KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULUP ISLAHLA ARTIRIM YAPILSA BİLE DAVA AÇIKÇA BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILDIĞINDAN KISMİ DAVA OLARAK GÖRÜLEMEZ.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2019/(21)10-680
Karar No       : 2024/105

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 19.06.2019
SAYISI                          : 2019/1994 E., 2019/1498 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 07.05.2019 tarihli ve
                                        2018/5345 Esas, 2019/3508 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacı vekili; müvekkilinin 23.05.1987 tarihinde davalı şirket bünyesinde çalışmaya başladığını, 25.09.2003 tarihinde davalı işyerinde geçirdiği iş kazası neticesinde yaralandığını ve % 41,2 oranında sürekli iş göremez duruma girdiğini, müvekkiline Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından sürekli iş göremezlik geliri bağlandığını, olayda davalı işverenin kusurlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 25.000,00 TL maddi ve 75.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 22.01.2016 tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 90.411,93 TL’ye yükseltmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; dava konusu olayın davacının müvekkili şirketin işçisi olmadığı ve şirketin satın alınmasından önce O. Çimento Fabrikası olarak faaliyet gösterdiği sırada meydana geldiğini, olayın üzerinden 10 yıl geçtiğini, dolayısıyla o gün yaşananların ne olduğu hakkında bugün yorum yapmanın mümkün olmadığını, taleplerin zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 18.07.2017 tarihli ve 2013/748 Esas, 2017/356 Karar sayılı kararı ile; davacının geçirmiş olduğu iş kazası neticesinde sürekli iş göremezlik derecesinin Kurumun 17.07.2008 tarihli yazısı doğrultusunda % 41,2 olduğu, 18.07.2006 tarihli bilirkişi raporunda davacının % 40, davalı işverenin % 50, fabrika müdürü dava dışı Mahmut Alışkan'ın % 5, üretim teknisyeni dava dışı Erol Seyhan'ın % 5 oranında kusurlu olduklarının tespit edildiği, dava dışı davalı işveren çalışanlarının kusur oranlarının davalı işveren kusuru içinde değerlendirildiği, 30.12.2015 tarihli hesap raporunda davacının uğradığı maddi zararının 61.480,61 TL olduğunun belirtildiği, itirazlar doğrultusunda düzenlenen 15.03.2017 tarihli ek raporda ise 143.473,67 TL olarak hesaplandığı, davacı vekilinin 22.01.2016 tarihinde davasını ıslah ettiği, zamanaşımı yönünden bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerektiği, davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin davalının kusuruna tekabül eden kısmının mahsubu ile taleple bağlı kalınarak maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 90.411,93 TL maddi, 45.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 10.04.2018 tarihli ve 2017/4023 Esas, 2018/766 Karar sayılı kararı ile; iş kazasının meydana geldiği tarihte işletmenin dava dışı O. Çimento Fabrikası tarafından işletilmekte iken 30.10.2007 tarihli sözleşme ile davalı şirkete devredildiği davalının kusuru bulunmasa da devir aldığı işletmenin borçlarından sorumlu bulunduğu, davanın 12.07.2013 tarihinde belirsiz alacak davası olarak açılması nedeniyle tazminat talebinin zamanaşımına uğramadığı, hesap raporunun Yargıtayın yerleşmiş içtihatları doğrultusunda düzenlendiği ve bu doğrultuda hüküm altına alınan maddi tazminatın yerinde olduğu, hüküm altına alınan manevi tazminat miktarının fazla olduğu dikkate alınarak davacı yararına 30.000,00 TL manevi tazminat takdir edilmesinin uygun olacağı gerekçesiyle davalının manevi tazminata dair istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın kısmen kabulüne, 90.411,93 TL maddi ve 30.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... 1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenler ile temyiz kapsam ve nedenlerine göre; davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Bölge Adliye Mahkemece, maddi ve manevi tazminat isteminin ise kısmen kabulü ile 90.411,93 TL maddi, takdiren 30.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25/09/2003 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Dosya kapsamından, kaza tarihinin 25/09/2003, dava tarihinin 17/07/2013 olduğu, davacının dava dilekçesi ile 25.000,00 TL maddi tazminat, 75.000,00 TL manevi tazminat talep ettiği, 22/01/2016 tarihinde davacı sigortalının davasını ıslah ederek mahkemeden sonuç olarak 90.411,93 TL maddi tazminat talep ettiği anlaşılmaktadır.

Sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresi 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince 10 yıldır. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Dava konusu olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ortadadır.

Somut olayda maddi tazminatın, 17/07/2013 tarihli dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep hakları saklı tutularak kısmi dava olarak talep edildiği ortadadır. Bu duruma göre zamanaşımı süresi dava dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden dava tarihinde kesilerek, bakiye alacak miktarı yönünden işlemeye devam edecektir.

Hal böyle olunca, 22/01/2016 tarihli ıslah dilekçesinin davalı vekiline 26/01/2016 tarihinde tebliğ edildiği ve davalı vekilinin 27/01/2016 tarihli dilekçesi ile zamanaşımı def'ini açıkça ileri sürdüğü değerlendirilerek, maddi tazminat istemine ilişkin dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlı olarak bir karar verilmesi gerekirken; ıslah edilen kısmı da kapsayacak şekilde maddi tazminat talebinin kabulüne karar verilmesi doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan hüküm kurulması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen karar bozulmalıdır...." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile açıkça belirsiz alacak davası açtığını belirttiği, bu yorumun Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararlarına da uygun olduğu bu nedenle davanın kısmi dava olduğu ve ıslah tarihi itibariyle ilk talep dışındaki maddi tazminat taleplerinin zamanaşımına uğradığına dair bozma ilâmına uyulmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, davacının maddi zararının karşılandığını, kazadan sonra yıllarca aynı işyerinde çalıştığını, manevi zarara uğradığını iddia eden kişi için bu durumun mantıkla bağdaşmadığını, manevi tazminatın yüksek olduğunu, ıslahın bilirkişi raporunda belirtilen miktar üzerinden yapılabileceğini, davacının maluliyetinde gelişen ve değişen durumun söz konusu olmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; iş kazasından kaynaklanan tazminat istemli eldeki davanın belirsiz alacak davası olarak mı yoksa kısmi dava olarak mı açıldığı, davacının bedensel zararının gelişim gösterip göstermediği; buradan varılacak sonuca göre 22.01.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 107 ve 109 uncu maddeleri

2. Değerlendirme

1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “belirsiz alacak davası” ve “kısmi dava” ile ilgili açıklama yapılmasında yarar vardır.

2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

3. Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 107 nci maddesi;

"1- Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2- Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3- Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir." şeklinde düzenlenmiş olup 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7251 sayılı Kanun) 7 nci maddesi ile 107 nci maddenin ikinci fıkrası değiştirilmiş, üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır. Ayrıca maddenin başlığı “Belirsiz alacak ve tespit davası” iken “Belirsiz alacak davası” olarak değiştirilmiştir.

4. Daha sonra 7251 sayılı Kanun’un 7 nci maddesiyle değişikliğe uğrayan 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir

(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.

(3) (Mülga:22/7/2020-7251/7 md.)” şeklini almıştır.

5. Buna göre belirsiz alacak davası davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1., s. 148).

6. Hükümet tasarısında yer almayan belirsiz alacak davasını düzenleyen 107 nci madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi ile ihdas edilmiş ve kanunlaşmıştır.

7. Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

8. Madde gerekçesinde; "Bu davanın kabul edilmesinin artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olmasının da bunu gerektirdiği belirtildiği gibi, hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilecektir. Belirsiz alacak ve tespit davalarına ilişkin hükümlerin mukayeseli hukukta da yer aldığı dikkate alınarak, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklının, hukukî ilişki ile asgarî bir miktar ya da değer belirterek belirsiz alacak davası açabilmesi kabul edilmiştir. Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hâle gelmişse, davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi benimsenmiştir. Miktarı belirsiz alacaklarda zamanaşımının dolmasına çok kısa sürenin varolduğu hâllerde yalnızca tespit yahut kısmi eda ile birlikte tespit davasının açılabileceği genel olarak kabul edilmektedir." şeklindeki açıklamayla, alacağın belirsiz olup olmadığı ile ilgili olarak bazı kıstaslar kabul edilmiştir.

9. Bu kıstaslar, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin;

i. Davacının kendisinden beklenememesi,

ii. Bunun olanaksız olması,

iii. Açıkça karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olması olarak belirtilmektedir.

10. Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

11. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2021 tarihli, 2021/(22)9-629 Esas, 2021/1334 Karar ile 24.05.2022 tarihli ve 2019/10(21)-592 Esas, 2022/706 Karar sayılı kararlarında da aynı hususlara işaret edilmiştir.

12. Belirsiz alacak davasının düzenlenme nedeni, davacının dava açarken alacağının tümü için dava açmak istediği hâlde, alacağının miktarını belirlemesi imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olmasıdır. Davacının belirsiz alacak davası açarken amacı alacağının tümünü dava etmek ve tümü hakkında karar verilmesini sağlamaktır. Kısmi dava açmakta olduğu gibi, alacağının bir kısmını dava etmek değildir. Dava dilekçesinde belirttiği talep sonucu da geçicidir, dava açarken asıl amacı alacağının belirlenir belirlenmez bu miktar üzerinden karara bağlanmasıdır. Belirsiz alacak davasında davacıya alacağını belirlemesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek olduğu istisnai bir durumda böyle bir dava açma olanağı tanınmıştır. Kanun koyucu alacağın belirlenmesinin imkânsız veya kendisinden beklenemeyecek durumda olması hâlinde belirsiz alacak davası açma imkânı tanıdığına göre, böyle bir davanın sonuçlarının da amaca uygun olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle talep sonucu hangi tarihte kesin olarak belirtilirse belirtilsin, dava açıldığı tarihte kesin talep sonucu miktarınca zamanaşımı süresi kesilmiş sayılmalıdır (Hakan Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası (HMK md.107), Ankara 2011, s. 59).

13. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya ise kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukukî ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen alacağın bir kesimi için açılan davaya kısmi dava denir.

14. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 6100 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesi “Kısmi dava” başlığı ile;

“1- Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

2- Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.

3- Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hali dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez.” şeklindeki hüküm ile düzenlenmiş, daha sonra 11.04.2015 tarihli ve 29323 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6644 sayılı Yargıtay Kanunu İle Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4 üncü maddesi ile ikinci fıkra yürürlükten kaldırılmıştır.

15. Açılan davanın kısmi dava mı yoksa belirsiz alacak davası mı olduğunun belirlenmesi iş kazasından kaynaklanan tazminat istemli davada yargılama sonucunda belirlenen tazminatın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında önemlidir.

16. Somut olayda davacının 25.09.2003 tarihinde geçirdiği iş kazası neticesinde davacı vekilince 12.07.2013 tarihli dava dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası olduğu belirtilmek suretiyle 25.000,00 TL maddi ve 75.000,00 TL manevi tazminat istemi ile fazlaya ilişkin haklar açıkça saklı tutularak eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

17. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili dava dilekçesinde açıkça belirtmek sureti ile belirsiz alacak davası açmış, bilirkişi raporuyla maddi tazminat miktarının belirlenmesi üzerine verdiği 22.01.2016 harç tarihli "Bilirkişi raporuna karşı beyanlarımızın ve ıslah talebimizin sunulması" başlıklı dilekçesi ile maddi tazminat miktarını yükseltmiş, başka bir anlatımla dava ile talep ettiği tazminat miktarını arttırmıştır. Bu nedenle davacının belirsiz alacak davası açtığı anlaşılmakta olup dava dilekçesinde fazlaya ilişkin talep hakları saklı tutularak kısmi dava açıldığına değinen Özel Daire bozma kararının yerinde olmadığı sonucuna varılmıştır.

