KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DAVACININ YARGILAMANIN BAŞINDA HANGİ MADDİ VAKIANIN YEMİN DELİLİYLE İSPAT EDİLECEĞİNİ DELİL LİSTESİNDE SOMUTLAŞTIRMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

ESAS NO      : 2019/14-799 
KARAR NO   : 2022/911

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ               : 
Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                         : 09/10/2018
NUMARASI                 : 2018/435 - 2018/505
DAVACI                       : K.C. vekili Av. H.Y.
DAVALILAR                : 1- Ş.E.A. vekili Av. M.U.
                                       2- U.H. Kültür Hizmetleri Derneği (U.) vekili Av. A.A.

1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın yarı bedelinin tahsili, bunun da olmaması durumunda sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalılar vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun’la değişikliği öncesi hâliyle 438/2. maddesi gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalı Unutulanı Hatırlatma Kültür Hizmetleri Derneği vekilinin duruşma isteminin reddine karar verilip dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

4. Davacı vekili 11.06.2012 tarihli dava dilekçesinde; Samsun İli, İlkadım İlçesi, Selahiye Mahallesi, 4.20 ada 5 parsel sayılı arsa ile üzerindeki binanın davalı Şerife E.A. adına inançlı işlem nedeniyle kayıtlı olduğunu, gerçekte ise müvekkili ile davalının yarı paylarla malik olduklarını, arsa ve üzerindeki binanın 16.08.2011 tarihinde diğer davalı Derneğe bağışlandığını, ancak davalı Şerife E.A.’nın tek başına malik olmadığı taşınmaz hakkında yaptığı devir işleminin iptaliyle tapunun gerçeğe uygun hâliyle tesciline karar verilmesi gerektiğini, müvekkilinin arsa bedelini ödeyip binanın bütün harcamalarını yaptığını, çocuklarıyla birlikte emek ve tüm birikimlerini bu binanın yapımına sarf ettiğini, bu nedenle sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre dahi katkısının iadesi gerektiğini, davacının dini sohbet ve vaazları nedeniyle kendisine verilen zekat, bağış, yardım vs. tamamını bahsi geçen bina inşaatına harcadığı hâlde aradaki güven ve kardeşlik hukuku gereği tüm resmî işlem ve kayıtların davalı adına yapıldığını, bina yapımı bittiğinde ise davalı Şerife’nin tek başına tasarrufa ehil olmadığı taşınmazı bağışladığını, bağışın muvazaalı olduğu gibi davalı Derneğin de gerçek durumu bildiğini, bu aşamada davalı Dernek yetkilileri ile müvekkili Kadriye C. görüşmüş ise de hakkını teslim etmedikleri gibi müvekkilini darp edip aleyhine el atmanın önlenmesi davası açtıklarını, davalı Şerife E.A. tarafından yazılıp imzalanan 13.03.2007 tarihli belge aslının kendilerinde olduğunu, bu belge ile davalının yaptığı bağış işleminin çelişkili olduğunu, belgede binadaki bir dairenin mülkiyetinin davacıya bırakılacağı ve tüm bina zilyetliğinin ölünceye kadar davacıya ait olacağının davalı tarafından yazılıp imzaladığını, ayrıca bina inşaatı sırasında yapılan bir takım harcamalar faturalı olmakla birlikte bir kısmının özellikle işçilik bedellerinin faturasız olduğunu, iddianın tüm kayıtlar ile ispat edileceğini ileri sürerek, bağış şeklindeki işlemin iptali ile arsa ve bağıştan sonra kurulan kat mülkiyeti gereği on ayrı bağımsız bölümün 1/2 payının davacı adına tesciline, olmadığı takdirde değerinin tahsiline, bu dahi olmaz ise sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre davacı tarafından yapılan katkının iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar Cevabı:

5. Davalı Şerife E.A. cevap dilekçesinde; arsayı 2007 yılında dava dışı Baki K. ve Emine K.’tan bizzat parasını ödeyerek satın alıp üzerindeki binayı yaptırdığını, satın alırken yanında İsmail Çağdaş isimli kişinin bulunduğunu ve parayı bizzat ödediğini gördüğünü, taşınmazın diğer davalı Derneğe devrinden önceki tek malikinin kendisi olduğu gibi iddianın da gerçek dışı ve çelişkili olduğunu, davacı ile aralarında hoca talebe ilişkisi bulunduğunu, davacının işi, geliri ve birikiminin bulunmadığını, çocuklarının da kendisinin yardımları ile eğitimi gördüklerini, davalının olmayan gelirle arsa alması ve bina yaptırmasının mümkün olmadığını, binanın yapımı, malzeme alımı, işçilik vs. tamamını kendisinin karşıladığını, binanın yapımı sırasında Yuvam İnşaat sahibi Hasan Sandıkçı’nın yardımcı olduğunu, davacının şahsi kitap satışlarından elde ettiği para ile 1.700TL, oğlu Ahmet Hamdi A.'in 950TL, kız kardeşi Emine’nin de bir bilezik parası olan 300TL yardım ettiğini, bunların da resmî belgesinin olmayıp kendisinin vicdan defterine kayıtlı bulunduğunu, başkaca bir katkısının olmadığını, yapacak durumda olması hâlinde kendisine çevreden fitre ve zekat verilmeyeceğini, ortak hesaplardaki paranın yatılı Kur’an kursunun gelir ve giderlerine ilişkin olduğunu, K.T.K. Bankasında bulunan hesapları ile sattığı daireden elde ettiği para ile arsayı satın aldığını, bina yapımına İ. Vakfına hibe edileceğinden çok sayıda kişinin yardımda bulunduğunu ve toplanan yardımların ortak hesaba yatırıldığını, 13.03.2007 tarihli belgenin ise resmî olmayıp binanın bitimine kadar şahsına bir şey olması durumunda ailesine yazdığı vasiyetinden ibaret olduğunu, davacının iddia ettiği gibi olması durumunda resmî şekilde noterde tasdik edilerek düzenlenmesi gerektiğini, ayrıca vasiyetnamesini iptal ettiğini ve bunu davacıya söylediğini, gönül meselesi olan bir hususta davacının zorla kendisinden bağış alamayacağını, davacıya verdiği değerin ve iyi niyetinin kötüye kullanıldığını, davanın haksız şekilde açıldığını belirterek reddini savunmuştur.

