KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

BOŞANMA DAVASINDA KISITLANMAYI GEREKTİRİR BİR DURUMUN VARLIĞI İNANDIRICI DELİLLERLE İSPATLANMALIDIR.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2017/2-2421
KARAR NO   : 2019/919

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                  :
Marmaris 2. Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mah. sıfatıyla)
TARİHİ                            : 28/10/2014
NUMARASI                     : 2014/334 - 2014/493
DAVACI-KARŞI DAVALI : Z.D. vekili Av. Ö.A.
DAVALI-KARŞI DAVACI : G.D. vekilleri Av. S.N.E., Av. S.E.

Taraflar arasında görülen “karşılıklı boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Marmaris 2. Asliye (Aile Mahkemesi sıfatıyla) Mahkemesince karşılıklı açılan boşanma davalarının kabulüne dair verilen 02.09.2013 tarihli ve 2012/89 E., 2013/408 K. sayılı karar davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli ve 2014/2155 E., 2014/13228 K. sayılı kararı ile; 

"… Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (HMK m.114/1-d) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler (HMK m.115/1). Davada, davalı-karşı davacı kadın'ın ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmış bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca davalı-karşı davacı kadının vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılması, gerekirse Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi uyarınca işlem yapılması ve sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön gözönünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır...."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı-karşı davacı kadın vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Asıl ve karşı dava, evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı (TMK m. 166/1) boşanma istemine ilişkindir.

Davacı-karşı davalı erkek vekili; müvekkilinin 2008 yılında açtığı boşanma davasının reddedildiğini, tarafların 2010 yılında yeniden bir araya geldiklerini, ancak davalı eşin kavgacı tutumu, dengesiz hareketleri, sürekli komşularla kavga etmesi, müvekkiline hakaret edip başkalarının yanında sürekli aşağılaması gibi sebeplerle huzursuzluğun devam ettiğini, davalının şizofreni derecesinde psikolojik rahatsızlığının olduğunu, müvekkilinin davalının isteklerini yerine getirmek için krediler çektiğini, 2012 yılı sömestr tatilinden beri de ayrı yaşadıklarını ileri sürerek tarafların boşanmalarına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı-karşı davacı kadın; dava dilekçesinde geçen iddiaların hiçbirinin doğru olmadığını, reddedilen boşanma davasından sonra davacının özür dilemesi ve ailesinin haksız eylemlerine son vereceğini söylemesi üzerine barıştıklarını, davacının borçları nedeniyle işe girdiğini, gece gündüz aralıksız çalıştığını, yorulması üzerine eşinin isteği ile Elazığ’a döndüğünü, ortak haneye geri dönmek istediğinde eşinin boşanmak istediğini söylediğini, bir süre sonra da kıyafetlerini kargo ile gönderdiğini, bu sırada hamile olduğu hâlde bebeği aldırmak zorunda kaldığını, bu sebeplerle davacının kusurlu olduğunu ileri sürerek asıl davanın reddi ile karşı davanın kabulüne, boşanma kararı verilerek kendisi için 500,00TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 20.000,00TL maddi tazminat ile 20.000,00TL de manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Yerel mahkemece; davacı-karşı davalı erkeğin açtığı ve tam kusurlu olduğu gerekçesiyle reddedilen boşanma davasından sonra tarafların bir araya gelmesi nedeniyle kadının kocasını affettiği ve affedilen olayların hükme esas alınamayacağı, dosya kapsamı itibariyle davalı kadının davacıya iş arkadaşlarının ve komşularının önünde hakaret ettiği, onu peşinden kovaladığı, küçük düşürdüğü ve komşularını rahatsız edecek boyutta davacıyı sürekli kötülediği, davalının bazı nedenlerden dolayı evlilikte uyumlu davranışlar sergilemediği, yine erkek eşin önceki evliliğinden olan çocuğu ve ailesi ile görüşmesi konusunda taraflar arasında tartışma yaşandığının sabit olduğu, davacı-karşı davalı kocanın boşanma davası reddedildikten sonra davalıya bağımsız ev açtığı, hatta birden fazla kez davalının taleplerini de değerlendirerek ve komşularla yaşanan sorunlar nedeniyle ortak evi taşıdığı, kadına şiddet uygulamadığı, davacı-karşı davalı erkeğin ilk evlendikleri dönemdeki kusurlu davranışlarını büyük ölçüde terk ettiği ve boşanma davası reddedildikten sonra kuralına uygun bir şekilde davrandığı, ancak davalının eve dönmesi için samimi bir çaba göstermediği, her iki tarafın da evliliği sürdürmek gayreti yerine nafaka ve diğer maddi kazanımlar için davranışlarını şekillendirdiği, davalı-karşı davacı kadının kendi isteği ile evden ayrılarak ailesini ziyarete gittiği, daha sonra eve dönmemesinin erkek eşin kendisini istememesi nedeniyle olduğunu tam olarak ispatlayamadığı, erkeğin de kadını geri dönmesi için samimi olarak çağırdığının ve elinden gelen tüm çabayı sarfettiğinin söylenemeyeceği, yine eşyalarının kargo ile gönderilmesini kadının kendisinin de istemiş olabileceği ve çocuğunu aldırma kararını da Elazığ'da olduğu dönemde vermesinden dolayı erkekten gördüğü bir baskı neticesinde almadığı kabul edilerek davacı-karşı davalı erkeğin az, davalı-karşı davacı kadının ise ağır kusurlu olduğu gerekçesiyle her iki tarafın boşanma davası kabul edilmiş, kadının maddi ve manevi tazminat talepleri ile yoksulluk nafakası talebi reddedilmiştir. 

