MAHKEMECE MAZERET DİLEKÇESİNİN KABULÜNE KARAR VERİLMESİNE RAĞMEN DAVACI YANIN YOKLUĞUNDA VE SÖZLÜ YARGILAMA İÇİN AYRI BİR GÜN BELİRLENMEKSİZİN KARAR VERİLMESİ HATALI OLMUŞTUR.
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2023/3245
Karar No : 2025/2017
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.11.2022
SAYISI : 2021/2381 E., 2022/1848 K.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, 15.04.2025 Salı günü duruşma yapılmasına ve duruşma gününün taraflara davetiye ile bildirilmesine karar verilmiştir.
Belli edilen günde, temyiz eden davacı vekili Av. T.E. geldi, davetiye tebliğine rağmen davalılar gelmediler. Yokluklarında duruşmaya başlandı, gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. Temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; eşi Rabi K. tarafından tefecilik yapan Mustafa K.'tan 20.000 USD para alındığını, bunun üzerine yapılan maddi ve manevi baskı çerçevesinde paydaşı olduğu 1601 ada 4 parsel sayılı taşınmazın gabin hile ve sair irade yanıltması çerçevesinde inançlı işlem ve teminat saiki ile Mustafa K.'a devredildiğini, paranın eşi tarafından ödendiğini ancak Mustafa K.'ın muvazaaya konu taşınmazı akrabası Firit D.'a devrettiğini, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas sayılı dosyasında dava açıldığını, davalı Mustafa K.'ın sahte kimlik kullanarak davada yer aldığını, Firit D.'ın gayrimenkulü alacak kadar imkanı olmadığını, Firit D. vefat ettikten sonra Mustafa K.'ın yönlendirmesi ile taşınmazın davalı Emine A.'a devredildiğini, bu devirin de kanuna karşı hile ve muvazaalı olduğunu, Emine A.'ın Mustafa K.'ın kardeşinin yakını olduğunu ve taşınmazı alacak geliri olmadığını, yaşlı olup okur-yazar olmadığı, iradesinin Mustafa K. ve diğer kişiler tarafından yanıltıldığını ileri sürerek tapu kaydının tefecilik, kanuna karşı hile ve sair sebeplerden iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, 22.06.2020 tarihli dilekçe ile Ahmet B., Mustafa K. ve Firit D. mirasçılarının davaya dahil edilmesi talep edilmiş, 23.10.2020 tarihli duruşmada zorunlu dava arkadaşlığı bulunması nedeniyle Mustafa K. ve Firit D. mirasçıları davaya dahil edilmiştir.
II. CEVAP
Davalı Emine A.; 2003 yılından gelen bir takım borç-alacak ilişkisinden bilgisinin olmadığını, iyi niyetli üçüncü şahıs olarak ve tapuya güven ilkesi gereği Firit D. mirasçılarından taşınmazı 03.11.2010 tarihinde satın aldığını, satın aldıktan sonra eşinin kardeşi Mustafa A. ile dairede oturan ve kiracı olduklarını düşündüğü kişilerle görüşmeye gittiğini, davacı, davacının oğlu ve gelini tarafından tehdit ve hakarete uğradığını, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasında tahliyeye yönelik dava açtığını, Mustafa K.'ı tanımadığını, davacının hile iddiasının üzerinden 10 yıldan fazla sürenin geçtiğini, bu süre içerisinde dava açılmayıp söz konusu gayrimenkulden tahliye edilecekleri aşamada davayı açmış olmalarının kötüniyetli olduklarını gösterdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Mustafa K.; davacının dava dilekçesinde belirtmiş olduğu hususların tamamen asılsız olduğunu, taşınmazın yıllar önce satıldığını, ilgisi kalmadığını; Firit D. mirasçısı Fethiye Daş ise davacının dava dilekçesinde belirtmiş olduğu hususların tamamen asılsız olduğunu, taşınmazın uzun zaman önce devredildiğini, davacının satmış olduğu taşınmazı yıllardır kullanmakta olup kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; aynı iddianın Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı dosyası ile ileri sürülmüş olmasından ötürü Mustafa K. ve Firit D. mirasçıları yönünden kesin hüküm olması nedeniyle, davalı Emine A. yönünden ise yapılan ilk devir işleminin yolsuz olmaması ve iyi niyetli 3. kişi olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı dosyasında davacı tarafından Mustafa K. ve Firit D. aleyhine hile, inançlı işlem ve muvazaalı devir nedenine dayalı tapu iptal-tescil talepli dava açıldığı, ispat edilemeyen davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden geçerek 23.11.2009 tarihinde kesinleştiği, davacının Mustafa D.'a temlik ettiği pay ile mülkiyet ilişkisi kalmadığı, taşınmazı Firit D.'tan intikalen edinen Fatma Yaşam D. ile Firit D. mirasçılarının hisselerini edinen davalı Emine A. yönünden aynı iddialarla taşınmazın tapusunun iptali talebinin hukuki dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle HMK'nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; davalıların tamamının kötüniyetli olduğunu, Mustafa K.’