BABALIK DAVASI AÇILAN KİŞİNİN DNA TESTİ İSTEMESİ SAVUNMA HAKKININ DOĞAL SONUCU OLDUĞUNDAN BU HUSUS İÇİN MANEVİ TAZMİNAT TALEP EDİLEMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/4-814
KARAR NO : 2022/833
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/02/2019
NUMARASI : 2019/3 - 2019/58
DAVACI : H.K. (T.)
DAVALI : N.T.
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının evlilik dışı ilişkisinden 22.02.1996 tarihinde doğan müvekkilinin Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2010/338 E., 2014/87 K. sayılı kararı ile babasının davalı olduğunun tespitine karar verildiğini, davalının soybağı ilişkisini kabul etmeyerek müvekkilinin babası olmayan bir çocuk olarak büyümesine sebep olduğu gibi yıllar boyunca maddi ve manevi yönden babalık görev ve sorumluluğunu yerine getirmediği, bu durumun müvekkilinde üzüntü ve elem yarattığını ileri sürerek 200.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; mahkemenin yetkisiz olduğunu, davacının annesi ile birlikteliğinden sonra Silifke'den ayrılarak memleketi Van iline gittiğini, aradan on beş yıl geçtikten sonra babalık iddiasıyla dava açılması üzerine çocuğu olduğundan haberdar olduğunu, davacının babası olduğunu bilmeden babalık görevini yerine getirmesinin mümkün olmadığını, davacının babası olduğundan emin olamadığı için iddialara sessiz kaldığını, belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.01.2015 tarihli ve 2014/415 E., 2015/55 K. sayılı kararı ile; davada uygulanması gereken özel yetkinin olmadığı ve dava tarihi itibariyle davalının ikametgâhının Van ili olduğu gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın yetkili Van Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.10.2015 tarihli ve 2015/10647 E., 2015/11718 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, haksız fiilden doğan davalarda zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili olduğu, kişilik haklarına saldırı hâlinde Türk Medeni Kanunu’nun 25. maddesi gereği davacının kendi yerleşim yerinde de dava açabileceğinin öngörüldüğü, bu durum karşısında davacının seçim hakkını kullanarak kendi yerleşim yerinde dava açtığından mahkemenin yetkili olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
8. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 20.06.2017 tarihli ve 2016/31 E., 2017/273 K. sayılı kararı ile; davacının doğumundan yaklaşık 6 yıl sonra nüfusa kaydının yapıldığı, yaklaşık 13 yıl sonra ise babalığın hükmen tescili için dava açıldığı, davacının babalık davası açılmadan önce davacının varlığı hakkında bilgi sahibi olduğunu gösterir inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, davalının çocuğun tarafına ait olup olmadığının tespit edilmesi için DNA testi yapılmasını ve çocuğun tarafına ait olduğunun ortaya çıkması durumunda bütün neticesiyle sonucu kabul edeceğini beyan ettiği, babalığın tespiti kararına kadar davacının kendi çocuğu olduğunu bilmeyen davalıdan manevi tazminat talep edilemeyeceği, davacının bu süreçte babasız büyüdüğü, babalık davasının yıllarca sürdüğü, bu durumda davacının mağdur olduğu düşünülse bile doğan sonuçtan davalının sorumlu tutulamayacağı, annenin hamilelik gerçekleştiğinde durumu davalıya bildirmeyerek bebeği dünyaya getirip büyütme yükünü tek başına üstlenme yolunu kendisinin tercih ettiği gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.09.2018 tarihli ve 2018/3586 E., 2018/5675 K. sayılı kararı ile; “… Dosyanın incelenmesi ile; davalı ve dava dışı annenin evlilik dışı birliktelik yaşadığının davalı tarafından kabul edildiği, dava dışı annenin babaya ulaşmak için 2008 yılında televizyon programına katıldığı ve davalıya ulaşılmasına rağmen davalının bağlantı kurmak istemediği, buna müteakiben tanık Alaattin K. beyanına göre; 2008 yılında davalının davacıyı görmek için evine gittiği ve fakat görüşemediği, davalı aleyhine 14/06/2010 tarihinde Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi(Aile Mahkemesi Sıfatıyla)’nin 2010/338 Esas sayılı dosyası ile babalık davası açıldığı, %99,99 davalının davacının babası olduğunu tespit eden ATK raporunun 06/08/2013 tarihinde tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre davalının davacıdan haberdar olduğu olgusu sabittir.
