MAL REJİMİNİN TASFİYESİNDE BAĞIŞ AMACINI TAŞIYAN DAVRANIŞ VE İRADENİN DURAKSAMAYA YER VERMEYECEK ŞEKİLDE AÇIK OLMASI GEREKİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/8-657
KARAR NO : 2021/1617
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Adana 5. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 11/07/2017
NUMARASI : 2017/350 - 2017/563
DAVACI : Ö.A. vekili Av. Y.Ö.
DAVALI : S.A.
1. Taraflar arasındaki “mal rejiminden kaynaklanan katkı payı alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 5. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı dava dilekçesinde; davalı ile 22.01.1976 tarihinde evlendiklerini, Adana 5. Aile Mahkemesinin 2012/202 E., 2012/773 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, evlilikleri süresince davalının hiçbir işte çalışmadığını, kendisinin ise emekli olduktan sonra dahi ek işlerde çalışmaya devam ettiğini, davalı adına kayıtlı Adana ili, Yüreğir ilçesi, Buruk Köyü, 3.6 ada, 2 parselde kayıtlı ev ve arsanın kendi babası Mehmet’ten 1978 yılında satın alındığını, arsa üzerine 1982 yılında ev yapıldığını, tarafların bu evde çocukları ile birlikte yaşadıklarını, arsa ve üzerine yapılan evin tüm bedelinin kendisi tarafından karşılandığını, bu eve taşındıktan sonra eşine jest amaçlı ve güven ilişkisine dayalı olarak taşınmazı bedelsiz şekilde tapuda eşine devrettiğini, ancak boşandıktan sonra eşinin hakkını inkâr ettiğini ileri sürerek katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, çocukluğundan beri Adana’nın en zengin ailelerinden olan “İ.” tarafından bakılıp büyütüldüğünü, Osman İ. tarafından evlilik öncesinde kendisine yarım kilo altın takıldığını, dava konusu taşınmazın 1976 yılında kendisine takılan bu altınların satılması sonucunda alındığını, daha sonra aynı kişinin kendisine yaptığı para yardımı sayesinde evin inşaatının tamamlandığını, tapunun da bu sebeple kendisi adına tescil edildiğini, davacının evlilik süresince fabrikada asgari ücretle işçi olarak çalıştığını, maaşıyla ancak evi geçindirdiğini, elde ettiği gelirle arsayı satın alarak ev yaptırmasının mümkün olmadığını, evin tüm hakkının kendisi ve çocuklarına ait olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Adana 5. Aile Mahkemesinin 15.04.2014 tarihli ve 2013/467 E., 2014/299 K. sayılı kararı ile; taşınmazın 11.03.1984 tarihinde erkek tarafından kadın adına tescil edildiği, dava konusu arsa ve üzerinde yapılan binanın mal ayrımı döneminde alındığı, davacının jest ve güvene dayalı olarak taşınmazı davalıya devrettiğini beyan ettiği, dolayısıyla davacının gizli bağışta bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Onama Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 25.11.2015 tarihli ve 2014/13769 E., 2015/21139 K. sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Özel Daire Karar Düzeltme Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10.05.2016 tarihli ve 2016/1640 E., 2016/8613 K. sayılı kararı ile;
“… 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 285. maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık(ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir(Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s. 344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. B., İstanbul 2002, s. 222). Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz (TBK 285/3).
Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşünceyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.
Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M. Alper: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. 1, 3. B., İstanbul 2013, s. 205; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., Ankara 2008. s. 144).
Somut olayda; Davacı, tasfiyeye konu taşınmazı bir jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini bildirmiştir.
Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği, ayrım gözetilmeksizin eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edindirmesi mümkündür ancak, bunda duraksama olmayacak şekilde bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak için kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir(6100 s.lı HMK 33 m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacak isteğine ilişkindir.
01.01.2002 tarihinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM 170 m). TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK 544, TBK 646 m).
Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM 186/1 m). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM 189 m.). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka malvarlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vs gibi) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu malvarlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtay'ın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.
Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka malvarlıkları (ziynet, miras, bağış vs gibi) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir.
Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm(rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.
Dava konusu malvarlığına, başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olunmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 sayılı TKM'nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu malvarlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir.
Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu malvarlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle, her bir eşin katkı payı alacak miktarı bulunur.
Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.
Somut olaya gelince; eşler, 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı(TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu mal, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde taksim suretiyle davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 s.lı TMK 179 m).
Davada, davacı tarafın bağış iradesi ve kastı olmadığı anlaşıldığına göre Mahkemece, mevcut ve toplanacak tüm taraf delillerinin birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, temyiz incelemesi sonucunda Dairemizce hataen onandığı anlaşılmakla; karar düzeltme talebinin kabul edilerek, onama kararının kaldırılmasına, hükmü açıklanan gerekçeyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin Birinci Direnme Kararı:
11. Adana 5. Aile Mahkemesinin 06.10.2016 tarihli ve 2016/578 E., 2016/644 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının dava dilekçesinde “arsayı babasından satın aldığını, sonradan ev yaptığını, tapuyu jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini” ikrar ettiği, bu ikrara göre bedelsiz olarak yapılan işlemin gizli bağış olduğu, dolayısıyla taşınmaz nedeniyle katkı payı istenemeyeceği, koşulları varsa bağıştan rücu edilebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
13. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 02.03.2017 tarihli ve 2017/9569 E., 2017/2754 K. sayılı kararı ile hükmün; kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki nedeniyle usulden bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Direnme Kararı:
14. Adana 5. Aile Mahkemesinin 11.07.2017 tarihli ve 2017/350 E., 2017/563 K. sayılı kararı ile çelişki giderilerek önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, evlilik birliği devam ederken bedeli davacı erkek tarafından ödenerek edinildiği iddia edilen taşınmazın tapu kaydının, davalı kadın adına oluşturulmuş olduğu gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan katkı payı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “bağış” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
18. Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 285. maddesinin 1. fıkrasında bağışlama sözleşmesi; bağışlayanın, sağlar arası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır.
19. Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. Causa Donandi İlkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder. Bağış iradesi, açıkça ortaya konulabileceği gibi, örtülü şekilde de gösterilebilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de, kazandırmanın salt bağışlama kastı taşımaması nedeniyle, bağışlama olarak nitelendirilemez. Esasen bu nitelikteki kimi kazandırmalar, TBK’nın 285. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile örnekleme yoluyla sayılmıştır. Buna göre henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmenin veya bir mirası reddetmenin bağışlama sayılamayacağı gibi ahlâki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz. Sözgelimi ahlaki bir görevin yerine getirilmesinde veya eksik bir borcun ödenmesinde bağışlama değil, ifa amacı güdülmektedir. Bağışlamanın açıklanan bu öğesi nazara alındığında bir eşin diğer eşe ait bir mal varlığına yaptığı katkının açıklanan kapsamda bağış olarak kabul edilmesi için bağış iradesi ve kastının kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekmektedir.
20. Eşlerin, evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancıyla; ortak yaşamı ve ailenin geleceğini güvence altına almak, kendilerine daha iyi bir gelecek hazırlamak, daha rahat bir yaşam sağlamak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışma ile karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun şekilde yatırım yapmalarının “bağış” olarak değerlendirilemeyeceği her türlü duraksamadan uzaktır. Gerçekten de; evlilik birliğinin devamı süresince bir eşin diğer eşin edinimine yaptığı katkının, karşılıksız olması işin doğası gereğidir. Karşılıksız olan bu katkıların birliktelikten doğan dayanışma kapsamında, kendisinin de yararlanacağı düşüncesiyle yapıldığı, bağış amacı gütmeyen bu katkının mal rejiminin sona ermesi hâlinde diğer eşten istenebileceği kabul edilmelidir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2015 tarihli ve 2013/8-2418 E., 2015/2406 K.; 23.10.2018 tarihli ve 2017/8-1614 E., 2018/1550 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.
21. O hâlde; devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın, bağış olarak değerlendirebilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık olması gerekir. Eldeki davada davacı dava dilekçesinde; kişisel malı niteliğinde olan taşınmazını karşılıksız şekilde, jest amacıyla, güvene dayanarak davalı adına devrettiğini ileri sürmüştür. Davalı da cevap dilekçesinde; taşınmazın, güvene dayalı olarak değil, kişisel malı niteliğindeki yarım kilo altın ve ailesi tarafından kendisine verilen parasını, davacıya vermesi nedeniyle kendi adına devredildiğini belirtmiştir. Görüldüğü üzere; davalının taşınmazın kendisine bağışlandığına yönelik bir savunması olmadığı gibi, davacının da bağış iradesini ortaya koyacak bir beyan ve davranışı bulunmamaktadır. Dolayısıyla salt davacı adına kayıtlı taşınmazın davalıya devredilmesi işleminin, bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, dolayısıyla eşler arasındaki devir işleminin, tek başına bağışlama sözleşmesi olarak kabulü için yeterli değildir.
22. Bilindiği üzere 4722 Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10. maddesine göre; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tâbi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılırlar.
23. 743 sayılı Medeni Kanun’un (Medeni Kanun/MK) 179. maddesinde mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümlerin uygulanacağı açıklanmıştır. Bu düzenleme gereğince TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinde evli olan eşlerin; önceki dönemde edindikleri mallarının tasfiyesi MK hükümlerine göre, bu tarihten sonra edinilen malların tasfiyesi ise TMK hükümlerine göre yapılmalıdır.
24. Medeni Kanun’un “VII-Malların tasfiyesi: 1-Boşanma halinde” başlıklı 146. maddesi ile “Karı koca, mallarının idaresi hakkında hangi usulü kabul etmiş olursa olsun boşanma vukuunda her biri kendi şahsi emvalini geri alır. Husule gelmiş olan ziyade, kabul ettikleri usulün hükümlerine tevfikan aralarında taksim olunur. Zuhur eden noksan, karısı tarafından sebebiyet verildiğini ispat etmedikçe kocaya aittir. Boşanan karı koca, birbirinin kanuni mirasçısı olamaz ve evlenme mukavelesi ile veya boşanmadan evvel yapılmış ölüme bağlı bir tasarruf ile temin olunan menfaatleri zayi eder.” hükmü düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 170. maddesi ile de yasal mal rejimi olarak mal ayrılığı kabul edilmiştir. İlgili madde “Karı koca, evlenme mukavelenamesi ile kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri takdirde veya kabul edipte kanunda gösterilen sebeplerden birinin hüdusu halinde, aralarında mal ayrılığı cereyan eder” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, eşler mal rejimi sözleşmesi ile seçimlik mal rejimlerinden mal birliği rejimini veya mal ortaklığı rejimini seçmemişlerse evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimine tabi olacaklardır.