6. Davalı Unutulanı Hatırlatma Kültür Hizmetleri Derneği vekili cevap dilekçesinde; taşınmazın davalı Şerife E.A. tarafından kanunî usullerine riayet edilerek ve resmî geçerlilik şartına uyularak tapuda müvekkili derneğe bağışlandığını,19.09.2011 tarihinde kat irtifakı kurulması sonucunda da bağımsız bölümlerin müvekkili adına tescil edildiğini, davacının hukuken haklı ve geçerli bir nedene dayanmaksızın binada işgalci durumda olup taşınmaza el attığından, müvekkili tarafından haksız işgal ve tahliye talepli olarak Samsun 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/347 E. sayılı dosyasında dava açıldığını, bunun üzerine davacının da eldeki davayı açtığını, kendilerinin açtıkları davanın uzatılmasına yönelik başlatılmış haksız bir süreç olduğunu, davacının hukuken korunmaya değer daha üstün bir yararı bulunduğunu somut deliller ile ispat etmesi gerektiğini, ileri sürülen tüm hukukî ilişkilerin davalı müvekkili Dernek ile doğrudan bir bağlantısının olmadığını, davacının diğer davalı Şerife E.A. ile yaptığı işlemlerin hukuken sadece kendilerini bağladığını, davalı Derneğin iyi niyetli olup taşınmazın devrinde herhangi bir muvazaalı işlemin bulunmadığını, bağış işleminin gerçek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

7. Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 19.11.2015 tarihli ve 2012/352 E., 2015/751 K. sayılı kararı ile; tüm dosya kapsamı, toplanan deliller, davacı tarafından sunulan belge ve faturalar, duruşmada dinlenen tanık beyanları, davalı Şerife E.A.'nın 13.03.2007 tarihinde kaleme aldığı vasiyetname ile keşif sonrası düzenlenen 17.08.2015 havale tarihli rapor uyarınca taşınmaz üzerine inşa edilen bağımsız bölümlerin bağış tarihi itibariyle toplam değerinin 771.230,99 TL, dava tarihi itibariyle 775.983,57 TL olduğu, bilirkişi raporunda davacı tarafından yapılan katkı değerlendirilerek taşınmazın tamamında %30 oranında katkısının olacağı yönünde kanaat bildirildiği, raporun dosya kapsamına uygun görüldüğü gerekçesiyle tapu iptali ve tescil talebinin kısmen kabulü ile taşınmazdaki bağımsız bölüm tapularının %30 oranına isabet eden 3/10’ar paylarının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davalılar vekilleri tarafından süresi içinde temyiz isteminde bulunmuştur.

9. Yargıtay (Kapatılan) 14. Hukuk Dairesinin 28.03.2017 tarihli ve 2016/17137 E., 2017/2446 K. sayılı kararı ile;

“... İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.

İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.

Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; davacı taraf iddialarını tarafların imzalarını taşıyan yazılı delil veya davalı tarafın elinden çıkmış delil başlangıcı ile kanıtlayamamıştır. Ancak, davacı taraf delil listesinde açıkça yemin deliline de dayandığından davacıya yemin teklif hakkı hatırlatılarak HMK’nın 225 ve devamı maddeleri gereğince işlem yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus yerine getirilmeden yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

10. Samsun 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.10.2018 tarihli ve 2018/435 E., 2018/505 K. sayılı kararı ile; ilk kararın içtihatlara uygun olduğu zira dosya incelendiğinde inanan ile inanılan arasındaki ilişkiyi 13.03.2007 tarihli belgenin ortaya koyduğu, davalı Şerife E.A.'nın yazılı vasiyeti şeklinde dosya içerisinde bulunduğu, bu belgenin yazılı bir delil olup her ne kadar davalı cevap dilekçesinde aksini savunmuş ise de aşamalardaki beyanları dikkate alındığında davacının inkârı imkânsız bir emeği olduğu itirafı ve ikrarını içerdiği, bedelin her zaman nakdi bir ödeme olması gerekmediği, tanıklar Ayşe S., Ömer C., Emrah C. ve Hanife T.’ın da iddiayı doğruladıkları, davacı tarafça imzalanmamış olsa da yanlar arasındaki uyuşmazlığı kanıtlamaya yeterli davalının elinden çıkmış ve imzalanmış bir belge olduğu, belgeyi bizzat eliyle yazıp imzalayana ne amaçla yemin verilmesi gerektiği ve bu bağlamda davalıya yemin teklif edilmesinin sonuca etkili olmayacağı gerekçesi ile direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

11. Direnme kararı süresi içinde davalı vekilleri tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

12. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, 13.03.2007 tarihli belgenin 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inanç sözleşmesinin yazılı delili olarak kabul edilip edilemeyeceği, burada varılacak sonuca göre delil listesinde açıkça yemin deliline dayanan davacıya yemin teklif hakkı hatırlatılarak oluşacak duruma göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

13. Dava, inanç sözleşmesine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde taşınmazın yarı değerinin tahsili, bunun da olmaması hâlinde sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre alacak istemine ilişkindir.

14. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir.

15. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukukî sebebini teşkil eder.

16. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.

17. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi bulunduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.

18. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde ise bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.

19. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukukî muamelelerden daha güçlü bir hukukî durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

20. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

21. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler.

22. Bu sözleşmelerin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

23. Uygulamada bu konu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

24. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

25. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukukî bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötü niyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

26. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen içtihadı birleştirme kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

27. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 tarihli ve 2009/1-443 E., 2009/539 K.; 01.02.2012 tarihli ve 2011/14-688 E., 2012/34 K. ve 17.01.2019 tarihli ve 2017/1-2610 E., 2019/12 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

28. İspat kuralları açısından bakıldığında ise inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) 6. ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190/1. maddesi uyarınca iddiasını ispat etmesi gerektiği kuşkusuzdur.

29. İnançlı işlemi doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmadığından, ispatı hakkında da kanunlarımızda bir hüküm yer almış değildir. İnançlı işlemin ana unsurları, inanç sözleşmesi ve kazandırıcı işlem (hakkın devri işlemi) nasıl özel bir şekle bağlı değilse, inançlı işlemin ispatında da, kural olarak özel bir biçim koşulunun aranmaması, inançlı işlemin ispatında genel hükümlerin uygulanması gerekir (Özkaya, E.; İnançlı İşlem ve Muvazaa Davaları, 6. Baskı, sayfa 61).

30. Diğer taraftan, Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarih ve 2010/14-394 E., 2010/395 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere, inanç sözleşmesinin yazılı olması koşulu bir geçerlilik şartı olmayıp ispat şartıdır. İnançlı işlemin yazılı delilini inanç sözleşmesi oluşturmaktadır. Kazandırıcı işlem resmî şekilde yapılsa dahi inanç sözleşmesinin resmî şekilde yapılması gerekli olmayıp sadece yazılı yapılması zorunlu ve yeterlidir. Nitekim bu husus yukarıda etraflıca açıklandığı üzere 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da açıkça belirtilmiştir. Başka bir anlatımla, tapulu taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarih, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararının gereğidir.

31. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dahil her türlü delil ile kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 E., 2005/774 K.; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 E., 2019/1197 K. sayılı kararları).

32. Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.

33. Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı 4.20 ada 5 parsel sayılı arsanın gerçekte 1/2 payının kendisine ait olmasına karşın inançlı işlem nedeniyle tapuda tamamının davalı Şerife E.A. adına tescil edildiğini, arsanın bedelini kendisi ödediği gibi tüm birikim ve emeğini de arsa üzerine inşa edilen dört katlı binanın yapımına harcadığını, ancak Şerife E.A.’nın tek başına maliki olmadığı bu taşınmazı 16.08.2011 tarihinde diğer davalı Derneğe bağışladığını, davalı Derneğin gerçek durumu bildiğini ve bağışın muvazaalı olduğunu ileri sürerek öncelikle tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuş, inançlı işlemin ispatı için de 13.03.2007 tarihli belgeye dayanmıştır.

34. Yukarıda ifade edildiği üzere inanç sözleşmesinin varlığı kural olarak yazılı delille ispat edilmelidir. Davacı tarafça dayanılan 13.03.2007 tarihli belgenin davalı Şerife E.A. tarafından yazılarak imzalandığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Ne var ki, 13.03.2007 tarihli belge adı geçen davalı tarafından kendi varislerine hitaben kaleme alınmış bir el yazılı vasiyetname niteliğindedir. Davalı, arsanın alımında cemaatin de parasının bulunduğunu belirtmek suretiyle davacı Kadriye C. yaşadığı sürece idaresinin ona ait olacağı, burada davacıya bir daire kalmak şartıyla İ. Vakfına devredileceğini vasiyet etmiştir. Dava konusu taşınmaza ait tapu senedi arkasına yazılan bu belgede, taşınmazın davacının parası ya da katkısı ile alındığı yönünde herhangi bir ibare bulunmadığı gibi hangi amaçla davalı Şerife E.A. adına tescil edildiği, bu tescilin belli bir süre sonra taşınmazın tamamı veya yarı payının davacıya iade edileceği koşuluyla yapıldığı yönünde de bir açıklama bulunmamaktadır. Aksine davalı Şerife E.A.’nın hayır yapmak amacıyla satın aldığı ve arsanın alımında mensubu olduğu cemaate ait paranın da kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle davacı tarafça inançlı işlemin ispatı amacıyla dosyaya sunulan 13.03.2007 tarihli vasiyetnamenin açıklanan bu içeriği nedeniyle bir inanç sözleşmesi niteliğinde olduğu söylenemez. Dolayısıyla 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca inanç sözleşmesinin yazılı delili olarak kabul edilmesi de mümkün değildir.