Davalının, davacının kendi çocuğu olduğunu bildiği halde babalığı benimsemeyerek davacı ile ilgilenmemesi davacının ruhsal durumunu olumsuz etkilemiş, davacının ruhsal uyum ve dengesini sarstığı gibi kişisel değerlerinde eksilme duygusu yaşamasına sebebiyet vermiştir. Hal böyle olunca bu durumdan davacının öz babası olan davalının sorumlu tutulması gerektiği kabul edilerek uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, istemin tümden reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir. Bununla birlikte karar başlığında, dava tarihi 06/06/2014 olmasına rağmen 15/01/2016 olarak yazılması ise mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak değerlendirilmiş ve bozma sebebi yapılmamıştır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.02.2019 tarihli ve 2019/3 E., 2019/58 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, dava dışı annenin davacıyı doğumundan yaklaşık altı yıl sonra nüfusa kaydını yaptırdığı, kayıt tarihinden yaklaşık altı yıl sonra televizyon programına katılarak davalının baba olduğunu iddia ettiği, bu iddia üzerine dava dışı anne ve çocukla görüşmek için yanlarına giden davalı ile iletişim kurmadığı, davalının davacıyla iletişim kurmasına da engel olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, baştan beri davalının baba olduğunu veya olması gerektiğini bilen dava dışı annenin çocuğun nesebinin düzeltilmesi yönünden ihmalkâr davrandığı, herhangi bir hukukî başvuru yapmayan dava dışı annenin bu şartlar altında cinsel birliktelikten yaklaşık on iki yıl sonra televizyon programındaki babalık iddiasına davalının şüphe ile yaklaşmasının ve babalığı kabul etmek yönünden 2010 yılında açılan dava neticesini beklemesinin doğal kabul edilmesi gerektiği, buna göre davalının davacıdan haberdar olduğu hâlde babalığı benimsemediğini kabul etmenin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; babalık davası sonucunda kesinleşen babalığın tespiti kararı ile babalığı sabit olan davalının, çocuğu olan davacının babası olduğunu benimsememek suretiyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştirdiğinden bahisle manevi tazminatla sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
15. İlke olarak borçların kaynakları sorumluluk hukuku olarak da adlandırılan borçlar hukukunda düzenlenmiştir.
16. Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukukî anlamda sorumluluk ise taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
17. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir (Eren, Fikret.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 594). Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.
18. Haksız fiilden doğan borçlar; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 41 ilâ 60 [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 49 ilâ 76] maddeleri arasında düzenlenmiştir.
19. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesinde;
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
hükmü yer almaktadır.
20. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.
21. Manevi zarar ise, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
22. Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
23. Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir.
24. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinin uygulanabilmesi için ilk olarak saldırının hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka uygun bir eylem, bu maddenin uygulanmasına imkân vermez. İkinci koşul ise kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusursuz sorumluluk hâlleri hariç kusurunun bulunması gerekir. Kişilik hakkı zedelenenin ayrıca manevi zarara uğramış olması gerekirken hukuka aykırı saldırı ile manevi zarar arasında uygun illiyet bağı da bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt 1, 2012, s. 452-454).
25. Hukuka aykırılık, sorumluluğun objektif şartını teşkil etmektedir. Bir kimsenin hukuk düzeninin, kişileri zarardan korumak amacıyla konulan herkese hitab eden emirlerini veya yasaklarını çiğnerse hukuka aykırı hareket etmiş olur. Yukarıda belirtilen diğer şartlar haiz bile olsa gerçekleşen eylemin belli bir hukuk kuralına aykırı sabit olmadıkça haksız fiil sorumluluğundan söz edilemez. Ancak hukuka aykırı davranıştan sorumluluk sadece ihlâl edilen hukuk kuralının önleme amacını güttüğü zararla sınırlıdır. Zira her hukuka aykırı davranış sebebiyle menfaati ihlâl edilen tazminat isteyemez (Akman, Sermet/Burcuoğlu Halûk/Altop Atillâ:,Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 476).
26. Hukuka aykırılığın kaynağını kanunlar, idare hukuku kuralları ya da yetkili idari veya kazai makamlarca verilen emirlerin veya konan yasakların çiğnenmesi, örf ve adet hukukunca uyulması gereken bir emrin veya yasağın ihlâli oluşturmaktadır. Ayrıca dürüstlük kurallarına uymayan veya hakkın kötüye kullanılması mahiyetini alan ahlaka aykırı bir fiille başkasına zarar vermekte hukuka aykırılık oluşturmakta olup failin zararı kasden vermiş olması hâlinde tazminat yükümlülüğü doğmaktadır.
27. Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu için aranan diğer ve en önemli şartlarında biri ise hukuka aykırı fiili işleyen kişinin kusurlu olmasıdır. Hukuka aykırılık, fiilin bir hukuk kuralına aykırı olduğunu, kusur ise bu hukuk kuralına aykırı fiile ilişkin iradesi sebebiyle failin davranışının kınanan bir davranış olmasını ifade eder.
28. Kusur, bir hareket tarzının hukuk düzeninde muahezesini ihtiva eden bir tavsifidir. Ancak hukuk dilinde kısaltılmış olarak, takbih edilen hareket tarzının kendisi kusur olarak ifade edilir. “Kusurlu hareket tarzıyla zarara sebebiyet veren” yerine “kusuruyla zarara sebebiyet veren” denilir.
29. Kast, kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvur ettiğini (bu sonucun bilincinde olduğunu) ve bu sonucu istediğini ifade eder. İhmal ise hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen bu sonucun meydana gelmemesi için iradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemektedir.
30. İhmal, hukuka aykırı neticeyi önlemek için ahval ve şeraitin gerektirdiği ihtimamı göstermemek olduğuna göre, hâkim, önüne gelen her vakıada failin irade ve zeka kudretinin, kabiliyetlerinin, fizik vasıflarının, bilgisinin nazara alınması ve o şahsın hukuka aykırı neticeyi önceden görüp göremeyeceğinin ve önleyip önleyemeyeceğinin tesbiti icap eder. O şahıs, şahsi vasıfları itibariyle hukuka aykırı neticeyi görüp önleyemeyecek vaziyette idiyse ihmali yoktur denilir (Tandoğan Haluk: Türk Mes’liyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 3-54).
31. Haksız fiil sorumluluğundan söz edebilmek için gereken diğer bir şart ise zararın ortaya çıkmasıdır. Zarar bir kimsenin mal varlığında rızası dışında meydana gelen azalmadır. Mal varlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark zararı oluşturur. Elbette sadece zararın ortaya çıkması yeterli değildir. Hukuka aykırı fiil ile zarar arasında da uygun illiyet bağının da bulunması gerekmektedir (Oğuzman Kemal/Öz Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 2, İstanbul 2018, s. 39).
32. Hukuka aykırı bir fiil işleyen kimse ancak bu fiilinin sebep olduğu zararları tazminle yükümlüdür. Bir kimseden fiilinin sebep olmadığı bir zararın tazmininin istenememesi mantık icabıdır. Şu hâlde zarar ile fiil arasında mantıki illiyet bulunmayan bir zararın tazmini istenemez.
33. Fakat fiille mantıki illiyet bağı bulunan bütün zararlardan faili sorumlu tutmak da adil olmayabilir. Hayat tecrübelerine göre, bir fiilin, olayların normal akışında meydana getirebileceği zararlarla olan mantıki illiyet bağına uygun illiyet bağı denilmektedir. Mantıki illiyet zinciri içinde bir sebebin zararı meydana getirmeye uygun bir sebep olup olmadığı araştırılacaktır.
34. Bir zararla fiil arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu kabul edebilmek için hayat tecrübelerine göre olayların normal akışında fiilin bu zararı meydana getirebileceği sonucuna varılmak gerekecektir. Önemli olan failin sonucu öngörülebilmesi değil, objektif olarak fiilin o zararı meydana getirebileceğinin olayların normal akışına göre kabul edilmesidir. Olayların normal akışına göre, zararın meydana gelme ihtimali incelenirken hâkim hayat tecrübesi olan tarafsız bir kişi olarak hareket edecektir.
35. Görüldüğü üzere, uğranılan zararın tazmini amacıyla manevi tazminat istemi için maddenin aradığı unsurlar; bir kimsenin doğrudan kişilik haklarına yönelik saldırı ile kişilik değerlerinde objektif eksilme ve hukuka aykırı eylem ile oluşan objektif eksilme arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır.
36. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının evlilik dışı ilişki sonrası 22.02.1996 tarihinde doğduğu, doğumundan yaklaşık 8 yıl sonra annesi Yetil K.’ün beyanı ile 23.01.2002 tarihinde nüfusa kaydının yapıldığı, bakım ve gözetiminin annesi tarafından sağlandığı, Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 14.06.2010 tarihinde açtığı babalık davası esnasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 06.08.2013 tarihli rapor ile biyolojik babasının davalı olduğunun belirlendiği ve mahkemece 28.01.2014 tarihinde davalının babası olduğuna karar verildiği görülmüştür. Davalı, babalığın tespiti dosyasına sunduğu cevap dilekçesinde çocuğun tarafına ait olduğunun tespiti hâlinde sonucu kabul ettiğini, testin yapılması için gereken bütün işlemleri yapmaya hazır bulunduğunu belirtmiş, dava sırasında alınan raporlara karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı gibi yargılama sonucunda babalığının tespitine dair kararı da temyiz etmemiştir. Ayrıca davalı tanığı da, davacının kızı olduğunu duyan davalının onunla ilişki kurmaya çalıştığını ancak çocuğun annesi tarafından engellendiğini, hatta bu olaylar esnasında davalının yanında olduğunu beyan etmiştir.
