İNANÇLI İŞLEME KONU BELGENİN AKİT TARİHİNDEN ÖNCE VEYA SONRA DÜZENLENMESİNİN SONUCA ETKİLİ OLMADIĞI İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARININ DOĞAL BİR SONUCUDUR
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/1-483
Karar No : 2023/218
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ulus Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06.01.2021
SAYISI : 2020/141 E., 2021/4 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 2014/21746 Esas,
2017/2096 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ulus Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davalı Mehmet Y. yönünden davanın esastan reddine, diğer davalılar Osman Nuri U. ve İhsan K. yönünden usulden reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı asıl, dava dilekçesinde; maliki olduğu 1.4 ada 20 parsel sayılı taşınmazdaki 5 numaralı bağımsız bölümünü davalı Osman Nuri’nin bankadan kullandığı krediye teminat olması ve borç ödendikten sonra iade edilmesi koşuluyla davalı Osman Nuri’ye satış göstererek devrettiğini, çekilen kredinin bir miktarını davalı Osman Nuri’nin geriye kalanını da kendisinin aldığını, kredinin tamamını bankaya ödediğini ve borcu bitirdiğini, davalı Osman Nuri’nin taşınmazı teminat olarak elinde bulundurmasına rağmen kötüniyetli olarak diğer davalı İhsan K.’ye, İhsan’ın da diğer davalı Mehmet Y.’a devrettiğini, davalıların birbirini yakından tanıdığını ve birlikte hareket ettiklerini, iyiniyetli olmadıklarını, hatta taşınmazın davalı İhsan adına kayıtlı olduğu dönemde dâhi 23 ay kredi ödemesi yaptığını, kredi borcunun tamamını ödediğini ileri sürerek davalılar Osman Nuri ve İhsan’a borçlu olmadığının saptanması ile dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümün davalı Mehmet Y. adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı Osman Nuri U.; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, 26.11.2010 havale tarihli beyan dilekçesinde; davacının iki dükkan ve bir dairesini peşin para karşılığında kendisine sattığını, dava konusu taşınmazı Ulus İş Bankasındaki kredisine teminat olarak gösterdiğini, davacı ile bir kredi ilişkisinin bulunmadığını, davacı tarafından herhangi bir kredi borcunun ödenmediğini, dava konusu taşınmazı bir müddet sonra diğer davalı İhsan’a sattığını, kimseyle herhangi bir ilişkisinin kalmadığını, Ulus ilçesi küçük bir yer olduğundan davacı dâhil herkesin birbirini tanıdığını, davacı ile davalı Mehmet Y. arasında husumet bulunduğunu, davacının dava konusu taşınmazın davalı Mehmet Y.’a geçmesini istemediğini, bu nedenle dava açtığını, kayıt maliki olmadığından husumet itirazı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı İhsan K. vekili; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, 04.04.2011 tarihli beyan dilekçesinde; tapu kayıt maliki olmayan müvekkili yönünden öncelikle husumet yokluğundan davanın reddi gerektiğini, davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, dava konusu taşınmazın bedel karşılığı ve usulüne uygun el değiştirdiğini, satışların gerçek ve hukuken geçerli olduğunu, davacı ile aralarında husumet bulunan davalı Mehmet Y.’ın taşınmazı edinmesinden sonra dava açılmasının kötüniyetli olduğunu, davacının teminat amacıyla taşınmazı devrettiği iddiasını ancak yazılı delil ile kanıtlayabileceğini, ancak davacının elinde herhangi bir belge bulunmadığını, müvekkilinin taşınmaz bedelini Ulus İ. Bankasından çektiği kredi ile ödediğini, müvekkili ile davacı arasında herhangi bir alacak-borç ilişkisi bulunmadığını, müvekkilinin taşınmazı sattıktan sonra elde ettiği para ile hem taşınmaz üzerindeki ipoteğe konu borcu hem de Bartın Halk Bankasındaki davacıya ait krediye kefil olmasından kaynaklanan borcu ödediğini, taşınmaz üzerindeki ipoteğin davacı tarafça kaldırıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu belirterek davanın öncelikle usulden, aksi hâlde esastan reddini savunmuştur.