25. Medeni Kanun’un 186/1. maddesinde “Karı kocadan her birinin bütün mallarının mülkiyet ve idare ve intifa haklarını muhafaza etmesine, mal ayrılığı denir” denilmek suretiyle mal ayrılığı rejiminin kısa tarifi yapılmış, aynı Kanun’un 189. maddesindeki “Karı kocadan her birinin mallarının geliri ve kazançları, kendisine aittir” düzenlemesiyle de, eşlerin gelirlerinin kendi kişisel malları olduğu belirtilmiştir.
26. Medeni Kanun’un mal ayrılığı rejiminin tasfiyesini düzenleyen 181. maddesi “Karı koca, mukavele ile başka bir usul kabul etmiş olup ta evliliğin devamı esnasında akit veya diğer bir sebeple mal ayrılığı vukuunda alacaklıların hakları mahfuz kalmak şartiyle karı kocadan her biri kendi mallarını geri alır” hükmünü taşımakta olup; esasen her eşin kendi malını alarak evlilik birliğinden ayrılması düşüncesi benimsenmiştir. Eşlerin, birbirlerinin kişisel mallarına katkılarının söz konusu olduğu durumlarda ise tasfiyenin nasıl yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, MK’nın 5. maddesi yollaması ve mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 544. maddesi ve aynı yöndeki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ise 646. maddesi uyarınca, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olarak kabul edilen Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinden yararlanılarak tasfiye gerçekleştirilecektir. BK’nın 544. maddesinde “Kanunu Medeninin müttemimi olan işbu kanun merbut tashihler ile beraber kabul edilmiştir” hükmüne, TBK’nın 646. maddesinde ise “Bu Kanun, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olup, Medeni Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda, Borçlar Kanunu uygulanmalıdır. MK’da mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme bulunmadığından, eşlerin yaptıkları katkının karşılığını evlilik sona erdiğinde alabilmeleri BK’dan yararlanmak suretiyle Yargıtay içtihatlarıyla geliştirilen “katkı payı alacağı kavramı” ile mümkün kılınmıştır.
27. Katkı payı alacağı, MK gereği mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde evlilik birliği devam ederken bir eşe ait malvarlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına diğer eşin para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkısının karşılığı olmak üzere hesaplanan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak türüdür. Kural olarak katkıda bulunan eş, diğer eşten katkısının karşılığı olarak sadece alacak isteğinde bulunabilir, ayın talep edemez. Çünkü YİBGK’nin 07.10.1953 tarihli ve 1953/8 E., 1953/7 K. sayılı kararı ve “mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar” yönündeki MK’nın 634. maddesi hükmü gereği ayın talep edilebilmesi için eşler arasında akdi ilişkinin varlığı ve ispatı gerekir.
28. Katkı payı alacağına ilişkin olarak yürürlükte olduğu dönemde belirlenip uygulanan katkı payı alacağının açıklanan ilke ve esasların benzeri ise TMK’nın 227/1. maddesinde düzenlenen değer artış payı alacağında kanun hükmü hâline getirilmiştir. Ancak, katkı payı alacağı ile değer artış payı alacağı davaları arasında önemli farklılıkların bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar özellikle, katkının; malvarlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına yönelik olması, para ya da para ile ölçülebilen maddi bir değerle yapılması, hayatın olağan akışına göre eşlerin birbirlerine günlük hayatta yapmaları gereken basit katkı ölçüsünü aşan esaslı nitelikte olması, resmî evlilik akdi ile bir araya gelmiş eşler arasında mal rejiminin devamı süresince gerçekleşmesi ve uygun karşılığı alınmaksızın yapılması gerekmektedir.
29. Medeni Kanun’un 170. maddesi uyarınca geçerli olan mal ayrılığı rejiminde, eşlere ait mallar kendi kişisel malları olduğundan, katkının yapıldığına dair ispat yükü bunu iddia eden eşe aittir. Katkının; toplu para vermek suretiyle veya çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle yapıldığı ileri sürülebilir.
30. Çalışma karşılığı elde edilen gelirle katkının gerçekleştirildiği ileri sürüldüğü takdirde öncelikle, davacı düzenli ve sürekli çalıştığını ispat etmelidir. Bu doğrultuda, eşin çalıştığı işe ve süresine ait maaş bordroları, sigorta kayıtları, işyerine ait diğer çalışma belgeleri, meslek ve sanat odaları ile ticaret ve sanayi odaları kayıtları, şirket ortaklık belgeleri, tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Düzenli ve sürekli çalışmanın varlığının kabulü için resmî kayıtlara mutlak suretle ihtiyaç duyulmaz, zira kayıt dışı çalışıldığı yönünde hâkimde yeterli kanaat uyandıracak şekilde ispatlanmışsa, düzenli ve sürekli çalışmanın varlığı kabul edilmelidir.
31. Toplu para vermek suretiyle yapılan katkıda ise davacı öncelikle, iddia edildiği miktarda parasının bulunduğunu, kaynağını ve bunu katkıda kullandığını ispatlamalıdır. Bu doğrultuda, nüfus kayıtları, mirasçılık belgeleri, banka kayıtları, ödeme makbuzları, banka hesap bilgileri, dava ve icra takip dosyaları, mahkeme kararları, tapu, trafik ve noter sicil kayıtları vb. tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Diğer bir ifadeyle toplu para ile katkıda bulunduğu iddiasında olan eş, o dönemde iddia ettiği miktarda katkıda bulunabilecek ekonomik gücünün olduğunu ve tasfiyeye konu malın edinilmesinde, iyileştirilmesinde veya korunmasında kullandığını usule uygun delillerle ispatlamalıdır.
32. Eldeki davada; taraflar 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 22.11.2012 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden; evlilik tarihi olan 22.01.1976 tarihinden TMK'nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği 02.04.2012 tarihine kadar ise TMK’nın 202/1. maddesi ile düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davaya konu taşınmazın, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde davalı eş adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
33. Somut olay yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde; davacının bağış iradesi ve kastı olmaksızın taşınmazı davalıya devrettiğinin anlaşılmasına göre; mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu taşınmazın, her bir eşin kendi kişisel malvarlığı (ziynet, miras, bağış vs.) kullanılarak edinildiği yönündeki iddia ve savunmaları doğrultusunda, tarafların gösterdikleri tüm delillerin toplanıp birlikte değerlendirilerek, Özel Dairenin bozma ilamında belirttiği ilke ve esaslar da dikkate alınarak, gerek görülmesi hâlinde konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınarak, hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
34. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, Özel dairenin bozma gerekçeleri yanında, dosya içerisinde davaya konu parselin ilk tesisinden itibaren tapu kaydının tedavülleriyle birlikte temin edilmediği, dolayısıyla davalının anılan taşınmazı hangi tarihte iktisap ettiğinin saptanamadığı, durum böyle olunca dava konusu taşınmazın geldi ve gitti kayıtları ile tüm intikalleri gösterir tedavüllü tapu kayıtlarının da dosyaya kazandırılması yönünde ilave gerekçelerle bozma yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
35. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava; erkek eşin açtığı mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
Davacı dava dilekçesinde; davalı ile 22.01.1976 tarihinde evlendiklerini, Adana 5. Aile Mahkemesinin 2012/202 E. ve 2012/773 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, evlilikleri süresince davalının hiçbir işte çalışmadığını, kendisinin ise emekli olduktan sonra dahi ek işlerde çalışmaya devam ettiğini, davalı adına kayıtlı Adana İli, Yüreğir İlçesi, Buruk Köyü, 3.6 Ada, 2 Parselde kayıtlı ev ve arsanın kendi babası Mehmet’ten 1978 yılında satın alındığını, arsa üzerine 1982 yılında ev yapıldığını, tarafların bu evde çocukları ile birlikte yaşadıklarını, arsa ve üzerine yapılan evin tüm bedelinin kendisi tarafından karşılandığını, bu eve taşındıktan sonra taşınmazı davalı eşine jest amaçlı ve güven ilişkisine dayalı olarak bedelsiz devrettiğini, ancak boşandıktan sonra eşinin hakkını inkâr ettiğini, başka mal varlığının olmadığını ve hâlen bu evde yaşadığını ileri sürerek, evin değerinin 1/2 si oranında 30.000,00 TL katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, çocukluğundan beri Adana’nın en zengin ailelerinden olan İ. tarafından bakılıp büyütüldüğünü, Osman İ. tarafından evlilik öncesinde kendisine yarım kilo altın takıldığını, dava konusu taşınmazın 1976 yılında kendisine takılan bu altınların satılması sonucunda alındığını, daha sonra aynı kişinin kendisine yaptığı para yardımı sayesinde evin inşaatının tamamlandığını, tapunun da bu sebeple kendisi adına tescil edildiğini, davacının evlilik süresince fabrikada asgari ücretle işçi olarak çalıştığını, maaşıyla ancak evi geçindirdiğini, elde ettiği gelirle arsayı satın alarak ev yaptırmasının mümkün olmadığını, evin tüm hakkının kendisi ve çocuklarına ait olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece; taşınmazın 11.03.1984 tarihinde erkek tarafından kadın adına tescil edildiği, dava konusu arsa ve üzerinde yapılan binanın mal ayrımı döneminde alındığı, davacının jest ve güvene dayalı olarak taşınmazı davalıya devrettiğini beyan ettiği, dolayısıyla davacının gizli bağışta bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece verilen onama kararına karşı davacı vekilinin karar düzeltme itirazı üzerine Özel Dairece; “…Somut olayda; Davacı, tasfiyeye konu taşınmazı bir jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini bildirmiştir. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği, ayrım gözetilmeksizin eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edindirmesi mümkündür ancak, bunda duraksama olmayacak şekilde bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak için kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekir. Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukukî nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 sayılı HMK 33 m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacak isteğine ilişkindir. 01.01.2002 tarihinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM 170 m). TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK 544, TBK 646 m). Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM 186/1 m). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM 189 m.). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka malvarlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vs gibi) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu malvarlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir. Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka mal varlıkları (ziynet, miras, bağış vs gibi) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir. Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir. Dava konusu malvarlığına, başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olunmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 sayılı TKM'nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu malvarlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir. Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu malvarlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle, her bir eşin katkı payı alacak miktarı bulunur. Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır. Somut olaya gelince; eşler, 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu mal, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde taksim suretiyle davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 s.lı TMK 179 m). Davada, davacı tarafın bağış iradesi ve kastı olmadığı anlaşıldığına göre Mahkemece, mevcut ve toplanacak tüm taraf delillerinin birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, temyiz incelemesi sonucunda Dairemizce hata en onandığı anlaşılmakla; karar düzeltme talebinin kabul edilerek, onama kararının kaldırılmasına, hükmü açıklanan gerekçeyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemece önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının dava dilekçesinde “arsayı babasından satın aldığını, sonradan ev yaptığını, tapuyu jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini” ikrar ettiği, bu ikrara göre bedelsiz olarak yapılan işlemin gizli bağış olduğu, dolayısıyla taşınmaz nedeniyle katkı payı istenemeyeceği, koşulları varsa bağıştan rücu edilebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece; kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki nedeniyle usulden bozulmuştur. Mahkemece çelişki giderilerek önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Uyuşmazlık, somut olayda, evlilik birliği devam ederken bedelinin davacı erkek tarafından ödenerek edinildiği iddia edilen taşınmazın tapu kaydının, davalı kadın adına oluşturulmuş olduğu gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan katkı payı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; erkek eşin açtığı mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkin eldeki davada öncelikle, davacının kendisinin babasından satın alıp üzerine ev inşa ettikten sonra davalı eşine devrettiğini ileri sürdüğü 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın gerçekten de evlilik birliği içerisinde iktisap edilip edilmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya konulması gerekir. Oysa dosyada mevcut tapu kayıtlarından, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması sonucu oluşturulduğu ve 1050/1070 payın 04.07.2007 tarihinde düzenleme ile davalı adına kayıtlı olduğu, 4350-4360 ve 1414 kütük sahifelerinde kayıtlı taşınmazlardan geldiği, geldi kayıtlarından 1414 sayılı sahifede 1447 sayılı parsel olup 13.11.1984 tarihinde hükmen ifraz suretiyle davalı ile dava dışı üçüncü kişi adına ½’er paylı mülkiyet hâlinde tescilinden sonra aynı gün bir sonraki yevmiyeli işlemle tamamının taksim ile davalı adına kaydedildiği görülmüş ise de; 1447 sayılı parselin geldisi olan 1225 kütük sahifeli tapu kaydının dosya kapsamında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı ilk tesisinden itibaren tedavülleriyle birlikte temin edilmediğinden davalının anılan taşınmaza evlilik birliği içerisinde malik olup olmadığı –bu taşınmazı hangi tarihte iktisap ettiği- saptanmamıştır.