37. Davacı, açtığı manevi tazminat davasında davalının babalığı benimsemeyerek babasız büyümesine sebebiyet vermesi nedeniyle manevi olarak zarar gördüğünü ileri sürmüşse de, bu eylemler manevi tazminatı gerektirir nitelikte hukuka aykırı bir fiil teşkil etmemektedir. Zirâ, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 337. maddesinde evlilik dışı doğan çocuğun velâyet hakkının annede olduğu, baba ile soybağı ilişkisinin 282. maddede ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulacağı düzenlenmiştir. Eldeki davada da davalı (baba) ile davacı (çocuk) arasındaki soybağı babalık davasında verilen karar ile yani hâkim hükmüyle kurulmuştur.
38. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 327. maddesinde çocukların bakım, eğitim ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı, 329. maddesinde küçüğe fiilen bakanın diğerine karşı çocuk için nafaka davası açabileceği düzenlenmiştir. Ayrıca çocuğun korunmasına yönelik olarak yine aynı kanunun 346 ve devamı maddelerinde koruma önlemleri öngörülmüştür. Sonuç olarak kanunda ana ve babanın yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumda dava açma hakkının ana ve babaya ait olduğu çocuğun eğitimi, bakımı ve korunması hususunda nafaka davası ve koruma önlemleri öngörülmüştür.
39. Diğer yandan, babalığın tespitine hükmedilen dosyada adli tıp raporu 06.08.2013 tarihinde alınmış, mahkeme kararı 08.01.2014 tarihinde verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmeksizin 15.04.2014 tarihinde kesinleşmiştir. Eldeki dava ise 06.06.2014 tarihinde açılmıştır. Davacının doğumunun baba tarafından daha önce bilindiği konusunda dosyada bir delil olmadığı gibi babalığın tespit edildiği tarihten çok kısa bir süre sonrada eldeki manevi tazminat davası açılmıştır. Davalının baba olduğunu öğrendikten sonra babalık görevlerini yerine getirmediği olgusu ise ispat edilememiştir. Bununla birlikte hakkında babalık davası açılan davalının DNA testi istemesi de savunma hakkının doğal bir sonucudur. Bu durumda somut olayda davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir fiil bulunduğunu söylemek mümkün olmadığından davanın yasal dayanağı olan dava tarihinde yürürlükte olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49 ve 58. maddelerinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Mahkemece 20.06.2017 tarihinde verilen direnmeye esas kararın gerekçesinde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi ile 49. maddesinde tarifi yapılan haksız fiil ve buna dayalı tazminat talep etme koşullarının bulunmadığı açıklanmış, direnme kararında da aynı gerekçeye dayanılmıştır. Dolayısıyla mahkemece davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
40. Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında; davalının, davacının kendi çocuğu olduğunu bildiği hâlde babalığı benimsemeyerek davacı ile ilgilenmemesi davacının ruhsal durumunu etkileyerek kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğinden davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerektiği, bu nedenle direnme kararının Özel Daire kararında gösterildiği şekilde bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca; olayda haksız fiil ve buna dayalı olarak kişilik haklarına saldırı oluşmadığından tazminat talep edilemeyeceği yönünden davanın reddini kabul eden direnme kararı yerindedir.
42. O hâlde; usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.06.2022 tarihinde ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 13’ü ONAMA, 6’sı ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
BABALIK DAVASI AÇILAN KİŞİNİN DNA TESTİ İSTEMESİ SAVUNMA HAKKININ DOĞAL SONUCU OLDUĞUNDAN BU HUSUS İÇİN MANEVİ TAZMİNAT TALEP EDİLEMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/4-814
KARAR NO : 2022/833
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/02/2019
NUMARASI : 2019/3 - 2019/58
DAVACI : H.K. (T.)
DAVALI : N.T.