ın tefecilik yaptığını, eşi ile Mustafa arasındaki para alışverişine ilişkin kayıtların celp edilmediğini, bahsi geçen diğer dosyada Mustafa vekili Mehmet Fasih A.’in Gaziosmanpaşa 2. Aile Mahkemesinin 208/21 Esas sayılı dosyasında Fatma Yaşam D. vekilliğini yaptığını, Firit mirasçılarından Mustafa K. adına tapuyu devretmeye çalıştığını, Emine A.’ın da Mustafa tarafından yönlendirildiğini, vekil hakkındaki soruşturmanın da eksik inceleme ile yapıldığını, Firit’in gece bekçisi olup alım gücü olmadığını, gelir araştırması yapılmadığını, Firit D.’ın ölmeden önce taşınmazı Rabi’ye vermek istediğini belirttiğini, davalıların beyanlarının çelişkili olduğunu, Emine’nin taşınmazı alırken paydaşları bilmediğini, HTS kayıtlarının getirilip incelenmesi gerektiğini, bilirkişi raporu ile gerçek değer ve temlik değerleri arasından farkın ortaya konulduğunu, vekil Mehmet Fasih A.’in Bakırköy 25. Noterliğinin 21.09.1999 tarih 3920 yevmiyeli vekaletinin sahte olduğunu vekalet verenin davalı ile aynı kişi olmadığını, önceki tapu iptali ve tescil dosyasında bu vekaletname ile işlem yapıldığını, bu duruma ilişkin soruşturma olduğunu, akıbetinin araştırılmadığını, tanıkların dinlenmediğini, yemin ve isticvap gibi dosyaya bildirilen delillerin toplanmadığını, adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkı ile gerekçeli karar hakkının elinden alındığını, taşınmazın diğer paydaşı Ahmet B.’ın davaya dahil edilmesi gerektiğini, zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu, davacının yaşlı olup okuma-yazması olmadığını, iradesinin sakatlandığını, kalacak başka bir evi olmadığını, hileye ilişkin prensiplerin uygulanmadığını, tahkikat bitirilmesine rağmen delil toplanmaya başlandığını, sözlü yargılamanın usulüne uygun yapılmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme ve Gerekçe
Dava, inançlı işlem ve hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Dosya içeriğinden; dava konusu 1061 ada 4 parsel sayılı 244 m2 miktarlı arsa nitelikli taşınmazın 9/10 payı davacı Salime Kaya adına kayıtlı iken dosya arasında yer alan tapu senedine göre 30.03.2001 tarihinde Mustafa K.’a temlik edildiği, onun da 04.11.2003 tarihinde Firit D.’a temlik ettiği, ölümü ile 01.11.2010 tarihinde mirasçıları Ferdi Daş, Fethiye Daş ve davalı Fatma Yaşam D.’a intikal ettiği, Ferdi ve Fethiye’nin toplam 9/16 payını 03.11.2010 tarihinde davalı Emine A.’a temlik ettiği, taşınmazın 1/10 payının dava dışı Ahmet B. adına kayıtlı olduğu, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.07.2008 tarihli 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı kararı ile davacı Salime tarafından 27.12.2004 tarihinde Mustafa K. ve Ferit Daş aleyhine dava konusu taşınmaz için hile nedeniyle tapu iptali ve tescil veya tazminat istekli dava açıldığı, davalı Mustafa’ya ulaşılamadığından ilanen tebliğ yapıldığı, 27.05.2008 tarihinde davalı Mustafa K.'