O hâlde, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın geldi ve gitti kayıtları ile tüm intikallerini gösterir şekilde tedavüllü tapu kayıtlarının dosya kapsamına kazandırılması, davalının taşınmaza evlilik birliği içerinde malik olduğunun saptanması durumunda Özel Dairenin bozma kararında belirttiği ilkeler dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken anılan hususlar gözetilmeksizin verilen direnme kararı yerinde değildir.
Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Dairenin bozma gerekçeleri yanında yukarıda açıklanan ilave gerekçeyle bozulması görüşünde olduğumuzdan Sayın Çoğunluk kararına katılamıyoruz.
Hafize Gülgün VURALOĞLU Sevil KARTAL Sevinç TÜRKÖZMEN
Üye Üye Üye
Fatma AKYÜZ
Üye
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/8-990
KARAR NO : 2021/1728
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Eskişehir 3. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 17/05/2018
NUMARASI : 2018/198 - 2018/386
DAVACI : M.D. vekili Av. E.S.A.
DAVALI : A.B. vekili Av. A.H.T.
1. Taraflar arasındaki “artık değere katılma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Eskişehir 3. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 19.06.2003 tarihinde evlendiklerini, Eskişehir 2. Aile Mahkemesinin 2013/331 E., 2014/40 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, müvekkilinin evlilik birliğinin ömür boyu süreceği düşüncesiyle kendi adına kayıtlı kişisel malı niteliğindeki taşınmazını 29.11.2006 tarihinde 35.000 TL bedel karşılığında davalıya sattığını, satılan bu taşınmazın Türk Medeni Kanunu hükümleri uyarınca edinilmiş mal olduğunu, taşınmazın davalıya devrinden sonra davalının çeşitli bahaneler uydurarak ailesinin yanına gittiğini ileri sürerek mal rejiminden kaynaklanan alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının çok sayıda taşınmazının bulunduğunu, satış tarihinde müvekkiline bu evi satmasını gerektirecek bir durumunun olmadığını, davacının taşınmazı bağış kastı ile davalıya devrettiğini, müvekkilinin edinilen malın karşılığını ödeyecek güçte bulunmadığını, işlemi satış kabul edilmesi durumunda dahi tarafların karşılıklı yükümlülüklerini ifa etmeleri nedeniyle davacının alacak talep etmesinin hukuken mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Eskişehir 3. Aile Mahkemesinin 11.11.2014 tarihli ve 2014/214 E., 2014/767 K. sayılı kararı ile; davalı eşin taşınmaz satın alabilecek maddi gücünün olmadığı, taraflar arasındaki yaş farkı, yine eşler arasındaki satışların hayatın olağan akışına aykırı olduğu, gerçekte taşınmazın davacı tarafından davalıya evlenme nedeniyle hibe edildiği, hibe edilen taşınmazın kişisel mal niteliğinde olduğu, öte yandan resmî senede karşı ileri sürülen iddiaların ancak kesin delille ispatının mümkün olduğunun kabul edilmesi hâlinde bile TMK'nın 2. maddesi uyarınca herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda oldukları, dolayısıyla bir eşin diğer eşe satış suretiyle elde ettiği parayı harcadıktan sonra malın edinilmiş mal olduğu iddiasıyla hak talep etmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.06.2016 tarihli ve 2015/2873 E., 2016/10533 K. sayılı kararı ile;
“… Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK 33. m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Bağış 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 285 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. TBK'nun 285.maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s.344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6.B, İstanbul 2002, s.222).
Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez.
Devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.
Genel olarak, bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M.Alper: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C.1, 3.B, İstanbul 2013, s.205; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B, Ankara 2008, s.144).
Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Aile üyelerinin birlikte yararlanmaları ya da geleceğe yönelik yatırım yapmak amacıyla birlikte malvarlığı edinmeleri, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
Uygulamada genelde, eşler arasındaki taşınmaz ya da araç devri resmi işlemde satış olarak gösterilmektedir. Davanın tarafları arasında yapılan resmi ya da yazılı işlemin muvazaası ancak yine yazılı belge ile ispatlanabilir. Görünürdeki resmi işlemi satış olan bu devrin gerçekte bağış olduğunu iddia eden eş iddiasını yazılı delille ispatlamadıkça işlem satış olarak kabul edilmelidir. Aksi ispatlanamadığı için gerçekte de satış olduğu kabul edilen eşler arasındaki devir, TMK'nun 222/son. maddesi uyarınca, satın alanın edinilmiş malı kabul edilir. Yani malik eş, kişisel malları ile karşılamak suretiyle satın aldığını ispatlamadıkça edinilmiş mal kabul edilecektir. Bu durumda, tasfiyeye konu malı üçüncü kişiden satın alması ile eşinden satın alması arasında fark bulunmamaktadır.
Davacı ve davalı eş arasında yapılan ve resmi işlemi satış gösterilen işlemin gerçekte satış olmadığını ve kavga etmiş eşlerin barışması, evi terk edenin dönmesi, boşanma davası açanın davadan vazgeçmesi, işlerinin yoğunluğu, zamanın sıkışıklığı, işlerin daha kolay yürümesi, ayrı şehirlerde yaşanılması, ticari kaygıların bulunması vs.saiklerle yapıldığı tarafların kabulünde olsa dahi, yani satışın gerçek olmadığını kabul etseler dahi, bu devir bağış olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü, devir yukarıda da açıklandığı gibi eşlerin ahlaki görevi yerine getirmesi, ailenin huzuru ve uyumu ya da karşılıklı güvene dayanarak yapılmıştır. Bağış iradesi bulunmamaktadır. Bağış olarak değerlendirilmemelidir. Satış olmadığını kabul etmeleri demek, bağışı kabul etmek anlamına gelmemektedir.
Somut olayda, tapuda satış görünen işlemin bağış olduğu yani resmi işlemin muvazaalı yapıldığı yazılı belge ile kanıtlanamamıştır. TMK'nun 222/son. maddesine göre davalı eş satın aldığı tasfiyeye konu taşınmazın kişisel malı olduğunu kanıtlayamamıştır. Tasfiyeye konu taşınmazın TMK'nun 219.maddesi uyarınca edinilmiş mal olduğunun kabulü ile davacının artık değere katılma alacağının bulunduğunun kabulü gerekir.
Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden(TMK 229.m) ve denkleştirmeden (TMK 230.m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK 219.m) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK 231.m) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK 236/1.m). Katılma alacağı Yasa'dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.
Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm(rayiç) değerleri esas alınır (TMK 227/1, 228/1, 232 ve 235/1. m). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.
Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Eşler, 19.06.2003 tarihinde evlenmiş, 06.05.2013 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu 11571 ada 12 parsel (öncesi 2075 parsel) sayılı taşınmaz, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 29.11.2006 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır(TMK 179.m).