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalının evlilik dışı ilişkisinden 22.02.1996 tarihinde doğan müvekkilinin Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2010/338 E., 2014/87 K. sayılı kararı ile babasının davalı olduğunun tespitine karar verildiğini, davalının soybağı ilişkisini kabul etmeyerek müvekkilinin babası olmayan bir çocuk olarak büyümesine sebep olduğu gibi yıllar boyunca maddi ve manevi yönden babalık görev ve sorumluluğunu yerine getirmediği, bu durumun müvekkilinde üzüntü ve elem yarattığını ileri sürerek 200.000 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; mahkemenin yetkisiz olduğunu, davacının annesi ile birlikteliğinden sonra Silifke'den ayrılarak memleketi Van iline gittiğini, aradan on beş yıl geçtikten sonra babalık iddiasıyla dava açılması üzerine çocuğu olduğundan haberdar olduğunu, davacının babası olduğunu bilmeden babalık görevini yerine getirmesinin mümkün olmadığını, davacının babası olduğundan emin olamadığı için iddialara sessiz kaldığını, belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.01.2015 tarihli ve 2014/415 E., 2015/55 K. sayılı kararı ile; davada uygulanması gereken özel yetkinin olmadığı ve dava tarihi itibariyle davalının ikametgâhının Van ili olduğu gerekçesiyle mahkemenin yetkisizliğine, dosyanın yetkili Van Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 19.10.2015 tarihli ve 2015/10647 E., 2015/11718 K. sayılı kararı ile; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 16. maddesi uyarınca, haksız fiilden doğan davalarda zarar görenin yerleşim yeri mahkemesinin de yetkili olduğu, kişilik haklarına saldırı hâlinde Türk Medeni Kanunu’nun 25. maddesi gereği davacının kendi yerleşim yerinde de dava açabileceğinin öngörüldüğü, bu durum karşısında davacının seçim hakkını kullanarak kendi yerleşim yerinde dava açtığından mahkemenin yetkili olduğu gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Kararı:
8. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesince bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda 20.06.2017 tarihli ve 2016/31 E., 2017/273 K. sayılı kararı ile; davacının doğumundan yaklaşık 6 yıl sonra nüfusa kaydının yapıldığı, yaklaşık 13 yıl sonra ise babalığın hükmen tescili için dava açıldığı, davacının babalık davası açılmadan önce davacının varlığı hakkında bilgi sahibi olduğunu gösterir inandırıcı ve yeterli delil bulunmadığı, davalının çocuğun tarafına ait olup olmadığının tespit edilmesi için DNA testi yapılmasını ve çocuğun tarafına ait olduğunun ortaya çıkması durumunda bütün neticesiyle sonucu kabul edeceğini beyan ettiği, babalığın tespiti kararına kadar davacının kendi çocuğu olduğunu bilmeyen davalıdan manevi tazminat talep edilemeyeceği, davacının bu süreçte babasız büyüdüğü, babalık davasının yıllarca sürdüğü, bu durumda davacının mağdur olduğu düşünülse bile doğan sonuçtan davalının sorumlu tutulamayacağı, annenin hamilelik gerçekleştiğinde durumu davalıya bildirmeyerek bebeği dünyaya getirip büyütme yükünü tek başına üstlenme yolunu kendisinin tercih ettiği gerekçesiyle ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26.09.2018 tarihli ve 2018/3586 E., 2018/5675 K. sayılı kararı ile; “… Dosyanın incelenmesi ile; davalı ve dava dışı annenin evlilik dışı birliktelik yaşadığının davalı tarafından kabul edildiği, dava dışı annenin babaya ulaşmak için 2008 yılında televizyon programına katıldığı ve davalıya ulaşılmasına rağmen davalının bağlantı kurmak istemediği, buna müteakiben tanık Alaattin K. beyanına göre; 2008 yılında davalının davacıyı görmek için evine gittiği ve fakat görüşemediği, davalı aleyhine 14/06/2010 tarihinde Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesi(Aile Mahkemesi Sıfatıyla)’nin 2010/338 Esas sayılı dosyası ile babalık davası açıldığı, %99,99 davalının davacının babası olduğunu tespit eden ATK raporunun 06/08/2013 tarihinde tanzim edildiği anlaşılmaktadır. Buna göre davalının davacıdan haberdar olduğu olgusu sabittir.