ın (kayıt maliki ile kimlik bilgileri farklı) vekili aracılığı ile taşınmazı satın aldığını, davacının eşi Rabi ile 6 aylık kira sözleşmesi yapıldığını, 6 ay sonra tahliye istenildiğini ve İcra Hukuk Mahkemesince 22.01.2002 tarih 2002/115 Esas, 2002/668 Karar sayılı tahliye kararı verildiğini, dolandırmanın söz konusu olmadığını ve davanın süresinde açılmadığını beyan ettiği, yapılan yargılama sonucunda devirlerin hileli olduğu kanıtlanamadığından davanın reddine karar verildiği, Dairenin 04.06.2009 tarih 2009/5213 Esas, 2009/6417 Karar sayılı ilamı ile onandığı ve davacının karar düzeltme talebinin 23.11.2009 tarihinde reddi ile kesinleştiği, dosya arasında yalnızca 04.11.2003 ve 03.11.2010 tarihli akitlerin yer aldığı, diğer temlik işlemlerinin bulunmadığı, kararları yer alan Gaziosmanpaşa CBS 2004/21.19 soruşturma nolu dosyası ve Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasının dosya arasına alınmadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, davacının hile iddiasına ilişkin olarak davalıların bayiine açtığı tapu iptal davasının reddiyle sonuçlanan ve derecattan geçerek kesinleşen Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.07.2008 tarihli 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı kararın tarafları da bağlayacağı için hile iddiasına ilişkin iddianın dinlenme olanağı bulunmadığından davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak Mahkemece daha önce kesinleşen davada inançlı işlem iddiası yönünden inceleme ve değerlendirme yapılmadığı gözetilmeksizin eldeki davada inançlı işlem iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidilmesi isabetli değildir.
Bilindiği gibi; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işleme genellikle teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin değinilen bu özellikleri nedeniyle taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
İnanç sözleşmeleri tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini, devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26. ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Anılan 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği, şayet delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Diğer taraftan; TMK’nın 1023. maddesinde; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.", 1024/1. maddesinde; “ Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.” 1024/2. maddesinde; “Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.” 1024/3. maddesinde; “Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç kısmında belirtildiği üzere, “vakıa ve karinelerden, olayda kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacağı belirlenmiş olan kimsenin kötüniyetinin, diğer tarafa ispat ettirilmesine artık sebep ve vecih kalmayacağına ve dava hakkının doğumunu sağlayan veya bertaraf eden iyiniyetin ve kötüniyetin bu durumda mahkemece re'sen nazara alınabileceğine” karar verilmiştir.
Öte yandan; hangi yargılama usulü uygulanırsa uygulansın tarafların yargılamada sözlü olarak görüş ve değerlendirmelerini ifade etmeleri özel bir önem taşımaktadır.
Yazılı yargılama usulünde de tarafların hükümden önce son kez mahkeme huzurunda sözlü değerlendirme yapıp açıklamada bulunmaları, doğru bir karar verilmesi bakımından önemlidir.
Bu ilkeler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 184. ve 186. maddelerinde yapılan düzenlemelerle hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 184. maddesinde açıkça; Hâkimin, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz vereceği, mahkemenin tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği, yine aynı Kanun'un 186. maddesi hükmü ile de mahkemenin tahkikatın bitiminden sonra sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet edeceği, taraflara çıkartılacak davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkeme de hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususunu bildireceği, mahkemenin sözlü yargılamada tarafların son sözlerini sorarak hükmünü vereceği düzenlenmiş olup anılan düzenlemeler emredici niteliktedir.
Somut olayda, sözlü yargılamaya ilişkin yukarıda açıklanan ilkeler dikkate alınmadan sonuca gidilmiştir.
Şöyle ki; davacı vekilinin 14.07.2021 tarihli duruşmaya yeni duruşma gününün tayin edilmesi istekli mazeret dilekçesi gönderdiği, Mahkemece mazeret dilekçesinin kabulüne karar verilmesine rağmen, davacı yanın yokluğunda ve sözlü yargılama için ayrı bir gün belirlenmeksizin karar verildiği görülmektedir.
