KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DAVALI TARAF CEVAP DİLEKÇESİ İLE DAVAYI KABUL ETTİĞİNİ BEYAN ETMİŞ İSE DE, DAVACININ BEDELDE MUVAZAA İDDİASINA KARŞI ÇIKTIĞINDAN GEÇERLİ BİR KABULÜN VARLIĞINDAN SÖZ EDİLEMEZ.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/7-218
Karar No       : 2025/30

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 24.11.2022
SAYISI                          : 2022/1932 E., 2022/2003 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 04.07.2022 tarihli ve 2022/3340 Esas,
                                        2022/4707 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince verilen kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı mirasçıları vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin İzmir ili, Bornova ilçesi, Kazımdirik Mahallesi, 2.5 ada 173 sayılı parselde bulunan 602 m2 yüzölçümlü taşınmazda 1/4 hissedar olduğunu, diğer pay sahiplerinin hisselerinin tamamını müvekkilinin haberi olmadan davalı şirkete sattıklarını, davalı şirketin de paydaşların önalım hakkını engellemek için satış bedellerini tapuda çok yüksek gösterdiğini, davalının ticari defter ve kayıtları ile banka hesap hareketleri incelendiğinde satış bedellerinin muvazaalı olduğunun açıkça ortaya çıkacağını ileri sürerek müvekkiline yasal önalım hakkı tanınmak suretiyle tapuda davalı adına kayıtlı payların iptali ile müvekkili adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin dava konusu taşınmazı davacı dışındaki diğer paydaşlardan üç ayrı resmî senetle satış bedelini, tapu alım harcını ve döner sermaye masrafını ödeyerek satın aldığını, muvazaaya ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığını, davacının toplam 841.827,00 TL olan şuf'a bedelini mahkemece belirlenecek kesin süre içinde açılacak hesaba depo etmesi kaydıyla müvekkilinin davayı kabul ettiğini belirtmiş, 28.05.2018 tarihli ıslah dilekçesinde ise; dava konusu taşınmazın üzerine bina yapılmak ve bağımsız bölümler oluşturulmak suretiyle tüm paydaşlar tarafından binanın yapım tarihinden itibaren fiilen taksim edilmiş vaziyette kullanıldığını ileri sürerek fiili taksim nedeniyle davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 31.05.2018 tarihli ve 2016/204 Esas, 2018/225 Karar sayılı kararı ile; dava konusu parselde önceki maliklere ait olan 3/12 hissenin davalı şirkete satılması üzerine davacı tarafından satış bedelinin muvazaalı olduğu ileri sürülerek önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle eldeki davanın açıldığı, davalının cevap dilekçesinde şuf'a bedelinin depo edilmesi kaydıyla davayı kabul ettiği, üzerinde dört ayrı ev olan dava konusu taşınmazda davalının satın aldığı payların ayrı olarak kullanıldığı ve paydaşlar arasında fiili taksim bulunduğu, fiili taksimin resen gözetilmesi gerektiği, ancak davalı tarafından davanın kabul edilmesi nedeniyle öncelikle değerlendirilmesi gereken hususun kabul beyanı olduğu, öte yandan davacı tarafından bedelde muvazaa iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle davalının kabul beyanı doğrultusunda davanın kısmen kabulüne, dava konusu parselde davalı şirket adına kayıtlı 3/12 hissenin tapusunun iptali ile davacı adına tesciline, depo edilen 841.827,00 TL önalım bedelinin karar kesinleştiğinde fer'îleri ile birlikte davalıya ödenmesine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 24.02.2021 tarihli ve 2020/2213 Esas, 2021/188 Karar sayılı kararı ile; mahkemece fiili taksim bulunmasına rağmen kabul beyanına öncelik tanınarak bu doğrultuda tapu iptali ve tescil istemi kabul edilmiş ise de; davalının cevap dilekçesi ile davayı kabul ettiğini beyan ettiği ancak bedelde muvazaa iddiasına karşı çıktığını belirttiği, bu durumda ortada 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 308. maddesi anlamında usulünce yapılmış bir kabul beyanından söz edilemeyeceği, kaldı ki davanın her aşamasında fiili taksim savunmasında bulunulabileceği, dosya kapsamına, yapılan keşif ve alınan bilirkişi raporları ile tanık beyanlarına göre mahkemenin de kabulünde olduğu üzere dava konusu taşınmaz üzerinde bitişik nizam, toplam sekiz bağımsız bölüm bulunan iki ayrı bina olduğu, payını satan malikler murisinin 1969 yılından beri davalının satın aldığı 184. Sokak No: 9 ve 9/1 Bornova adresindeki konut ve iş yerinden oluşan bağımsız bölümleri kullandığı, bizzat davacı tanığının beyanına göre taşınmazda dört adet ev bulunduğu ve herkesin evinin ayrı olduğunun belirlendiği, davacı vekilinin istinafa cevap dilekçesinin 8. sayfasının 4. paragrafındaki “...davacı kısıtlı Maksut G. halen davaya konu ana taşınmazda ikamet ediyor olduğundan...” şeklindeki beyanı ile de bu hususun doğrulandığı ve fiil taksim olgusunun sabit olduğu, usulünce yapılmış bir kabul beyanı da bulunmadığından davanın fiili taksim nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine, depo edilen önalım bedelinin karar kesinleştiğinde fer'îleriyle birlikte davacıya geri verilmesine, kararın niteliğine göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 04.07.2022 tarihli ve 2022/3340 Esas, 2022/4707 Karar sayılı kararı ile;

“… Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacı, dava dilekçesi ile davaya konu taşınmazda hissedar olduğunu belirterek, davalıya yapılan satışlar nedeniyle yasal önalım hakkına dayalı tapu iptal ve tescil talebinde bulunmuş olup, davalı taraf ise cevap dilekçesi ile davacının tapu iptal ve tescile ilişkin talep sonucunu kabul ettiğini açıkça dile getirmiştir.

Davacı, tapu iptal ve tescil talebinin yanında davaya konu satışlarda bedelde muvazaa yapıldığını da iddia etmiş ancak iddiaya konu miktarı dava dilekçesinde açıkça belirtmediği gibi davayı da tapuda gösterilen satış bedellerinin toplamı olan 825.000,00 TL üzerinden harçlandırmıştır. Davalı taraf ise, bedelde muvazaa iddiasına itiraz ederek, önalım hakkını kullanan tarafın, resmi satış senedinde gösterilmiş olan, satış bedellerinin ve tapu masraflarının toplamını ödemesi gerektiğini savunmuştur.

Kural olarak önalım bedeli, tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir. Dolayısıyla, davalının davayı kabul ederken, bu kuralın uygulanmasına yönelik olarak savunmada bulunması, başka bir ifadeyle bedelde muvazaa iddiasına itiraz etmesi, talep sonucuna ilişkin kabul beyanını etkileyecek nitelikte bir şart olarak değerlendirilemez. Nitekim, bedele yapılan bu itiraz, davanın sonucunu etkileyecek nitelikte bir itiraz da değildir.

Davayı kabul, davayı sona erdiren tek taraflı hukuki bir işlem olduğundan, daha sonra kabul beyanından dönerek fiili taksim savunması yapılması da mümkün olamaz.

O halde, bölge adliye mahkemesince davalının, cevap dilekçesi ile davayı kabul etmiş olduğu hususu göz önüne alınarak, davanın kabul edildiği aşamaya göre yargılama gideri ve vekalet ücretinden yapılacak indirimlerin de belirlenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Bu nedenle, bölge adliye mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı mirasçıları vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı mirasçıları vekili; cevap dilekçesinde açıkça davayı kabul eden davalının kabul beyanından sonra ıslahla fiili taksim savunmasında bulunarak davanın reddini talep edemeyeceğini, davalının cevap dilekçesinde bedelde muvazaaya itiraz etmesinin kabul beyanını etkileyecek nitelikte olmadığını, dava konusu taşınmazda fiili taksimin bulunmadığını, davada ileri sürülen muvazaa iddiasının Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirilmediğini, davalının banka hesapları incelenmeden verilen kararın doğru olmadığını belirterek direnme kararının bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; satış bedelinin muvazaalı olduğu ileri sürülerek önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davada, davalının cevap dilekçesinde şuf'a bedelinin depo edilmesi kaydıyla davayı kabul ettiğini belirttiği, ancak bedelde muvazaa iddiasının reddini savunduğu somut olayda, davalının cevap dilekçesindeki beyanının 6100 sayılı Kanun’un 308. maddesinde düzenlenen davaya son veren taraf işlemlerinden olan davayı kabul olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceği, başka bir anlatımla davalının bedelde muvazaa iddiasına itiraz etmesinin davanın sonucunu etkileyecek mahiyette bir itiraz olup olmadığı ve talep sonucuna ilişkin kabul beyanına yönelik bir şart olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davalının fiili taksim savunmasında bulunup bulunamayacağı ve mahkemece fiili taksim nedeniyle davanın reddine karar verilip verilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 308, 309, 310 ve 311. maddeleri

2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 732, 733 ve 734. maddeleri

2. Değerlendirme

1. Dava bedelde muvazaa iddiasına dayalı önalım (şuf’a) hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olup, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle önalım hakkı ve hukuki niteliğine ilişkin açıklama yapılmasında yarar vardır.

2. Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar diğer hissedarlar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarların temlik hakkı sınırlandırılarak yasal önalım hakkı tanınmıştır.

3. Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden biri olup 26.12.1951 tarihli ve 1951/1 Esas, 1951/6 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında önalım hakkının yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

4. Öte yandan 20.06.1951 tarihli ve 1949/13 Esas, 1951/5 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında ise önalım hakkının hukuki niteliği, "Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur" şeklinde açıklanmıştır.

5. Yasal önalım hakkı, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) "Taşınmaz Mülkiyetinin İçeriği ve Kısıtlamaları" başlıklı ikinci ayrımında, "II. Devir Hakkının Kısıtlamaları 1.Yasal Önalım Hakkı" alt başlıkları altında "a. Önalım Hakkı Sahibi" başlıklı 732; "b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre" başlıklı 733 ve "c. Kullanılması" başlıklı 734. maddelerinde düzenlenmiştir.

6. Yürürlükte bulunan bu hükümlerle; yasal önalım hakkının, paylı mülkiyette paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde kullanılabileceği, önalım hakkından feragatin yöntem ve koşullarının neler olduğu, satışın diğer paydaşlara bildirilmesi gereği, bu bildirimden ve satış tarihinden itibaren uygulanacak yasal sürelerin neler olduğu, bu hakkın dava açılarak kullanılabileceği, önalım bedelinin ve giderlerin nakden yatırılması gerektiği düzenleme altına alınmıştır. Önalım bedeli ise tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

7. Türk Medeni Kanunu'nun 732. maddesi; "Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmünü içermektedir. Madde gerekçesinde ise: "Maddede paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını ister tamamen ister kısmen bir başkasına satması hâlinde, diğer paydaşların önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Bu suretle, önalım hakkının, bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da kullanılabileceği vurgulanmıştır" ifadelerine yer verilmiştir.

8. Yasal önalım hakkı, paylı mülkiyete konu bir taşınmazın paydaşlarından birinin payını üçüncü kişiye satması hâlinde diğer paydaşlara aynı şartlarla bu payın alıcısı olabilme yetkisini veren yenilik doğuran bir haktır. Payın tamamının veya bir kısmının satılması arasında bir fark yoktur. Kişiye değil paya bağlı bir haktır ve kim paydaş olursa bu hakka sahiptir. Önalım hakkı kullanılınca paydaş payını yasal önalım hakkını kullanan diğer paydaşa devretme yükümlülüğü altına girmektedir. Böylece önalım hakkı taşınmaz mülkiyetinin dolaylı sınırlama biçimlerinden birisidir. Bu hak kullanılmadığı sürece ortada bir kısıtlama olmayıp, önalım hakkının kullanılmasıyla birlikte ortaya çıkar. Yasal önalım hakkının kullanılması, ancak paydaş olmayan birisine yapılan satışta söz konusu olur. Önalım hakkı eskisi gibi irade bildirimi ile değil ancak alıcıya karşı dava açılarak kullanılabilir. Bu hakkın dava dışında kullanılması olanaklı değildir. Önalım davası yenilik doğuran bir dava, kararı da yenilik doğuran bir karardır.

9. Türk Hukuk Lûgatında da önalım hakkı, bir taşınmazın satılması durumunda satışın şartlarına uyulması koşuluyla bir kimsenin öncelikle satın alma hakkı olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 884).

10. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2022 tarihli ve 2019/14-740 Esas, 2022/795 Karar ve 13.12.2023 tarihli ve 2022/(14)7-890 Esas, 2023/1223 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

11. Önalım hakkına ilişkin yapılan bu genel açıklamalardan sonra davaya son veren taraf işlemlerinden olan kabul kavramı üzerinde durulması gereklidir.

12. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun "Davayı kabul" başlıklı 308/1. maddesi; "Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.”, aynı Kanun'un 309/1. maddesi; "Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.", 311/1. maddesi ise, "Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir." şeklinde düzenlenmiştir.

13. Açıklanan bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere davayı kabul, davalının mahkemeye ulaşması gerekli tek taraflı irade beyanı ile davacının dava dilekçesindeki talep sonucu kısmına kısmen veya tamamen muvafakat etmesi şeklinde tanımlanabilir (Baki, Kuru; Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C. IV., İstanbul 2001, s. 3674; Süha, Tanrıver; Mahkeme Huzurunda Yapılan Kabuller, AÜHFD, 1995/I, s. 221).

14. Kabul, davayı sona erdiren usul işlemi olmasının yanı sıra aynı zamanda davalı, davacının istemiş olduğu hakkın varlığını da kabul ettiğinden bir maddi hukuk işlemidir (Kuru, s. 3677). Davayı kabul, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, kabulün şartları ve etkileri usul hukuku bakımından düzenlenir. Kabulün şekli (yapılış biçimi), davayı sona erdirmesi ve kabul nedeniyle davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararının istinaf/temyiz edilmesi usul hukukuna tabidir.

