KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

BİLİRKİŞİ TARAFINDAN TESPİT EDİLECEK HUSUSLARIN HAKLI AZİL SEBEBİ OLUP OLMAYACAĞINI DEĞERLENDİRMEK HÂKİMİN GÖREVİ KAPSAMINDADIR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/3-1072
Karar No       : 2023/1064

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 04.02.2022
SAYISI                          : 2021/467 E., 2022/42 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 19.10.2021 tarihli ve 2020/5627 Esas,
                                        2021/10289 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince verilen kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek davalı vekilinin duruşma talebinin reddine karar verilip Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili, avukat olan müvekkilinin, 12.12.2012 tarihli vekâletname ile davalının eşi ile arasındaki boşanma ve mal rejiminin tasfiyesi davalarının takibi amacıyla vekilliğini üstlendiğini, düzenlenen avukatlık sözleşmesinde vekâlet ücreti olarak başlangıçta 150.000 USD, dava bitiminde 150.000 USD olmak üzere toplam 300.000 USD ve ayrıca her dava için dava sonunda davalının eline geçenin yüzde onu oranında vekâlet ücreti ödeneceğinin kararlaştırıldığını, davalının eşi Ziyat K. aleyhine 25.12.2011 tarihinde Bakırköy 5. Aile Mahkemesinde 2012/1.80 Esas sayılı dosya ile boşanma davası açılarak davalı yararına 6.000,00 TL ve müşterek çocuk Baran yararına 4.000,00 TL tutarlı tedbir nafakası kararı verilmesinin sağlandığını, dilekçeler aşamasının ardından delillerin toplandığını, ön inceleme sürecinin tamamlandığını, keza davalının eşinin mal kaçıracağı duyumları üzerine tapuda kayıtlı çok sayıda taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, ayrıca 10.01.2013 tarihinde eşinin ortağı olduğu B. Kozmetik Ltd. Şti. ve C. Kozmetik Ltd. Şti. deki pay devirlerinin ihtiyati tedbir kararı alınarak durdurulduğunu, daha birçok hukuki yardımda bulunulduğunu ancak 27.09.2013 tarihli azilnâme ile haksız ve kötüniyetle vekâletten azledildiğini, bu durumda 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 174/1 inci maddesi gereğince sözleşmede kararlaştırılan ücretin tamamına hak kazanıldığını ileri sürerek belirlenecek alacağın yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 14.05.2017 tarihli dilekçesi ile talebini 1.232.051,20 TL olarak belirlemiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili, müvekkilinin yanıltılmış olması nedeniyle ücret sözleşmesinin geçersiz olduğunu, azil tarihine kadar muhtelif tarih ve tutarlarda ödeme yapılmasına rağmen makbuz verilmediğini, davacının vekâlet görevini yerine getirmekte eksik ve hatalı davrandığını, takip ettiği davalardaki hataları nedeniyle işiyle gereği gibi ilgilenilmediğini düşünen müvekkilinin güvenini kaybettiğini, bu nedenlerle davacının azlinin haklı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Bakırköy 5. Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.12.2017 tarihli ve 2014/120 Esas, 2017/563 Karar sayılı kararıyla; davacı avukat tarafından davalı müvekkili adına yürütülen memur işleminin şikâyetine ilişkin Bakırköy 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/4.3 Esas sayılı dosyasında, üçüncü kişinin memur işlemine karşı şikâyet hakkı olmadığı, bu şikâyetten sonuç alınamayacağının müvekkiline açıklanması gerekmesine rağmen açıklanmadığı, bununla birlikte davacının vekil olarak takip ettiği dosyaların tümü ele alındığında davacının yapılması gerekeni yaptığı, ihmâl, özensizlik veya kusurun tespit edilmediği gerekçesiyle alınan kök ve ek bilirkişi raporu yeterli kabul edilerek ve hükme esas alınmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 21.11.2019 tarihli ve 2018/906 Esas, 2019/2476 Karar sayılı kararıyla; avukatlık ücret sözleşmesinin geçerli olduğu, davacı avukatın sözleşme uyarınca davalı adına takip ettiği icra ve dava dosyaları incelendiğinde herhangi bir ihmâlinin, özensizliğinin veya kusurunun tespit edilemediği, davalının azlin haklılığını ispatlayamadığı, davacıya elden ödeme yapıldığı ileri sürülmüş ise de davacının vekâlet ücreti almadığına ilişkin yemin ettiği, alınan bilirkişi raporlarının taraf, mahkeme, istinaf kanun yolu denetimine olanak sağlayacak şekilde ve hükme esas alınmaya yeterli olduğu, Mahkemece verilen kararın yerinde bulunduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; “… Avukatın, vekil olarak borçları 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 502 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 506/2. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır.

