KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

BEDEL ARTIRIM DİLEKÇESİYLE, DAVANIN TÜRÜNÜN DEĞİŞTİRİLMESİNE İMKÂN BULUNMAMAKTADIR.

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

Esas No       : 2024/2765
Karar No      : 2025/2509

T Ü R K  M İ L L E T İ  A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                       : 
Trabzon Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
TARİHİ                                 : 20.05.2024
SAYISI                                 : 2023/2261 E., 2024/959 K.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalılar ve dahili davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkili ile davalıların, kamulaştırmasız el atmadan doğan tazminat davasını açıp takip etmesi için sözlü olarak anlaşmaya vardıklarını, 31.05.2012 tarihinde müvekkili adına vekaletname düzenlendiğini, dava dosyasının 08.05.2014 tarihinde karara çıktığını ve temyiz edilmemesi üzerine 25.09.2014 tarihinde kesinleşen ilamın 14.11.2014 tarihinde icra takibine konu edildiğini, ödeme yapılacağı 10.12.2014 tarihinde davalılar tarafından ilam vekalet ücreti dışında ahzu kabz yetkisini kaldırdıklarına dair ihtar gönderildiğini, ahzu kabz yetkisinin kaldırılmasının azil niteliğinde olduğunu, aksi durumunda ise güven sarsıcı haklı istifa nedeni olduğunu, ödeme yapılması nedeniyle vekalet ücreti alacağının muaccel hale geldiğini, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun (1136 sayılı Kanun) 174. maddesi uyarınca vekalet ücretinin tamamına ve icra takibindeki karşı taraf vekalet ücretine hak kazanıldığını, 07.01.2015 tarihli ihtarname ile nispi vekalet ücretinin ödenmesinin ihtar edildiğini ancak ödenmediğini ileri sürerek; şimdilik 500,00 TL'nin müddeabihin değerinin %10-20 arasındaki bir miktar oranında belirlenerek ödemenin yapıldığı günden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 09.10.2017 tarihli dilekçesi ile karşı taraf icra vekalet ücretinden doğan avukatlık ücreti talebinden vazgeçtiğini bildirmiş; 16.03.2023 tarihli bedel artırım dilekçesi ile müvekkilinin 488.890,37 TL alacağı olduğunu belirttikten sonra alacağın belirsiz alacak davasına konu olduğu da dikkate alınarak ihtarnamenin gönderildiği 07.01.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar vekili; müvekkilleri ile davacı avukat arasında açılacak dava için dava masrafları yanısıra 6.000,00 TL vekalet ücreti ve karşı taraftan tahsil edilecek vekalet ücretinin de vekile ait olmasına ilişkin yapılan anlaşma uyarınca davacıya ücretin peşin olarak ödendiğini, icra takibinin başlatılmasından sonra dava dışı Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile dosya alacaklısı olan müvekkileri arasında takibe konu alacağın 4 taksitte haricen ödenmesi hususunda anlaşma sağlanması üzerine ahzu kabz yetkisinin kaldırıldığına dair ihtar gönderildiğini, 11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değişik 2942 sayılı Kanun'un geçici 6/7 maddesinde; "Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir." hükmü gereği kararda davacı lehine 1.500,00 TL maktu vekalet ücretine hükmedildiğini ve kararın kesinleştiğini, davacının hak ettiği ücretin 1.500,00 TL olduğunu, anılan kanun hükmü sonradan Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ise de, yukarıda da açıklandığı üzere, hem mahkeme kararının kesinleşmiş olması, hem de Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümezliği ilkesi nedeniyle iptal kararının somut olayda hukuki etkisinin olmayacağını, ihtarname içeriğine göre haksız azilin söz konusu olmadığını, ahzu kabz yetkisi kaldırılmış olsa dahi Mahkemece hükmedilen vekalet ücretinin tahsil edilebileceğini savunarak, davanın reddini istemiş; 17.01.2022 tarihli ıslah dilekçesi ile vekalet ilişkisinden kaynaklanan ücret alacağına ilişkin 5 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek, bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep etmiş; davacı tarafça sunulan ıslah dilekçesine karşı 10.04.2023 tarihli dilekçe ile ıslahla artırılan kısım bakımından zamanaşımı süresinin dolduğunu bildirmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; davalılarca davacı avukatın icra takip dosyasında ahz-u kabz yetkisinden azledildiği ve akdi vekalet ücreti alacağının davacıya ödenmediği, davacının icra dosyası ve dava dosyası için tek vekalet ücreti hususunda davalı tarafla anlaşmaya vardığı, taraflar arasında yazılı bir sözleşme olmaması karşısında icra dosyasına konu takip miktarı üzerinden takdiren belirlenen %10 akdi vekalet ücret alacağı hesaplandığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 384.386,70 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; karara karşı, taraf vekillerince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

