Gazete'de yayımlanarak 12.01.2014 tarihinde yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin iptal kararından çok önce, beş yıllık hak düşürücü süre dolup, davalı yararına maddi anlamda kazanılmış hak doğduktan sonra açılan davanın, hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmelidir.

24. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; her davanın açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre görülüp karara bağlanması gerektiği, eldeki davada davacıların murisi Dinçer D.'in 27.03.2019 tarihinde öldüğü, davacıların veraset ilâmı ile evlatlık ilişkisini öğrenerek 05.04.2019 tarihinde asıl ve 08.04.2019 tarihinde ise birleşen "evlatlık ilişkisin kaldırılması" davalarını açtıklarını, dava tarihinde 4721 sayılı Kanun'un 319 uncu maddesinin "Dava hakkı, evlâtlık ilişkisinin kaldırılması sebebinin öğrenilmesinden başlayarak bir yıl geçmekle düşer" hükmünü taşıdığı, aynı maddede yer alan "...ve her halde evlat edinme işleminin üzerinden beş yıl..." ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 27.12.2012 tarihli ve 2012/35 Esas, 2012/303 Karar sayılı kararı ile iptal edildiği ve iptal hükmünün 12.01.2014 tarihinde yürürlüğe girdiği, dolayısıyla soybağına ilişkin olması nedeniyle kamu düzeni ile ilgili olan eldeki davalar yönünden dava tarihleri dikkate alındığında yürürlükte bulunmayan beş yıllık hak düşürücü süreden bahsedilemeyeceği, diğer yandan Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce kesinleşmiş kararlar bakımından dava açma hakkının düştüğü sonucuna varılması doğru ise de somut olayda olduğu gibi iptal kararından önce açılmamış davaların Anayasa'nın 153 üncü maddesinin beşinci fıkrası alanına girmediği, aksine görüşün davacıların iptal sebebini öğrenememesi sebebiyle henüz kullanamadıkları dava açma haklarının doğmadan ellerinden alınması anlamına geldiği, gerçekte hak düşürücü sürelerin maddi hukukta düzenlenen usul hukuku hükümleri niteliğinde olduğu, usul hukukunda derhal uygulama ilkesi geçerli olduğuna göre eldeki davada hak düşürücü süre nedeniyle ret kararı verilmesinin doğru olmadığını ve işin esasının incelenmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

25. Böyle olunca direnme kararının, açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeple;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Karşıyaka 4. Aile Mahkemesine gönderilmesine,

10.07.2024 tarihinde oy çokluğuyla ve kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 22’si DEĞİŞİK GEREKÇELİ BOZMA, 3’ü ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.