Mahkemece, tüm taraf delilleri birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilkeler nazara alınarak ve talep miktarı da gözetilerek sonucuna göre işin esasına ilişkin bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Eskişehir 3. Aile Mahkemesinin 21.09.2017 tarihli ve 2017/535 E., 2017/670 K. sayılı kararı ile bozma öncesi karada yer alan gerekçenin yanında; evlilik tarihinde davacı erkeğin 72, kadının 43 yaşında olduğu, davacının ikinci davalının ise ilk evliliğini yaptığını, davalının evlendikten sonra çalışmadığı, tanık beyanlarına göre evlenme karşılığında davalıya ev ve dükkân vaadedildiği, davalının da bu güvence nedeniyle evlenmeyi kabul ettiği, taşınmazın evlilik nedeniyle bağışlandığı açık olmasına rağmen tapu masrafının yüksek çıkmaması amacıyla taşınmazı satış yoluyla intikal ettirdiği, davacının harç ödememek için işlemi muvazaalı olarak satış göstermesinin kendisine hak kazandırmayacağı, bu nedenle işlemin tarafların gerçek iradesine uygun şekilde bağış olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı erkeğin kişisel malı niteliğinde bulunan taşınmazını evlilik birliği içerisinde satış yolu ile davalı kadın adına tescil ettirdiği gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan artık değere katılma alacağı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
13. Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik birliği devam ettiği sürece edindikleri mallar üzerindeki hakları, birbirlerine ve üçüncü kişilere karşı sorumlulukları ile evlilik birliği sona erdiğinde bu malların paylaştırılması yönündeki kurallar bütününü ifade etmektedir. Mal rejimleri, yasal ve seçimlik mal rejimleri olarak iki gruba ayrılmıştır. Eşlerin malvarlıklarının yönetimi hususunda sözleşme ile mal rejimini tayin etme imkanı bulunmakla birlikte, bu seçimin gerçekleşmemesi ihtimali gözetilerek kanun gereği eşlerin tabi olacakları yasal mal rejimi belirlenmiştir.
14. Bilindiği üzere TMK’nın 202. maddesinin 1. fıkrası uyarınca eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine yönelik düzenlemeler TMK’nın 218 ilâ 241. maddeleri arasında yer almaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar (TMK m. 219) ile eşlerden her birinin kişisel mallarını (TMK m. 220-221) kapsar.
15. Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için tasfiyeye konu malın hangi grupta yer aldığının belirlenmesi zorunludur. Zira malvarlığının yer aldığı grup, bu malvarlığının tasfiyeye girip girmeyeceği veya tasfiyeye girmesi hâlinde ne şekilde tasfiye edileceği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki; edinilmiş mallara katılma rejiminde kural, mal gruplarının değişmezliğidir. TMK’nın 221. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile açıklanan istisnalar dışında, eşler; mal gruplarını değiştiremezler, aksine ilişkin sözleşmeler geçersizdir. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222/3).
16. Edinilmiş mallara katılma rejiminde tasfiye davasının görülebilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. TMK’nın 225. maddesi ile “Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer” hükmü düzenleme altına alınmıştır.
17. Edinilmiş mallara katılma rejiminin sona ermesiyle birlikte eşler veya mirasçılar tarafından açılabilecek davalar; değer artış payı alacağı (TMK m. 227) davası ve artık değere katılma alacağı (TMK m. 231) davalarıdır. Bu iki alacak türünün özellikleri, koşulları ve hesaplama yöntemleri arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, tasfiye davalarına özgü usul ve esasa yönelik genel ilkelerin tamamı her iki dava türü için de geçerlidir.
18. Maddi vakıaları anlatmak taraflara, hukukî nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı istemine ilişkindir.
19. Artık değer; edinilmiş mallara katılma rejiminde, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlarda dâhil olmak üzere her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan tutardır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara 2021 Baskı, Cilt-I, s. 74). TMK’nın 229. maddesinde eklenecek değer, 230. maddesinde denkleştirme, 231/1. maddesinde artık değer ve 236. maddesinde ise yarı pay hükümleri düzenleme altına alınmıştır. TMK hükümleri uyarınca edinilmiş mallara katılma rejiminde bir eşin, artık değere katılma alacağı hakkının oluşması için; talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur. Kural olarak mal rejiminin devamı süresince sahip olunan edinilmiş bir malın bulunması ve varsa bu mala ilişkin borçlar çıktıktan sonra geriye artık değer kalması durumunda, başka bir şeye gerek kalmaksızın kendiliğinden diğer eşin artık değere katılma alacağı hakkı oluşur.
20. Uyuşmazlığın çözümü için “bağış” kavramının da açıklanması gerekmektedir.
21. Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 285. maddesinin 1. fıkrasında bağışlama sözleşmesi; bağışlayanın, sağlar arası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır.
22. Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. Causa Donandi İlkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder. Bağış iradesi, açıkça ortaya konulabileceği gibi, örtülü şekilde de gösterilebilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de, kazandırmanın salt bağışlama kastı taşımaması nedeniyle, bağışlama olarak nitelendirilemez. Esasen bu nitelikteki kimi kazandırmalar, TBK’nın 285. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile örnekleme yoluyla sayılmıştır. Buna göre henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmenin veya bir mirası reddetmenin bağışlama sayılamayacağı gibi ahlâki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz. Sözgelimi ahlaki bir görevin yerine getirilmesinde veya eksik bir borcun ödenmesinde bağışlama değil, ifa amacı güdülmektedir. Bağışlamanın açıklanan bu öğesi nazara alındığında bir eşin diğer eşe ait bir mal varlığına yaptığı katkının açıklanan kapsamda bağış olarak kabul edilmesi için bağış iradesi ve kastının kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekmektedir.
23. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Aile üyelerinin birlikte yararlanmaları ya da geleceğe yönelik yatırım yapmak amacıyla birlikte malvarlığı edinmeleri, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
24. Davanın tarafları arasında yapılan resmî ya da yazılı işlemin muvazaalı olduğu iddiası ancak yine yazılı belge ile ispatlanabilir. Görünürdeki resmî işlemi satış olan bu devrin, gerçekte bağış olduğunu iddia eden eş, iddiasını yazılı delille ispatlamadıkça işlem satış olarak kabul edilmelidir. Eldeki davada da, tapuda satış olarak görünen işlemin gerçekte bağış olduğu, diğer bir ifadeyle resmî işlemin muvazaalı olarak yapıldığı savunması, davalı tarafından yazılı belge ile ispatlanamamıştır. Aksi ispatlanamadığı için de; görünürdeki satış işleminin gerçek olduğu kabul edilerek, davacı tarafından davalıya devredilen taşınmazın “davalının edinilmiş malı” olduğunun kabulü gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, davalı kadın mal rejiminin devamı süresince edindiği anlaşılan dava konusu taşınmazın, kendi kişisel malı olduğunu kanıtlayamamıştır. Belirtilmelidir ki; tasfiyeye konu malın üçüncü kişiden satın alınması ile eşten satın alması arasında fark bulunmamaktadır.
25. Diğer yandan taraflar, resmiyette satış olarak gösterilen işlemin gerçekte satış olmadığını; barışma, ortak konuta yeniden dönme, açılan boşanma davasından vazgeçme, işlerinin yoğunluğu, zaman sıkışıklığı, işlerin daha kolay yürümesi, ayrı şehirlerde yaşanılması, ticarî kaygıların bulunması ve benzeri amaçlarla yapıldığını kabul etseler dahi, diğer bir söylemle satışın gerçek olmadığını açıklasalar bile, yapılan devir bağış olarak değerlendirilmemelidir. Devir, eşin ahlaki bir görevi yerine getirmesi, ailenin huzuru, uyumu evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancıyla, ortak yaşamı ve ailenin geleceğini güvence altına almak, eşe daha iyi bir gelecek hazırlamak, rahat bir yaşam sağlamak ve karşılıklı güven prensibi uyarınca yapıldığı takdirde, kişide bağış iradesi bulunduğundan söz edilemez. Tarafların işlemin satış olmadığını kabul etmeleri, bağışı kabul ettikleri anlamına gelmez.
26. Gerçekten de; evlilik birliğinin devamı süresince bir eşin diğer eşin edinimine yaptığı katkının, karşılıksız olması işin doğası gereğidir. Karşılıksız olan bu katkıların birliktelikten doğan dayanışma kapsamında, kendisinin de yararlanacağı düşüncesiyle yapıldığı, bağış amacı gütmeyen bu katkının mal rejiminin sona ermesi hâlinde diğer eşten istenebileceği kabul edilmelidir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2015 tarihli ve 2013/8-2418 E., 2015/2406 K.; 23.10.2018 tarihli ve 2017/8-1614 E., 2018/1550 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.
27. O hâlde; devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın, bağış olarak değerlendirebilmesi için bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık olması gerekir. Somut olayda davacı; kişisel malı niteliğinde olan taşınmazını evlilik birliğinin ömür boyu süreceği saikiyle ve ortak yaşamı güvence altına almak kastıyla davalı eşine sattığını ileri sürmüştür. Davalı ise işlemin gerçekte bağış olduğunu, dolayısıyla kendi kişisel malı niteliğindeki bu taşınmaz nedeniyle davalının hak iddia edemeyeceğini belirtmiştir. Dosyada davalının savunmasından başka davacının bağış iradesini ortaya koyacak bir beyan ve davranışı bulunmamaktadır. Dolayısıyla salt davacı adına kayıtlı taşınmazın davalıya satış yoluyla devredilmesi işleminin, bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, dolayısıyla eşler arasındaki tasfiyeye konu taşınmazın TMK'nın 219. maddesi uyarınca edinilmiş mal olduğunun kabulü ile davacının artık değere katılma alacağının bulunduğunun kabulü gerekir.
28. Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, davacının bağış iradesi ve kastı olmaksızın taşınmazı davalıya devrettiğinin anlaşılmasına göre; edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu taşınmazın, Özel Dairenin bozma ilamında gösterilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak, gerek görülmesi hâlinde konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınarak, işin esasına yönelik bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
29. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, direnme gerekçesinin isabetli olduğu, görünürdeki işlem her ne kadar tapuda satış olarak gösterilse de, tarafların boşanmalarına ilişkin dava dosyası içeriğinden davalının bağış savunmasının doğru olduğunun anlaşıldığı, hâl böyle olunca direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31 . Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 18’si BOZMA, 2’si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
MAL REJİMİNİN TASFİYESİNDE BAĞIŞ AMACINI TAŞIYAN DAVRANIŞ VE İRADENİN DURAKSAMAYA YER VERMEYECEK ŞEKİLDE AÇIK OLMASI GEREKİR.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/8-657
KARAR NO : 2021/1617
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Adana 5. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 11/07/2017
NUMARASI : 2017/350 - 2017/563
DAVACI : Ö.A. vekili Av. Y.Ö.
DAVALI : S.A.
