KANUN YOLU KESİNLİK SINIRININ TESPİTİNDE ASIL ALACAKLA BİRLİKTE HARCI ÖDENMİŞ DAVA VEYA TAKİBE EKLENMİŞ İŞLEMİŞ FAİZ DE GÖZETİLMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/(17)4-282
KARAR NO : 2022/299
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09/05/2019
NUMARASI : 2019/371 - 2019/599
DAVACI : A. Sigorta A.Ş. vekili Av. B.K.G.
DAVALI : H. İş Hanı Yönetimi Adına Yönetici Y.S.
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; konfeksiyon ürünü satış mağazası olarak kullanılan dava dışı A. Konfeksiyon Ticaret A.Ş.'ye ait müvekkili şirkete işyeri sigorta poliçesi ile sigortalanan işyerinin, 05.04.2013 tarihinde, iş hanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucunda hasarlandığını, sigortalıya ödenen 3.182,50 TL’nin rücuen tahsili için iş hanı yönetimi hakkında başlatılan icra takibine davalının haksız yere itiraz ettiğini ileri sürerek vaki itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Yılmaz S. cevap dilekçesinde; asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu, zararın ortak alandan kaynaklanmadığını, istenen miktarın fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.07.2016 tarihli ve 2015/1314 E., 2016/744 K. sayılı kararı ile; bağımsız bölümde oluşan ve ortak alandan kaynaklanan zararların sorumlusu kat malikleri olduğundan davalı yönetimin bu davada taraf sıfatı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 26.11.2018 tarihli ve 2016/19493 E., 2018/11246 K. sayılı kararı ile;
“… Dava, işyeri sigortası poliçesinden kaynaklanan hasarın ortak yerlerden kaynaklandığı iddiasıyla site yönetiminden rücuen tazminatın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali talebine ilişkindir.
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 34. maddesinin 1. fıkrasında “Kat malikleri, ana gayrimenkulün yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye veya üç kişilik bir kurula verebilirler; bu kimseye (Yönetici), Kurula da (Yönetim Kurulu) denir.” Hükmü yer almakta, aynı Kanunun 35. maddesinde de yöneticinin görevleri sayılmaktadır.
Yine aynı Kanunun 38. maddesinde yöneticinin sorumluluğuna ilişkin genel kural “Yönetici, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumludur.” şeklinde ortaya konularak 39. maddesinde ise Yöneticinin Hesap verme yükümlülüğü düzenlenmekte; 40. maddenin 1 .fıkrasında ise Yöneticinin Hakları “Yönetici kaide olarak vekilin haklarına sahiptir.” şeklinde ifade edilmektedir.
Bu hükümler göstermektedir ki, ana gayrimenkulün yönetimi için atanan yönetici veya Yönetim Kurulu, vekil statüsündedir. Dolayısıyla, gerek iç ilişkide gerek dış ilişkide vekil gibi sorumlu ve vekilin haklarına sahiptir. (HGK 08.11.2006 gün 2006/12-682 E. 2006/682 K)
Davalı yönetim, hasarın gerçekleştiği tarihte sigortalı dairenin bulunduğu sitenin yöneticisidir. Davalı ile kat malikleri arasındaki sözleşme niteliğindeki yönetim planı ile bağımsız bölüm maliklerine burada belirtilen hizmetlerin en iyi bir şekilde götürülmesi, site ile ilgili iş ve işlemlerin bir elden yürütülmesi, hizmetlerin ifasının sağlanması, ortak yaşam amaçlarının gerçekleşmesi için birbirlerine karşı çeşitli edimler üstlenmişlerdir. Kat Mülkiyeti Yasası'nın 35. maddesi hükmünde, ana gayrimenkulün gayesine uygun olarak kullanılması, korunması, bakımı ve onarımı için kat maliklerinin yararına gereken tedbirlerin alınması yöneticinin görevleri arasındadır.