Davalının, davacının kendi çocuğu olduğunu bildiği halde babalığı benimsemeyerek davacı ile ilgilenmemesi davacının ruhsal durumunu olumsuz etkilemiş, davacının ruhsal uyum ve dengesini sarstığı gibi kişisel değerlerinde eksilme duygusu yaşamasına sebebiyet vermiştir. Hal böyle olunca bu durumdan davacının öz babası olan davalının sorumlu tutulması gerektiği kabul edilerek uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, istemin tümden reddedilmesi bozmayı gerektirmiştir. Bununla birlikte karar başlığında, dava tarihi 06/06/2014 olmasına rağmen 15/01/2016 olarak yazılması ise mahallinde düzeltilebilir maddi hata olarak değerlendirilmiş ve bozma sebebi yapılmamıştır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.02.2019 tarihli ve 2019/3 E., 2019/58 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, dava dışı annenin davacıyı doğumundan yaklaşık altı yıl sonra nüfusa kaydını yaptırdığı, kayıt tarihinden yaklaşık altı yıl sonra televizyon programına katılarak davalının baba olduğunu iddia ettiği, bu iddia üzerine dava dışı anne ve çocukla görüşmek için yanlarına giden davalı ile iletişim kurmadığı, davalının davacıyla iletişim kurmasına da engel olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, baştan beri davalının baba olduğunu veya olması gerektiğini bilen dava dışı annenin çocuğun nesebinin düzeltilmesi yönünden ihmalkâr davrandığı, herhangi bir hukukî başvuru yapmayan dava dışı annenin bu şartlar altında cinsel birliktelikten yaklaşık on iki yıl sonra televizyon programındaki babalık iddiasına davalının şüphe ile yaklaşmasının ve babalığı kabul etmek yönünden 2010 yılında açılan dava neticesini beklemesinin doğal kabul edilmesi gerektiği, buna göre davalının davacıdan haberdar olduğu hâlde babalığı benimsemediğini kabul etmenin mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; babalık davası sonucunda kesinleşen babalığın tespiti kararı ile babalığı sabit olan davalının, çocuğu olan davacının babası olduğunu benimsememek suretiyle kişilik haklarına saldırı gerçekleştirdiğinden bahisle manevi tazminatla sorumlu tutulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
15. İlke olarak borçların kaynakları sorumluluk hukuku olarak da adlandırılan borçlar hukukunda düzenlenmiştir.
16. Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukukî anlamda sorumluluk ise taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
17. Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir (Eren, Fikret.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 594). Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 89). Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.
18. Haksız fiilden doğan borçlar; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 41 ilâ 60 [6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 49 ilâ 76] maddeleri arasında düzenlenmiştir.
19. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı 49. maddesinde;
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”
hükmü yer almaktadır.
20. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir eylemle başkasına zarar verilmesidir. Bir haksız fiil sonucu zarara uğrayan kimse, uğradığı zararın tazminini bu haksız fiilden sorumlu olan kimseden veya kimselerden talep edebilir.
21. Manevi zarar ise, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
22. Türk Borçlar Kanunu’nun “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.
23. Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir.
24. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 58. maddesinin uygulanabilmesi için ilk olarak saldırının hukuka aykırı olması gerekir. Hukuka uygun bir eylem, bu maddenin uygulanmasına imkân vermez. İkinci koşul ise kişilik haklarına saldırıda bulunanın kusursuz sorumluluk hâlleri hariç kusurunun bulunması gerekir. Kişilik hakkı zedelenenin ayrıca manevi zarara uğramış olması gerekirken hukuka aykırı saldırı ile manevi zarar arasında uygun illiyet bağı da bulunmalıdır. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda haksız fiilin varlığından söz edilemez (Uygur, Turgut: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt 1, 2012, s. 452-454).
25. Hukuka aykırılık, sorumluluğun objektif şartını teşkil etmektedir. Bir kimsenin hukuk düzeninin, kişileri zarardan korumak amacıyla konulan herkese hitab eden emirlerini veya yasaklarını çiğnerse hukuka aykırı hareket etmiş olur. Yukarıda belirtilen diğer şartlar haiz bile olsa gerçekleşen eylemin belli bir hukuk kuralına aykırı sabit olmadıkça haksız fiil sorumluluğundan söz edilemez. Ancak hukuka aykırı davranıştan sorumluluk sadece ihlâl edilen hukuk kuralının önleme amacını güttüğü zararla sınırlıdır. Zira her hukuka aykırı davranış sebebiyle menfaati ihlâl edilen tazminat isteyemez (Akman, Sermet/Burcuoğlu Halûk/Altop Atillâ:,Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 476).
26. Hukuka aykırılığın kaynağını kanunlar, idare hukuku kuralları ya da yetkili idari veya kazai makamlarca verilen emirlerin veya konan yasakların çiğnenmesi, örf ve adet hukukunca uyulması gereken bir emrin veya yasağın ihlâli oluşturmaktadır. Ayrıca dürüstlük kurallarına uymayan veya hakkın kötüye kullanılması mahiyetini alan ahlaka aykırı bir fiille başkasına zarar vermekte hukuka aykırılık oluşturmakta olup failin zararı kasden vermiş olması hâlinde tazminat yükümlülüğü doğmaktadır.