15. Davayı kabulden söz edilebilmesi için dört koşulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilkini; davalı tarafından mahkemeye yöneltilmiş bulunan tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanının mevcudiyeti oluşturur (Tanrıver, s. 221). Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir (Kuru, s. 3691). Bu yönü ile davayı kabul beyanı davadan feragatle benzerlik gösterirken, mahkeme huzurunda yapılan sulhlerden ayrılır. Zira mahkeme huzurunda yapılan sulh için tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarına ihtiyaç vardır.

16. Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (HMK md. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davalının, davanın kabulüne ilişkin davayı kabul eden irade beyanı, kayıtsız ve şartsız olmasının yanı sıra, açık ve tereddüte yer vermeyecek bir biçimde kesin de olmalıdır. Zımni olarak davayı kabul de mümkün değildir (Kuru, 3692-3694).

17. Diğer taraftan, davalının kabule ilişkin irade beyanının davacının talep sonucunu konu alması gerekir. Davalı sözü edilen irade beyanı ile davacının dava dilekçesinin talep sonucu kısmına rıza gösterir. Davayı kabul davacının dava dilekçesinin talep sonucunun tamamına ilişkin olabileceği gibi talep sonucunun bir kısmına ilişkin de olabilir (md. 309/3).

18. Son koşul olarak kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilecekleri uyuşmazlıkları konu alan davalarda hüküm doğurur (HMK md. 308/2). Medeni Usul Hukukunda kural olarak tasarruf ilkesi (md. 24) uygulandığından, bu ilkeden hareketle davalı da dava konusu üzerindeki tasarruf yetkisine dayanarak açılmış bir davayı kabul edebilir. Bu suretle davalının kabulü davayı sona erdirir. Buna karşın, iki tarafın arzusuna tâbi olmayan ve kamu düzenini yakından ilgilendiren davalarda (örneğin velayete, nesebe ilişkin davalarda) yapılan kabuller geçerlilik taşımaz ve davayı sona erdirmezler (Kuru, s. 3675; Tanrıver, s. 218, İlhan, E. Postacıoğlu; Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s. 480).

19. Kural olarak davayı kabul ancak davalı tarafından yapılabilir. Nitekim HMK'nın 308/1. maddesinde kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesi şeklinde ifade edilmiştir. İhtiyari dava arkadaşlığının varlığı hâlinde her bir dava arkadaşı sadece kendisi bakımından etki doğuracak olan usul işlemlerini yapabildiği ve sadece dava konusunun kendisine ilişkin bulunan kısmı üzerinde tasarrufta bulunabildiğinden her davalı kendisi bakımından etki doğuracak şekilde davayı kabul edebilir.

20. Kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabilir (HMK md. 309/1). Kabulün zamanı ise Kanun'un 310. maddesinde düzenlenmiş ve feragatta olduğu gibi hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği öngörülmüştür. Böyle olunca mahkemece verilen bir kararın temyizi aşamasında, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş bir karar olmadığından davanın kabul edilmesi mümkündür.

21. Kabul, davayı sona erdiren kesin bir usul işlemidir. Davayı kabul ile mevcut olduğu tespit edilen veya yeni doğan hak, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava konusu yapılamaz (md. 311). Davanın kabulü, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur (md. 311/1, 1.c).

22. Kabulden dönülmesi ve kabulden sonra ıslah yapılması olanaksız ise de, irade bozukluğu hâllerinde kabulün iptali istenebilir (md. 311, Kuru, s. 3677 vd.). Çünkü, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu hâlleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 30 ilâ 39. maddeler arasında "Yanılma", "Aldatma" ve "Korkutma" başlıkları altında düzenlenmiştir. Türk Hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. HMK'nın 311. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi irade bozukluğu hâllerinde kişiye iptal hakkı tanınmıştır.

23. Davayı kabul, davalının mahkemeye karşı (hitaben) yaptığı tek taraflı bir irade beyanı ile tamamlandığından, mahkemece, sadece davalının beyanının gerçekten davayı kabul olup olmadığı ve kanunun öngördüğü şekilde (md. 309, md. 154/3-ç) yapılıp yapılmadığı araştırılır, davalının beyanının gerçekten davayı kabul olduğu ve kanunun öngördüğü şekilde yapıldığı tespit edilirse kabul nedeniyle davanın kabul edilmesine karar verilmekle yetinilir.

24. Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 2017/(18)20-1994 Esas, 2020/528 Karar sayılı kararında da açıkça vurgulanmıştır.