1. Taraflar arasındaki “mal rejiminden kaynaklanan katkı payı alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Adana 5. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı dava dilekçesinde; davalı ile 22.01.1976 tarihinde evlendiklerini, Adana 5. Aile Mahkemesinin 2012/202 E., 2012/773 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, evlilikleri süresince davalının hiçbir işte çalışmadığını, kendisinin ise emekli olduktan sonra dahi ek işlerde çalışmaya devam ettiğini, davalı adına kayıtlı Adana ili, Yüreğir ilçesi, Buruk Köyü, 3.6 ada, 2 parselde kayıtlı ev ve arsanın kendi babası Mehmet’ten 1978 yılında satın alındığını, arsa üzerine 1982 yılında ev yapıldığını, tarafların bu evde çocukları ile birlikte yaşadıklarını, arsa ve üzerine yapılan evin tüm bedelinin kendisi tarafından karşılandığını, bu eve taşındıktan sonra eşine jest amaçlı ve güven ilişkisine dayalı olarak taşınmazı bedelsiz şekilde tapuda eşine devrettiğini, ancak boşandıktan sonra eşinin hakkını inkâr ettiğini ileri sürerek katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, çocukluğundan beri Adana’nın en zengin ailelerinden olan “İ.” tarafından bakılıp büyütüldüğünü, Osman İ. tarafından evlilik öncesinde kendisine yarım kilo altın takıldığını, dava konusu taşınmazın 1976 yılında kendisine takılan bu altınların satılması sonucunda alındığını, daha sonra aynı kişinin kendisine yaptığı para yardımı sayesinde evin inşaatının tamamlandığını, tapunun da bu sebeple kendisi adına tescil edildiğini, davacının evlilik süresince fabrikada asgari ücretle işçi olarak çalıştığını, maaşıyla ancak evi geçindirdiğini, elde ettiği gelirle arsayı satın alarak ev yaptırmasının mümkün olmadığını, evin tüm hakkının kendisi ve çocuklarına ait olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Adana 5. Aile Mahkemesinin 15.04.2014 tarihli ve 2013/467 E., 2014/299 K. sayılı kararı ile; taşınmazın 11.03.1984 tarihinde erkek tarafından kadın adına tescil edildiği, dava konusu arsa ve üzerinde yapılan binanın mal ayrımı döneminde alındığı, davacının jest ve güvene dayalı olarak taşınmazı davalıya devrettiğini beyan ettiği, dolayısıyla davacının gizli bağışta bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Onama Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 25.11.2015 tarihli ve 2014/13769 E., 2015/21139 K. sayılı kararı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir.
Özel Daire Karar Düzeltme Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
10. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 10.05.2016 tarihli ve 2016/1640 E., 2016/8613 K. sayılı kararı ile;
“… 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 285. maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık(ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir(Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s. 344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. B., İstanbul 2002, s. 222). Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz (TBK 285/3).
Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşünceyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.
Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M. Alper: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. 1, 3. B., İstanbul 2013, s. 205; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., Ankara 2008. s. 144).
Somut olayda; Davacı, tasfiyeye konu taşınmazı bir jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini bildirmiştir.
Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği, ayrım gözetilmeksizin eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edindirmesi mümkündür ancak, bunda duraksama olmayacak şekilde bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak için kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir(6100 s.lı HMK 33 m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacak isteğine ilişkindir.
01.01.2002 tarihinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM 170 m). TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK 544, TBK 646 m).
Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM 186/1 m). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM 189 m.). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka malvarlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vs gibi) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu malvarlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtay'ın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.
Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka malvarlıkları (ziynet, miras, bağış vs gibi) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir.
Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm(rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.
Dava konusu malvarlığına, başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olunmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 sayılı TKM'nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu malvarlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir.
Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu malvarlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle, her bir eşin katkı payı alacak miktarı bulunur.
Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.
Somut olaya gelince; eşler, 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı(TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu mal, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde taksim suretiyle davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 s.lı TMK 179 m).
Davada, davacı tarafın bağış iradesi ve kastı olmadığı anlaşıldığına göre Mahkemece, mevcut ve toplanacak tüm taraf delillerinin birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, temyiz incelemesi sonucunda Dairemizce hataen onandığı anlaşılmakla; karar düzeltme talebinin kabul edilerek, onama kararının kaldırılmasına, hükmü açıklanan gerekçeyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin Birinci Direnme Kararı:
11. Adana 5. Aile Mahkemesinin 06.10.2016 tarihli ve 2016/578 E., 2016/644 K. sayılı kararı ile bozma öncesi kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının dava dilekçesinde “arsayı babasından satın aldığını, sonradan ev yaptığını, tapuyu jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini” ikrar ettiği, bu ikrara göre bedelsiz olarak yapılan işlemin gizli bağış olduğu, dolayısıyla taşınmaz nedeniyle katkı payı istenemeyeceği, koşulları varsa bağıştan rücu edilebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
12. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
13. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 02.03.2017 tarihli ve 2017/9569 E., 2017/2754 K. sayılı kararı ile hükmün; kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki nedeniyle usulden bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemenin İkinci Direnme Kararı:
14. Adana 5. Aile Mahkemesinin 11.07.2017 tarihli ve 2017/350 E., 2017/563 K. sayılı kararı ile çelişki giderilerek önceki gerekçeyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
15. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
16. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, evlilik birliği devam ederken bedeli davacı erkek tarafından ödenerek edinildiği iddia edilen taşınmazın tapu kaydının, davalı kadın adına oluşturulmuş olduğu gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan katkı payı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
17. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “bağış” kavramı üzerinde durulması gerekmektedir.
18. Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 285. maddesinin 1. fıkrasında bağışlama sözleşmesi; bağışlayanın, sağlar arası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır.
19. Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. Causa Donandi İlkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder. Bağış iradesi, açıkça ortaya konulabileceği gibi, örtülü şekilde de gösterilebilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de, kazandırmanın salt bağışlama kastı taşımaması nedeniyle, bağışlama olarak nitelendirilemez. Esasen bu nitelikteki kimi kazandırmalar, TBK’nın 285. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile örnekleme yoluyla sayılmıştır. Buna göre henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmenin veya bir mirası reddetmenin bağışlama sayılamayacağı gibi ahlâki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz. Sözgelimi ahlaki bir görevin yerine getirilmesinde veya eksik bir borcun ödenmesinde bağışlama değil, ifa amacı güdülmektedir. Bağışlamanın açıklanan bu öğesi nazara alındığında bir eşin diğer eşe ait bir mal varlığına yaptığı katkının açıklanan kapsamda bağış olarak kabul edilmesi için bağış iradesi ve kastının kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekmektedir.
20. Eşlerin, evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancıyla; ortak yaşamı ve ailenin geleceğini güvence altına almak, kendilerine daha iyi bir gelecek hazırlamak, daha rahat bir yaşam sağlamak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışma ile karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun şekilde yatırım yapmalarının “bağış” olarak değerlendirilemeyeceği her türlü duraksamadan uzaktır. Gerçekten de; evlilik birliğinin devamı süresince bir eşin diğer eşin edinimine yaptığı katkının, karşılıksız olması işin doğası gereğidir. Karşılıksız olan bu katkıların birliktelikten doğan dayanışma kapsamında, kendisinin de yararlanacağı düşüncesiyle yapıldığı, bağış amacı gütmeyen bu katkının mal rejiminin sona ermesi hâlinde diğer eşten istenebileceği kabul edilmelidir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2015 tarihli ve 2013/8-2418 E., 2015/2406 K.; 23.10.2018 tarihli ve 2017/8-1614 E., 2018/1550 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.
21. O hâlde; devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın, bağış olarak değerlendirebilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık olması gerekir. Eldeki davada davacı dava dilekçesinde; kişisel malı niteliğinde olan taşınmazını karşılıksız şekilde, jest amacıyla, güvene dayanarak davalı adına devrettiğini ileri sürmüştür. Davalı da cevap dilekçesinde; taşınmazın, güvene dayalı olarak değil, kişisel malı niteliğindeki yarım kilo altın ve ailesi tarafından kendisine verilen parasını, davacıya vermesi nedeniyle kendi adına devredildiğini belirtmiştir. Görüldüğü üzere; davalının taşınmazın kendisine bağışlandığına yönelik bir savunması olmadığı gibi, davacının da bağış iradesini ortaya koyacak bir beyan ve davranışı bulunmamaktadır. Dolayısıyla salt davacı adına kayıtlı taşınmazın davalıya devredilmesi işleminin, bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, dolayısıyla eşler arasındaki devir işleminin, tek başına bağışlama sözleşmesi olarak kabulü için yeterli değildir.
22. Bilindiği üzere 4722 Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10. maddesine göre; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tâbi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılırlar.
23. 743 sayılı Medeni Kanun’un (Medeni Kanun/MK) 179. maddesinde mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümlerin uygulanacağı açıklanmıştır. Bu düzenleme gereğince TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinde evli olan eşlerin; önceki dönemde edindikleri mallarının tasfiyesi MK hükümlerine göre, bu tarihten sonra edinilen malların tasfiyesi ise TMK hükümlerine göre yapılmalıdır.
24. Medeni Kanun’un “VII-Malların tasfiyesi: 1-Boşanma halinde” başlıklı 146. maddesi ile “Karı koca, mallarının idaresi hakkında hangi usulü kabul etmiş olursa olsun boşanma vukuunda her biri kendi şahsi emvalini geri alır. Husule gelmiş olan ziyade, kabul ettikleri usulün hükümlerine tevfikan aralarında taksim olunur. Zuhur eden noksan, karısı tarafından sebebiyet verildiğini ispat etmedikçe kocaya aittir. Boşanan karı koca, birbirinin kanuni mirasçısı olamaz ve evlenme mukavelesi ile veya boşanmadan evvel yapılmış ölüme bağlı bir tasarruf ile temin olunan menfaatleri zayi eder.” hükmü düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 170. maddesi ile de yasal mal rejimi olarak mal ayrılığı kabul edilmiştir. İlgili madde “Karı koca, evlenme mukavelenamesi ile kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri takdirde veya kabul edipte kanunda gösterilen sebeplerden birinin hüdusu halinde, aralarında mal ayrılığı cereyan eder” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, eşler mal rejimi sözleşmesi ile seçimlik mal rejimlerinden mal birliği rejimini veya mal ortaklığı rejimini seçmemişlerse evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimine tabi olacaklardır.