Davalı-karşı davacı kadın vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece; Türk yargı sistemine göre; TMK’nın 405. maddesinde yer alan sebebe dayanan vesayete ilişkin davaların resen yürütüldüğü, bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı ve ilgilinin isteği olup olmadığına bakılmaksızın hâkimin kendiliğinden gerekli gördüğü bütün delillere başvurabileceği ancak hâkimin bu yola başvurabilmesi için davacı veya davalının hâl ve hareketlerinin ruhsal bir rahatsızlığa açıkça işaret etmesi gerektiği, bu husustaki kanı yeterince somut delillere dayandırılmadığı taktirde Anayasanın 17., 19. ve 20. maddelerinde yer alan hükümlere aykırı uygulama yolu açılarak, kişilerin özgürlüğünün kısıtlanacağı ve ilgilinin hastaneye zorla sevkinin önünün açılacağı, bu durumun da açıkça Anayasal güvence altında olan kişinin dokunulmazlığına, maddi ve manevi bütünlüğüne müdahale oluşturacağı, somut olayda Gönül D.'in TMK. 405. maddesinde yer alan sebeplere dayalı kısıtlanmasını gerektirir ruhsal bir rahatsızlığa işaret eden somut deliller olmadığı, kadın tarafından açılan nafaka davasında uzmanların kadın eş ile bizzat görüştüğü ve kadının herhangi bir sağlık problemi bulunmadığının belirtildiği, yine erkek tarafından açılan boşanma davasında yaklaşık 2 yıl süren yargılama sırasında da davalı Gönül D.'in herhangi bir ruhsal rahatsızlığı olduğuna ilişkin kanaat edinilmediği, evlilik sırasında bazı ihtiyaçları eşi tarafından karşılanmayan, ailesinden ayrılarak hiç tanımadığı bir çevrede yeni bir hayata başlayan ve daha önceki zamanlarda eşinden şiddet görmüş olan davalı-karşı davacı kadının stresli durumlarda sergilediği farklı algılanabilir davranışlarının kadının akıl sağlığının yerinde olmadığı şeklinde yorumlanamayacağı, olsa olsa bir kusur olarak kadına yüklenebileceği, davacı-karşı davalı kocanın da bu hususta bir temyizi olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı-karşı davacı kadın vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davalı-karşı davacı kadının Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediği yönünde bir araştırma yapılarak, bu hususun eldeki dava yönünden ön sorun sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesine göre; “Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü içermektedir.