35. Diğer yandan, satın alındığı sırada davacının parasal katkı yaptığına ilişkin olarak herhangi bir açıklama içermeyen vasiyetnamede taşınmazın idaresi yanında bir dairenin davacıya verilmesi vasiyet edilmiş ise de vasiyet; ölüme bağlı tek taraflı bir hukukî işlem niteliğindedir. Vasiyetname düzenlenirken lehine tasarrufta bulunulan kişilerden izin alınması veya söz konusu tasarruflar ile mutlak surette bağlılık söz konusu değildir. Bu özelliği nedeniyle vasiyetten dönme (rücu) hiç kimsenin muvafakatine bağlı tutulmamıştır. Vasiyette bulunan kişi, ölümüne kadar dilediği zamanda herhangi bir neden göstermeksizin vasiyetnamenin tamamı veya bir kısmından tek taraflı olarak dönebilir.

36. Nitekim, TMK’nın 542 ve devamı maddelerinde mirasbırakanın yaptığı vasiyetten çeşitli yollarla dönebileceği açıkça düzenlenmiştir. Vasiyette bulunan kişi yeni bir vasiyetname düzenleyerek önceki vasiyetnameden dönebileceği gibi yok etme suretiyle ya da sonradan yaptığı başka bir tasarrufla da dönebilir. Mirasbırakan, vasiyetnamesine konu ettiği malvarlığı değerleri üzerindeki tasarruf hakkını yitirmediğinden, vasiyetine konu bir malvarlığı hakkında sonradan sağlar arası tasarrufta bulunması da mümkündür.

37. Türk Medeni Kanunu’nun 544. maddesi; “Mirasbırakan, önceki vasiyetnamesini ortadan kaldırmaksızın yeni bir vasiyetname yaparsa, kuşkuya yer bırakmayacak surette önceki vasiyetnameyi tamamlamadıkça, sonraki vasiyetname onun yerini alır.

Belirli mal bırakma vasiyeti de, vasiyetnamede aksi belirtilmedikçe, mirasbırakanın sonradan o mal üzerinde bu vasiyetle bağdaşmayan başka bir tasarrufta bulunmasıyla ortadan kalkar” hükmünü taşımakta olup, ikinci fıkraya göre belirli mal vasiyetinde bulunan mirasbırakan, vasiyette bulunduktan sonra, vasiyetnamedeki tasarruf ile bağdaşmayacak şekilde sağlar arası yeni bir tasarrufta bulunursa, bu davranışı ile vasiyetinden eylemli olarak döndüğü kabul edilir. Bu bakımdan denilebilir ki; TMK’nın 544/2. fıkrası, bir geri alma karinesi öngörmektedir. Somut olayda da, vasiyette bulunan davalı Şerife E.A. sonradan dava konusu taşınmazın tamamını sağlar arası bir işlemle diğer davalıya bağışlamak suretiyle vasiyetinden dönmüştür.

38. Davalı Şerife E.A.’nın akdi ilişkiyi inkâr etmesi, 13.03.2007 tarihli vasiyetnamenin de inanç sözleşmesi mahiyetinde olmaması nedeniyle ispat yükü üzerinde olan davacı tarafça inanç sözleşmesinin varlığının ispat edildiği söylenemez. Oysa ki inanç sözleşmesinin varlığı, kural olarak yazılı delille, yazılı delilin bulunmaması hâlinde ise ikrar, yemin vs. gibi diğer kesin delillerle ispat edilmelidir.

39. Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 tarihli ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK).

40. Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK'nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Görüleceği üzere yemin, tarafın kendisinden kaynaklanan (ondan sadır olan) vakıalar hakkında verilebilir. Ayrıca yemini, kendisine ispat yükü düşen taraf teklif edebilir. Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın yemin teklif etmesinin hiçbir hukukî sonucu olmayacağı gibi iddia ve savunmasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat eden tarafın da yemin teklif etmesine gerek yoktur.

41. Bu noktada, ispat yükü üzerinde olan ve yemin deliline dayanan tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatıp hatırlatılamayacağı konusu üzerinde de durulmasında yarar vardır.

42. Özel hukuk, taraflara kendi hakları üzerinde tasarruf yetkisi ve imkânı vermiştir. Özel hukuktan kaynaklanan tasarruf yetkisi, uyuşmazlıktan önce başlayıp uyuşmazlığın yargı organına intikal ettiği ve onun önünde görüldüğü anda da devam eder. Hak sahibi, uyuşmazlık konusu hakkını dava edip etmemekte, dava ettikten sonra davalı ile yargılama içinde ya da dışında uzlaşmakta, arabulucuya gitmekte, sulh olmakta veya açtığı davadan feragat etmekte serbesttir. Taraflar uyuşmazlığı başlatmak, uyuşmazlık konusunu belirlemek, uyuşmazlığı sürdürmek veya sona erdirmek hakkına sahiptirler. Tasarruf ilkesi, genel anlamda tarafların yargılamanın başlangıcını, konusunu ve sona ermesini belirleyebilmeleri, dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf edebilmeleri anlamına gelir. Bir diğer deyimle tasarruf ilkesi davanın taraflarına dava konusuna ve yargılamanın seyrine etki etme imkânı sağlamaktadır (Pekcanıtez Hakan/ Özekes Muhammet/ Akkan Mine/Korkmaz Taş Hülya: Medeni Usul Hukuku, İstanbul Mart 2017, C. I, s. 783- 784).

43. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 24. maddesinde düzenlenen tasarruf ilkesi nedeniyle hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe, kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Tasarruf ilkesi gereğince davacının, davasını açarken talep ettiği hukukî korumanın ne olduğunu açıkça ifade etmesi gerekmektedir.

44. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. maddesi uyarınca da davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Hukukî dinlenilme hakkının HMK’nın 27/2. maddesinde düzenlenen temel üç unsurundan birisi olan “Açıklama ve ispat hakkı”, tarafların yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkını ifade eder. Başka bir anlatımla açıklama hakkının konusunu tarafların taleplerini açıklamaya yönelik vakıalar ve bu vakıaları ispatlamak amacıyla gösterdikleri deliller oluşturur. Hâkimin taraflara açıklama hakkı tanımadan, onları dinlemeden vereceği hüküm hakkın yerine getirilmesine hizmet etmez. Şöyle ki tarafların iddia ve savunmalarını ileri sürmelerine ve bunları kanıtlamalarına olanak tanımayan bir yargılamanın sonunda gerçeğin ortaya çıkması mümkün değildir.

45. Dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) veya hukuksal durumun varlığı ya da yokluğu hakkında hâkimde kanaat uyandırmak için girişilen inandırma eylemine “ispat” denir. İspat faaliyeti aynı zamanda yargılama sürecinde taraflar açısından yargısal bir temel hak olarak da görünüm kazanır. Anayasal dayanağı da olan ispat hakkını taraflar HMK’nın 189/1. maddesi gereğince kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak kullanırlar.

46. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 187/1. maddesine göre ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Sadece taraflarca ileri sürülen ve dayanılan vakıalar, ispatın konusunu oluşturur. İspatı gerekli ve önemli olan vakıalar, hâkimin vereceği kararı etkileyen ve hâkimin karar verirken dikkate alması gereken vakıalardır.

47. Kural olarak belli bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini, tarafların ispat etmesi gerekir. TMK'nın “ispat yükü” başlıklı 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür”. Aynı yöndeki düzenleme HMK’nın 190. maddesinin birinci fıkrasında, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatla mükelleftir.

48. Bir davaya taraf olan herkes, karşı taraf karşısında kendisini dezavantajlı bir konumda bırakmayacak şartlarda, iddialarını mahkemeye sunabilmesi için makul bir fırsata sahip olabilmelidir. Aynı şekilde, tarafların gösterilen tüm delillerden haberdar olması ve görüş bildirebilmesi de adil yargılanma hakkı kapsamında gözetilmesi gereken ilke olarak belirtilmiştir. Açıklanan bu ilkelere paralel olarak HMK ile yargılamanın makul sürede bitirilmesini sağlamak amacıyla düzenlemeler yapılmış ve bu amaca ulaşılabilmesi için önemli bir katkı sağlayan delillerin bildirilme zamanı özel olarak düzenlenmiştir. HMK’nın 194. maddesi ile düzenleme altına alınan hüküm gereği, taraflar dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırma yükümlülüğü altındadır. Bu madde kapsamında taraflar; dayandıkları delilleri ve hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtme zorunluluğu altında bırakılmışlardır. Buradan hareketle açıkça söylenmelidir ki; HMK ile benimsenen yargılama usulünde “dayanak vakıa ve o vakıanın ispatı için gösterilecek delil” birbirinden ayrılmaz bir bütünün parçası olarak ele alınmıştır. Delillerin belirli bir zaman dilimi içinde gösterilip sunulması yargılamayı çabuklaştıracak olmasının yanı sıra, taraflara da gösterilen delillerden haberdar olarak zamanında bunlara karşı delil veya görüş bildirebilme imkânı tanıyacak, böylece uyuşmazlıklar en kısa sürede adilane çözüme kavuşacaktır. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 04.02.2021 tarihli ve 2017/2-2710 E., 2021/34 K., 29.04.2021 tarihli ve 2017/15-3098 E., 2021/546 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.

49. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 194. maddesinde düzenlenen “Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” zorunluluğu; davacı taraf yönünden HMK’nın “Dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin, (f) bendinde ise “İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği”nin dava dilekçesinde gösterilmesi; davalı taraf yönünden ise, “Cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde “Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin ve (e) bendinde de “Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği”nin cevap dilekçesinde gösterilmesi şeklinde düzenlenmiştir.

50. Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz. Buna karşılık kendiliğinden (re’sen) araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda, hâkim davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hâkimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem gösterir.

51. Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceğiyle ilgili bir ilkedir. Buna göre, hâkim kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.

52. Taraflarca getirilme ilkesinin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dâhildir (HMK m. 25/2). Hâkim, olayın aydınlatılması için tarafların delil ikamesini isteyebilir ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz. Mahkemenin hüküm vermesi için kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların görevi ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkân vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi söz konusudur. Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Hukuk Genel Kurulunun 25.11.2020 tarihli ve 2016/9-1215 E., 2020/950 K. ve 29.04.2021 tarihli ve 2017/15-3098 E., 2021/546 K. sayılı kararları).

53. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 31. maddesi gereğince hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir. Bu madde, hâkime sadece taraflara başka delilleri olup olmadığını sorma yetkisi vermemiş, aynı zamanda dava dosyasından anlaşılan delillerin getirtilmesini isteyerek delilleri temin etme yetkisi de tanımıştır. Bir başka ifadeyle hâkim ispat yükünü taşıyan tarafa başka delili olup olmadığını sorabilir; tarafların dava dosyasına bildirdikleri delillerin gösterilmesini ve sunulmasını isteyebilir.

54. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 194. maddesinde “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” açıkça ve zorunluluk olarak düzenlenmesine rağmen, tarafların bu yükün gereğini yerine getirmemelerinin yaptırımı gösterilmediğinden, bu maddenin, HMK’nın 31. maddesi ile birlikte değerlendirilmesi gereklidir. Aydınlatma ödevi, hâkimin davayı maddi anlamda sevk ve idare etmesiyle ilgili olup, maddi anlamda sevk yetkisinden vakıaların aydınlatılmasına yönelik işlemler anlaşılmaktadır. Hâkim aydınlatma ödevini tarafları aydınlatmak için değil, vakıaları ve uyuşmazlığın kapsamını aydınlatmak için kullanmalıdır. Davacının dilekçesinde dayandığı vakıaları ispata elverişli şekilde somutlaştırmaması, hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmemesi hâlinde, hâkimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde söz konusu eksikliğin giderilmesi için davacıya süre vermesi isabetli olacaktır. Doktrinde; tarafın dava dosyasına ibraz ettiği belgeleri hangi ihtilaflı vakıayı ispatlamak için gösterdiğini açıkça belirtmemesi durumunda, hâkimin delilini somutlaştırması için ilgili tarafa süre verebileceği kabul edilmektedir. Mahkemece verilen sürede delillerini somutlaştırmayan taraf, bu yükün olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda kalır; burada tarafın karşılaşacağı olumsuz sonuç, hâkimin somutlaştırma yüküne uygun şekilde gösterilmeyen delili göz önüne almadan karar vermesidir.

55. Öte yandan, HMK'nın 32. maddesinin 1. fıkrasında, “Yargılamayı, hâkim sevk ve idare eder; yargılama düzeninin bozulmaması için gerekli her türlü tedbiri alır” düzenlemesine yer verilmiş ve yargılamanın sevk ve idaresinin hâkime ait olduğu vurgulanmıştır. Hâkimin soru sorması ve tarafların dayandıkları delillerin toplanması da anılan hükmün gereğidir.

56. Mahkemece davacıya yemin teklif etme hakkının hatırlatılması için, delil listesinde açıkça yemin deliline dayanılmış olması yeterlidir. Hangi maddi vakıanın çekişmeli olacağı başlangıçta belli olmadığından, davacının dayandığı yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat edeceğini ayrıca mahkemeye bildirmesi beklenemez. Davacının yargılamanın başında hangi maddi vakıanın yemin deliliyle ispat edileceğini delil listesinde somutlaştırması mümkün olmadığı gibi, HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen hâkimin davayı aydınlatma ödevine göre de açıkça yemin deliline dayanan davacıya yemin teklif etme hakkının hatırlatılmasında isabetsizlik bulunmamaktadır. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 23.11.2021 tarihli ve 2018/(14)7-582 E., 2021/1470 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

57. Somut olayda, davacı ile davalı Şerife E.A. arasında yazılı bir inanç sözleşmesi bulunmamaktadır. Davalı tarafından akdi ilişkinin varlığı inkâr edilmiştir. Dava dosyasına yazılı belge sunulmadığı gibi dosyada delil başlangıcı niteliğinde sayılabilecek bir belge de bulunmamaktadır. Yazılı belge ile inanç sözleşmesinin varlığını kanıtlayamayan davacı eldeki davayı HMK’nın yürürlük tarihinden sonra açmış ve 11.06.2012 tarihli dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmıştır. Bu durumda, davanın terditli taleplerle açıldığı gözetilerek ilk kademedeki tapu iptali ve tescil istemi bakımından hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacı tarafa yemin teklif hakkını hatırlatması, burada varılacak sonuca göre son kayıt maliki olan davalı Derneğin TMK’nın 1023. maddesine göre tapu siciline güvenerek iyi niyetli iktisapta bulunan üçüncü kişi konumunda olduğuna dair savunması üzerinde de durulmak suretiyle bir hüküm kurulması, davacının mülkiyete ve buna bağlı bedel istemine yönelik iddiasının bu şekilde dahi ispat edilememesi hâlinde ise terditli diğer talebi değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekmektedir.

58. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; dava tarihinden önce yürürlükten kalkan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 344. maddesinde taraf yemini ve re’sen yemin olmak üzere yeminin iki şekilde düzenlendiği, HMK’nın 227. maddesinde ise sadece bir tarafın karşı tarafa yemin teklifinin öngörüldüğü, buna göre delil listesinde yemin deliline dayanan tarafın iddia veya savunmasına dayanak yaptığı bir vakıayı yemin deliliyle ispat etmek istiyorsa bizzat kendisinin karşı tarafa yemin teklif edeceğini bildirmesi gerektiği, hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafın iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıaları ispat edememesi durumunda karşı tarafa yemin teklif hakkını hatırlatmasının HMK’nın 25. maddesinde düzenlenen taraflarca getirilme ilkesine aykırı olduğu, hâkimin yemin teklif hakkını hatırlatmasının HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen “Hâkimin davayı aydınlatma ödevi” kapsamında da olmayıp iddia ve savunmanın ispatına ilişkin bir husus olduğu, HMK’nın 194. maddesinin ikinci fıkrasına göre tarafların iddia ve savunmasına dayanak yaptıkları vakıaları hangi delille ispat edeceklerini bildirmek zorunda oldukları, yine HMK’nın dava dilekçesinin içeriği başlıklı 119. maddesinin (f) bendinde iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususunun dava dilekçesinde, cevap dilekçesinin içeriği başlıklı 129. maddesinin (e) bendinde de savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususunun cevap dilekçesinde gösterilmesi gerektiği, bu nedenle tarafların iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıalardan bir yada birkaçını veya tamamını doğrudan karşı tarafa yemin teklif etmek suretiyle ispat edeceğini bildirmediği sürece, hâkimin davaya müdahale sayılacak şekilde taraflardan birine karşı yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının hâkimin tarafsızlığı ve HMK’nın düzenlediği taraf yemini ile bağdaşmadığı, yerel mahkemece davacı tarafa yemin teklif hakkının hatırlatılmamış olmasının açıklanan bu gerekçe kapsamında yerinde olduğundan dosyanın incelenmek üzere Özel Daireyle gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