IV. İSTİNAF

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; dava dilekçesindeki açıklamalar ve iddianın ileri sürülüş biçimi, taraflar arasında yazılı bir vekalet sözleşmesinin bulunmaması nedeniyle vekalet ücretinin 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesi uyarınca tayin ve takdirinin gerekmesi ve hukuki nitelendirmenin hakime ait bulunması gözetildiğinde davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığından alacağın tamamı yönünden zamanaşımının kesildiği, dava tarihi itibariyle davanın zamanaşımı süresi içerisinde açıldığı, Mahkemece hükme esas alınan 04.04.2022 tarihli bilirkişi raporundaki değerlendirmelerde isabetsizlik bulunmadığı, davacının icra aşamasındaki hizmetleri yönünden karşı vekalet ücretine ilişkin talebinden açıkça feragat ettiği, Mahkemece bu yöne ilişkin talebin bu gerekçelerle reddi yerine yazılı gerekçelerle reddi doğru değil ise de sonuç itibariyle talebin reddine karar verildiği anlaşılmakla bu hususun eleştiri sebebi yapılmasıyla yetinilmesi gerektiği belirtilerek taraf vekillerinin başvurularının esastan reddine karar verilmiş; karar, davalılar ve dahili davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Sebepleri

Davalılar ve dahili davalılar vekili; davanın kısmi alacak davası olarak açıldığını, belirsiz alacak davası nitelendirmesinin hatalı olduğunu, 500,00 TL dışındaki kısım bakımından zamanaşımı oluştuğunu, ıslahın 5 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra yapıldığını, sözlü anlaşma uyarınca 6.000,00 TL vekalet ücretinin davacıya peşin ve elden ödendiğini, vekalet ücretinin nisbi olamayacağını, müvekkilleri tarafından davacı azil edilmediğinden haksız azil olarak değerlendirilemeyeceğini, 6487 sayılı Kanun'un 21. maddesi ile değişik 2942 sayılı Kanun'un Geçici 6/7. maddesindeki düzenlenmenin dikkate alınması gerektiğini belirterek, kararın bozulmasını talep etmiştir.

B. Gerekçe ve Değerlendirme

Uyuşmazlık, davacı vekilin davalı müvekkilleri tarafından ahzu kabz yetkisinin kaldırılması nedeniyle muaccel hale gelen vekalet ücreti alacağının tahsili istemine ilişkindir.

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107. maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda (HUMK) yer almayan, yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak davası kabul edilmiştir. Buna göre, belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır. Alacak belirsiz olduğundan davacı yargılama sırasında 6100 sayılı Kanun'un 107/2. maddesi çerçevesinde talep sonucunu artırabilir; bu halde davanın ıslahı kurumundan bahsedilemez ve artılan talep yönünden davalının zamanaşımı def’î de dinlenmez. Talep artırımında bulunulmaz ise Mahkeme alacağın miktarını tespit etmek ve taleple bağlı kalarak dava dilekçesinde gösterilen değer üzerinden alacağa hükmetmek durumundadır.

2. Aynı Kanun'un 109. maddesinde ise; kısmi dava, dava çeşitleri arasında düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrası uyarınca, "Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir".

Kısmi dava ile davacı, Mahkemeden sadece dava konusu yaptığı kısmın hüküm altına alınmasını istemektedir. Bu nedenle kısmi dava bakımından dava açılmasına bağlanan sonuçlar, sadece alacağın dava konusu yapılan kısmı bakımından sonuç doğuracaktır. Kısmi dava açılması halinde davaya konu edilmeyen kısmın ayrı bir davayla talep edilmesi veya aynı davada ıslah yoluyla dava konusuna dahil edilmesi mümkündür.

Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde "fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2003 tarihli ve 2003/4-260 E., 2003/271 K. sayılı kararı; ayrıca bkz., Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. baskı, İstanbul 2017, s.1000).

3. 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesi; “Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder. Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir. İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz. Avukatlık asgarî ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması halinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. (Değişik üçüncü ve dördüncü cümle:13/1/2004 – 5043/5 md.) Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır. Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” şeklinde düzenlenmiş olup davacının yazılı sözleşmesi bulunmadığından 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesi gereğince talepte bulunabilecektir. Buradaki talebi de müddeabihin %10 ile %20'si arasında bir miktardır. Müddeabihin mevcut dosyada belli olduğu açık olup avukat olan davacı dosyadaki emek ve mesaisini dikkate alarak bu miktar üzerinden bir talepte bulunabilecektir. Dolayısı ile müddeabih belli olduğuna göre davacının da gerek ihtarname ile gerek icra takibi ile talep edeceği miktarı bildiği ve belirsiz alacak davası açısından, davacının kendisinden beklenememesi, bunun olanaksız olması, açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilen ilkelerden bu dosya açısından bahsedilemeyeceği gibi davacı avukatın talep edeceği miktarı bilebilecek durumda olduğu açıktır. Ayrıca hâkimin %10 ile %20 arasında bir belirleme yapması tamamen takdire yönelik olup alacağın belirli veya belirsiz olmasına yönelik değildir.