25. Davalı tarafından davanın kısmen veya tamamen kabulü mümkün ise de; kabulün şarta bağlı olarak yapılması mümkün değildir. Kabul ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona erdiğinden, davalının gerçek amacının davayı kabul etmek olduğu açıkça anlaşılmalıdır. Beyanından, taşıdığı amacın davanın tamamı ya da bir kısmını koşulsuz şekilde kabul etmek olduğu anlaşılmıyor ise mahkemenin davalıya amacının ne olduğunu açıklatması (md. 31) ve beyanını ona göre değerlendirmesi gerekmektedir. Kayıt ve şarta bağlanmış beyanlarda, ihtilafın gerçek anlamda sona erdiğinden söz edilemeyeceğinden, koşula bağlanmış bir kabul beyanı geçerli olmayacaktır. Diğer bir anlatımla koşula bağlanmış kabul ile davanın sona erdiği kabul edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2022 tarihli ve 2020/1-464 Esas, 2022/1234 Karar sayılı kararı).

26. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı paydaşın satış bedelinde muvazaa yapıldığını ileri sürerek önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle açtığı eldeki davada, davalı vekili dosyaya sunduğu cevap dilekçesinde davacının resmî akitte yazılı olan 825.000,00 TL satış bedeli, 16.500,00 TL tapu alım harcı ve 327,00 TL döner sermaye masrafı olmak üzere toplam 841.827,00 TL şuf'a bedelini mahkemece verilecek kesin süre içinde depo etmesi kaydıyla davanın kabul edildiğini beyan etmiş, ancak davacının muvazaaya ilişkin iddialarının gerçeği yansıtmadığını belirterek muvazaa iddiasının reddi gerektiğini savunmuştur.

27. Her ne kadar davalı taraf cevap dilekçesi ile davayı kabul ettiğini beyan etmiş ise de, davacının bedelde muvazaa iddiasına karşı çıktığından ve ortada HMK'nın 309/4. maddesine uygun biçimde kayıtsız, şartsız, şüphe ve tereddüte yer vermeyecek şekilde açık bir kabul beyanı bulunmadığından aynı Kanun'un 308. maddesi anlamında geçerli bir kabulün varlığından söz edilemez.

28. Bununla birlikte İlk Derece Mahkemesince yapılan 27.09.2016 tarihli ön inceleme duruşmasında davacı vekili; "...Davalının davayı kabulünü biz kabul etmiyoruz, çünkü tapuda fahiş bir rakamla işlem yapılmıştır, biz keşif yapılsın değer belirlensin ve şirketin defterleri incelensin istiyoruz..." şeklinde beyanda bulunmuş, davalı vekili de cevap dilekçesinde bildirdiği nedenlerle 841.827,00 TL satış bedeli üzerinden davayı kabul ettiklerine dair ifadesini aynen tekrarlamış, mahkemece aynı celsede ön inceleme safhası bitirilerek bir numaralı ara kararda tahkikat aşamasına geçilmiş, dört numaralı ara karar ile de dava konusu taşınmazın satış tarihindeki değerinin tespiti için uzman bilirkişi heyetiyle birlikte mahallinde keşif yapılmasına karar verilmiştir.

29. Şu hâlde taraflar arasında önalım bedeli konusundaki uyuşmazlığın hâlen sürmekte olduğu, İlk Derece Mahkemesince de davacı tarafından ileri sürülen bedelde muvazaa iddiasına yönelik inceleme ve araştırma yapıldığı görülmektedir. Bu durumda bedelde muvazaa iddiası nedeniyle önalım bedeli konusunda uyuşmazlığın devam etmesine rağmen kabul beyanının kesin hüküm gibi sonuç doğurması mümkün değildir. Somut olayda şarta bağlanmış bir kabul beyanı bulunduğu gözetilmeksizin davanın kabul nedeniyle sona erdiğinden bahisle sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.

30. Vurgulamakta fayda var ki, eldeki davada hem İlk Derece Mahkemesinin hem de Bölge Adliye Mahkemesinin kabulünde olduğu üzere fiili taksim olgusunun varlığı sabit olup, davanın her aşamasında fiili taksim savunmasında bulunulabileceği gibi taraflarca ileri sürülmese dahi fiili taksimin varlığı dosya kapsamından anlaşılıyor ise hâkim tarafından da resen dikkate alınması zorunludur. Bu gibi hâllerde savunmanın genişletilmesinden de söz edilemez. Önalım davasına konu payın bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip paydaşlar belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı üçüncü bir şahsa satarsa, zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan pay satışı nedeniyle önalım hakkını kullanmasının TMK'nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı, taraflar arasında varlığı sabit olan fiil taksim nedeniyle önalım davasının dinlenemeyeceği ve redde mahkûm olduğu açıktır.

31. Sonuç olarak Bölge Adliye Mahkemesince davalı tarafından usulünce yapılmış bir kabul beyanı bulunmadığından davanın fiili taksim nedeniyle reddine dair verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın onanması gerekmektedir.

32. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, önalım bedelinin, tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibaret olduğu, davalının davayı kabul ederken buna yönelik savunmada bulunmasının, başka bir ifadeyle bedelde muvazaa iddiasına itiraz etmesinin talep sonucuna ilişkin kabul beyanını etkileyecek nitelikte bir şart olarak değerlendirilemeyeceği, bedele yapılan itirazın davanın sonucunu etkileyecek nitelikte bir itiraz olmadığı, kabulün davayı sona erdiren tek taraflı hukuki bir işlem olması nedeniyle daha sonra kabul beyanından dönülerek fiili taksim savunmasında bulunulamayacağı, Bölge Adliye Mahkemesince davalının cevap dilekçesi ile davayı kabul etmiş olduğu hususu göz önüne alınarak davanın kabul edildiği aşamaya göre yargılama gideri ve vekâlet ücretinden yapılacak indirimlerin de belirlenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerektiği belirtilerek direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

33. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararı onanmalıdır.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davacı mirasçıları vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ile ONANMASINA ,

Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,

Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

12.02.2025 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

''K A R Ş I  O Y''

Dava, yasal önalım hakkı hukuksal sebebine dayalı tapu iptali ve tescil davasıdır.

Davacı, vasi aracılığıyla husumete izin alarak 19.04.2016 tarihinde açtığı davada, paydaşı olduğu taşınmazda davalının; 25.12.2025 tarihinde 1/12 payı Hüdaverdi G.’den, 24.12.2015 tarihinde 1/12 payı Adnan G.’den, 06.01.2016 tarihinde 1/12 payı Doğan G.’den, her birini 275.000,00'er TL'den ayrı ayrı işlemlerle satın aldığını, önalım hakkının engellemesi için bedelin tapuda yüksek gösterildiğini, davalı şirketin emlak rayiç değerinden daha yüksek bedelle taşınmazı satın alamayacağını, şirketin ödemeyi banka yoluyla ve ticari defterlere işlemesi gerektiğini açıklayarak, keşif, tanık ile ticari defterler üzerinde inceleme yapılarak muvazaanın ispatlanması ile tapunun iptali ve adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Dava, bildirim yapılmadığından 2 yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmıştır.

Davalı cevap dilekçesinde; davayı tapuda gösterilen bedel ve harç masrafları toplamı 841.827,00 TL üzerinden kabul ettiklerini, muvazaa iddiasının yerinde olmadığını savunmuş, kabul beyanını ilk duruşmada da imzalı beyanı ile tevsik etmiştir.

İlk Derece Mahkemesince, 05.04.2018 tarihli duruşmada bedeli depo etmek üzere süre vermiş, davacı da bedeli 22.05.2018 tarihinde depo etmiştir.

Davalı vekili, 28.05.2018 tarihli ıslah dilekçesi ile davacı ve diğer paydaşlar tarafından fiilen zilyet edilen konut ve dükkanlar olduğu gerekçesiyle fiili taksim savunmasında bulunmuştur.

Keşfen; taşınmazın bitişik ikişer katlı toplam 8 adet bağımsız bölümden müteşekkil olduğunu ve bağımsız bölümlerin 265.600,00 TL olduğunu saptamış; ancak fiili taksim tartışılmamıştır.

Taşınmaz üzerindeki yapılar ruhsatsız olup; taşınmaz tapuda hâlen arsa vasfındadır.

İlk Derece Mahkemesince, fiili taksim savunması sonradan ileri sürülmüş ise de cevap dilekçesi ile dava kabul edildiğinden 6100 sayılı HMK’nın 307. maddesi uyarınca davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin istinaf talebi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince, davacının bedelde muvazaa iddiasının bulunduğuna ilişkin dilekçesi varken kabul beyanına itibar edilemeyeceği, her aşamada ileri sürülebilecek fiili taksim olgusunun davacı tanığının beyanı ile dahi ispatlandığı gerekçesiyle, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, fiili taksim nedeniyle davanın reddine, davacı tarafından depo edilen 841.827,00 TL önalım bedelinin karar kesinleştiğinde ferileriyle birlikte davacıya geri verilmesine, verilen kararın niteliğine göre davacı vekilinin istinaf başvurusunun incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, kabul beyanının usulüne uygun olduğu ve bu beyana üstünlük verilmesi gerektiği gerekçesiyle oy çokluğuyla, bölge adliye mahkemesince davalının, cevap dilekçesi ile davayı kabul etmiş olduğu hususu göz önüne alınarak, davanın kabul edildiği aşamaya göre yargılama gideri ve vekâlet ücretinden yapılacak indirimlerin de belirlenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesinin doğru olmadığı açıklanarak, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi tarafından, önceki gerekçeler tekrarlanarak önceki kararda direnilmesine, fiili taksim varlığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, direnme kararı, davacı mirasçıları vekilince temyiz edilmiştir.

4721 sayılı Kanun'un 732. maddesinde önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı öngörülmüştür.

Bu husus, 20.06.1951 tarihli ve 1949/13 Esas, 1951/5 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması hâlinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması hâlinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hâle gelir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 734. maddesi uyarınca "Ön alım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hâkim tarafından belirlenen süre içinde hâkimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür."