"Özen borcu" ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, "Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler." Şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Türk Borçlar Kanunu’nun 506/2. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir.

Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır.

Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir. Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre haklı azil halinde ancak azil tarihi itibariyle sonuçlanıp, kesinleşen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edilebilir. Zira vekalet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden, azlin haklı olduğunun kabul edilmesi halinde, davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekalet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir. Buna karşılık haksız azil halinde ise avukat, hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işin tüm vekalet ücretini talep etme hakkına sahiptir.

Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde, 12/12/2012 tarihinde kurulan vekalet ilişkisinin 09.05.2013 tarihli azilname ile sona erdiği sabittir. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlık azlin haklı nedene dayanıp dayanmadığı noktasında toplanmaktadır. İlk derece mahkemesince alınan bilirkişi raporu doğrultusunda azlin haksız olduğu kabul edilerek sonuca gidilmiş olup, bilirkişi raporunda; Bakırköy 9. İcra Müdürlüğünün 2013/27.0 Esas sayılı takip dosyasında davacı tarafından istihkak iddiasında bulunulmasına rağmen merci kararının tefhim veya tebliğinden itibaren 7 gün içinde icra mahkemesinde istihkak davasının açılmadığı, bu dosyada gerekli özenin gösterilmediği, yine Bakırköy 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/4.3 Esas sayılı dosyasında davacı tarafından alacaklı vekilinin vekaletnamesi mevcut olmadığı halde ödeme emri düzenlendiği ve müvekkiline ait evde haciz yapıldığı gerekçesiyle memur işlemi hakkında şikayette bulunulmuş ise de, takibin tarafı olmayan üçüncü kişinin, memur işlemine karşı şikayet hakkı bulunmadığının davacı tarafından bilinmesi gerektiğinden davacının görevinin gereğini yerine getirmiş sayılamayacağı belirtilmiş, ancak raporun devamında takip edilen diğer takip ve dava dosyalarında gerekli özenin gösterildiği ve azlin haksız olduğu tespitine yer verilmiş olup rapor bu haliyle çelişkilidir ve hükme dayanak yapılamaz. Bölge Adliye Mahkemesince de dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verilmiştir. O halde azlin haklı olup olmadığı hususunu açıklığa kavuşturmak için konusunda uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı tarafça ileri sürülen tüm azil nedenleri üzerinde tek tek durularak, vekalet ilişkisinin bir bütün olduğu, azlin taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceği hususu da göz önünde bulundurularak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK'nın 373/1 maddesi uyarınca işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.

2- Bozma nedenine göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında davacı avukatın takip ettiği tüm dosyalar birlikte incelendiğinde, müvekkili yararına gerekli özeni gösterdiği, ihmâli ve kusurunun olmadığı, davalının herhangi bir zararının doğmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; davacı avukat ile imzalanan avukatlık ücret sözleşmesinin geçersiz olduğunu, müvekkilinin bilgisizliğinden ve tecrübesizliğinden faydanılarak imzalatıldığını, sadece boşanma davası için özel vekâletname verilmiş olması nedeniyle düzenlenen kök ve ek bilirkişi raporlarının hatalı olduğunu ve hükme esas alınamayacağını, değeri para ile ölçülen davalar ile ilgili bir menfaat elde edilmemiş olması nedeniyle sözleşmedeki "dava sonucunda müvekkilin eline geçecek miktarın %10'u avukata ödenektir" şeklindeki düzenlemeye göre hesaplama yapılamayacağını, Büyükçekmece 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/63 Esas sayılı dosyasına ilişkin ıslah edilen değer üzerinden hesaplama yapılmasının Yargıtay içtihatlarına aykırı olduğunu, davacı avukata yaptığı elden ödemelerin bilirkişi hesaplamasında dikkate alınmadığını, davacının akil insanlar heyetine seçildiğini ve bu süreçte müvekkiline ait dosyalar ile ilgilenmediğini, kök raporda iki dosyada davacının görevini gereği gibi yerine getirmediği belirtilmesine rağmen azlin haksız olduğu tespitinin çelişki içerdiğini, azlin haklı olup olmadığı hususunun tüm dosyaların bir bütün olarak değerlendirilmesinden sonra tespit edilmesi gerektiğini, davacı avukatın azlinin haklı olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini belirterek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacının azlinin haklı olup olmadığına, haksız ise hak edeceği vekâlet ücretinin tespitine ilişkin alınan bilirkişi raporunda davacı avukatın bazı işlemlerinde gerekli özenin gösterilmediği, bu konularda avukatın görevini gereği gibi yerine getirmiş sayılamayacağı belirtilmesine karşın tüm dosyalara ilişkin genel bir değerlendirmeyle azlin haksız olduğunun tespitine yer verilmiş olmasının çelişki doğurup doğurmayacağı, raporun bu hâliyle hükme esas alınıp alınamayacağı, buradan varılacak sonuca göre oluşturulacak kuruldan yeni bilirkişi raporu temininin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 502 ve 512 nci maddeleri.

2. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 34, 164 ve 174 üncü maddeleri.

3. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 2 ve 4 üncü maddeleri.

4. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 281 inci maddesi.

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle vekâlet sözleşmesinin açıklanmasında ve vekâlet ücretine değinmekte yarar bulunmaktadır.

2. Vekâlet sözleşmesi, somut olayda uygulanması gereken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 502 nci maddesinin birinci fıkrasında "Vekalet sözleşmesi, vekilin vekalet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir" şeklinde tanımlanmıştır.

3. Vekâlet sözleşmesi ile vekil, müvekkiline karşı iş görme borcu altına girer. Bu bir hizmet edimi, geniş anlamda iş edimi, bir başkası lehine faaliyet de olabilir. Hukuki fiillere ilişkin vekâlette vekil, müvekkilinin menfaatine olarak hukuki işlemler gerçekleştirmek, özellikle subjektif haklar iktisap etmek, kullanmak ve devretmeyi yükümlenir (Türker Yalçınduran: Vekâlet Sözleşmesinde Ücret, Ankara 2007, s. 35).

4. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür.

5. Avukat ile müvekkil arasında imzalanan sözleşme de vekâlet sözleşmesi niteliğindedir. Ancak genel bir vekâlet sözleşmesinden farklı olarak Avukatlık Kanunu gereğince “ücret”, sözleşmenin zorunlu unsurudur. Avukat bu sözleşme ile hukuki yardımda bulunmayı, müvekkil ise yapılan hukuki yardım karşılığında bir ücret ödemeyi üstlenmektedir. Ücretin sözleşme ile belirlenmesi zorunlu olmayıp işin görülmesinden önce veya sonra kararlaştırılması mümkündür. Yanlar arasında ücret konusunda yazılı veya sözlü bir sözleşmenin yapılmaması hâlinde ücret, Avukatlık Kanunu ve Avukatlık Asgâri Ücret Tarifesine göre belirlenir (Tülin Kurtoğlu: Akdi vekâlet Ücreti ve Avukatın Hukuki Sorumluluğu, Ankara 2016, s. 24, 25).

6. Vekâlet ücreti, savunma hakkının en önemli parçası olan hukuki danışmanlık görevinin, konunun uzmanı hukukçular tarafından yapılmasının doğal sonucudur. Avukatların mesleklerini serbestçe ve herhangi bir kaygı olmadan yapabilmeleri için yaptıkları hizmetin karşılığı olan makûl bir ücret almaları gerekir.

7. Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücreti” kenar başlıklı 164 üncü maddesi;

"Avukatlık ücreti, avukatın hukuki yardımının karşılığı olan meblağı veya değeri ifade eder.

Yüzde yirmibeşi aşmamak üzere, dava veya hükmolunacak şeyin değeri yahut paranın belli bir yüzdesi avukatlık ücreti olarak kararlaştırılabilir.

İkinci fıkraya göre yapılacak sözleşmeler, dava konusu para dışındaki mal ve haklardan bir kısmının aynen avukata ait olacağı hükmünü taşıyamaz.

Avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamaz. Ücretsiz dava alınması hâlinde, durum baro yönetim kuruluna bildirilir. Avukatlık ücretinin kararlaştırılmamış olduğu veya taraflar arasında yazılı ücret sözleşmesinin bulunmadığı yahut ücret sözleşmesinin belirgin olmadığı veya tartışmalı olduğu veya ücret sözleşmesinin ücrete ilişkin hükmünün geçersiz sayıldığı hallerde; değeri para ile ölçülebilen dava ve işlerde asgari ücret tarifelerinin altında olmamak koşuluyla ücret itirazlarını incelemeye yetkili merci tarafından davanın kazanılan bölümü için avukatın emeğine göre ilâmın kesinleştiği tarihteki müddeabihin değerinin yüzde onu ile yüzde yirmisi arasındaki bir miktar avukatlık ücreti olarak belirlenir. Değeri para ile ölçülemeyen dava ve işlerde ise avukatlık asgari ücret tarifesi uygulanır.

Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez" hükmünü içermekte olup buna göre avukatın iki çeşit ücret alacağı bulunmaktadır.

8. Bunlar, avukat ile iş sahibi/müvekkili arasındaki sözleşme ilişkisinden doğan avukatlık ücreti ile yargılama sonunda haklı çıkan taraf yararına hükmedilen ve yargılama gideri niteliğinde olan avukatlık ücretidir. Her iki ücretin kaynağı farklı olup uygulama ve yargısal kararlarda bunlardan ilkine sözleşmeden doğduğu için "akdi vekâlet ücreti", ikincisine ise kaynağını kanundan aldığı ve yargılama sonunda dava ya da takibin karşı tarafından tahsiline karar verildiği için "yasal vekâlet ücreti" ya da "karşı taraf vekâlet ücreti" denilmektedir. Eldeki davada akdi vekâlet ücreti talep edilmektedir.

9. Avukatlık sözleşmesi, sözleşme ile üstlenilen edimin yerine getirilmesi veya sürenin dolması ile sona erebileceği gibi avukatın istifası ya da müvekkilin azli ile de sona erebilir.

10. Türk Borçlar Kanunu'nun 512 nci maddesi "Vekalet veren ve vekil, her zaman sözleşmeyi tek taraflı olarak sona erdirebilir. Ancak, uygun olmayan zamanda sözleşmeyi sona erdiren taraf, diğerinin bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür" hükmünü içermekte olup vekâlet sözleşmesi vekil ile müvekkil arasında güven unsuruna dayanan bir sözleşme olması nedeniyle yanlar dilediği zaman sözleşme ilişkisine son vermek hakkına sahiptir. Bu durumda sözleşme ilişkisi devam ederken vekil her zaman istifa edebileceği gibi müvekkil de onu her zaman azletme hakkına sahiptir. İstifa ve azîl hakkı tek taraflı ve karşı yana varması gereken irade beyanı ile kullanılır ve sözleşmeyi ileriye etkili olarak sona erdirdiği gibi azîl ve istifa beyanı herhangi bir şekle bağlı değildir (Yalçınduran, s. 97, 98).

11. Avukatlık sözleşmesinin azîl ile sona ermesi hâlinde avukatlık ücretinin, yapılan azîl işleminin haklı olup olmadığına göre belirlenmesi gerekmektedir.

12. Avukatlık Kanunu’nun 174 üncü maddesinin ikinci fıkrasında “Avukatın azlî hâlinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez” hükmü mevcuttur. Buna göre avukatın kusur ve ihmaline dayalı olmaksızın yapılan haksız azîl sonucunda, avukatın vekâlet ücretinin tamamı, dava lehe sonuçlanıp kesinleşmiş gibi, muaccel hâle gelir. Bu vekâlet ücreti “akdi” ve “yasal (karşı taraf)” vekâlet ücretinin toplamından oluşmaktadır.

13. Anılan düzenlemeye göre; avukat haklı bir nedenle azledildiği takdirde ücrete hak kazanamaz. Azîl haklı kabul edildiği hâlde, hakkaniyet gereğince ücrete hak kazanıldığından da söz edilemez. Haksız azîl hâlinde ise, avukat hangi aşamada olursa olsun, üstlendiği işe dair avukatlık ücretinin tamamının ödenmesi gerekir. Bu hâlde de, hak edilecek ücretten hakkaniyet indirimi yapılması doğru olmayacaktır.