25. Medeni Kanun’un 186/1. maddesinde “Karı kocadan her birinin bütün mallarının mülkiyet ve idare ve intifa haklarını muhafaza etmesine, mal ayrılığı denir” denilmek suretiyle mal ayrılığı rejiminin kısa tarifi yapılmış, aynı Kanun’un 189. maddesindeki “Karı kocadan her birinin mallarının geliri ve kazançları, kendisine aittir” düzenlemesiyle de, eşlerin gelirlerinin kendi kişisel malları olduğu belirtilmiştir.
26. Medeni Kanun’un mal ayrılığı rejiminin tasfiyesini düzenleyen 181. maddesi “Karı koca, mukavele ile başka bir usul kabul etmiş olup ta evliliğin devamı esnasında akit veya diğer bir sebeple mal ayrılığı vukuunda alacaklıların hakları mahfuz kalmak şartiyle karı kocadan her biri kendi mallarını geri alır” hükmünü taşımakta olup; esasen her eşin kendi malını alarak evlilik birliğinden ayrılması düşüncesi benimsenmiştir. Eşlerin, birbirlerinin kişisel mallarına katkılarının söz konusu olduğu durumlarda ise tasfiyenin nasıl yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, MK’nın 5. maddesi yollaması ve mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 544. maddesi ve aynı yöndeki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) ise 646. maddesi uyarınca, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olarak kabul edilen Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerinden yararlanılarak tasfiye gerçekleştirilecektir. BK’nın 544. maddesinde “Kanunu Medeninin müttemimi olan işbu kanun merbut tashihler ile beraber kabul edilmiştir” hükmüne, TBK’nın 646. maddesinde ise “Bu Kanun, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olup, Medeni Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda, Borçlar Kanunu uygulanmalıdır. MK’da mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme bulunmadığından, eşlerin yaptıkları katkının karşılığını evlilik sona erdiğinde alabilmeleri BK’dan yararlanmak suretiyle Yargıtay içtihatlarıyla geliştirilen “katkı payı alacağı kavramı” ile mümkün kılınmıştır.
27. Katkı payı alacağı, MK gereği mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde evlilik birliği devam ederken bir eşe ait malvarlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına diğer eşin para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkısının karşılığı olmak üzere hesaplanan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak türüdür. Kural olarak katkıda bulunan eş, diğer eşten katkısının karşılığı olarak sadece alacak isteğinde bulunabilir, ayın talep edemez. Çünkü YİBGK’nin 07.10.1953 tarihli ve 1953/8 E., 1953/7 K. sayılı kararı ve “mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar” yönündeki MK’nın 634. maddesi hükmü gereği ayın talep edilebilmesi için eşler arasında akdi ilişkinin varlığı ve ispatı gerekir.
28. Katkı payı alacağına ilişkin olarak yürürlükte olduğu dönemde belirlenip uygulanan katkı payı alacağının açıklanan ilke ve esasların benzeri ise TMK’nın 227/1. maddesinde düzenlenen değer artış payı alacağında kanun hükmü hâline getirilmiştir. Ancak, katkı payı alacağı ile değer artış payı alacağı davaları arasında önemli farklılıkların bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar özellikle, katkının; malvarlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına yönelik olması, para ya da para ile ölçülebilen maddi bir değerle yapılması, hayatın olağan akışına göre eşlerin birbirlerine günlük hayatta yapmaları gereken basit katkı ölçüsünü aşan esaslı nitelikte olması, resmî evlilik akdi ile bir araya gelmiş eşler arasında mal rejiminin devamı süresince gerçekleşmesi ve uygun karşılığı alınmaksızın yapılması gerekmektedir.
29. Medeni Kanun’un 170. maddesi uyarınca geçerli olan mal ayrılığı rejiminde, eşlere ait mallar kendi kişisel malları olduğundan, katkının yapıldığına dair ispat yükü bunu iddia eden eşe aittir. Katkının; toplu para vermek suretiyle veya çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle yapıldığı ileri sürülebilir.
30. Çalışma karşılığı elde edilen gelirle katkının gerçekleştirildiği ileri sürüldüğü takdirde öncelikle, davacı düzenli ve sürekli çalıştığını ispat etmelidir. Bu doğrultuda, eşin çalıştığı işe ve süresine ait maaş bordroları, sigorta kayıtları, işyerine ait diğer çalışma belgeleri, meslek ve sanat odaları ile ticaret ve sanayi odaları kayıtları, şirket ortaklık belgeleri, tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Düzenli ve sürekli çalışmanın varlığının kabulü için resmî kayıtlara mutlak suretle ihtiyaç duyulmaz, zira kayıt dışı çalışıldığı yönünde hâkimde yeterli kanaat uyandıracak şekilde ispatlanmışsa, düzenli ve sürekli çalışmanın varlığı kabul edilmelidir.
31. Toplu para vermek suretiyle yapılan katkıda ise davacı öncelikle, iddia edildiği miktarda parasının bulunduğunu, kaynağını ve bunu katkıda kullandığını ispatlamalıdır. Bu doğrultuda, nüfus kayıtları, mirasçılık belgeleri, banka kayıtları, ödeme makbuzları, banka hesap bilgileri, dava ve icra takip dosyaları, mahkeme kararları, tapu, trafik ve noter sicil kayıtları vb. tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Diğer bir ifadeyle toplu para ile katkıda bulunduğu iddiasında olan eş, o dönemde iddia ettiği miktarda katkıda bulunabilecek ekonomik gücünün olduğunu ve tasfiyeye konu malın edinilmesinde, iyileştirilmesinde veya korunmasında kullandığını usule uygun delillerle ispatlamalıdır.
32. Eldeki davada; taraflar 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 22.11.2012 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden; evlilik tarihi olan 22.01.1976 tarihinden TMK'nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği 02.04.2012 tarihine kadar ise TMK’nın 202/1. maddesi ile düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davaya konu taşınmazın, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde davalı eş adına tescil edildiği anlaşılmıştır.
33. Somut olay yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde; davacının bağış iradesi ve kastı olmaksızın taşınmazı davalıya devrettiğinin anlaşılmasına göre; mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu taşınmazın, her bir eşin kendi kişisel malvarlığı (ziynet, miras, bağış vs.) kullanılarak edinildiği yönündeki iddia ve savunmaları doğrultusunda, tarafların gösterdikleri tüm delillerin toplanıp birlikte değerlendirilerek, Özel Dairenin bozma ilamında belirttiği ilke ve esaslar da dikkate alınarak, gerek görülmesi hâlinde konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınarak, hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
34. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, Özel dairenin bozma gerekçeleri yanında, dosya içerisinde davaya konu parselin ilk tesisinden itibaren tapu kaydının tedavülleriyle birlikte temin edilmediği, dolayısıyla davalının anılan taşınmazı hangi tarihte iktisap ettiğinin saptanamadığı, durum böyle olunca dava konusu taşınmazın geldi ve gitti kayıtları ile tüm intikalleri gösterir tedavüllü tapu kayıtlarının da dosyaya kazandırılması yönünde ilave gerekçelerle bozma yapılması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
35. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
36. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava; erkek eşin açtığı mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
Davacı dava dilekçesinde; davalı ile 22.01.1976 tarihinde evlendiklerini, Adana 5. Aile Mahkemesinin 2012/202 E. ve 2012/773 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, evlilikleri süresince davalının hiçbir işte çalışmadığını, kendisinin ise emekli olduktan sonra dahi ek işlerde çalışmaya devam ettiğini, davalı adına kayıtlı Adana İli, Yüreğir İlçesi, Buruk Köyü, 3.6 Ada, 2 Parselde kayıtlı ev ve arsanın kendi babası Mehmet’ten 1978 yılında satın alındığını, arsa üzerine 1982 yılında ev yapıldığını, tarafların bu evde çocukları ile birlikte yaşadıklarını, arsa ve üzerine yapılan evin tüm bedelinin kendisi tarafından karşılandığını, bu eve taşındıktan sonra taşınmazı davalı eşine jest amaçlı ve güven ilişkisine dayalı olarak bedelsiz devrettiğini, ancak boşandıktan sonra eşinin hakkını inkâr ettiğini, başka mal varlığının olmadığını ve hâlen bu evde yaşadığını ileri sürerek, evin değerinin 1/2 si oranında 30.000,00 TL katkı payı alacağının yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, çocukluğundan beri Adana’nın en zengin ailelerinden olan İ. tarafından bakılıp büyütüldüğünü, Osman İ. tarafından evlilik öncesinde kendisine yarım kilo altın takıldığını, dava konusu taşınmazın 1976 yılında kendisine takılan bu altınların satılması sonucunda alındığını, daha sonra aynı kişinin kendisine yaptığı para yardımı sayesinde evin inşaatının tamamlandığını, tapunun da bu sebeple kendisi adına tescil edildiğini, davacının evlilik süresince fabrikada asgari ücretle işçi olarak çalıştığını, maaşıyla ancak evi geçindirdiğini, elde ettiği gelirle arsayı satın alarak ev yaptırmasının mümkün olmadığını, evin tüm hakkının kendisi ve çocuklarına ait olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece; taşınmazın 11.03.1984 tarihinde erkek tarafından kadın adına tescil edildiği, dava konusu arsa ve üzerinde yapılan binanın mal ayrımı döneminde alındığı, davacının jest ve güvene dayalı olarak taşınmazı davalıya devrettiğini beyan ettiği, dolayısıyla davacının gizli bağışta bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece verilen onama kararına karşı davacı vekilinin karar düzeltme itirazı üzerine Özel Dairece; “…Somut olayda; Davacı, tasfiyeye konu taşınmazı bir jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini bildirmiştir. Bağışı çağrıştıracak başka bir kavram, kelime veya söze dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Karşılıklı güven ve sadakat, gerek örf ve adet, aile bütünlüğü kavramı ve gerekse olağan yaşam koşulları gereği, ayrım gözetilmeksizin eşin birinin diğerine para intikal ettirmek suretiyle mal edindirmesi mümkündür ancak, bunda duraksama olmayacak şekilde bağış iradesi ve kastının olduğu sonucuna varmak için kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekir. Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukukî nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 sayılı HMK 33 m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katkı payı alacak isteğine ilişkindir. 01.01.2002 tarihinden önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM 170 m). TKM'de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri malvarlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak "katkı payı alacağı" hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK 544, TBK 646 m). Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM 186/1 m). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM 189 m.). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği malvarlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka malvarlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vs gibi) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu malvarlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir. Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka mal varlıkları (ziynet, miras, bağış vs gibi) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir. Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir. Dava konusu malvarlığına, başka malvarlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışmanın sabit olunmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 sayılı TKM'nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içerisindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu malvarlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir. Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu malvarlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmak suretiyle, her bir eşin katkı payı alacak miktarı bulunur. Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır. Somut olaya gelince; eşler, 22.01.1976 tarihinde evlenmiş, 02.04.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK'nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM 170.m), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu mal, eşler arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu 13.11.1984 tarihinde taksim suretiyle davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (4721 s.lı TMK 179 m). Davada, davacı tarafın bağış iradesi ve kastı olmadığı anlaşıldığına göre Mahkemece, mevcut ve toplanacak tüm taraf delillerinin birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak hakkaniyete uygun bir katkı payı alacağına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, mahkemenin davanın reddine ilişkin kararı, açıklanan hususlar gözden kaçırılarak, temyiz incelemesi sonucunda Dairemizce hata en onandığı anlaşılmakla; karar düzeltme talebinin kabul edilerek, onama kararının kaldırılmasına, hükmü açıklanan gerekçeyle bozulmasına karar vermek gerekmiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemece önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının dava dilekçesinde “arsayı babasından satın aldığını, sonradan ev yaptığını, tapuyu jest ve güvene dayalı olarak karşılıksız eşine devrettiğini” ikrar ettiği, bu ikrara göre bedelsiz olarak yapılan işlemin gizli bağış olduğu, dolayısıyla taşınmaz nedeniyle katkı payı istenemeyeceği, koşulları varsa bağıştan rücu edilebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece; kısa karar ile gerekçeli karar arasındaki çelişki nedeniyle usulden bozulmuştur. Mahkemece çelişki giderilerek önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Uyuşmazlık, somut olayda, evlilik birliği devam ederken bedelinin davacı erkek tarafından ödenerek edinildiği iddia edilen taşınmazın tapu kaydının, davalı kadın adına oluşturulmuş olduğu gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan katkı payı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; erkek eşin açtığı mal rejiminden kaynaklanan alacak istemine ilişkin eldeki davada öncelikle, davacının kendisinin babasından satın alıp üzerine ev inşa ettikten sonra davalı eşine devrettiğini ileri sürdüğü 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın gerçekten de evlilik birliği içerisinde iktisap edilip edilmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya konulması gerekir. Oysa dosyada mevcut tapu kayıtlarından, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması sonucu oluşturulduğu ve 1050/1070 payın 04.07.2007 tarihinde düzenleme ile davalı adına kayıtlı olduğu, 4350-4360 ve 1414 kütük sahifelerinde kayıtlı taşınmazlardan geldiği, geldi kayıtlarından 1414 sayılı sahifede 1447 sayılı parsel olup 13.11.1984 tarihinde hükmen ifraz suretiyle davalı ile dava dışı üçüncü kişi adına ½’er paylı mülkiyet hâlinde tescilinden sonra aynı gün bir sonraki yevmiyeli işlemle tamamının taksim ile davalı adına kaydedildiği görülmüş ise de; 1447 sayılı parselin geldisi olan 1225 kütük sahifeli tapu kaydının dosya kapsamında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı ilk tesisinden itibaren tedavülleriyle birlikte temin edilmediğinden davalının anılan taşınmaza evlilik birliği içerisinde malik olup olmadığı –bu taşınmazı hangi tarihte iktisap ettiği- saptanmamıştır.
O hâlde, 3.6 ada 2 parsel sayılı taşınmazın geldi ve gitti kayıtları ile tüm intikallerini gösterir şekilde tedavüllü tapu kayıtlarının dosya kapsamına kazandırılması, davalının taşınmaza evlilik birliği içerinde malik olduğunun saptanması durumunda Özel Dairenin bozma kararında belirttiği ilkeler dikkate alınmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken anılan hususlar gözetilmeksizin verilen direnme kararı yerinde değildir.
Hâl böyle olunca, direnme kararının Özel Dairenin bozma gerekçeleri yanında yukarıda açıklanan ilave gerekçeyle bozulması görüşünde olduğumuzdan Sayın Çoğunluk kararına katılamıyoruz.
Hafize Gülgün VURALOĞLU Sevil KARTAL Sevinç TÜRKÖZMEN
Üye Üye Üye
Fatma AKYÜZ
Üye
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/8-990
KARAR NO : 2021/1728
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Eskişehir 3. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 17/05/2018
NUMARASI : 2018/198 - 2018/386
DAVACI : M.D. vekili Av. E.S.A.
DAVALI : A.B. vekili Av. A.H.T.
1. Taraflar arasındaki “artık değere katılma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Eskişehir 3. Aile Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 19.06.2003 tarihinde evlendiklerini, Eskişehir 2. Aile Mahkemesinin 2013/331 E., 2014/40 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, müvekkilinin evlilik birliğinin ömür boyu süreceği düşüncesiyle kendi adına kayıtlı kişisel malı niteliğindeki taşınmazını 29.11.2006 tarihinde 35.000 TL bedel karşılığında davalıya sattığını, satılan bu taşınmazın Türk Medeni Kanunu hükümleri uyarınca edinilmiş mal olduğunu, taşınmazın davalıya devrinden sonra davalının çeşitli bahaneler uydurarak ailesinin yanına gittiğini ileri sürerek mal rejiminden kaynaklanan alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, davacının çok sayıda taşınmazının bulunduğunu, satış tarihinde müvekkiline bu evi satmasını gerektirecek bir durumunun olmadığını, davacının taşınmazı bağış kastı ile davalıya devrettiğini, müvekkilinin edinilen malın karşılığını ödeyecek güçte bulunmadığını, işlemi satış kabul edilmesi durumunda dahi tarafların karşılıklı yükümlülüklerini ifa etmeleri nedeniyle davacının alacak talep etmesinin hukuken mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Eskişehir 3. Aile Mahkemesinin 11.11.2014 tarihli ve 2014/214 E., 2014/767 K. sayılı kararı ile; davalı eşin taşınmaz satın alabilecek maddi gücünün olmadığı, taraflar arasındaki yaş farkı, yine eşler arasındaki satışların hayatın olağan akışına aykırı olduğu, gerçekte taşınmazın davacı tarafından davalıya evlenme nedeniyle hibe edildiği, hibe edilen taşınmazın kişisel mal niteliğinde olduğu, öte yandan resmî senede karşı ileri sürülen iddiaların ancak kesin delille ispatının mümkün olduğunun kabul edilmesi hâlinde bile TMK'nın 2. maddesi uyarınca herkesin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorunda oldukları, dolayısıyla bir eşin diğer eşe satış suretiyle elde ettiği parayı harcadıktan sonra malın edinilmiş mal olduğu iddiasıyla hak talep etmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı yasal süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 15.06.2016 tarihli ve 2015/2873 E., 2016/10533 K. sayılı kararı ile;
“… Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK 33. m). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Bağış 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 285 vd. maddelerinde düzenlenmiştir. TBK'nun 285.maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, malvarlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir 2013, s.344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6.B, İstanbul 2002, s.222).
Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez.
Devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.
Genel olarak, bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M.Alper: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C.1, 3.B, İstanbul 2013, s.205; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B, Ankara 2008, s.144).
Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Aile üyelerinin birlikte yararlanmaları ya da geleceğe yönelik yatırım yapmak amacıyla birlikte malvarlığı edinmeleri, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
Uygulamada genelde, eşler arasındaki taşınmaz ya da araç devri resmi işlemde satış olarak gösterilmektedir. Davanın tarafları arasında yapılan resmi ya da yazılı işlemin muvazaası ancak yine yazılı belge ile ispatlanabilir. Görünürdeki resmi işlemi satış olan bu devrin gerçekte bağış olduğunu iddia eden eş iddiasını yazılı delille ispatlamadıkça işlem satış olarak kabul edilmelidir. Aksi ispatlanamadığı için gerçekte de satış olduğu kabul edilen eşler arasındaki devir, TMK'nun 222/son. maddesi uyarınca, satın alanın edinilmiş malı kabul edilir. Yani malik eş, kişisel malları ile karşılamak suretiyle satın aldığını ispatlamadıkça edinilmiş mal kabul edilecektir. Bu durumda, tasfiyeye konu malı üçüncü kişiden satın alması ile eşinden satın alması arasında fark bulunmamaktadır.
Davacı ve davalı eş arasında yapılan ve resmi işlemi satış gösterilen işlemin gerçekte satış olmadığını ve kavga etmiş eşlerin barışması, evi terk edenin dönmesi, boşanma davası açanın davadan vazgeçmesi, işlerinin yoğunluğu, zamanın sıkışıklığı, işlerin daha kolay yürümesi, ayrı şehirlerde yaşanılması, ticari kaygıların bulunması vs.saiklerle yapıldığı tarafların kabulünde olsa dahi, yani satışın gerçek olmadığını kabul etseler dahi, bu devir bağış olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü, devir yukarıda da açıklandığı gibi eşlerin ahlaki görevi yerine getirmesi, ailenin huzuru ve uyumu ya da karşılıklı güvene dayanarak yapılmıştır. Bağış iradesi bulunmamaktadır. Bağış olarak değerlendirilmemelidir. Satış olmadığını kabul etmeleri demek, bağışı kabul etmek anlamına gelmemektedir.
Somut olayda, tapuda satış görünen işlemin bağış olduğu yani resmi işlemin muvazaalı yapıldığı yazılı belge ile kanıtlanamamıştır. TMK'nun 222/son. maddesine göre davalı eş satın aldığı tasfiyeye konu taşınmazın kişisel malı olduğunu kanıtlayamamıştır. Tasfiyeye konu taşınmazın TMK'nun 219.maddesi uyarınca edinilmiş mal olduğunun kabulü ile davacının artık değere katılma alacağının bulunduğunun kabulü gerekir.
Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden(TMK 229.m) ve denkleştirmeden (TMK 230.m) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK 219.m) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK 231.m) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK 236/1.m). Katılma alacağı Yasa'dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.
Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm(rayiç) değerleri esas alınır (TMK 227/1, 228/1, 232 ve 235/1. m). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.