7. Davalı Mehmet Y.; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, ön inceleme duruşmasında; dava konusu taşınmazı diğer davalı İhsan’dan bedeli karşılığında satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
8. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.01.2014 tarihli ve 2010/192 Esas, 2014/6 Karar sayılı kararı ile; davalı Osman Nuri’nin dava konusu taşınmazı 2007 yılında diğer davalı İhsan’a sattığı, davanın 2010 yılının 9. ayında açıldığı, tapuya güven ilkesi gereğince iyiniyetli üçüncü kişi konumundaki davalı İhsan’ın ediniminin korunması gerektiği, davalı İhsan'ın kötüniyetli olduğunu ispat eden bir delilin dosyaya sunulmadığı, bu nedenle son kayıt maliki davalı Mehmet’in de ediniminin hukuka uygun olduğu, tapu iptal ve tescil isteminin reddi gerektiği, davacının bir diğer talebi olan davalılar Osman Nuri ve İhsan’a borçlu olmadığının tespiti istemi yönünden ise hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davalı Mehmet yönünden tapu iptali ve tescil isteminin esastan reddine, davalılar Osman Nuri ve İhsan yönünden ise hukuki yarar yokluğundan HMK’nın 115 inci maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 2014/21746 Esas, 2017/2096 Karar sayılı kararı ile; “Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil istemine ilişkindir.
…
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın 21.12.2005 tarihinde davalı Osman Nuri U.’ye, onun tarafından 04.09.2007 tarihinde davalı İhsan K.’ye, davalı İhsan tarafından da 02.10.2009 tarihinde Mehmet Y.’a temlik edildiği anlaşılmaktadır.
…
Somut olaya gelince; mahkemece yapılan inceleme ve araştırma hüküm vermeye yeterli değildir.
Hal böyle olunca, davacı iddiasını kredi sözleşmesine dayandırdığından davacının taşınmazı temlik ettiği Osman Nuri'nin satış nedeniyle kredi kullanıp kullanmadığı hususunun davacıya da sorularak açıklığa kavuşturulması, inançlı işlemin belgesi niteliğinde yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge olup olmadığı hususunun araştırılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek hüküm tesisi isabetli olmamıştır’’ gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
11. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.2018 tarihli ve 2017/192 Esas, 2018/106 Karar sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde önceki gerekçe yanında, davacı tarafın inançlı işlemin varlığına dair yazılı delil sunmadığı, davacı asılın 14.02.2018 tarihli duruşmada banka kredisini davalı Osman Nuri adına çektiklerini, kredi sözleşmesi dışında kendi aralarında sözleşme yapmadıklarını, taraflara güvendiğini beyan ettiği, Ulus İş Bankasının cevabi yazısında davalı Osman Nuri’nin dava konusu taşınmaz ile ilgili konut kredisi kullanmadığının bildirildiği, davacı tarafın inançlı işlem iddiasını ispat edemediği gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteminin esastan reddine, davalılar Osman Nuri ve İhsan yönünden ise hukuki yarar yokluğundan HMK’nın 115. maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.06.2020 tarihli ve 2018/2973 Esas, 2020/3173 Karar sayılı kararı ile; ''... Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ancak bozma gerekleri yerine getirilmemiştir.
Şöyle ki; davacı tarafça davalı İhsan'ın çektiği krediye ilişkin ödeme makbuzları ibraz edilmiş olup, bu makbuzların bozma ilamında belirtildiği gibi HMK'nın 202. maddesin de belirtilen delil başlangıcı sayılacağı kuşkusuzdur.
Hâl böyle olunca; anılan belgelerin delil başlangıcı olarak kabulü ile tanık dahil tüm deliller bir arada değerlendirilerek davacının yaptığı temlikin inançlı işleme dayalı olduğu kanaatine varılması halinde; 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 97. maddesi hükümleri gereğince davacının ödenmemiş borcunun bulunup bulunmadığı tespit edilerek depo kararı hususunun dikkate alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan tahkikatla yetinilerek yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
14. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.01.2021 tarihli ve 2020/141 Esas, 2021/4 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, bozma gereklerinin yerine getirildiği, davacı tarafça davalı Osman Nuri’nin taşınmazın devri nedeniyle kredi kullandığının iddia edildiği, Ulus İş Bankasına yazılan müzekkere ile davalı Osman Nuri’nin konut kredisi kullanmadığının tespit edildiği, her ne kadar diğer davalı İhsan’ın 40.000,00 TL konut kredisi kullandığı tespit edilmiş ise de davacının inançlı işlemin Osman Nuri ile yapıldığını ileri sürdüğü, davalı İhsan’ın taşınmazı sonradan devralan üçüncü kişi olduğu, davalı İhsan ile inançlı işlem yapıldığına dair bir iddia bulunmadığı, davacı vekilinin yargılama sırasında sunduğu 20.04.2018 ve 03.05.2018 havale tarihli dilekçelerindeki beyanlarının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
15. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Mahkemece, Özel Dairenin 24.04.2017 tarihli bozma kararına uyulmakla birlikte bozma kararı gereklerinin yerine getirilip getirilmediği, inançlı işlem iddiasına dayalı eldeki davada, dava konusu taşınmazı ilk el davalı Osman Nuri U.’den temlik alan davalı İhsan K.’nin kullandığı konut kredisine ilişkin ödeme makbuzlarının inançlı işleme dair yazılı delil başlangıcı niteliğinde olup olmadığı, varılacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
18. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26 ncı (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarihli ve 2000/2-888 Esas, 2000/885 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve hâlen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.
19. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
20. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
21. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
22. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
23. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
24. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97 nci maddesi). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26 ve 27 nci (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 19 ve 20 nci) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
25. Ancak, Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır.
26. Bu nedenle taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı önem taşımakta olup, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
27. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18 inci maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.
28. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile yol gösterici ve sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
29. Ayrıca İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde, inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, hiçbir yerinde inançlı işlemin dayandığı yazılı belgenin, en geç işlem tarihinde veya daha önceki bir tarihte düzenlenmiş olması gerektiği hususu tartışılmadığı gibi değinilen bu konuda en ufak bir açıklamada dahi bulunulmamıştır. Bunun dışındaki bir kabul, İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyacağından, bu durum hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.
30. Bu nedenle, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı İçtihadı Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur. Sözü edilen kararın gerekçesinde yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiğine; diğer bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgenin geçerli olamayacağına dair bir ifade ya da hüküm yer almadığı gibi sonuç bölümünde yalnızca “nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna” hükmedilmiştir.
31. İçtihadı Birleştirme Kararının içeriğinde yer almayan belgenin akit tarihinden önce düzenlenmesi gerektiği yönündeki bir ek koşulun yorum yolu ile de olsa karar kapsamına alınması mümkün değildir.
32. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarihli ve 2010/14-394 Esas, 2010/395 Karar sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
33. Görüleceği üzere tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir.
34. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dâhil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 Esas, 2005/774 Karar; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 Esas, 2019/1197 Karar sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) ve yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.
35. İnanç sözleşmesinin hukuki mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; davacı Mehmet D.'in maliki olduğu Bartın ili Ulus ilçesi Kaldırım mahallesinde kain 1.4 ada 20 parsel sayılı taşınmazdaki dava konusu 5 numaralı bağımsız bölüm (mesken) ile dava dışı 1 ve 2 numaralı bağımsız bölümlerinin (dükkan) tamamını 21.12.2005 tarihinde davalı Osman Nuri U.ye'ye satış yoluyla temlik ettiği, davalı Osman Nuri'nin dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümü 04.09.2007 tarihinde davalı İhsan K.'ye sattığı, davalı İhsan'ın kullandığı 40.000,00 TL'lik konut kredisi nedeniyle 04.09.2007 tarihli ve 569 yevmiye numaralı işlemle dava konusu 5 numaralı bağımsız bölüm üzerine 120.450,00 TL'lik ipotek tesis edildiği, anılan ipoteğin 02.10.2009 tarihinde kaldırıldığı, davalı İhsan'ın da dava konusu bağımsız bölümü 02.10.2009 tarihinde diğer davalı Mehmet Y.'a sattığı, davalı Mehmet'in hâlen tapu kayıt maliki olduğu kayda dayalı tespit edilmiştir.
36. Davacı Mehmet D. dava dilekçesinde; dava konusu bağımsız bölümün bankadan kredi alınırken davalı Osman Nuri'ye teminat olarak verildiğini, kredinin Osman Nuri adına alındığını, kredi borcu ödenmesine rağmen Osman Nuri'nin iade borcuna aykırı olarak dava konusu bağımsız bölümü diğer davalı İhsan K.ye sattığını iddia etmiştir. İlk kayıt maliki davalı Osman Nuri ise; davacı taraf ile bir kredi ilişkisinin bulunmadığını, dava konusu bağımsız bölümü bedeli karşılığında satın aldığını savunmuştur. Mahkemenin talebi üzerine, davacı vekili 04.04.2011 tarihli dava dilekçesindeki iddialarını açıklamaya yönelik dilekçesinde; dava dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak ve ek olarak, müvekkili Mehmet D.'e bankadan kredi vermediklerini, bunu sağlayabilmek için müvekkilinin maliki olduğu dava konusu bağımsız bölümü davalı Osman Nuri'ye devrettiğini, devir ile Osman Nuri adına kredi çekildiğini, alınan kredinin bir kısmını Osman Nuri'nin kullandığını, diğer kısmının Ulus İş Bankasına ödendiğini beyan etmiştir.
37. Mahkemece, Ulus İ. Bankasından dava konusu bağımsız bölüm ile ilgili kredi işlem dosyası ve ipotek belgesi celp edilmiştir. Getirtilen banka kayıtları incelendiğinde; davalı İhsan K.'nin dava konusu bağımsız bölümü satın alması sırasında 40.000,00 TL'lik konut finansman kredisi kullandığı, kullandığı kredi nedeniyle 04.09.2007 tarihli ve 569 yevmiye numaralı işlemle dava konusu bağımsız bölüm üzerinde 120.450,00 TL'lik ipotek tesis edildiği anlaşılmaktadır.