14. Avukat, takip edip sonuçlandırmış olduğu işler yönünden, azlin haklı olup olmadığına bakılmaksızın ücrete hak kazanır. Azîl, ancak azîl tarihi itibariyle henüz sonuçlanmamış olan işler bakımından hukuki sonuç doğurur (Kurtoğlu, s. 178). Bir dava veya takip nedeniyle azlin haklı olduğunun kabul edilmesi hâlinde, vekâlet ilişkisi bir bütün olup azil, taraflar arasındaki tüm dava ve takiplere sirayet edeceğinden davacının azil tarihi itibariyle sonuçlanıp kesinleşmeyen işlerden dolayı vekâlet ücreti talep edebilmesi mümkün değildir.

15. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 09.02.2021 tarihli ve 2017/(13)3-634 Esas 2021/59 Karar; 07.12.2021 tarihli ve 2018/(13)3-50 Esas, 2021/1588 Karar; 19.10.2022 tarihli ve 2022/3(13)-357 Esas, 2022/1329 Karar sayılı kararlarında da değinilmiştir.

16. Gelinen noktada avukatın azlinin haklı olup olmadığının tespiti açısından yapılması gereken incelemenin genel ilkelerine ve bu konudaki ispat yüküne değinmekte fayda vardır.

17. Avukatlık Kanunu'nun 34 üncü maddesinde "Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler" hükmü düzenlenmiştir. Bu durumlara aykırı davranışlar haklı azil sebeplerini oluşturur.

18. Haklı sebep kavramı kanunda tanımlanmamıştır. Türk Hukuk Lügatı'nda ise "haklı nedenler", yargıcın takdir hakkını kullanmasını gerektiren nedenler olarak tanımlanmış; bu nedenlerin varlığı hâlinde yargıcın durumları ve ilişkileri ölçüp değerlendirerek nesnel değer yargıları vermekle ve kararlarını bu hükümlere dayandırmakla yükümlü olduğu izah edilmiştir (Türk Hukuk Lügatı, Ankara, 2021 Baskı, Cilt-I, s. 461). Azlin haklı olup olmadığı 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 4 üncü maddesi çerçevesinde hâkim tarafından belirlenir. Söz konusu belirlemede hâkim somut olayın özellikleri ve dürüstlük kuralına göre (TMK md. 2) sözleşme ile bağlı kalmanın taraflar için çekilmez hâle gelip gelmediğini göz önünde bulundurur.

19. Avukatın vekâletten azledilmesinin haklı olup olmadığının, mahkemece toplanan deliller net, kesin ve tereddütsüz bir şekilde değerlendirilerek belirlenmesi gerekir. Bu konudaki ispat yükünün iş sahibine ait olduğu göz ardı edilmemelidir. Azlin haklı olup olmadığı konusunda çelişkili karar verilemeyeceği gibi iş sahibi tarafından ileri sürülen ve hatta azil ihtarında bildirilmese bile yargılama sırasında ileri sürülen tüm azil nedenlerinin incelenmesi gerekir. Bununla birlikte hiçbir şekilde ileri sürülmeyen azil nedeni inceleme konusu yapılamaz (Kurtoğlu, s. 165-168).

20. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında imzalanan “Avukatlık Ücret Sözleşmesi” başlıklı sözleşmeye göre vekâlet ücreti olarak başlangıçta 150.000 USD, dava bitiminde 150.000 USD olmak üzere toplam 300.000 USD ve ayrıca her dava için dava sonunda davalının eline geçenin % 10'u oranında ücret ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı avukata 12.12.2012 tarihinde vekâletname verilmiş; tarihsiz avukatlık ücret sözleşmesi imzalanmış ve 09.05.2013 tarihinde davacı avukat azledilmiştir. Taraflar arasında imzalandığı nizasız olan avukatlık ücret sözleşmesinin geçerliliğiyle ilgili Mahkeme ve Özel Daire arasında çekişme bulunmamaktadır. Çekişme, avukatın azlinin haksız olduğu değerlendirmesiyle hakettiği vekâlet ücretini hesaplayan kök ve ek bilirkişi raporlarının hükme esas alınması için yeterli olup olmadıkları hususundadır.