Hal böyle olunca; dava konusu taşınmazın ilk tesisinden itibaren tedavüllü tapu kayıtlarının (tapu kütük sayfaları, akitler, hüküm, ifraz vs. evrakları) ve Gaziosmanpaşa CBS 2004/21.19 soruşturma nolu dosyası ile Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasının dosya arasına alınması, inançlı işlem iddiası yönünden yukarıda belirtilen ilkeler kapsamında değerlendirme yapılması, HMK'nın 184. maddesi hükmü gereğince, tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için taraflara söz verilip tahkikatın bittiği tefhim edildikten sonra, taraflara sözlü yargılama için duruşmanın başka bir güne bırakılmasını isteyip istemediklerinin sorulması, talep halinde başka bir gün tayin edilmesi ve taraflara meşruhatlı davetiye gönderilmesi, başka bir duruşma gününü istememeleri halinde sözlü yargılama aşamasına geçilerek aynı Kanun'un 186. maddesi gereğince taraflara sözlü yargılama yoluyla beyanda bulunma hakkı verilerek hüküm tesis edilmesi gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin yukarıda değinilen yönlere ilişkin temyiz itirazının kabulü ile temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine,
03.10.2024 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca gelen temyiz eden davacı vekili için 28.000,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.04.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Tümer Türkeş Genç İsmail Aysal Metin Tepe Yakup Moğul İsmail Uçar
BİLGİ : "Mazeret kabul edilmesine rağmen sözlü yargılama yapılmadan yargılamaya son verilmesi hatalı olmuştur" şeklindeki Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 29 Kasım 2023 tarihli kararı için bkz.
MAHKEMECE MAZERET DİLEKÇESİNİN KABULÜNE KARAR VERİLMESİNE RAĞMEN DAVACI YANIN YOKLUĞUNDA VE SÖZLÜ YARGILAMA İÇİN AYRI BİR GÜN BELİRLENMEKSİZİN KARAR VERİLMESİ HATALI OLMUŞTUR.
T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2023/3245
Karar No : 2025/2017
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 08.11.2022
SAYISI : 2021/2381 E., 2022/1848 K.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından duruşma istekli temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, 15.04.2025 Salı günü duruşma yapılmasına ve duruşma gününün taraflara davetiye ile bildirilmesine karar verilmiştir.
Belli edilen günde, temyiz eden davacı vekili Av. T.E. geldi, davetiye tebliğine rağmen davalılar gelmediler. Yokluklarında duruşmaya başlandı, gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. Temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı; eşi Rabi K. tarafından tefecilik yapan Mustafa K.'tan 20.000 USD para alındığını, bunun üzerine yapılan maddi ve manevi baskı çerçevesinde paydaşı olduğu 1601 ada 4 parsel sayılı taşınmazın gabin hile ve sair irade yanıltması çerçevesinde inançlı işlem ve teminat saiki ile Mustafa K.'a devredildiğini, paranın eşi tarafından ödendiğini ancak Mustafa K.'ın muvazaaya konu taşınmazı akrabası Firit D.'a devrettiğini, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas sayılı dosyasında dava açıldığını, davalı Mustafa K.'ın sahte kimlik kullanarak davada yer aldığını, Firit D.'ın gayrimenkulü alacak kadar imkanı olmadığını, Firit D. vefat ettikten sonra Mustafa K.'ın yönlendirmesi ile taşınmazın davalı Emine A.'a devredildiğini, bu devirin de kanuna karşı hile ve muvazaalı olduğunu, Emine A.'ın Mustafa K.'ın kardeşinin yakını olduğunu ve taşınmazı alacak geliri olmadığını, yaşlı olup okur-yazar olmadığı, iradesinin Mustafa K. ve diğer kişiler tarafından yanıltıldığını ileri sürerek tapu kaydının tefecilik, kanuna karşı hile ve sair sebeplerden iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiş, 22.06.2020 tarihli dilekçe ile Ahmet B., Mustafa K. ve Firit D. mirasçılarının davaya dahil edilmesi talep edilmiş, 23.10.2020 tarihli duruşmada zorunlu dava arkadaşlığı bulunması nedeniyle Mustafa K. ve Firit D. mirasçıları davaya dahil edilmiştir.