18. Ne var ki bozma nedenine göre Özel Dairece davalı vekilinin sair temyiz itirazları incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

19. Öte yandan dava tarihinin 12.07.2013 olmasına rağmen Özel Daire bozma kararında 17.07.2013 olarak yazılmasının maddi hataya dayalı olduğu görülmekle işaret edilmekle yetinilmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Direnme uygun olup davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 14.02.2024 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

İÇTİHAT YORUMU : Görüldüğü üzere, belirsiz alacak davası ile kısmî davanın tespit edilmesi noktasında, Yargıtay tarafından belirlenmiş kesin bir belirleme söz konusu olmayıp davalı açısından “silahların eşitliği” ilkesine zarar verecek tarzda Yargıtay içtihatları oluşturulmaktadır.

Belirsiz alacak davasının, alacağın tümünün hüküm altına alınmasını amaçlayan TAM BİR EDA DAVASI olduğu gözden kaçırılmayarak, en azından FİHS tutulduğu dava dilekçelerinde, açılan davanın belirsiz alacak davası niteliği taşıması durumunda bile açılan davanın kısmî dava olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Böyle bir durumda, hâkimin HMK m. 31 hükmü doğrultusunda aydınlatma ödevi gereğince açıklama isteyebileceği düşünülse bile katı teksif ilkesinin benimsendiği HMK sistematiği ve uygulama açısından en erken ön incelemede bu ödevin yerine getirildiği göz önüne alındığında ve davacının kendi ihmâli veya kusuru ile üstün körü hazırlamış olduğu dilekçe ve talep sonucu nedeniyle, davalının savunmasını genişletmesi ve değiştirmesi gelinen aşama itibarı ile elinden alındığı için tekrar ifade etmek gerekirse “silahların eşitliği” ilkesi zarar görecektir.

Son zamanlarda, belirsiz alacak davası ile ilgili olarak davacı tarafların, bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğuna ve Anayasa Mahkemesi’nin de belirsiz alacak davası ile ilgili verdiği kararlara şahit olunmaktadır. Ancak, davalı taraflar, Yargıtay’ın vermiş olduğu bu gibi kararlara karşı bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunda, Anayasa Mahkemesi’nin “silahların eşitliği” ve “taleple bağlılık” ilkesi çerçevesinde hak ihlâli kararı verip veremeyeceği ise tam anlamı ile merak uyandırmaktadır.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden bugüne kadar 10 yılı aşkın bir süre geçmiştir. Bu süre zarfında, HMK hükümlerinin eğilip bükülerek her somut olaya özgü uygulamasından dolayı, HMK’nın bazı hükümleri uygulan(a)mamaktadır. Örneğin, dava dilekçelerinde HMK m. 119/1-e) bendi hükmüne aykırı şekilde numaralandırma yapılmadan dava ve cevap dilekçeleri hazırlanmaktadır. Taraflar, haklı olarak sıra numarası belirtilmediği için sıra numarası karşılıkları ile birbirlerine cevap verememektedir. Yargılamayı yürüten hâkim de, her iki dilekçenin analizini sağlıklı olarak yapamamaktadır.

Bu nedenle, kanımızca, dava dilekçesinde niyet okumak yerine davacının kendi ihmâli veya kusuru ile hazırladığı dilekçesinin sonuçlarına katlanması, “silahların eşitliği” ilkesine uygun olacaktır.

Son olarak, belirsiz alacak davası açısından dava konusunun artırılması “talep artırımı dilekçesi” ile yapılmaktadır. Kısmî dava açısından dava konusunun artırılması ise “ıslah dilekçesi” ile gerçekleştirilmektedir. Aradaki fark bu şekilde olmasına rağmen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 14 Şubat 2024 tarihi kararı ile bu konunun uygulamada daha da karıştırılmasına neden olmuştur.