Dava konusu hasarın; işhanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucu meydana geldiği iddia edilmektedir. Davacının talep ettiği tazminat yönünden, davalı site yöneticisinin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 38. maddesi ve sözleşmeden kaynaklanan temsil görevi kapsamında pasif husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü zorunlu bulunmaktadır. (Yargıtay uygulaması bu yöndedir)
Bu nedenle, mahkemece işin esasına girilip tarafların göstereceği deliller toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın husumet yokluğu nedeniyle reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.05.2019 tarihli ve 2019/371 E., 2019/599 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalı site yöneticisinin taraf sıfatının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle mahkemece verilen direnme kararının temyiz kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
13. Temyiz kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzeni ile ilgili bir husustur.
14. Somut olayda icra takibi 3.182 TL asıl alacak ve 371,90 TL faiz alacağı olmak üzere toplam 3.553,90 TL için başlatılmış olup, asıl alacağa ve fer’îlerine itiraz edilmesi üzerine işbu dava açılmıştır. 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (HUMK) 427. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı, 5236 sayılı Kanunun 19. maddesiyle HUMK’ya eklenen Ek 4. maddede öngörülen yeniden değerleme oranı da dikkate alındığında direnme kararının verildiği 2019 yılı için 3.200 TL olarak belirlenmiştir.
15. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi, taşınır mal ve alacak davalarında temyiz (kesinlik) sınırını düzenlerken “miktar veya değer” ölçütünü esas almış, ancak, somut olaydaki gibi, asıl alacak ve onun takip tarihine kadar işlemiş faizinin tahsili istemiyle girişilen bir icra takibinde borca itiraz üzerine açılan bir itirazın iptali davasında veya aynı miktardaki asıl alacak ile işlemiş faizin tahsili istemiyle genel hükümlere göre açılan bir alacak davasında kesinlik sınırının asıl alacak tutarına mı, yoksa asıl alacak ile onun işlemiş faizi olarak istenilen tutarın toplamına göre mi belirleneceği konusunda açık bir hüküm getirilmemiştir. Esasen Kanun’un bu yöndeki bir ayırımı içeren tek hükmü 1/2. maddededir ve “...Faiz, icra tazminat ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz” şeklindedir. Kanun, anılan maddede açıkça ve sadece mahkemelerin görevi açısından bir düzenleme getirmiş; amaçlanması hâlinde kesinlik sınırı gibi konularda da benzeri bir ayrım yapılması mümkün olmasına rağmen, bu yola gidilmemiştir. O hâlde, Kanunun salt görevle sınırlı tuttuğu düzenlemenin, başka konuları da içine alacak bir genişlikte yorumlanması doğru değildir.
16. Öğreti ve Yargıtay uygulamasına göre faiz, asıl alacağa bağlı, ikincil (fer’î nitelikte) ancak, ondan bağımsız bir alacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da, belirli bir miktar paradan ibaret alacağın tahsili istemiyle açılmış olan bir davada veya bu yöndeki bir icra takibinde faiz istememiş olan alacaklı, faizden açıkça feragat etmedikçe, asıl alacağa ilişkin dava veya takipte buna ilişkin hakkını saklı tutmasına dahi gerek olmaksızın, asıl alacak zamanaşımına uğramadığı sürece, faiz için ayrı bir dava veya takip yoluna gidilebilir. Eş söyleyişle, ana para alacağına dönüşmüş olmasa bile, işlemiş faiz tutarı, tek başına bir davanın veya icra takibinin konusu olabilir. Böylesi bir icra takibi veya davada, müddeabbihin sadece işlemiş faizden oluşacağı açıktır. Öte yandan, asıl alacakla birlikte istenildiği durumlarda, asıl alacağın türüne, niteliğine, miktarına, temerrüt tarihine ve zamanaşımı süresine bağlı olarak, bazen, tahsili istenilen işlemiş faiz tutarının asıl alacaktan daha fazla olması dahi mümkündür.
17. Gerek asıl alacakla birlikte istenilmiş ve gerekse bağımsız bir dava veya takibe konu edilmiş olsun, alacaklının tahsilini istediği faiz miktarının yerinde ve doğru bir hesaplamaya bağlı olup olmadığının, kesinlik sınırı yönünden yapılacak bir incelemede değerlendirilemeyeceği de ortadadır.