59. Hâl böyle olunca, yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına, bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı Şerife E.A. vekili ile davalı Unutulanı Hatırlatma Kültür Hizmetleri Derneği vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.06.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; İnanç sözleşmesine ilişkin uyuşmazlıklarda, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan yazılı bir belge ile ispatlanabilecekken davacının yazılı bir belgeye dayanmadığı ve dosyaya yazılı bir belge sunmadığı sunduğu böyle bir belge dosya içerisinde bulunmaması durumunda ispat yükü kendisine olan davacının dava dilekçesinde açıkça "yemin" deliline dayanması durumunda hâkimin davacı tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Yemin kesin bir delildir. Kesin delil olması nedeniyle şartlarını, hükümlerini ve sonuçlarını kanunun belirlediği ve bu şartların mevcut olması hâlinde hâkimin bağlı olduğu ve taktir yetkisine sahip olmadığı delildir. Bir vakıanın ispatı için kanun da kesin delil öngörülmüş ise hâkim başka delil inceleyemez. Yine bir vakıanın ispatı için kesin delil gösterir ve delil o vakıayı ispat ederse, hâkim bu vakıanın doğruluğunu kabul etmek ve buna uygun karar vermek zorundadır (Medeni Usul Hukuku Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Muhammet Özekeş, Prof. Dr. Oğuz Atalay . 409. sayfa).

Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin bildiği hususlardan kaynaklanan karşı tarafın uyuşmazlık konusu vakıalardır.

HMK’nın 227. maddesinin ikinci bendine göre; yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez.

Yürürlükten kalkan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun da yemin kati (taraf) yemini ve re’sen yemin olarak ikiye ayrılmıştır. Kati (Taraf) yemin 344. maddesinde “Kati yemin, bir kimsenin esas davasının halline müessir olan bir fiilin ispatı için diğerine teklif ettiği yemindir.” şeklinde tanımlanmıştır. Re'sen yemin ise Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 355-362. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, iddia olunan hususun kesin deliller ile ispat edilmemiş olması ve iddia olunan hususu ispat için gösterilen delillerin hâkime hüküm verecek kanaat hasıl etmemesi durumunda mahkeme iki taraftan birine yargılamanın sonunda yemin teklif edebilir.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu 01.10.2011 tarihinde yürürlükten kalkmış yerine 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmiştir. Hukuk Muhakemeleri Kanunun da re’sen yemine yer verilmemiş sadece taraf yemini düzenlenmiştir. Nitekim bu husus Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı üzerinde hazırlanan Adalet Komisyonu Raporunda “Dördüncü Kısmın Üçüncü Bölümünde yemin düzenlenmiştir. Tamamlayıcı yemine Tasarıda yer verilmemiştir.” şeklinde ifade edilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu hazırlayan komisyonda yer alan Prof. Dr. Muhammet Özekes ise “..Yemin konusunda en önemli yenilik re’sen yeminin kaldırılmasıdır ve yemin şeklinin yeniden düzenlenmesidir. Yemin konusu çok tartışılmış, az da olsa faydası olması sebebiyle muhafaza edilmiştir. Ancak, yeminin gerçek bir delil olmaması ve kişinin vicdanına yönelik olması sebebiyle, bu konudaki riski isterse tarafın alması düşünülmüş, hâkimin yemin teklifi kaldırılarak sadece taraf yemini düzenlenmiştir. Yemin şekli, diğer kanunlardaki yeminler de dikkate alınarak, sadece belirli bir inanca yönelik değil, daha genel ifadelerle düzenlenmiştir.” şeklinde kanunda re’sen yemine yer verilmediğini ifade etmiştir.

Yemin bir kimsenin esas davasının hâlline etkili olan bir olayın ispatı için diğerine teklif ettiği bir doğrulatma beyanıdır. Hukuk Muhakemeleri Kanunu, sadece bir tarafın diğerine yemin teklifini kabul etmiş, hâkimin kendiliğinden yemin teklifine izin vermemiştir. Çünkü yemin karşı tarafın vicdanına bırakılan bir durum olup bu riski sadece tarafın alması düşünülmüştür (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Muhammet Özekeş, Prof. Dr. Oğuz Atalay Medeni Usul Hukuku Ders Kitabında 442. sayfa).

HMK’nın 227. maddesinin birinci bendine göre; “Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf dahi yemin teklif edebilir.” Bu maddenin yan başlığı “Yemin teklifi”dir. Hukuk Muhakemeleri Kanunun da tarafın karşı tarafa yemin teklifi düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla delil listesinde yemin deliline dayanan taraf iddia veya savunmasına dayanak yaptığı bir vakıayı yemin ile ispat etmek istiyorsa bizzat kendisi karşı tarafa yemin teklif edeceğini bildirmek durumundadır. Görüldüğü gibi bu madde ve devamı maddelerde hâkimin ispat yükü kendisinde olan tarafın dosyada ki deliller ile iddiasını ispat edememesi durumunda karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması yönünde bir düzenleme bulunmamaktadır. Taraf karşı tarafa yemin teklif etme hakkını tamamen kendisi kullanacaktır.

Hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafın iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıaları ispat edememesi durumunda karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması HMK’nın 25. maddesinde düzenlenen en temel yargılamaya hâkim olan ilkelerden olan taraflarca getirilme ilkesine aykırıdır. Keza bu maddeye göre kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.

HMK’nın 227. maddesi ikinci bendine göre yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez. Bir başka anlatımla yemin teklif eden tarafın yemin teklifini kabul ederek yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra yemin teklifinde bulunan taraf yemin teklifinden vazgeçemeyeceği gibi dosyada ki başka delillerin değerlendirilmesini isteyemez. Bu hâliyle yemin kesin delil olarak diğer kesin delillerden ayrı çok özel bir delildir. Diğer kesin deliller taktiri deliller ile birlikte değerlendirilebilirken yemin deliline dayanarak karşı tarafa yemin teklif eden kişi artık diğer delilleri ile yeminin birlikte değerlendirilmesini isteyemez.

Yemin keskin kılıç gibidir. Yemin teklif edilmesi ve karşı tarafın bu teklifi kabul etmesi ile birlikte vakıanın ispatı, dosyada ki diğer deliller ile ilişkisi keserek tamamen karşı tarafın yemini eda edip etmemesi sonucuna bırakılır. Yeminin bu özel durumu gereği hâkimin tarafları yanıltacak bir eylem içine girmesi doğru değildir. Keza kendisine yemin teklif etme hakkı hatırlatılan taraf sunduğu deliller ile iddia veya savunmasında dayandığı vakıaları ispat edemediği bu nedenle davanın kendi aleyhine sonuçlanacağı düşüncesi ile hâkimin yönlendirmesi ile karşı tarafa yemin teklif etmekte ve belki de dosya içerisinde dayandığı vakıaların ispatı için yeterli delilere dayanma imkânı ortadan kalkmaktadır.

Hâkimin yemin teklif etme hakkını hatırlatması HMK’nın 31. maddesinde düzenlenen “Hâkimin davayı aydınlatma ödevi” çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu maddeye göre hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukukî açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir. Oysa yemin teklif etme hakkının hatırlatılması hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında olmayıp tamamen iddia ve savunmanın ispatına ilişkin bir husustur. İspat yükü kendisine düşen taraf sunduğu yada sunamadığı deliller ile dayandığı vakıaları ispat edemiyorsa hâkimin davayı aydınlatma düşüncesi ile tarafın bizzat teklif etmesi gereken yemini hatırlatarak vakıaların illaki ispatı yoluna gitmemelidir. Keza taraflar iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıaları hangi delille ispat edeceklerini bizzat kendileri bildirmek zorundadır.

Hâkimin taraflardan birine karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması hâkimin taraflarca bildirilen delillerin toplanması ile de bir ilgisi bulunmamaktadır. Hâkimin yemin teklif etme hakkını hatırlatması tarafların bildirdiği delillerin toplanması kapsamında olsa dilekçesinde yemin deliline dayanan ancak dosyaya sunduğu deliller ile iddia ve savunmasını ispat eden tarafa da yemin teklif etme hakkını hatırlatması gerekirdi. Oysa hâkimin yemin teklif etme hakkını hatırlatması gerektiğini savunanlar tarafın dosyaya sunduğu yada sunamadığı deliller ile iddia ve savunmasını ispat edememesi durumunda hâkimin yemin teklif etme hakkını hatırlatması gerektiğini belirtmektedirler. Bu düşünce HMK’da yer verilmeyen mülga HUMK’nın 356. maddesinde düzenlenen hâkimin re’sen yemin teklifi şartları olan iddia olunan hususun kati deliller ile ispat edilmemiş olması veya iddia olunan hususu ispat için sunulan delillerin hüküm verilecek derecede kanaat hasıl etmemesi şartlarının sürdürülmesinden başka bir şey değildir.

Mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda bulunmayan Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilen "Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi" kenar başlıklı 194. maddesinin ikinci bendine göre; “Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” Bu maddeye göre taraflar iddia ve savunmasına dayanak yaptıkları vakıaları hangi delille ispat edeceklerini açıkça belirtmek zorundadırlar. Tarafların bu zorunluluğa uymaması durumunda yani vakıa ile delil ilişkisini kurmaması durumunda dava ile elde etmeyi umdukları korumadan mahrum kalacaklardır.

 Dava dilekçesinin içeriği başlıklı HMK’nın 119. maddesinin (f) bendinde İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususu dava dilekçesinde gösterilmelidir. Keza cevap dilekçesinin içeriği başlıklı HMK’nın 129. maddesinin (e) bendinde savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği hususu cevap dilekçesinde gösterilmelidir. Bu nedenle taraflar iddia ve savunmasına dayanak yaptığı vakıalardan bir yada bir kaçını veya tamamını doğrudan karşı tarafa yemin teklif etmek suretiyle ispat edeceğini bildirmediği sürece hâkimin, davaya müdahale sayılacak şekilde taraflardan birine karşı tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatması, hâkimin tarafsızlığı ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun düzenlediği taraf yemini ile bağdaşmadığından mahkeme kararının bu gerekçelerle onanması gerektiği düşüncesi ile çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.

Ahmet Hamdi GÜLER     Hüseyin TUZTAŞ        Battal YILMAZ
Üye                                  Üye                             Üye