38. Yapılan yargılama neticesince mahkemenin 13.01.2014 tarihli kararı ile tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairenin 24.04.2017 tarihli kararı ile; davacı taraf iddiasını kredi sözleşmesine dayandırdığından taşınmazı temlik alan Osman Nuri'nin satış nedeniyle kredi kullanıp kullanmadığı hususunun davacıdan sorulması gerektiği, inançlı işlemin belgesi niteliğinde yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge olup olmadığı hususunun araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gereğine değinilerek hüküm bozulmuştur.
39. Mahkemece, 22.11.2017 tarihli oturumda bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra davacı tarafa bozma ilamında belirtilen hususlarda açıklama yapmak üzere bir aylık süre verilmiştir. Davacı asıl 14.02.2018 tarihli oturumda; banka kredisinin Osman Nuri U. adına çekildiğini, kredi sözleşmesi dışında kendi aralarında bir sözleşme yapmadıklarını, devrettiği taşınmaz ile ilgili Osman Nuri'nin kredi kullandığını beyan etmiştir. Bu beyan üzerine mahkemece, Ulus İ. Bankasından dava konusu bağımsız bölüm ile ilgili olarak kredi kullanılıp kullanılmadığı sorulmuş, Ulus İş Bankasının 07.03.2018 tarihli cevabi yazısında; Osman Nuri U.'nin dava konusu bağımsız bölümle ilgili konut kredisi kullanmadığı ifade edilmiştir.
40. Bu açıklamalardan sonra, davacı Mehmet D. ile ilk kayıt maliki davalı Osman Nuri U. arasında dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümün temliki ile ilgili inançlı bir işlemin olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, davacı taraf yargılama boyunca inanılan kişinin davalı Osman Nuri olduğunu iddia etmiştir. Ancak, dava konusu bağımsız bölümün devri sırasında davalı Osman Nuri tarafından kullanılan bir kredinin bulunmadığı celp edilen kayıtlardan açıkça anlaşılmaktadır. Davacı tarafın iddiası gözetildiğinde dava konusu bağımsız bölümün davalı Osman Nuri'den diğer davalı İhsan'a devri sırasında İhsan tarafından kullanılan konut kredisine ilişkin ödemelerin yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı da açıktır. Öte yandan davacı tarafça inançlı işlemin delili niteliğinde yazılı bir belge ya da yazılı delil başlangıcı sunulmamıştır.
41. O hâlde, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.
42. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
15.03.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
İNANÇLI İŞLEME KONU BELGENİN AKİT TARİHİNDEN ÖNCE VEYA SONRA DÜZENLENMESİNİN SONUCA ETKİLİ OLMADIĞI İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARININ DOĞAL BİR SONUCUDUR
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/1-483
Karar No : 2023/218
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ulus Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06.01.2021
SAYISI : 2020/141 E., 2021/4 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 2014/21746 Esas,
2017/2096 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ulus Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davalı Mehmet Y. yönünden davanın esastan reddine, diğer davalılar Osman Nuri U. ve İhsan K. yönünden usulden reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı asıl, dava dilekçesinde; maliki olduğu 1.4 ada 20 parsel sayılı taşınmazdaki 5 numaralı bağımsız bölümünü davalı Osman Nuri’nin bankadan kullandığı krediye teminat olması ve borç ödendikten sonra iade edilmesi koşuluyla davalı Osman Nuri’ye satış göstererek devrettiğini, çekilen kredinin bir miktarını davalı Osman Nuri’nin geriye kalanını da kendisinin aldığını, kredinin tamamını bankaya ödediğini ve borcu bitirdiğini, davalı Osman Nuri’nin taşınmazı teminat olarak elinde bulundurmasına rağmen kötüniyetli olarak diğer davalı İhsan K.’ye, İhsan’ın da diğer davalı Mehmet Y.’a devrettiğini, davalıların birbirini yakından tanıdığını ve birlikte hareket ettiklerini, iyiniyetli olmadıklarını, hatta taşınmazın davalı İhsan adına kayıtlı olduğu dönemde dâhi 23 ay kredi ödemesi yaptığını, kredi borcunun tamamını ödediğini ileri sürerek davalılar Osman Nuri ve İhsan’a borçlu olmadığının saptanması ile dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümün davalı Mehmet Y. adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı Osman Nuri U.; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, 26.11.2010 havale tarihli beyan dilekçesinde; davacının iki dükkan ve bir dairesini peşin para karşılığında kendisine sattığını, dava konusu taşınmazı Ulus İş Bankasındaki kredisine teminat olarak gösterdiğini, davacı ile bir kredi ilişkisinin bulunmadığını, davacı tarafından herhangi bir kredi borcunun ödenmediğini, dava konusu taşınmazı bir müddet sonra diğer davalı İhsan’a sattığını, kimseyle herhangi bir ilişkisinin kalmadığını, Ulus ilçesi küçük bir yer olduğundan davacı dâhil herkesin birbirini tanıdığını, davacı ile davalı Mehmet Y. arasında husumet bulunduğunu, davacının dava konusu taşınmazın davalı Mehmet Y.’a geçmesini istemediğini, bu nedenle dava açtığını, kayıt maliki olmadığından husumet itirazı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