Aynı Yasanın “Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı” başlıklı 405. maddesinde; “Akıl hastalığı veya akıl zayıflığı sebebiyle işlerini göremeyen veya korunması ve bakımı için kendisine sürekli yardım gereken ya da başkalarının güvenliğini tehlikeye sokan her ergin kısıtlanır. Görevlerini yaparlarken vesayet altına alınmayı gerekli kılan bir durumun varlığını öğrenen idari makamlar, noterler ve mahkemeler, bu durumu hemen yetkili vesayet makamına bildirmek zorundadırlar.” düzenlemesi mevcuttur. 

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun “Kanuni temsilci atanması sebebiyle yargılamanın ertelenmesi” başlıklı 56. maddesi ise; “Taraflardan birinin vesayet altına alınması veya kendisine yasal danışman atanması talebi mahkemece uygun bulunur ya da mahkemece gerekli görülürse, bu konuda kesin bir karar verilinceye kadar yargılama ertelenebilir. Taraflardan biri kanun gereğince tedavi, gözlem veya koruma altına alınmış yahut başkalarıyla görüşmekten yasaklanmış olup da kendisi veya vekilinin mahkemede bulunması mümkün değilse, o kimse hakkında davayı takip için kayyım atanıncaya kadar yargılama ertelenebilir.” şeklindedir.

Hukuk kuralları toplum hayatını düzenlemektedir. Hukuk kurallarının oluşmasında esas alınan kıstasların başında da insani değerler gelmektedir.

Anayasamızda vücut bütünlüğü ile kişinin maddi ve manevi varlığı korunmaktadır. Yine Anayasamızda işkence, eziyet, insan onuruna yakışmayacak her türlü ceza ve kötü muamele de yasaklanmıştır. Kişi dokunulmazlığı, bireylerin kanunda yer alan istisnalar hariç olmak üzere kişi hürriyeti ve güvenliğini sağlar. Bu hak bir insanlık hakkıdır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesi; 

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. 

Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.” hükmüne haizdir.

Anayasa Mahkemesinin 27.03.2019 tarih, 2015/19012 başvuru numaralı kararında da yer aldığı üzere; Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında yer alan maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkı özel hayata saygı hakkı kapsamında yer alıp, fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkı ile kişinin kendisine ilişkin kararlar alabilme hakkına karşılık gelmektedir. Ayrıca Anayasa’nın 17. maddesinin ikinci fıkrasında tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı hâller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı, rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tabi tutulamayacağı ifade edilerek özel bir güvence hükmüne de yer verilmiştir.

Kişisel özerkliği korumak bakımından Anayasamızda yer alan diğer bir kişi hakkı ise 19. maddede düzenlenen kişi hürriyeti ve güvenliğidir. Madde metni incelendiğinde herkesin, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahip olduğu, şekil ve şartları kanunda gösterilen mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi, bir mahkeme kararının veya kanunda öngörülen bir yükümlülüğün gereği olarak ilgilinin yakalanması veya tutuklanması, bir küçüğün gözetim altında ıslahı veya yetkili merci önüne çıkarılması için verilen bir kararın yerine getirilmesi, toplum için tehlike teşkil eden bir akıl hastası, uyuşturucu madde veya alkol tutkunu, bir serseri veya hastalık yayabilecek bir kişinin bir müessesede tedavi, eğitim veya ıslahı için kanunda belirtilen esaslara uygun olarak alınan tedbirin yerine getirilmesi, usulüne aykırı şekilde ülkeye girmek isteyen veya giren, ya da hakkında sınır dışı etme yahut geri verme kararı verilen bir kişinin yakalanması veya tutuklanması hâlleri dışında kimsenin hürriyetinden yoksun bırakılamayacağı belirtildiği gibi suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmaları, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri, hâkim kararı olmadan yakalamanın ancak suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde yapılabileceği ve bunun şartlarının da kanunda gösterileceği ifade edilmiştir..

Özel hayatın gizliliği hakkını düzenleyen 20. maddesinde ise; kişinin özel hayatı ferdî ve aile hayatından oluştuğu için her ikisi birlikte ifade edilmiştir. Özel hayat ve aile hayatına saygı için öncelikle bu hakkın gizliliğine dokunulmaması gerekmektedir. Bu hakkın gizliliğine dokunulmaması açısından millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyasının aranamayacağı ve bunlara el konulamayacağı belirtilerek özel hayata saygı hakkı güvence altına alınmıştır. Anayasa Mahkemesinin 18.04.2019 tarih, 2015/11579 başvuru numaralı kararında anılan madde gerekçesi de dikkate alındığında resmî makamların özel hayata ve aile hayatına müdahale edememesi ile kişinin ferdî ve aile hayatını kendi anladığı gibi düzenleyip yaşayabilmesi gereğine işaret edildiği belirtilmiştir.