II. CEVAP
Davalı Emine A.; 2003 yılından gelen bir takım borç-alacak ilişkisinden bilgisinin olmadığını, iyi niyetli üçüncü şahıs olarak ve tapuya güven ilkesi gereği Firit D. mirasçılarından taşınmazı 03.11.2010 tarihinde satın aldığını, satın aldıktan sonra eşinin kardeşi Mustafa A. ile dairede oturan ve kiracı olduklarını düşündüğü kişilerle görüşmeye gittiğini, davacı, davacının oğlu ve gelini tarafından tehdit ve hakarete uğradığını, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasında tahliyeye yönelik dava açtığını, Mustafa K.'ı tanımadığını, davacının hile iddiasının üzerinden 10 yıldan fazla sürenin geçtiğini, bu süre içerisinde dava açılmayıp söz konusu gayrimenkulden tahliye edilecekleri aşamada davayı açmış olmalarının kötüniyetli olduklarını gösterdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Mustafa K.; davacının dava dilekçesinde belirtmiş olduğu hususların tamamen asılsız olduğunu, taşınmazın yıllar önce satıldığını, ilgisi kalmadığını; Firit D. mirasçısı Fethiye Daş ise davacının dava dilekçesinde belirtmiş olduğu hususların tamamen asılsız olduğunu, taşınmazın uzun zaman önce devredildiğini, davacının satmış olduğu taşınmazı yıllardır kullanmakta olup kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
III. İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; aynı iddianın Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı dosyası ile ileri sürülmüş olmasından ötürü Mustafa K. ve Firit D. mirasçıları yönünden kesin hüküm olması nedeniyle, davalı Emine A. yönünden ise yapılan ilk devir işleminin yolsuz olmaması ve iyi niyetli 3. kişi olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı dosyasında davacı tarafından Mustafa K. ve Firit D. aleyhine hile, inançlı işlem ve muvazaalı devir nedenine dayalı tapu iptal-tescil talepli dava açıldığı, ispat edilemeyen davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay denetiminden geçerek 23.11.2009 tarihinde kesinleştiği, davacının Mustafa D.'a temlik ettiği pay ile mülkiyet ilişkisi kalmadığı, taşınmazı Firit D.'tan intikalen edinen Fatma Yaşam D. ile Firit D. mirasçılarının hisselerini edinen davalı Emine A. yönünden aynı iddialarla taşınmazın tapusunun iptali talebinin hukuki dayanağının bulunmadığı gerekçesiyle HMK'nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; davalıların tamamının kötüniyetli olduğunu, Mustafa K.’ın tefecilik yaptığını, eşi ile Mustafa arasındaki para alışverişine ilişkin kayıtların celp edilmediğini, bahsi geçen diğer dosyada Mustafa vekili Mehmet Fasih A.’in Gaziosmanpaşa 2. Aile Mahkemesinin 208/21 Esas sayılı dosyasında Fatma Yaşam D. vekilliğini yaptığını, Firit mirasçılarından Mustafa K. adına tapuyu devretmeye çalıştığını, Emine A.’ın da Mustafa tarafından yönlendirildiğini, vekil hakkındaki soruşturmanın da eksik inceleme ile yapıldığını, Firit’in gece bekçisi olup alım gücü olmadığını, gelir araştırması yapılmadığını, Firit D.’ın ölmeden önce taşınmazı Rabi’ye vermek istediğini belirttiğini, davalıların beyanlarının çelişkili olduğunu, Emine’nin taşınmazı alırken paydaşları bilmediğini, HTS kayıtlarının getirilip incelenmesi gerektiğini, bilirkişi raporu ile gerçek değer ve temlik değerleri arasından farkın ortaya konulduğunu, vekil Mehmet Fasih A.’in Bakırköy 25. Noterliğinin 21.09.1999 tarih 3920 yevmiyeli vekaletinin sahte olduğunu vekalet verenin davalı ile aynı kişi olmadığını, önceki tapu iptali ve tescil dosyasında bu vekaletname ile işlem yapıldığını, bu duruma ilişkin soruşturma olduğunu, akıbetinin araştırılmadığını, tanıkların dinlenmediğini, yemin ve isticvap gibi dosyaya bildirilen delillerin toplanmadığını, adil yargılanma ve hukuki dinlenilme hakkı ile gerekçeli karar hakkının elinden alındığını, taşınmazın diğer paydaşı Ahmet B.’