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Kural olarak önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibaret olup bu bedelin dava açılırken hazır edilmesi ve mahkemece makul süre içinde mahkeme veznesine depo edilmesiyle birlikte vadeli bir hesapta değerlendirilmesi gereklidir.

Resmî satış sözleşmesindeki önalım bedelinin makul süre içerisinde depo edilmemesi ve vadeli bir mevduat hesabında değerlendirilmemesi nedeniyle pay satın alan davalıyı fakirleştirecek, önalım hakkını kullanan davacıyı amaç dışında zenginleştirecek yorum ve sonuçlardan kaçınılmalıdır.

Uyuşmazlık, davacının bedelde muvazaa iddiası olduğu hâlde davalının cevap dilekçesi ile davayı aynen kabul etmesine değer verilip verilmeyeceği, çıkacak sonuca göre davalının kabul beyanı sonrası fiili taksim iddiasına ne şekilde değer verileceği noktasındadır.

Bilindiği üzere, önalım davalarında davacının bedelde muvazaa iddiası işlemin tarafı olmadığı için her türlü delille ispatlanabilir, ancak keşif tek başına delil sayılamaz, özellikle tanık delili ile birlikte bilirkişi raporuna müracaat edilmelidir.

Ancak dava dilekçesinde soyut olarak ileri sürülen ve bir değer dahi gösterilmeyen bedelde muvazaa iddiasına İlk Derece ve İstinaf Dairesinde de itibar edilmemiştir.

04.02.2011 tarihinde yayımlanarak 01.10.2011 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) "Davayı kabul" başlıklı 308/1. maddesi; "Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir”, aynı Kanun'un 309/1. maddesi; "Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.", 311/1. maddesi ise, "Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir." şeklinde düzenlenmiştir.

Açıklanan bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere davayı kabul, davalının mahkemeye ulaşması gerekli tek taraflı irade beyanı ile davacının dava dilekçesindeki talep sonucu kısmına kısmen veya tamamen muvafakat etmesi şeklinde tanımlanabilir (Kuru, B.; Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C. IV., İstanbul 2001, s. 3674; Tanrıver, S.; Mahkeme Huzurunda Yapılan Kabuller, AÜHFD, 1995/I, s. 221).

Kabul, davayı sona erdiren usul işlemi olmasının yanı sıra aynı zamanda davalı, davacının istemiş olduğu hakkın varlığını da kabul ettiğinden bir maddi hukuk işlemidir (Kuru, s. 3677). Davayı kabul, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, kabulün şartları ve etkileri usul hukuku bakımından düzenlenir. Kabulün şekli (yapılış biçimi), davayı sona erdirmesi ve kabul nedeniyle davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararının istinaf/temyiz edilmesi usul hukukuna tâbidir.

Kabul, davayı sona erdiren kesin bir usul işlemidir. Davayı kabul ile mevcut olduğu tespit edilen veya yeni doğan hak, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava konusu yapılamaz (1086 s. HUMK md. 95/1, 6100 s. HMK md. 311). Davanın kabulü, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur (6100 s. HMK md. 311/1, 1.c).

Kabulden dönülmesi ve kabulden sonra ıslah yapılması (irade fesadı hâlleri hariç) olanaksızdır (6100 s. HMK md. 311, Kuru, s.3677 vd.).

Ancak dava yolu ile kullanılabilen önalım davalarında kural, tapuda resmî senette gösterilen değer olduğundan davalının kabulü geçerlidir, davacının muvazaa iddiası kabule halel getirmez.

Davacı, satış tarihlerini ve tapudaki değerleri dilekçede yer vermek suretiyle davasını resmî değer üzerinden açmış ve harçlandırmıştır.

Dilekçede bedelde muvazaa iddiası ileri sürülmüş ise de harcı resmî değer üzerinden yatırmış ve dava değerini 825.000,00 TL olarak yazmıştır. Satış bedelinin ne olduğunu da göstermemiştir.