6. Davalı İhsan K. vekili; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, 04.04.2011 tarihli beyan dilekçesinde; tapu kayıt maliki olmayan müvekkili yönünden öncelikle husumet yokluğundan davanın reddi gerektiğini, davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, dava konusu taşınmazın bedel karşılığı ve usulüne uygun el değiştirdiğini, satışların gerçek ve hukuken geçerli olduğunu, davacı ile aralarında husumet bulunan davalı Mehmet Y.’ın taşınmazı edinmesinden sonra dava açılmasının kötüniyetli olduğunu, davacının teminat amacıyla taşınmazı devrettiği iddiasını ancak yazılı delil ile kanıtlayabileceğini, ancak davacının elinde herhangi bir belge bulunmadığını, müvekkilinin taşınmaz bedelini Ulus İ. Bankasından çektiği kredi ile ödediğini, müvekkili ile davacı arasında herhangi bir alacak-borç ilişkisi bulunmadığını, müvekkilinin taşınmazı sattıktan sonra elde ettiği para ile hem taşınmaz üzerindeki ipoteğe konu borcu hem de Bartın Halk Bankasındaki davacıya ait krediye kefil olmasından kaynaklanan borcu ödediğini, taşınmaz üzerindeki ipoteğin davacı tarafça kaldırıldığı iddiasının gerçek dışı olduğunu belirterek davanın öncelikle usulden, aksi hâlde esastan reddini savunmuştur.
7. Davalı Mehmet Y.; dava dilekçesi usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmamış, ön inceleme duruşmasında; dava konusu taşınmazı diğer davalı İhsan’dan bedeli karşılığında satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
8. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.01.2014 tarihli ve 2010/192 Esas, 2014/6 Karar sayılı kararı ile; davalı Osman Nuri’nin dava konusu taşınmazı 2007 yılında diğer davalı İhsan’a sattığı, davanın 2010 yılının 9. ayında açıldığı, tapuya güven ilkesi gereğince iyiniyetli üçüncü kişi konumundaki davalı İhsan’ın ediniminin korunması gerektiği, davalı İhsan'ın kötüniyetli olduğunu ispat eden bir delilin dosyaya sunulmadığı, bu nedenle son kayıt maliki davalı Mehmet’in de ediniminin hukuka uygun olduğu, tapu iptal ve tescil isteminin reddi gerektiği, davacının bir diğer talebi olan davalılar Osman Nuri ve İhsan’a borçlu olmadığının tespiti istemi yönünden ise hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davalı Mehmet yönünden tapu iptali ve tescil isteminin esastan reddine, davalılar Osman Nuri ve İhsan yönünden ise hukuki yarar yokluğundan HMK’nın 115 inci maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 24.04.2017 tarihli ve 2014/21746 Esas, 2017/2096 Karar sayılı kararı ile; “Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı iptal ve tescil istemine ilişkindir.
…
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu taşınmazın 21.12.2005 tarihinde davalı Osman Nuri U.’ye, onun tarafından 04.09.2007 tarihinde davalı İhsan K.’ye, davalı İhsan tarafından da 02.10.2009 tarihinde Mehmet Y.’a temlik edildiği anlaşılmaktadır.
…
Somut olaya gelince; mahkemece yapılan inceleme ve araştırma hüküm vermeye yeterli değildir.
Hal böyle olunca, davacı iddiasını kredi sözleşmesine dayandırdığından davacının taşınmazı temlik ettiği Osman Nuri'nin satış nedeniyle kredi kullanıp kullanmadığı hususunun davacıya da sorularak açıklığa kavuşturulması, inançlı işlemin belgesi niteliğinde yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge olup olmadığı hususunun araştırılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek hüküm tesisi isabetli olmamıştır’’ gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
11. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 03.05.2018 tarihli ve 2017/192 Esas, 2018/106 Karar sayılı kararı ile; bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde önceki gerekçe yanında, davacı tarafın inançlı işlemin varlığına dair yazılı delil sunmadığı, davacı asılın 14.02.2018 tarihli duruşmada banka kredisini davalı Osman Nuri adına çektiklerini, kredi sözleşmesi dışında kendi aralarında sözleşme yapmadıklarını, taraflara güvendiğini beyan ettiği, Ulus İş Bankasının cevabi yazısında davalı Osman Nuri’nin dava konusu taşınmaz ile ilgili konut kredisi kullanmadığının bildirildiği, davacı tarafın inançlı işlem iddiasını ispat edemediği gerekçesiyle tapu iptali ve tescil isteminin esastan reddine, davalılar Osman Nuri ve İhsan yönünden ise hukuki yarar yokluğundan HMK’nın 115. maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
13. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.06.2020 tarihli ve 2018/2973 Esas, 2020/3173 Karar sayılı kararı ile; ''... Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ancak bozma gerekleri yerine getirilmemiştir.