18. Bütün bu nedenlerle gerek genel hükümlere göre açılmış alacak ve gerekse itirazın iptali davalarında verilen hükümlerin miktar yönünden temyizlerinin mümkün olup olmadığının belirlenmesinde, salt asıl alacak tutarının değil, onunla birlikte, harcı ödenmek suretiyle müddeabihe dahil edilerek dava veya takip yoluyla istenilmiş olan işlemiş faiz miktarının da gözetilmesi ve her ikisinin toplamının esas alınması gerekmektedir. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.05.2005 tarihli ve 2005/13-265 E., 2005/300 K.; 09.04.2008 tarihli ve 2008/15-312 E., 2008/306 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
19. Somut olayda, müddeabihe asıl alacak yanında işlemiş faiz tutarı da dahil edilerek talepte bulunulduğundan toplam alacak miktarına bakılmasının gerektiği, toplam alacak miktarı temyiz kesinlik sınırı üzerinde kaldığından ön sorun bulunmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
20. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesi gerekmektedir.
21. Dava, davacı ve davalı olmak üzere iki taraf sistemine göre kurulmuştur. Davanın taraflarının kimler olduğu davacı tarafından sunulan dava dilekçesinde gösterilir. Taraf ehliyeti ise, bir davada taraf olabilme yeteneğini ifade eder. Hak ehliyetine sahip olan her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme yeteneğine sahiptir. Taraf ehliyeti dava şartı olduğundan mahkemece tarafların taraf ehliyetine sahip olup olmadıkları hususu re’sen araştırılır.
22. Bir davada taraf olarak gösterilen kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadıkları hususu ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde taraf sıfatı bir usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu subjektif hakkın özüne ilişkin maddi bir hukuk sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kural olarak, bir davada davacı olma sıfatı (aktif husumet) o hakkın sahibine, davalı sıfatı (pasif husumet) ise; o hakka uymakla yükümlü bulunan kişiye (borçlu) aittir. Davanın tarafları o davada gerçekten taraf sıfatına sahip ise mahkeme davanın esası hakkında inceleme yaparak karar verir (Kuru, Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s. 331 vd.).
23. Görülmektedir ki, mahkemenin davanın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı, bir dava şartı, dolayısıyla bir usul hukuku sorunu değildir. Sıfat, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2016 tarihli ve 2014/13-684 E., 2016/106 K.; 11.11.2020 tarihli ve 2017/13-663 E., 2020/873 K.; 04.11.2021 tarihli ve 2018/1-941 E., 2021/1342 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
24. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 27. maddesi uyarınca kat malikleri kurulunun tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti yoktur. Kat mülkiyeti ile ilgili davalar kural olarak kat malikleri tarafından veya kat maliklerine karşı açılır. Aynı Kanun’un 32. maddesinde ana gayrimenkulün kat malikleri kurulu tarafından, sözleşme, yönetim planı ve kanun hükümleri uyarınca verilecek kararlara göre yönetileceği, 34. maddesinde ise kat maliklerinin, ana gayrimenkulün yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye (yönetici) veya üç kişilik bir kurula (yönetim kurulu) verebilecekleri belirtilmiştir. Bu maddeye göre seçilen yöneticinin görevleri ise 634 sayılı KMK’nın 35. maddesinde ayrı ayrı sayılmış ve maddenin (a) bendinde "kat malikleri kurulunca verilen kararların yerine getirilmesi" yöneticinin görevleri arasında gösterilmiştir. Kanun koyucu tüzel kişiliği bulunmayan bu kurula 634 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile; bu kanundan doğan yetki ve görevleri kapsamındaki bazı iş ve işlemlerde kat maliklerini temsilen hukukî ilişki kurma ve dava takip yetkisi vermiştir.
25. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 38. maddesinde ise yöneticinin, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumlu bulunduğu düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 39. maddesinde yöneticinin hesap verme yükümlülüğü düzenlenmiş, 40. maddesinde ise yöneticinin, kaide olarak vekilin haklarına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
26. Anılan düzenlemeler göstermektedir ki, yönetici kat maliklerinin temsilcisi yani vekili sıfatıyla ana taşınmazın genel yönetimi ile ilgili işlerde dava açabilir. Aynı şekilde yöneticinin görevine giren işlerle ilgili yönetici, davalı kat maliklerinin temsilcisi olarak gösterilebilir. Bu kapsamda kendisine davalı olarak tebligat çıkarılabilir.
27. Ne var ki ana taşınmazın genel yönetimi dışında kalan işler için yöneticinin dava takip yetkisi bulunmadığının kabulü gerekir (Kale, Serdar: Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti, İstanbul 2010, s. 188).
28. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada hasarın iş hanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucu meydana geldiği iddia edildiğinden, davalı site yöneticisinin Kanun ve sözleşmeden kaynaklanan temsil görevi kapsamında taraf sıfatı bulunduğundan işin esasına girilip sonucuna göre bir karar verilmelidir.
29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; kat malikleri kurulunun tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti bulunmadığından kat mülkiyeti ile ilgili davaların kat malikleri tarafından veya kat maliklerine karşı açılması gerektiği, KMK’nın 39 ve 40. maddelerine ayrı bir anlam yüklenerek davalı olarak gösterilen kişinin temsil yetkisinin bulunduğundan söz edilemeyeceği ve direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca Hukuk Genel kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 17 üyenin 16’sı BOZMA, 1’i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
KANUN YOLU KESİNLİK SINIRININ TESPİTİNDE ASIL ALACAKLA BİRLİKTE HARCI ÖDENMİŞ DAVA VEYA TAKİBE EKLENMİŞ İŞLEMİŞ FAİZ DE GÖZETİLMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2021/(17)4-282
KARAR NO : 2022/299
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 09/05/2019
NUMARASI : 2019/371 - 2019/599
DAVACI : A. Sigorta A.Ş. vekili Av. B.K.G.
DAVALI : H. İş Hanı Yönetimi Adına Yönetici Y.S.
1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; konfeksiyon ürünü satış mağazası olarak kullanılan dava dışı A. Konfeksiyon Ticaret A.Ş.'ye ait müvekkili şirkete işyeri sigorta poliçesi ile sigortalanan işyerinin, 05.04.2013 tarihinde, iş hanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucunda hasarlandığını, sigortalıya ödenen 3.182,50 TL’nin rücuen tahsili için iş hanı yönetimi hakkında başlatılan icra takibine davalının haksız yere itiraz ettiğini ileri sürerek vaki itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Yılmaz S. cevap dilekçesinde; asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğunu, zararın ortak alandan kaynaklanmadığını, istenen miktarın fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.07.2016 tarihli ve 2015/1314 E., 2016/744 K. sayılı kararı ile; bağımsız bölümde oluşan ve ortak alandan kaynaklanan zararların sorumlusu kat malikleri olduğundan davalı yönetimin bu davada taraf sıfatı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 26.11.2018 tarihli ve 2016/19493 E., 2018/11246 K. sayılı kararı ile;
“… Dava, işyeri sigortası poliçesinden kaynaklanan hasarın ortak yerlerden kaynaklandığı iddiasıyla site yönetiminden rücuen tazminatın tahsili için başlatılan icra takibine vaki itirazın iptali talebine ilişkindir.
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 34. maddesinin 1. fıkrasında “Kat malikleri, ana gayrimenkulün yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye veya üç kişilik bir kurula verebilirler; bu kimseye (Yönetici), Kurula da (Yönetim Kurulu) denir.” Hükmü yer almakta, aynı Kanunun 35. maddesinde de yöneticinin görevleri sayılmaktadır.
Yine aynı Kanunun 38. maddesinde yöneticinin sorumluluğuna ilişkin genel kural “Yönetici, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumludur.” şeklinde ortaya konularak 39. maddesinde ise Yöneticinin Hesap verme yükümlülüğü düzenlenmekte; 40. maddenin 1 .fıkrasında ise Yöneticinin Hakları “Yönetici kaide olarak vekilin haklarına sahiptir.” şeklinde ifade edilmektedir.