ın davaya dahil edilmesi gerektiğini, zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu, davacının yaşlı olup okuma-yazması olmadığını, iradesinin sakatlandığını, kalacak başka bir evi olmadığını, hileye ilişkin prensiplerin uygulanmadığını, tahkikat bitirilmesine rağmen delil toplanmaya başlandığını, sözlü yargılamanın usulüne uygun yapılmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
B. Değerlendirme ve Gerekçe
Dava, inançlı işlem ve hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Dosya içeriğinden; dava konusu 1061 ada 4 parsel sayılı 244 m2 miktarlı arsa nitelikli taşınmazın 9/10 payı davacı Salime Kaya adına kayıtlı iken dosya arasında yer alan tapu senedine göre 30.03.2001 tarihinde Mustafa K.’a temlik edildiği, onun da 04.11.2003 tarihinde Firit D.’a temlik ettiği, ölümü ile 01.11.2010 tarihinde mirasçıları Ferdi Daş, Fethiye Daş ve davalı Fatma Yaşam D.’a intikal ettiği, Ferdi ve Fethiye’nin toplam 9/16 payını 03.11.2010 tarihinde davalı Emine A.’a temlik ettiği, taşınmazın 1/10 payının dava dışı Ahmet B. adına kayıtlı olduğu, Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.07.2008 tarihli 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı kararı ile davacı Salime tarafından 27.12.2004 tarihinde Mustafa K. ve Ferit Daş aleyhine dava konusu taşınmaz için hile nedeniyle tapu iptali ve tescil veya tazminat istekli dava açıldığı, davalı Mustafa’ya ulaşılamadığından ilanen tebliğ yapıldığı, 27.05.2008 tarihinde davalı Mustafa K.'ın (kayıt maliki ile kimlik bilgileri farklı) vekili aracılığı ile taşınmazı satın aldığını, davacının eşi Rabi ile 6 aylık kira sözleşmesi yapıldığını, 6 ay sonra tahliye istenildiğini ve İcra Hukuk Mahkemesince 22.01.2002 tarih 2002/115 Esas, 2002/668 Karar sayılı tahliye kararı verildiğini, dolandırmanın söz konusu olmadığını ve davanın süresinde açılmadığını beyan ettiği, yapılan yargılama sonucunda devirlerin hileli olduğu kanıtlanamadığından davanın reddine karar verildiği, Dairenin 04.06.2009 tarih 2009/5213 Esas, 2009/6417 Karar sayılı ilamı ile onandığı ve davacının karar düzeltme talebinin 23.11.2009 tarihinde reddi ile kesinleştiği, dosya arasında yalnızca 04.11.2003 ve 03.11.2010 tarihli akitlerin yer aldığı, diğer temlik işlemlerinin bulunmadığı, kararları yer alan Gaziosmanpaşa CBS 2004/21.19 soruşturma nolu dosyası ve Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasının dosya arasına alınmadığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, davacının hile iddiasına ilişkin olarak davalıların bayiine açtığı tapu iptal davasının reddiyle sonuçlanan ve derecattan geçerek kesinleşen Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.07.2008 tarihli 2004/630 Esas, 2008/307 Karar sayılı kararın tarafları da bağlayacağı için hile iddiasına ilişkin iddianın dinlenme olanağı bulunmadığından davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak Mahkemece daha önce kesinleşen davada inançlı işlem iddiası yönünden inceleme ve değerlendirme yapılmadığı gözetilmeksizin eldeki davada inançlı işlem iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılmadan sonuca gidilmesi isabetli değildir.