27. Kusura dayanan haksız fiil sorumluluğu için aranan diğer ve en önemli şartlarında biri ise hukuka aykırı fiili işleyen kişinin kusurlu olmasıdır. Hukuka aykırılık, fiilin bir hukuk kuralına aykırı olduğunu, kusur ise bu hukuk kuralına aykırı fiile ilişkin iradesi sebebiyle failin davranışının kınanan bir davranış olmasını ifade eder.
28. Kusur, bir hareket tarzının hukuk düzeninde muahezesini ihtiva eden bir tavsifidir. Ancak hukuk dilinde kısaltılmış olarak, takbih edilen hareket tarzının kendisi kusur olarak ifade edilir. “Kusurlu hareket tarzıyla zarara sebebiyet veren” yerine “kusuruyla zarara sebebiyet veren” denilir.
29. Kast, kusurun en ağır derecesidir. Kast, failin hukuka aykırı sonucu tasavvur ettiğini (bu sonucun bilincinde olduğunu) ve bu sonucu istediğini ifade eder. İhmal ise hukuka aykırı sonucu arzu etmemesine rağmen bu sonucun meydana gelmemesi için iradesini yeter derecede kullanmamak, hâl ve şartların gerektirdiği dikkat ve özeni göstermemektedir.
30. İhmal, hukuka aykırı neticeyi önlemek için ahval ve şeraitin gerektirdiği ihtimamı göstermemek olduğuna göre, hâkim, önüne gelen her vakıada failin irade ve zeka kudretinin, kabiliyetlerinin, fizik vasıflarının, bilgisinin nazara alınması ve o şahsın hukuka aykırı neticeyi önceden görüp göremeyeceğinin ve önleyip önleyemeyeceğinin tesbiti icap eder. O şahıs, şahsi vasıfları itibariyle hukuka aykırı neticeyi görüp önleyemeyecek vaziyette idiyse ihmali yoktur denilir (Tandoğan Haluk: Türk Mes’liyet Hukuku, İstanbul 2010, s. 3-54).
31. Haksız fiil sorumluluğundan söz edebilmek için gereken diğer bir şart ise zararın ortaya çıkmasıdır. Zarar bir kimsenin mal varlığında rızası dışında meydana gelen azalmadır. Mal varlığının zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durumla fiil sonucu aldığı durum arasındaki fark zararı oluşturur. Elbette sadece zararın ortaya çıkması yeterli değildir. Hukuka aykırı fiil ile zarar arasında da uygun illiyet bağının da bulunması gerekmektedir (Oğuzman Kemal/Öz Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Cilt 2, İstanbul 2018, s. 39).
32. Hukuka aykırı bir fiil işleyen kimse ancak bu fiilinin sebep olduğu zararları tazminle yükümlüdür. Bir kimseden fiilinin sebep olmadığı bir zararın tazmininin istenememesi mantık icabıdır. Şu hâlde zarar ile fiil arasında mantıki illiyet bulunmayan bir zararın tazmini istenemez.
33. Fakat fiille mantıki illiyet bağı bulunan bütün zararlardan faili sorumlu tutmak da adil olmayabilir. Hayat tecrübelerine göre, bir fiilin, olayların normal akışında meydana getirebileceği zararlarla olan mantıki illiyet bağına uygun illiyet bağı denilmektedir. Mantıki illiyet zinciri içinde bir sebebin zararı meydana getirmeye uygun bir sebep olup olmadığı araştırılacaktır.
34. Bir zararla fiil arasında uygun illiyet bağı bulunduğunu kabul edebilmek için hayat tecrübelerine göre olayların normal akışında fiilin bu zararı meydana getirebileceği sonucuna varılmak gerekecektir. Önemli olan failin sonucu öngörülebilmesi değil, objektif olarak fiilin o zararı meydana getirebileceğinin olayların normal akışına göre kabul edilmesidir. Olayların normal akışına göre, zararın meydana gelme ihtimali incelenirken hâkim hayat tecrübesi olan tarafsız bir kişi olarak hareket edecektir.
35. Görüldüğü üzere, uğranılan zararın tazmini amacıyla manevi tazminat istemi için maddenin aradığı unsurlar; bir kimsenin doğrudan kişilik haklarına yönelik saldırı ile kişilik değerlerinde objektif eksilme ve hukuka aykırı eylem ile oluşan objektif eksilme arasında uygun illiyet bağının bulunmasıdır.
36. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının evlilik dışı ilişki sonrası 22.02.1996 tarihinde doğduğu, doğumundan yaklaşık 8 yıl sonra annesi Yetil K.’ün beyanı ile 23.01.2002 tarihinde nüfusa kaydının yapıldığı, bakım ve gözetiminin annesi tarafından sağlandığı, Silifke 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 14.06.2010 tarihinde açtığı babalık davası esnasında İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 06.08.2013 tarihli rapor ile biyolojik babasının davalı olduğunun belirlendiği ve mahkemece 28.01.2014 tarihinde davalının babası olduğuna karar verildiği görülmüştür. Davalı, babalığın tespiti dosyasına sunduğu cevap dilekçesinde çocuğun tarafına ait olduğunun tespiti hâlinde sonucu kabul ettiğini, testin yapılması için gereken bütün işlemleri yapmaya hazır bulunduğunu belirtmiş, dava sırasında alınan raporlara karşı herhangi bir itirazda bulunmadığı gibi yargılama sonucunda babalığının tespitine dair kararı da temyiz etmemiştir. Ayrıca davalı tanığı da, davacının kızı olduğunu duyan davalının onunla ilişki kurmaya çalıştığını ancak çocuğun annesi tarafından engellendiğini, hatta bu olaylar esnasında davalının yanında olduğunu beyan etmiştir.
37. Davacı, açtığı manevi tazminat davasında davalının babalığı benimsemeyerek babasız büyümesine sebebiyet vermesi nedeniyle manevi olarak zarar gördüğünü ileri sürmüşse de, bu eylemler manevi tazminatı gerektirir nitelikte hukuka aykırı bir fiil teşkil etmemektedir. Zirâ, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 337. maddesinde evlilik dışı doğan çocuğun velâyet hakkının annede olduğu, baba ile soybağı ilişkisinin 282. maddede ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulacağı düzenlenmiştir. Eldeki davada da davalı (baba) ile davacı (çocuk) arasındaki soybağı babalık davasında verilen karar ile yani hâkim hükmüyle kurulmuştur.
38. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 327. maddesinde çocukların bakım, eğitim ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı, 329. maddesinde küçüğe fiilen bakanın diğerine karşı çocuk için nafaka davası açabileceği düzenlenmiştir. Ayrıca çocuğun korunmasına yönelik olarak yine aynı kanunun 346 ve devamı maddelerinde koruma önlemleri öngörülmüştür. Sonuç olarak kanunda ana ve babanın yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumda dava açma hakkının ana ve babaya ait olduğu çocuğun eğitimi, bakımı ve korunması hususunda nafaka davası ve koruma önlemleri öngörülmüştür.
39. Diğer yandan, babalığın tespitine hükmedilen dosyada adli tıp raporu 06.08.2013 tarihinde alınmış, mahkeme kararı 08.01.2014 tarihinde verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmeksizin 15.04.2014 tarihinde kesinleşmiştir. Eldeki dava ise 06.06.2014 tarihinde açılmıştır. Davacının doğumunun baba tarafından daha önce bilindiği konusunda dosyada bir delil olmadığı gibi babalığın tespit edildiği tarihten çok kısa bir süre sonrada eldeki manevi tazminat davası açılmıştır. Davalının baba olduğunu öğrendikten sonra babalık görevlerini yerine getirmediği olgusu ise ispat edilememiştir. Bununla birlikte hakkında babalık davası açılan davalının DNA testi istemesi de savunma hakkının doğal bir sonucudur. Bu durumda somut olayda davacının kişilik haklarına saldırı teşkil eden bir fiil bulunduğunu söylemek mümkün olmadığından davanın yasal dayanağı olan dava tarihinde yürürlükte olan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 49 ve 58. maddelerinde öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir. Mahkemece 20.06.2017 tarihinde verilen direnmeye esas kararın gerekçesinde 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi ile 49. maddesinde tarifi yapılan haksız fiil ve buna dayalı tazminat talep etme koşullarının bulunmadığı açıklanmış, direnme kararında da aynı gerekçeye dayanılmıştır. Dolayısıyla mahkemece davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
40. Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında; davalının, davacının kendi çocuğu olduğunu bildiği hâlde babalığı benimsemeyerek davacı ile ilgilenmemesi davacının ruhsal durumunu etkileyerek kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğinden davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulması gerektiği, bu nedenle direnme kararının Özel Daire kararında gösterildiği şekilde bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
41. Hâl böyle olunca; olayda haksız fiil ve buna dayalı olarak kişilik haklarına saldırı oluşmadığından tazminat talep edilemeyeceği yönünden davanın reddini kabul eden direnme kararı yerindedir.
42. O hâlde; usul ve yasaya uygun direnme kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.06.2022 tarihinde ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 19 üyenin 13’ü ONAMA, 6’sı ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.