21. Bahse konu kök ve ek bilirkişi raporlarında davacı avukatın takip ettiği dosyalar tek tek incelenmiş; avukatın bu dosyalara verdiği emek ve gösterdiği özen tek tek anlatılmış; 08.09.2016 tarihli kök bilirkişi raporunda Bakırköy 9. İcra Müdürlüğünün 2013/27.0 Esas sayılı dosyasında davacı avukat tarafından "...iddianın sürdürülmesi ve akıbetin takibi hususunda azil tarihine kadar 2 aylık yeterli sürede gereğinin yapılmadığı, gerekli özenin gösterilmediği ve görevin gereğinin yerine getirilmediği değerlendirilmiştir" kanaati ve Bakırköy 1. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/4.3 Esas sayılı dosyasında "...avukatlık mesleğini icra eden kişinin, üstlendiği hukuki işte mevzuata hakim olması ve buna göre girişimlerde bulunması beklendiğinden, mahkeme kararında da belirtildiği üzere takibin tarafı olmayan üçüncü kişinin, memur işlemine karşı şikayet hakkı bulunmadığı kuralı karşısında bu şekilde bir şikayette bulunmaması, böyle bir şikayetten sonuç alınamayacağı hususunda müvekkilini uyarması veya en azından bir sonuç alınamayacağını müvekkiline izah ettiği halde bu konuda ısrarcı olduğuna dair örneğin görüşme tutanağı düzenlemiş veya yazılı talimat almış olması gerekirdi. Dosyada böyle bir iddia ve kanıt sunulmuş olmadığından, davacının görevinin gereğini yerine getirmiş sayılamayacağı değerlendirilmiştir" kanaati belirtilmesine karşın bunların yanında "bütün tespit ve değerlendirmeler ışığında özetle ve sonuç olarak; dava konusu olayda davalının davacıyı azlinin haklı olmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır" değerlendirmesinde bulunulmuş; İlk Derece Mahkemesince de anılan raporlara itibar edilmek suretiyle davacının vekil olarak takip ettiği dosyaların tümü bir bir bütün olarak incelendiğinde davacı avukatın müvekkili davalı yararına yapılması gerekeni yaptığı, ihmâl, özensizlik veya kusur tespit edilmediğinin anlaşıldığı, davalının azlinin haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

22. Mahkemece bilirkişi incelemesine başvurulduğunda; raporun, olayın özelliklerine ve uyuşmazlığın çeşidine göre yapılması gerekli olan inceleme ve değerlendirmeleri içermesi, raporda hâkimin uyuşmazlığı çözmesi için gerekli olan tüm özel ve teknik bilgilere ve açıklamalara usulünce yer verilmesi, tarafların iddia, savunma ve itirazlarının gerekçeleriyle ve olayın teknik özellikleriyle tartışılması, bu tartışmanın da denetime elverişli olması gerekmektedir. Bilirkişi raporunun teknik özellikleri taşımaması, denetime elverişli olmaması, mevcut bilirkişi raporları ile çelişki oluşturması ya da verilen bilgilere göre somut olayın özellikleri ve var olan teknik verilere göre kendi içinde çelişki oluşturur tarzda olması hâlinde söz konusu rapor hükme esas alınamayacaktır. Hâkim bu durumda, HMK'nın 31 inci maddesi hükmüne uygun şekilde davayı aydınlatma yükümlülüğünün de bir gereği olarak, eksiklik veya belirsizliğin ya da çelişkilerin giderilmesi ve gerçeğin ortaya çıkarılması için 6100 sayılı Kanun'un 281 inci maddesinde belirtilen yolu izlemelidir (Hukuk Genel Kurulunun 03.05.2023 tarihli ve 2022/(13)3-631 Esas, 2023/418 Karar sayılı kararı).

23. Anılan yol, 6100 sayılı Kanun'un "Bilirkişi raporuna itiraz" başlıklı 281 inci maddesinde "(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler. (Ek cümle:22/7/2020-7251/24 md.) Bilirkişi raporuna karşı talebin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor veya imkânsız olması ya da özel yahut teknik bir çalışmayı gerektirmesi hâlinde yine bu süre içinde mahkemeye başvuran tarafa, sürenin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilir.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir..." şeklinde belirtilmiştir.

24. Çözümü hukuk bilgisi dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektirdiği için bilirkişiye başvurulan hâllerde Mahkeme, bilirkişi raporunda noksan veya müphem gördüğü hususların tamamlanması veya açıklanması için kendiliğinden veya tarafların itirazı üzerine bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi gerçeğin ortaya çıkması için önceki bilirkişi veya yeniden seçeceği bilirkişi vasıtasıyla tekrar inceleme de yaptırabilir. Zira bilirkişi raporları arasında çelişki varsa, çelişki giderilmeden karar verilemeyeceği gibi uzman olmayan bilirkişinin düzenlediği rapor esas alınarak da hüküm kurulamaz.