Bu hükümler göstermektedir ki, ana gayrimenkulün yönetimi için atanan yönetici veya Yönetim Kurulu, vekil statüsündedir. Dolayısıyla, gerek iç ilişkide gerek dış ilişkide vekil gibi sorumlu ve vekilin haklarına sahiptir. (HGK 08.11.2006 gün 2006/12-682 E. 2006/682 K)
Davalı yönetim, hasarın gerçekleştiği tarihte sigortalı dairenin bulunduğu sitenin yöneticisidir. Davalı ile kat malikleri arasındaki sözleşme niteliğindeki yönetim planı ile bağımsız bölüm maliklerine burada belirtilen hizmetlerin en iyi bir şekilde götürülmesi, site ile ilgili iş ve işlemlerin bir elden yürütülmesi, hizmetlerin ifasının sağlanması, ortak yaşam amaçlarının gerçekleşmesi için birbirlerine karşı çeşitli edimler üstlenmişlerdir. Kat Mülkiyeti Yasası'nın 35. maddesi hükmünde, ana gayrimenkulün gayesine uygun olarak kullanılması, korunması, bakımı ve onarımı için kat maliklerinin yararına gereken tedbirlerin alınması yöneticinin görevleri arasındadır.
Dava konusu hasarın; işhanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucu meydana geldiği iddia edilmektedir. Davacının talep ettiği tazminat yönünden, davalı site yöneticisinin 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 38. maddesi ve sözleşmeden kaynaklanan temsil görevi kapsamında pasif husumet ehliyetinin bulunduğunun kabulü zorunlu bulunmaktadır. (Yargıtay uygulaması bu yöndedir)
Bu nedenle, mahkemece işin esasına girilip tarafların göstereceği deliller toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın husumet yokluğu nedeniyle reddi doğru görülmemiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İzmir 8. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.05.2019 tarihli ve 2019/371 E., 2019/599 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davalı site yöneticisinin taraf sıfatının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle mahkemece verilen direnme kararının temyiz kesinlik sınırı altında kalıp kalmadığı hususu ön sorun olarak tartışılmıştır.
13. Temyiz kesinlik sınırının belirlenmesi kamu düzeni ile ilgili bir husustur.
14. Somut olayda icra takibi 3.182 TL asıl alacak ve 371,90 TL faiz alacağı olmak üzere toplam 3.553,90 TL için başlatılmış olup, asıl alacağa ve fer’îlerine itiraz edilmesi üzerine işbu dava açılmıştır. 5219 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik sonucu Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (HUMK) 427. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı, 5236 sayılı Kanunun 19. maddesiyle HUMK’ya eklenen Ek 4. maddede öngörülen yeniden değerleme oranı da dikkate alındığında direnme kararının verildiği 2019 yılı için 3.200 TL olarak belirlenmiştir.
15. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 427/2. maddesi, taşınır mal ve alacak davalarında temyiz (kesinlik) sınırını düzenlerken “miktar veya değer” ölçütünü esas almış, ancak, somut olaydaki gibi, asıl alacak ve onun takip tarihine kadar işlemiş faizinin tahsili istemiyle girişilen bir icra takibinde borca itiraz üzerine açılan bir itirazın iptali davasında veya aynı miktardaki asıl alacak ile işlemiş faizin tahsili istemiyle genel hükümlere göre açılan bir alacak davasında kesinlik sınırının asıl alacak tutarına mı, yoksa asıl alacak ile onun işlemiş faizi olarak istenilen tutarın toplamına göre mi belirleneceği konusunda açık bir hüküm getirilmemiştir. Esasen Kanun’un bu yöndeki bir ayırımı içeren tek hükmü 1/2. maddededir ve “...Faiz, icra tazminat ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz” şeklindedir. Kanun, anılan maddede açıkça ve sadece mahkemelerin görevi açısından bir düzenleme getirmiş; amaçlanması hâlinde kesinlik sınırı gibi konularda da benzeri bir ayrım yapılması mümkün olmasına rağmen, bu yola gidilmemiştir. O hâlde, Kanunun salt görevle sınırlı tuttuğu düzenlemenin, başka konuları da içine alacak bir genişlikte yorumlanması doğru değildir.