Davalı; iş bu dilekçesindeki dava değeri ve talep ile sonuçları kayıtsız şartsız beyan ile kabul ettiğini cevap dilekçesinde ve ilk duruşmada imzalı beyan ile tekrarlamış ve dilekçelerinde açıkça “…dava konusu taşınmazda paydaşlardan Doğan, Hüdaverdi ve Adnan G.’ün hisselerinin müvekkili tarafından üç ayrı resmi senetle toplam 825.000,00 TL satış bedeli, 16.500,00 TL tapu alım harcı ve 327,00 TL döner sermaye masrafı olmak üzere toplamda 841.827,00 TL ödenerek satın alındığını, sonrasında da müvekkilinin İzmir 7. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/122 Esas sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi davası açtığını ve açılan davanın derdest olduğunu, müvekkilinin aleyhine açılan bu davayı davacının 841.827,00 TL şufa bedelini 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 734/2. maddesine göre mahkemece belirlenecek kesin süre içinde açılacak hesaba depo etmesi kaydıyla kabul ettiğini, davanın kabulüne ilişkin iradenin yasal süresi içinde delillerin toplanmasına ilişkin ara kararın yerine getirilmesinden önce gerçekleşmesi nedeniyle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin (AAÜT) 6. maddesi uyarınca davacı lehine 1/2 oranında vekâlet ücreti takdir edilmesini ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun (492 sayılı Kanun) 22. maddesine göre dava değeri üzerinden belirlenecek karar ve ilâm harcının 1/3’ünün müvekkiline yüklenmesine karar verilmesi gerektiğini, davacının muvazaaya ilişkin iddialarının gerçeği yansıtmadığını, bununla birlikte müvekkilinin daha önce aldığı m2 değerleri üzerinden bakiye hisseleri de almaya hazır olduğunu belirterek, müvekkili tarafından 841.827,00 TL satış bedeli üzerinden dava kabul edildiğinden 4721 sayılı Kanun’un 734/2. maddesi gereğince şufa bedeli için depo kararı verilmesini, tarafların menfaati gözetilerek depo parasının en yüksel faizli ve otuz beş günde yenilenen vadeli bir hesapta tutulmasına karar verilmesini…” talep etmiştir. Davalı taraf, cevap ile birlikte fiili taksim savunmasında bulunabilecekken, bu yolu tercih etmemiş ve davayı aynen yukarıda yazılı olduğu üzere kabul etmiştir.

Mahkemece, bu kabule göre işlem yapılması gerekirken bu yapılmamış, Mahkemenin değer tespiti için keşifler yapmasına yoğunlaşması, yargılamanın uzaması ve bedelin 2018 tarihinde depo edilmesi üzerine davacı bedelde muvazaa iddiasını gevşeterek, bu defa paranın satın alma gücünün düşmesi nedeniyle fiili taksim iddiasını gündeme getirmiştir.

Önalım davalarının konusu tarafların serbestçe tasarruf edebildiği bir alandır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdikten sonra; TMK’nın 733. maddesinde diğer paydaşlara noter bildirim yükümlülüğü getirilmiş ve satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her hâlde satışın üzerinden iki yıl geçmekle önalım hakkının düşeceği esası getirilmiştir. TMK’nın 734. maddesi uyarınca da dava değerinin tapuda gösterilen satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderleri olduğu kabul edilmiştir. Böylece davaların kısa sürede açılıp, sonuçlandırılması amaçlanmıştır. Bu nedenle de tapuda gösterilen satış bedelinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca tapuda işlem yapan davalının kendi muvazaasına dayanması da mümkün değildir (Hukuk Genel Kurulu 06.04.2016 tarihli ve 2014/356 Esas, 2016/491 Karar).

Davalının resmî bedelin yatırılması hâlinde davayı kabul beyanı şartlı değildir. Çünkü önalım davalarında dava değeri zaten resmî senette gösterilen değerdir. Davalı, cevap dilekçesi ile fiili taksimi ileri sürmemiştir. Mahkemenin hatalı davranması ve yargılamanın davacıdan kaynaklanmayan sebeple uzaması sonrasında bedelin geç depo edilmiş olması, fiili taksimin ileri sürülebilmesi için bir gerekçe kabul edilemeyeceği gibi kabul beyanını da ortadan kaldırmaz.

Az yukarıda da belirtildiği gibi kabul beyanı uyuşmazlığı sona erdiren taraf işlemidir.

Değerli çoğunluğun, kabul beyanına bedelde muvazaa iddiası varken itibar edilemeyeceği yönündeki düşüncesi de, bu iddiayı ileri süren davacının aleyhine sonuç doğuracaktır.

Kaldı ki, fiili taksim olgusu da keşif, tanık ve bilirkişi marifetiyle hangi paydaşın hangi bağımsız bölümü kullandığının sarih bir şekilde ispatlanması ile belirlenmelidir. Bu savunma dâhi dosya kapsamında ispatlanmış değildir.

Kabul ile artık ortada uyuşmazlık kalmadığından, davalının sonradan kabul beyanından dönmesi, karşı koyması dinlenmemelidir. Kabul beyanından vazgeçme olmayacağına göre aynı sonucu doğuracak şekilde fiili taksim savunması da dinlenmeden, Özel Dairenin bozma ilâmında açıklandığı üzere davanın kabul nedeniyle kabulüne karar verilmesi gerekir.

Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozmasına direnen Bölge Adliye Mahkemesi kararına ve bu kararı onayan Sayın Çoğunluğun görüşlerine katılamıyoruz.

Üye                   Üye                        Üye                     Üye
Nadir Meral       Mahmut Akgün      Okay Albayrak     Murat Boylu