25. Açıklanan hususlar ve yirmi birinci bentte yapılan açıklamalar dikkate alındığında dosyaya alınan kök ve ek bilirkişi raporunun kendi içinde çelişki içerdiği kabul edilmelidir. Bu durumda Özel Dairece de belirtildiği üzere Mahkemece, çelişkilerin giderilmesi amacıyla, taraf ve yargı denetimine açık bilirkişi heyeti raporu alınması ve sonucuna uygun karar verilmesi gerekir.

26. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; alınan bilirkişi raporunun yeterli olduğu, Mahkemenin de buna göre değerlendirmesini yaptığı, bundan sonra Özel Dairenin davada dayanılan vakıaları belirleyerek sonucuna göre karar vermesi, dolayısıyla direnme kararı uygun bulunarak dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ile bilirkişi raporunun çelişkili olduğu ancak bu durumun hukuki bir değerlendirme içermesi nedeniyle yeniden bilirkişi raporu alınamayacağı, değerlendirmenin Mahkemece yapılabileceği gerekçesiyle direnme kararının değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

27. Diğer taraftan, Mahkemenin direnmeye esas tefhim edilen kısa kararının ikinci bendinde “Bakırköy 5. Aile Mahkemesinin 2012/1.80 E. sayılı dosyasında vekâlet ücret alacağının 658,350 TL” olduğu belirtilmesine karşın Mahkemece gerekçeli kararda anılan alacağın 658.350,00 TL olarak düzeltilmesi maddi hatanın düzeltilmesi niteliğinde olduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.

28. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire kararında belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

08.11.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I   O Y''

Davacı dava dilekçesinde iddiasının dayanağı olan vakıaları (HMK 119/1-e), davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağı olan vakıaları (HMK129/1-e) gösterir. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK 25/1). Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz (HMK 25/2). Hâkim, Türk hukukunu resen uygular (HMK 33/1).

Bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere dava vakıalar üzerinden yürür. Vakıaları bildirmek taraflara aittir. Getirilen vakıalara göre uyuşmazlığı belirlemek ve bu uyuşmazlığa uyan hukuki sebebi belirleyip uygulamak ise hâkimin görevidir. İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı (HMK 141/1) başladıktan sonra taraflar, karşı tarafın açık muvafakatı olmadıkça yeni vakıalara dayanamazlar. Hâkim uyuşmazlığın sınırlarını vakıalarla çizecek olup bu vakıalar dışına çıkarak ve yeni vakıaları kendiliğinden inceleyerek bir sonuca varıp karar veremez.

Bilirkişi raporu alınması ve değerlendirilmesiyle ilgili olarak 6100 sayılı HMK hükümlerine göre; Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz (266/1). Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler (281/1). Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir (281/2). Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir (281/3). Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir (HMK 282/1).

Bu hükümlerin de sonucu olarak Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru kararlarında da belirtildiği üzere; “bilirkişi; uyuşmazlığın çözümünü etkileyen ve hâkimin hukuki bilgisiyle aydınlatılamayan bilimsel ve teknik meseleleri açıklığa kavuşturmak, bu tür meselelerde mahkemeyi bilgilendirmek amacıyla görüşüne başvurulan uzman kişi olup bilirkişi görüşünün mahkemeyi bağlamayacağı muhakkaktır. Bilirkişi raporu, hâkimin uyuşmazlığı çözerken dikkate alacağı takdirî bir delilden ibarettir. Hâkim; bilirkişi görüşünü içeren raporun yeterliliğini, raporda açıklanan görüş ve kanaatin itibar edilebilirliğini, dayandığı olguları gözönünde bulundurarak hükme esas alınıp alınmayacağını serbestçe değerlendirir ve takdir eder. Bu bağlamda hâkim, bilimsel ve teknik bakımdan yetersiz ve çelişkili bulduğu bilirkişi raporlarını hükme esas almak zorunda değildir. Bu durum, karar verme ve hüküm kurma yetkisinin hâkime ait olmasının doğal bir sonucudur. Aksi takdirde şekil olarak hükmü kuran hâkim olsa da gerçekte hüküm bilirkişi tarafından verilmiş olur ki bu durum yargı yetkisinin devri anlamına gelir. Bununla birlikte bilirkişinin bilimsel veya teknik uzmanlık gerektiren ve objektif olarak bakıldığında mahkemenin vâkıf olmadığı meselelerde görüş beyan ettiği dikkate alındığında mahkemenin bilirkişi raporunu yetersiz görmesi durumunda bunun gerekçesini ortaya koyması gerekir. Mahkemenin gerekçesini açıklamadan bilirkişi raporunu hükme esas alınamaz bulması, raporun lehine olduğu kişi açısından yargılama adaletini olumsuz yönde etkileyebilecektir (B. No: 2015/18943 § 45-46 ve B. No 2014/18103 § 46-47).