16. Öğreti ve Yargıtay uygulamasına göre faiz, asıl alacağa bağlı, ikincil (fer’î nitelikte) ancak, ondan bağımsız bir alacaktır. Bunun doğal sonucu olarak da, belirli bir miktar paradan ibaret alacağın tahsili istemiyle açılmış olan bir davada veya bu yöndeki bir icra takibinde faiz istememiş olan alacaklı, faizden açıkça feragat etmedikçe, asıl alacağa ilişkin dava veya takipte buna ilişkin hakkını saklı tutmasına dahi gerek olmaksızın, asıl alacak zamanaşımına uğramadığı sürece, faiz için ayrı bir dava veya takip yoluna gidilebilir. Eş söyleyişle, ana para alacağına dönüşmüş olmasa bile, işlemiş faiz tutarı, tek başına bir davanın veya icra takibinin konusu olabilir. Böylesi bir icra takibi veya davada, müddeabbihin sadece işlemiş faizden oluşacağı açıktır. Öte yandan, asıl alacakla birlikte istenildiği durumlarda, asıl alacağın türüne, niteliğine, miktarına, temerrüt tarihine ve zamanaşımı süresine bağlı olarak, bazen, tahsili istenilen işlemiş faiz tutarının asıl alacaktan daha fazla olması dahi mümkündür.
17. Gerek asıl alacakla birlikte istenilmiş ve gerekse bağımsız bir dava veya takibe konu edilmiş olsun, alacaklının tahsilini istediği faiz miktarının yerinde ve doğru bir hesaplamaya bağlı olup olmadığının, kesinlik sınırı yönünden yapılacak bir incelemede değerlendirilemeyeceği de ortadadır.
18. Bütün bu nedenlerle gerek genel hükümlere göre açılmış alacak ve gerekse itirazın iptali davalarında verilen hükümlerin miktar yönünden temyizlerinin mümkün olup olmadığının belirlenmesinde, salt asıl alacak tutarının değil, onunla birlikte, harcı ödenmek suretiyle müddeabihe dahil edilerek dava veya takip yoluyla istenilmiş olan işlemiş faiz miktarının da gözetilmesi ve her ikisinin toplamının esas alınması gerekmektedir. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.05.2005 tarihli ve 2005/13-265 E., 2005/300 K.; 09.04.2008 tarihli ve 2008/15-312 E., 2008/306 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
19. Somut olayda, müddeabihe asıl alacak yanında işlemiş faiz tutarı da dahil edilerek talepte bulunulduğundan toplam alacak miktarına bakılmasının gerektiği, toplam alacak miktarı temyiz kesinlik sınırı üzerinde kaldığından ön sorun bulunmadığına oy birliğiyle karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
20. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konu ile ilgili kavramların ve yasal mevzuatın irdelenmesi gerekmektedir.
21. Dava, davacı ve davalı olmak üzere iki taraf sistemine göre kurulmuştur. Davanın taraflarının kimler olduğu davacı tarafından sunulan dava dilekçesinde gösterilir. Taraf ehliyeti ise, bir davada taraf olabilme yeteneğini ifade eder. Hak ehliyetine sahip olan her gerçek ve tüzel kişi, davada taraf olabilme yeteneğine sahiptir. Taraf ehliyeti dava şartı olduğundan mahkemece tarafların taraf ehliyetine sahip olup olmadıkları hususu re’sen araştırılır.
22. Bir davada taraf olarak gösterilen kişilerin gerçekten o dava ile ilgili olup olmadıkları hususu ise taraf sıfatı ile ilgilidir. Sıfat, dava hakkı ile taraflar arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu hâlde taraf sıfatı bir usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu subjektif hakkın özüne ilişkin maddi bir hukuk sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kural olarak, bir davada davacı olma sıfatı (aktif husumet) o hakkın sahibine, davalı sıfatı (pasif husumet) ise; o hakka uymakla yükümlü bulunan kişiye (borçlu) aittir. Davanın tarafları o davada gerçekten taraf sıfatına sahip ise mahkeme davanın esası hakkında inceleme yaparak karar verir (Kuru, Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s. 331 vd.).