Şöyle ki; davacı tarafça davalı İhsan'ın çektiği krediye ilişkin ödeme makbuzları ibraz edilmiş olup, bu makbuzların bozma ilamında belirtildiği gibi HMK'nın 202. maddesin de belirtilen delil başlangıcı sayılacağı kuşkusuzdur.
Hâl böyle olunca; anılan belgelerin delil başlangıcı olarak kabulü ile tanık dahil tüm deliller bir arada değerlendirilerek davacının yaptığı temlikin inançlı işleme dayalı olduğu kanaatine varılması halinde; 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 97. maddesi hükümleri gereğince davacının ödenmemiş borcunun bulunup bulunmadığı tespit edilerek depo kararı hususunun dikkate alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan tahkikatla yetinilerek yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir’’ gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
14. Ulus Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.01.2021 tarihli ve 2020/141 Esas, 2021/4 Karar sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ek olarak, bozma gereklerinin yerine getirildiği, davacı tarafça davalı Osman Nuri’nin taşınmazın devri nedeniyle kredi kullandığının iddia edildiği, Ulus İş Bankasına yazılan müzekkere ile davalı Osman Nuri’nin konut kredisi kullanmadığının tespit edildiği, her ne kadar diğer davalı İhsan’ın 40.000,00 TL konut kredisi kullandığı tespit edilmiş ise de davacının inançlı işlemin Osman Nuri ile yapıldığını ileri sürdüğü, davalı İhsan’ın taşınmazı sonradan devralan üçüncü kişi olduğu, davalı İhsan ile inançlı işlem yapıldığına dair bir iddia bulunmadığı, davacı vekilinin yargılama sırasında sunduğu 20.04.2018 ve 03.05.2018 havale tarihli dilekçelerindeki beyanlarının iddianın genişletilmesi yasağına tabi olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
15. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Mahkemece, Özel Dairenin 24.04.2017 tarihli bozma kararına uyulmakla birlikte bozma kararı gereklerinin yerine getirilip getirilmediği, inançlı işlem iddiasına dayalı eldeki davada, dava konusu taşınmazı ilk el davalı Osman Nuri U.’den temlik alan davalı İhsan K.’nin kullandığı konut kredisine ilişkin ödeme makbuzlarının inançlı işleme dair yazılı delil başlangıcı niteliğinde olup olmadığı, varılacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
18. Bilindiği üzere Türk Hukukunda inançlı işlemleri doğrudan düzenleyen bir kanun hükmü bulunmamaktadır. Ancak uygulama ve öğretide, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 26 ncı (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 19.) maddesinde yer alan “sözleşme özgürlüğü” ilkesi kapsamında inançlı sözleşmelerin düzenlenebileceği ve geçerliliği kabul edilmektedir. İnançlı işlemlerde inanan ve inanılan taraf, inanç sözleşmesinin konusunun mülkiyetinin önce inanılana geçmesi; ardından inanana geri dönmesi hususunda anlaşırlar. Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2000 tarihli ve 2000/2-888 Esas, 2000/885 Karar sayılı kararında belirtildiği gibi inançlı işlemler, bir kimsenin menfaatinin başkası tarafından korunması veya teminat sağlamak amacıyla ona bazı hakları ciddi olarak devrettiği, ancak hakları iktisap edenin bunlardan doğan bazı yetkileri hiç kullanmaması, bazılarını da ancak önceden hak ve hâlen menfaat sahibi olanın gösterdiği biçimde kullanmak zorunda olması hususunda tarafların anlaştığı işlemlerdir. Görüleceği üzere inançlı işlem güven esasına dayanan bir hukuki işlemdir. Taraflar birbirlerine duydukları güven sonucu bir malın mülkiyetini sözleşmenin karşı tarafına geçirir ve daha sonrasında bu malın kendisine geri döneceğine güvenir. Hatta inanan, malın kendisine döneceğine güvenen kişi olarak tanımlanır.
19. İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
20. İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
21. İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi hâlinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
22. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dâhil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
23. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin ise borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
24. Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97 nci maddesi). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 26 ve 27 nci (818 sayılı Borçlar Kanunu m. 19 ve 20 nci) maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
25. Ancak, Türk hukukunda taşınmazlara ilişkin tasarruf işlemleri tapu müdürlüklerinde resmî şekilde yapılabilmektedir. Bu nedenle taşınmaz mülkiyetinin nakli tapuda inançlı temlik yoluyla yapılamamaktadır. Bu durum da taşınmazların inançlı devrinin muvazaa ile karıştırılmasına neden olmakta ve pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Hak sahipleri, taşınmazı inançlı olarak devretmek istemelerine rağmen tapu müdürlüklerinin bu işlemi yapamaması nedeniyle taraflar tapuda işlemi genellikle satış sözleşmesi şeklinde yapmakta, gerçek iradelerini yansıtan ve gizli işlem olarak gözüken inanç sözleşmesi ise şekil şartını taşımadığından taşınmazların inanç sözleşmesiyle devri mümkün olmamaktadır.
26. Bu nedenle taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde, inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağı ve sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi hâlinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağı önem taşımakta olup, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
27. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hâllerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekâlet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmî senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Kanunu’nun 18 inci maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna hükmolunmuştur.
28. İçtihadı birleştirme kararlarının konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile yol gösterici ve sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması hâlinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
29. Ayrıca İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde, inanç sözleşmesi olarak anılan belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi yeterli görülmüş olup, hiçbir yerinde inançlı işlemin dayandığı yazılı belgenin, en geç işlem tarihinde veya daha önceki bir tarihte düzenlenmiş olması gerektiği hususu tartışılmadığı gibi değinilen bu konuda en ufak bir açıklamada dahi bulunulmamıştır. Bunun dışındaki bir kabul, İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi anlamını taşıyacağından, bu durum hukuk düzeni tarafından kabul edilemez.
30. Bu nedenle, inanç sözleşmesine dayalı iddiaların şekle bağlı olmayan, tarafların imzasını taşıyan yazılı belge ile kanıtlanabileceği, inançlı işleme konu belgenin, akit tarihinden önce ya da sonra düzenlenmesinin sonuca etkili olmadığı İçtihadı Birleştirme Kararının doğal bir sonucudur. Sözü edilen kararın gerekçesinde yazılı belgenin akitten önce veya sonra düzenlenmesi gerektiğine; diğer bir deyişle akitten sonraki tarihi taşıyan belgenin geçerli olamayacağına dair bir ifade ya da hüküm yer almadığı gibi sonuç bölümünde yalnızca “nam-ı müstear davalarının mesmu ve yazılı delil ile ispatının caiz olduğuna” hükmedilmiştir.
31. İçtihadı Birleştirme Kararının içeriğinde yer almayan belgenin akit tarihinden önce düzenlenmesi gerektiği yönündeki bir ek koşulun yorum yolu ile de olsa karar kapsamına alınması mümkün değildir.
32. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.07.2010 tarihli ve 2010/14-394 Esas, 2010/395 Karar sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
33. Görüleceği üzere tapulu bir taşınmazın inançlı işlemle temlikinde, inançlı işlemin yazılı biçimde yapılması gerekli ve yeterli olup, yazılı şeklin bir ispat koşulu olduğu 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gereğidir. Ancak inançlı işlemin yazılı delilini oluşturan inanç sözleşmesinin varlığını, inançlı işlem nedeniyle iade, tazminat veya sözleşmenin feshini isteyen tarafın 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki genel hükümler uyarınca ispat etmesi gerekmektedir.
34. Uygulamada, açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa bile yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa, inanç sözleşmesinin “tanık” dâhil her türlü delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulunun 28.12.2005 tarihli ve 2005/14-677 Esas, 2005/774 Karar; 14.11.2019 tarihli ve 2017/1-1254 Esas, 2019/1197 Karar sayılı kararları). Yazılı delil veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) ve yemin (HMK m. 225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır.
35. İnanç sözleşmesinin hukuki mahiyeti ve ispatına ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; davacı Mehmet D.'in maliki olduğu Bartın ili Ulus ilçesi Kaldırım mahallesinde kain 1.4 ada 20 parsel sayılı taşınmazdaki dava konusu 5 numaralı bağımsız bölüm (mesken) ile dava dışı 1 ve 2 numaralı bağımsız bölümlerinin (dükkan) tamamını 21.12.2005 tarihinde davalı Osman Nuri U.ye'ye satış yoluyla temlik ettiği, davalı Osman Nuri'nin dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümü 04.09.2007 tarihinde davalı İhsan K.'ye sattığı, davalı İhsan'ın kullandığı 40.000,00 TL'lik konut kredisi nedeniyle 04.09.2007 tarihli ve 569 yevmiye numaralı işlemle dava konusu 5 numaralı bağımsız bölüm üzerine 120.450,00 TL'lik ipotek tesis edildiği, anılan ipoteğin 02.10.2009 tarihinde kaldırıldığı, davalı İhsan'ın da dava konusu bağımsız bölümü 02.10.2009 tarihinde diğer davalı Mehmet Y.'a sattığı, davalı Mehmet'in hâlen tapu kayıt maliki olduğu kayda dayalı tespit edilmiştir.