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; uyuşmazlıkta davacının vekâlet görevini yerine getirirken özen görevini yerine getirip getirmediği bunun sonucuna göre haklı nedenlerle azil bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu belirleme yapılırken davalının haklı nedenlerle azil bulunduğuna ilişkin dayandığı vakıalar incelenmeli ve bu inceleme de savunmanın genişletilmesi yasağı başlayıncaya kadar dayanılan vakıalarla sınırlı olarak yapılmalıdır. Zira dosyada haklı nedenle azil sebebi olabilecek başka vakıalar bulunsa bile davalı bu vakıalara bir azil sebebi olarak dayanmamışsa mahkemenin bu vakıaları esas alarak haklı nedenle azil bulunduğu sonucuna varabilmesi mümkün olmayacaktır.

Vekilin vekâlet görevini özenle yerine getirip getirmediğinin belirlenebilmesi için vekil olarak görev yapılan dosyalarda vekilin işini özenle yerine getirip getirmediği yönünden yapılması gerekirken yapılmayan veya hatalı yapılan işlemlerin neler olduğu konusunda dosyaların kapsamı nedeniyle rapor alınması gerekecek ise de bilirkişi tarafından tespit edilecek bu hususların haklı azil sebebi olup olmayacağını değerlendirmek ise hukukun uygulanmasıyla ilgili olduğu için hâkimin görevi kapsamındadır.

Dosyada alınan rapor ve ek rapor ile vekilin görev yaptığı dosyalardaki işlemleri, vakıalar kapsamında tek tek ortaya konulmuştur. Ortaya konulan bu vakıalara göre bütünsel bir değerlendirmeyle hukukun hâkim tarafından uygulanması ve hukuki konularda bilirkişi raporu alma yasağı kapsamında haklı azil bulunup bulunmadığını hâkim değerlendirebilecek durumda olup yeni rapor alınmasına gerek yoktur. Nitekim hâkim tarafından da bu değerlendirme yapılarak haklı azil bulunmadığı kabul edilmiştir. Mahkemece azilin haklı olmadığı yönünde varılan sonucun, süresi içinde dayanılan vakıaların ispatlanma durumuna göre yerinde olup olmadığı da toplanan deliller değerlendirilmek suretiyle temyiz aşamasında da incelenebilecek durumdadır. Zira mahkeme için yeterli olan delil toplama, kanun yolu incelemesi için de yeterli görülmesi gereken bir delil toplama sayılmalıdır.

Bu durumda haklı azil bulunup bulunmadığına ilişkin olarak yeniden rapor alınması gerekmediği için direnme uygun bulunarak buna göre işin esası incelenmek üzere dosyanın özel daireye gönderilmesi gerektiği görüşünde olduğumdan bu yönden yeniden rapor alınması gerektiği kabul edilerek özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Üye
Zeki Gözütok

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 21’i BOZMA, 2’si DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZMA, 2’si ise DEĞİŞİK GEREKÇE İLE DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.

BİLGİ : “Hakimin hukuki bilgiyle çözümlemesi mümkün olan bir konuda bilirkişiye başvurulamaz” şeklindeki Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 09 Aralık 2020 tarihli kararı için bkz.

http://karamercanhukuk.com/yargitay-karari/hakimin-hukuki-bilgiyle-cozumlemesi-mumkun-olan-bir-konuda-bilirkisiye-basvurulamaz

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01 Aralık 2022 tarihli kararında yer verilmese de, yayım tarihi itibarı ile bkz. GÜNERGÖK, Özcan, Avukatlık Sözleşmesi, 3. Baskı, Ankara, 2013; ADAY, Nejat, Avukatın Sözleşmeden Doğan Hukuki Sorumluluğu, İstanbul, 2016; AYDIN, Murat, Avukatlık Ücreti, 7. Baskı, Ankara, 2020; TURAN FÜHNER, Ezgi, Avukatın Azli ve Haksız Azlin Hukuki Sonuçları, İstanbul, 2020.