23. Görülmektedir ki, mahkemenin davanın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemeyeceğinden, dava sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir. Taraf sıfatı, bir dava şartı, dolayısıyla bir usul hukuku sorunu değildir. Sıfat, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunudur. Taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel olduğu için def'i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir olgudur. Aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 27.01.2016 tarihli ve 2014/13-684 E., 2016/106 K.; 11.11.2020 tarihli ve 2017/13-663 E., 2020/873 K.; 04.11.2021 tarihli ve 2018/1-941 E., 2021/1342 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
24. 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu’nun (KMK) 27. maddesi uyarınca kat malikleri kurulunun tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti yoktur. Kat mülkiyeti ile ilgili davalar kural olarak kat malikleri tarafından veya kat maliklerine karşı açılır. Aynı Kanun’un 32. maddesinde ana gayrimenkulün kat malikleri kurulu tarafından, sözleşme, yönetim planı ve kanun hükümleri uyarınca verilecek kararlara göre yönetileceği, 34. maddesinde ise kat maliklerinin, ana gayrimenkulün yönetimini kendi aralarından veya dışarıdan seçecekleri bir kimseye (yönetici) veya üç kişilik bir kurula (yönetim kurulu) verebilecekleri belirtilmiştir. Bu maddeye göre seçilen yöneticinin görevleri ise 634 sayılı KMK’nın 35. maddesinde ayrı ayrı sayılmış ve maddenin (a) bendinde "kat malikleri kurulunca verilen kararların yerine getirilmesi" yöneticinin görevleri arasında gösterilmiştir. Kanun koyucu tüzel kişiliği bulunmayan bu kurula 634 sayılı Kanun’un 35. maddesi ile; bu kanundan doğan yetki ve görevleri kapsamındaki bazı iş ve işlemlerde kat maliklerini temsilen hukukî ilişki kurma ve dava takip yetkisi vermiştir.
25. Kat Mülkiyeti Kanunu’nun 38. maddesinde ise yöneticinin, kat maliklerine karşı aynen bir vekil gibi sorumlu bulunduğu düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 39. maddesinde yöneticinin hesap verme yükümlülüğü düzenlenmiş, 40. maddesinde ise yöneticinin, kaide olarak vekilin haklarına sahip olduğu hüküm altına alınmıştır.
26. Anılan düzenlemeler göstermektedir ki, yönetici kat maliklerinin temsilcisi yani vekili sıfatıyla ana taşınmazın genel yönetimi ile ilgili işlerde dava açabilir. Aynı şekilde yöneticinin görevine giren işlerle ilgili yönetici, davalı kat maliklerinin temsilcisi olarak gösterilebilir. Bu kapsamda kendisine davalı olarak tebligat çıkarılabilir.
27. Ne var ki ana taşınmazın genel yönetimi dışında kalan işler için yöneticinin dava takip yetkisi bulunmadığının kabulü gerekir (Kale, Serdar: Medeni Yargılamada Taraf Ehliyeti, İstanbul 2010, s. 188).
28. Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada hasarın iş hanının ortak kullanım alanındaki temiz su borularının patlaması ile boşa akan suların tavan kısmından bodrum kata sirayet etmesi sonucu meydana geldiği iddia edildiğinden, davalı site yöneticisinin Kanun ve sözleşmeden kaynaklanan temsil görevi kapsamında taraf sıfatı bulunduğundan işin esasına girilip sonucuna göre bir karar verilmelidir.
29. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; kat malikleri kurulunun tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti bulunmadığından kat mülkiyeti ile ilgili davaların kat malikleri tarafından veya kat maliklerine karşı açılması gerektiği, KMK’nın 39 ve 40. maddelerine ayrı bir anlam yüklenerek davalı olarak gösterilen kişinin temsil yetkisinin bulunduğundan söz edilemeyeceği ve direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca Hukuk Genel kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-1 maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 10.03.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 17 üyenin 16’sı BOZMA, 1’i ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.