4. Bu açıklamalardan sonra kısaca zamanaşımı kavramı üzerinde durulması yerinde olacaktır.

Bilindiği gibi hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup değişik sonuçlar doğurmaktadır. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

Başka bir anlatımla zamanaşımı, kanunun belirlediği süreler içerisinde hakkın kullanılmaması sebebiyle dava ve icra kabiliyetini, karşı tarafın defi ile kaybettiren ve haklar üzerinde etki yapan kanuni sukut sebebidir.

Kural olarak; sözleşmeden doğan alacak zamanaşımı, alacağın muaccel olduğu anda işlemeye başlar (TBK, m.146).

Bu noktada zamanaşımının başlangıcını teşkil eden “muacceliyet” kavramı üzerinde durulmalıdır.

Kanun veya sözleşme farklı bir düzenleme getirmediği veya işin niteliği aksini gerektirmediği takdirde borç doğumu anında muacceldir. Muacceliyet kavramı, alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir hâle gelmiş olma anlamını taşıdığından, öncelikle doğmuş bir alacağın varlığı gerekir. Bu anlamda, kural olarak, ifa anının gelmesine borcun muaccel olması denilebilir. Alacaklı ancak bundan sonra alacağını dava edebilir ve alacak için zamanaşımı süresi de bu andan itibaren işler.

Bir iş görme sözleşmesi olan avukatlık sözleşmesinde de ücret, aksine bir anlaşma olmadığı takdirde, işin tamamlanması (hukuki yardımın konusu bir dava ise, davanın kesin hükme bağlanması, bir icra takibi ise takibin sonuçlanması veya aciz vesikasına bağlanması suretiyle) ile muaccel olur. Bununla birlikte avukatın üzerine aldığı iş sonuçlanmadan haksız azil, haklı istifa, vekilin ölümü veya ehliyetini kaybetmesi sebebiyle sözleşme sona ererse, muacceliyet sona erme ile birlikte gerçekleşir.

5. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekilinin dava dilekçesinde “fazlaya ilişkin talep ve dava haklarımız saklı kalmak kaydıyla”, "kısmi olarak" şeklinde beyanda bulunarak talepte bulunduğu ve dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası şeklinde açıldığına dair bir beyanı bulunmadığı görülmektedir. Belirsiz alacak davası niteliği gereği istisnai bir dava türü olmakla davasını belirsiz alacak davası olarak açan kişi bunu açıkça dilekçesinde belirtmelidir. Bundan ayrı, vekalet ücreti alacağının ilkesel olarak da belirsiz alacak davası olarak nitelendirilmesi doğru değildir.

Her ne kadar 16.03.2023 tarihli bedel artırım dilekçesiyle; davacı vekili bedel artırımı talebinde bulunmuşsa da davanın türünün bu şekilde değiştirilmesine imkân bulunmamaktadır.

6. Davacı vekil tarafından açılarak takip edilen dava dosyasının kesinleşmesi suretiyle tamamlandığı, davacı avukat tarafından en son yapılan işlemin 14.11.2014 tarihinde ilamın icraya konulması olduğu, dolayısıyla bu tarih itibariyle vekalet ücreti alacağının muaccel hale gelip zamanaşımı süresinin işlemeye başladığı açıktır. Davacı vekilinin 16.03.2023 tarihli dilekçesinin ise ıslah dilekçesi mahiyetinde olduğu, davacı vekilinin ıslah dilekçesine karşı davalılar vekilinin süresinde zamanaşımı definde bulunduğu anlaşılmaktadır.

O halde, Mahkemece; davanın kısmi dava olduğu değerlendirilerek davalılar vekilinin davacı vekilin ıslah dilekçesine karşı süresinde zamanaşımı definde bulunduğu da gözetilerek öncelikle zamanaşımı hususunda bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile belirsiz alacak davası olarak kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

7. Bozma nedenine göre, davalılar ve dahili davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

VI. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1. Temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun reddine ilişkin Bölge

Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,

2. İlk Derece Mahkemesi kararının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 373. maddesi uyarınca davalılar yararına BOZULMASINA,

3. Bozma nedenine göre davalılar ve dahili davalılar vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

30.04.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan              Üye                             Üye                     Üye                    Üye 
Battal Yılmaz      Adviye Füsun Ayaz     Hikmet Kanık      Ferhan Temel     Osman Kiper