36. Davacı Mehmet D. dava dilekçesinde; dava konusu bağımsız bölümün bankadan kredi alınırken davalı Osman Nuri'ye teminat olarak verildiğini, kredinin Osman Nuri adına alındığını, kredi borcu ödenmesine rağmen Osman Nuri'nin iade borcuna aykırı olarak dava konusu bağımsız bölümü diğer davalı İhsan K.ye sattığını iddia etmiştir. İlk kayıt maliki davalı Osman Nuri ise; davacı taraf ile bir kredi ilişkisinin bulunmadığını, dava konusu bağımsız bölümü bedeli karşılığında satın aldığını savunmuştur. Mahkemenin talebi üzerine, davacı vekili 04.04.2011 tarihli dava dilekçesindeki iddialarını açıklamaya yönelik dilekçesinde; dava dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak ve ek olarak, müvekkili Mehmet D.'e bankadan kredi vermediklerini, bunu sağlayabilmek için müvekkilinin maliki olduğu dava konusu bağımsız bölümü davalı Osman Nuri'ye devrettiğini, devir ile Osman Nuri adına kredi çekildiğini, alınan kredinin bir kısmını Osman Nuri'nin kullandığını, diğer kısmının Ulus İş Bankasına ödendiğini beyan etmiştir.
37. Mahkemece, Ulus İ. Bankasından dava konusu bağımsız bölüm ile ilgili kredi işlem dosyası ve ipotek belgesi celp edilmiştir. Getirtilen banka kayıtları incelendiğinde; davalı İhsan K.'nin dava konusu bağımsız bölümü satın alması sırasında 40.000,00 TL'lik konut finansman kredisi kullandığı, kullandığı kredi nedeniyle 04.09.2007 tarihli ve 569 yevmiye numaralı işlemle dava konusu bağımsız bölüm üzerinde 120.450,00 TL'lik ipotek tesis edildiği anlaşılmaktadır.
38. Yapılan yargılama neticesince mahkemenin 13.01.2014 tarihli kararı ile tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmiş, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairenin 24.04.2017 tarihli kararı ile; davacı taraf iddiasını kredi sözleşmesine dayandırdığından taşınmazı temlik alan Osman Nuri'nin satış nedeniyle kredi kullanıp kullanmadığı hususunun davacıdan sorulması gerektiği, inançlı işlemin belgesi niteliğinde yazılı belge ya da yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge olup olmadığı hususunun araştırılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gereğine değinilerek hüküm bozulmuştur.
39. Mahkemece, 22.11.2017 tarihli oturumda bozma ilamına uyulmasına karar verildikten sonra davacı tarafa bozma ilamında belirtilen hususlarda açıklama yapmak üzere bir aylık süre verilmiştir. Davacı asıl 14.02.2018 tarihli oturumda; banka kredisinin Osman Nuri U. adına çekildiğini, kredi sözleşmesi dışında kendi aralarında bir sözleşme yapmadıklarını, devrettiği taşınmaz ile ilgili Osman Nuri'nin kredi kullandığını beyan etmiştir. Bu beyan üzerine mahkemece, Ulus İ. Bankasından dava konusu bağımsız bölüm ile ilgili olarak kredi kullanılıp kullanılmadığı sorulmuş, Ulus İş Bankasının 07.03.2018 tarihli cevabi yazısında; Osman Nuri U.'nin dava konusu bağımsız bölümle ilgili konut kredisi kullanmadığı ifade edilmiştir.
40. Bu açıklamalardan sonra, davacı Mehmet D. ile ilk kayıt maliki davalı Osman Nuri U. arasında dava konusu 5 numaralı bağımsız bölümün temliki ile ilgili inançlı bir işlemin olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır. Şöyle ki, davacı taraf yargılama boyunca inanılan kişinin davalı Osman Nuri olduğunu iddia etmiştir. Ancak, dava konusu bağımsız bölümün devri sırasında davalı Osman Nuri tarafından kullanılan bir kredinin bulunmadığı celp edilen kayıtlardan açıkça anlaşılmaktadır. Davacı tarafın iddiası gözetildiğinde dava konusu bağımsız bölümün davalı Osman Nuri'den diğer davalı İhsan'a devri sırasında İhsan tarafından kullanılan konut kredisine ilişkin ödemelerin yazılı delil başlangıcı sayılamayacağı da açıktır. Öte yandan davacı tarafça inançlı işlemin delili niteliğinde yazılı bir belge ya da yazılı delil başlangıcı sunulmamıştır.
41. O hâlde, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen direnme kararı yasal düzenleme ve ilkelere uygun olup, yerindedir.
42. Hâl böyle olunca, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanmasına karar verilmiştir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
15.03.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.