Kişi dokunulmazlığı hakkının sınırlandırılması gereken durumlar elbette olacaktır. Örneğin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunanların kişi dokunulmazlığı ortadan kalkacağı gibi, kanunun cevaz verdiği hâllerde de vücuda müdahale edilebilecektir. Türk Medeni Kanununun 405. maddesi de bu müdahaleyi haklı kılacak bir yasal düzenlemeyi içermektedir. Somut delillerle desteklenmeden kişinin akıl hastası olup olmadığına yönelik yapılacak bir inceleme ve araştırma bizzat kişi üzerinde yapılacak olduğundan bu haksız müdahale kişilik haklarının ihlali sonucunu doğuracaktır. 

Bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlıkta; tarafların 10.02.2005 tarihinde evlendikleri, asıl davanın 15.03.2012, karşı davanın 05.04.2012 tarihinde açıldığı, davalı-karşı davacı kadının açtığı bağımsız tedbir nafakası davasında (Elazığ Aile Mahkemesinin 25.06.2007 tarih, 2006/4.7 E., 2007/4.6 K.), "davalı erkeğin, davacı kadını döverek babasının evine gönderdiği, davacı kadının da yaklaşık 2 yıldır babasının evinde kaldığı, davalı erkeğin eşine maddi yardımda bulunmadığı, eşini arayıp sormadığı" gerekçesiyle aylık 100,00TL tedbir nafakasına hükmedildiği, kararın temyiz edilmeyerek 25.03.2008 tarihinde kesinleştiği, bu dosyada "pedagog, psikolog, sosyal hizmet uzmanı" tarafından düzenlenen raporda davalı-davacı kadın ile görüşüldüğü, kadının herhangi bir sağlık probleminin bulunmadığının belirtildiği görülmekle beraber, aynı dosyada kadının akıl hastası olduğuna dair bir iddia ve bu yönde yapılan bir araştırmanın da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Davacı-karşı davalı erkek tarafından 06.05.2008 tarihinde, evlilik birliğinin sarsılması sebebine dayalı olarak açılan boşanma davasında (Muğla 2. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 04.03.2010 tarih ve 2008/2.5 E., 2010/8. K.) ise; “mahkemece tarafların kısa bir süre davacı kocanın annesi, babası ve önceki evliliğinden olan çocuğu ile fiilen birlikte yaşadıktan sonra ayrıldıkları ve hâlen ayrı yaşadıkları, davacı tanıklarının anlatımlarının sebep ve saiki açıklanmayan, inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibaret olduğu, bunun dışında davalı eşini annesi ve babası ile birlikte yaşamaya zorlayan, ona karşı şiddet uygulayan ve bu nedenle evden ayrılmasına neden olan davacı kocanın tam kusurlu olduğu” gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın temyiz edilmeyerek 18.05.2010 tarihinde kesinleştiği, bu dosyada da davalı-karşı davacı kadının akıl hastası olduğuna dair bir iddianın ileri sürülmediği ve bu konuda bir araştırmanın da yapılmadığı, tarafların bu davadan sonra yeniden bir arada yaşamaya başladıkları anlaşılmakta olup, dava dosyasında davalı-karşı davacı kadının ruhsal rahatsızlığı bulunduğunu gösteren, bu hususa bağlı olarak vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve davalı-karşı davacı kadının vücut dokunulmazlığına müdahale edilmesini gerektiren, böyle bir inceleme ve araştırma yapmaya yetecek düzeyde ciddi ve inandırıcı bir delil de bulunmamaktadır.

Hâl böyle olunca; yerel mahkemece davalı-karşı davacı kadının Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediği yönünde bir araştırma yapılmasına gerek olmadığına ilişkin olarak verilen direnme kararı yerindedir. 

Ne var ki, esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalı-karşı davacı kadın vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 19.09.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.