Bilindiği gibi; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, tarafların hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işleme genellikle teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin değinilen bu özellikleri nedeniyle taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
İnanç sözleşmeleri tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. Anılan sözleşmelerde taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini, devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK'nın 26. ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Anılan 05.02.1947 tarihli, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği, şayet delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Diğer taraftan; TMK’nın 1023. maddesinde; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.", 1024/1. maddesinde; “ Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.” 1024/2. maddesinde; “Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.” 1024/3. maddesinde; “Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
14.02.1951 tarihli ve 1949/17 Esas, 1951/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç kısmında belirtildiği üzere, “vakıa ve karinelerden, olayda kanunen iyiniyet iddiasında bulunamayacağı belirlenmiş olan kimsenin kötüniyetinin, diğer tarafa ispat ettirilmesine artık sebep ve vecih kalmayacağına ve dava hakkının doğumunu sağlayan veya bertaraf eden iyiniyetin ve kötüniyetin bu durumda mahkemece re'sen nazara alınabileceğine” karar verilmiştir.
Öte yandan; hangi yargılama usulü uygulanırsa uygulansın tarafların yargılamada sözlü olarak görüş ve değerlendirmelerini ifade etmeleri özel bir önem taşımaktadır.
Yazılı yargılama usulünde de tarafların hükümden önce son kez mahkeme huzurunda sözlü değerlendirme yapıp açıklamada bulunmaları, doğru bir karar verilmesi bakımından önemlidir.
Bu ilkeler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 184. ve 186. maddelerinde yapılan düzenlemelerle hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 184. maddesinde açıkça; Hâkimin, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz vereceği, mahkemenin tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim edeceği, yine aynı Kanun'un 186. maddesi hükmü ile de mahkemenin tahkikatın bitiminden sonra sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet edeceği, taraflara çıkartılacak davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkeme de hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususunu bildireceği, mahkemenin sözlü yargılamada tarafların son sözlerini sorarak hükmünü vereceği düzenlenmiş olup anılan düzenlemeler emredici niteliktedir.
Somut olayda, sözlü yargılamaya ilişkin yukarıda açıklanan ilkeler dikkate alınmadan sonuca gidilmiştir.
Şöyle ki; davacı vekilinin 14.07.2021 tarihli duruşmaya yeni duruşma gününün tayin edilmesi istekli mazeret dilekçesi gönderdiği, Mahkemece mazeret dilekçesinin kabulüne karar verilmesine rağmen, davacı yanın yokluğunda ve sözlü yargılama için ayrı bir gün belirlenmeksizin karar verildiği görülmektedir.
Hal böyle olunca; dava konusu taşınmazın ilk tesisinden itibaren tedavüllü tapu kayıtlarının (tapu kütük sayfaları, akitler, hüküm, ifraz vs. evrakları) ve Gaziosmanpaşa CBS 2004/21.19 soruşturma nolu dosyası ile Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/295 Esas sayılı dosyasının dosya arasına alınması, inançlı işlem iddiası yönünden yukarıda belirtilen ilkeler kapsamında değerlendirme yapılması, HMK'nın 184. maddesi hükmü gereğince, tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için taraflara söz verilip tahkikatın bittiği tefhim edildikten sonra, taraflara sözlü yargılama için duruşmanın başka bir güne bırakılmasını isteyip istemediklerinin sorulması, talep halinde başka bir gün tayin edilmesi ve taraflara meşruhatlı davetiye gönderilmesi, başka bir duruşma gününü istememeleri halinde sözlü yargılama aşamasına geçilerek aynı Kanun'un 186. maddesi gereğince taraflara sözlü yargılama yoluyla beyanda bulunma hakkı verilerek hüküm tesis edilmesi gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin yukarıda değinilen yönlere ilişkin temyiz itirazının kabulü ile temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine,
03.10.2024 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca gelen temyiz eden davacı vekili için 28.000,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine,
Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
15.04.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Tümer Türkeş Genç İsmail Aysal Metin Tepe Yakup Moğul İsmail Uçar
BİLGİ : "Mazeret kabul edilmesine rağmen sözlü yargılama yapılmadan yargılamaya son verilmesi hatalı olmuştur" şeklindeki Yargıtay 11. Hukuk Dairesi'nin 29 Kasım 2023 tarihli kararı için bkz.