Yukarıdaki değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.
Eşler, 19.06.2003 tarihinde evlenmiş, 06.05.2013 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın 10, TMK 202/1.m). Tasfiyeye konu 11571 ada 12 parsel (öncesi 2075 parsel) sayılı taşınmaz, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 29.11.2006 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır(TMK 179.m).
Mahkemece, tüm taraf delilleri birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilkeler nazara alınarak ve talep miktarı da gözetilerek sonucuna göre işin esasına ilişkin bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Eskişehir 3. Aile Mahkemesinin 21.09.2017 tarihli ve 2017/535 E., 2017/670 K. sayılı kararı ile bozma öncesi karada yer alan gerekçenin yanında; evlilik tarihinde davacı erkeğin 72, kadının 43 yaşında olduğu, davacının ikinci davalının ise ilk evliliğini yaptığını, davalının evlendikten sonra çalışmadığı, tanık beyanlarına göre evlenme karşılığında davalıya ev ve dükkân vaadedildiği, davalının da bu güvence nedeniyle evlenmeyi kabul ettiği, taşınmazın evlilik nedeniyle bağışlandığı açık olmasına rağmen tapu masrafının yüksek çıkmaması amacıyla taşınmazı satış yoluyla intikal ettirdiği, davacının harç ödememek için işlemi muvazaalı olarak satış göstermesinin kendisine hak kazandırmayacağı, bu nedenle işlemin tarafların gerçek iradesine uygun şekilde bağış olarak değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı yasal süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı erkeğin kişisel malı niteliğinde bulunan taşınmazını evlilik birliği içerisinde satış yolu ile davalı kadın adına tescil ettirdiği gözetildiğinde, bahsedilen işlemin bağış olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre davacının bu taşınmaz yönünden davalıdan artık değere katılma alacağı talep edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
13. Mal rejimi; eşlerin evlenmeden önce sahip oldukları ve evlilik birliği devam ettiği sürece edindikleri mallar üzerindeki hakları, birbirlerine ve üçüncü kişilere karşı sorumlulukları ile evlilik birliği sona erdiğinde bu malların paylaştırılması yönündeki kurallar bütününü ifade etmektedir. Mal rejimleri, yasal ve seçimlik mal rejimleri olarak iki gruba ayrılmıştır. Eşlerin malvarlıklarının yönetimi hususunda sözleşme ile mal rejimini tayin etme imkanı bulunmakla birlikte, bu seçimin gerçekleşmemesi ihtimali gözetilerek kanun gereği eşlerin tabi olacakları yasal mal rejimi belirlenmiştir.
14. Bilindiği üzere TMK’nın 202. maddesinin 1. fıkrası uyarınca eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır. Yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimine yönelik düzenlemeler TMK’nın 218 ilâ 241. maddeleri arasında yer almaktadır. Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar (TMK m. 219) ile eşlerden her birinin kişisel mallarını (TMK m. 220-221) kapsar.
15. Edinilmiş mallara katılma rejiminin tasfiyesi için tasfiyeye konu malın hangi grupta yer aldığının belirlenmesi zorunludur. Zira malvarlığının yer aldığı grup, bu malvarlığının tasfiyeye girip girmeyeceği veya tasfiyeye girmesi hâlinde ne şekilde tasfiye edileceği açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki; edinilmiş mallara katılma rejiminde kural, mal gruplarının değişmezliğidir. TMK’nın 221. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile açıklanan istisnalar dışında, eşler; mal gruplarını değiştiremezler, aksine ilişkin sözleşmeler geçersizdir. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222/3).
16. Edinilmiş mallara katılma rejiminde tasfiye davasının görülebilmesi için eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması gerekir. TMK’nın 225. maddesi ile “Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer. Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hâllerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer” hükmü düzenleme altına alınmıştır.
17. Edinilmiş mallara katılma rejiminin sona ermesiyle birlikte eşler veya mirasçılar tarafından açılabilecek davalar; değer artış payı alacağı (TMK m. 227) davası ve artık değere katılma alacağı (TMK m. 231) davalarıdır. Bu iki alacak türünün özellikleri, koşulları ve hesaplama yöntemleri arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, tasfiye davalarına özgü usul ve esasa yönelik genel ilkelerin tamamı her iki dava türü için de geçerlidir.
18. Maddi vakıaları anlatmak taraflara, hukukî nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı istemine ilişkindir.
19. Artık değer; edinilmiş mallara katılma rejiminde, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlarda dâhil olmak üzere her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan tutardır (Türk Hukuk Lugatı, Ankara 2021 Baskı, Cilt-I, s. 74). TMK’nın 229. maddesinde eklenecek değer, 230. maddesinde denkleştirme, 231/1. maddesinde artık değer ve 236. maddesinde ise yarı pay hükümleri düzenleme altına alınmıştır. TMK hükümleri uyarınca edinilmiş mallara katılma rejiminde bir eşin, artık değere katılma alacağı hakkının oluşması için; talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur. Kural olarak mal rejiminin devamı süresince sahip olunan edinilmiş bir malın bulunması ve varsa bu mala ilişkin borçlar çıktıktan sonra geriye artık değer kalması durumunda, başka bir şeye gerek kalmaksızın kendiliğinden diğer eşin artık değere katılma alacağı hakkı oluşur.
20. Uyuşmazlığın çözümü için “bağış” kavramının da açıklanması gerekmektedir.
21. Bilindiği üzere 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 285. maddesinin 1. fıkrasında bağışlama sözleşmesi; bağışlayanın, sağlar arası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak bir kazandırma yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmıştır.
22. Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. Causa Donandi İlkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder. Bağış iradesi, açıkça ortaya konulabileceği gibi, örtülü şekilde de gösterilebilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de, kazandırmanın salt bağışlama kastı taşımaması nedeniyle, bağışlama olarak nitelendirilemez. Esasen bu nitelikteki kimi kazandırmalar, TBK’nın 285. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile örnekleme yoluyla sayılmıştır. Buna göre henüz edinilmemiş olan bir haktan feragat etmenin veya bir mirası reddetmenin bağışlama sayılamayacağı gibi ahlâki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz. Sözgelimi ahlaki bir görevin yerine getirilmesinde veya eksik bir borcun ödenmesinde bağışlama değil, ifa amacı güdülmektedir. Bağışlamanın açıklanan bu öğesi nazara alındığında bir eşin diğer eşe ait bir mal varlığına yaptığı katkının açıklanan kapsamda bağış olarak kabul edilmesi için bağış iradesi ve kastının kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanması gerekmektedir.
23. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Aile üyelerinin birlikte yararlanmaları ya da geleceğe yönelik yatırım yapmak amacıyla birlikte malvarlığı edinmeleri, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.
24. Davanın tarafları arasında yapılan resmî ya da yazılı işlemin muvazaalı olduğu iddiası ancak yine yazılı belge ile ispatlanabilir. Görünürdeki resmî işlemi satış olan bu devrin, gerçekte bağış olduğunu iddia eden eş, iddiasını yazılı delille ispatlamadıkça işlem satış olarak kabul edilmelidir. Eldeki davada da, tapuda satış olarak görünen işlemin gerçekte bağış olduğu, diğer bir ifadeyle resmî işlemin muvazaalı olarak yapıldığı savunması, davalı tarafından yazılı belge ile ispatlanamamıştır. Aksi ispatlanamadığı için de; görünürdeki satış işleminin gerçek olduğu kabul edilerek, davacı tarafından davalıya devredilen taşınmazın “davalının edinilmiş malı” olduğunun kabulü gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, davalı kadın mal rejiminin devamı süresince edindiği anlaşılan dava konusu taşınmazın, kendi kişisel malı olduğunu kanıtlayamamıştır. Belirtilmelidir ki; tasfiyeye konu malın üçüncü kişiden satın alınması ile eşten satın alması arasında fark bulunmamaktadır.
25. Diğer yandan taraflar, resmiyette satış olarak gösterilen işlemin gerçekte satış olmadığını; barışma, ortak konuta yeniden dönme, açılan boşanma davasından vazgeçme, işlerinin yoğunluğu, zaman sıkışıklığı, işlerin daha kolay yürümesi, ayrı şehirlerde yaşanılması, ticarî kaygıların bulunması ve benzeri amaçlarla yapıldığını kabul etseler dahi, diğer bir söylemle satışın gerçek olmadığını açıklasalar bile, yapılan devir bağış olarak değerlendirilmemelidir. Devir, eşin ahlaki bir görevi yerine getirmesi, ailenin huzuru, uyumu evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancıyla, ortak yaşamı ve ailenin geleceğini güvence altına almak, eşe daha iyi bir gelecek hazırlamak, rahat bir yaşam sağlamak ve karşılıklı güven prensibi uyarınca yapıldığı takdirde, kişide bağış iradesi bulunduğundan söz edilemez. Tarafların işlemin satış olmadığını kabul etmeleri, bağışı kabul ettikleri anlamına gelmez.
26. Gerçekten de; evlilik birliğinin devamı süresince bir eşin diğer eşin edinimine yaptığı katkının, karşılıksız olması işin doğası gereğidir. Karşılıksız olan bu katkıların birliktelikten doğan dayanışma kapsamında, kendisinin de yararlanacağı düşüncesiyle yapıldığı, bağış amacı gütmeyen bu katkının mal rejiminin sona ermesi hâlinde diğer eşten istenebileceği kabul edilmelidir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2015 tarihli ve 2013/8-2418 E., 2015/2406 K.; 23.10.2018 tarihli ve 2017/8-1614 E., 2018/1550 K. sayılı kararları ile de benimsenmiştir.
27. O hâlde; devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın, bağış olarak değerlendirebilmesi için bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açık olması gerekir. Somut olayda davacı; kişisel malı niteliğinde olan taşınmazını evlilik birliğinin ömür boyu süreceği saikiyle ve ortak yaşamı güvence altına almak kastıyla davalı eşine sattığını ileri sürmüştür. Davalı ise işlemin gerçekte bağış olduğunu, dolayısıyla kendi kişisel malı niteliğindeki bu taşınmaz nedeniyle davalının hak iddia edemeyeceğini belirtmiştir. Dosyada davalının savunmasından başka davacının bağış iradesini ortaya koyacak bir beyan ve davranışı bulunmamaktadır. Dolayısıyla salt davacı adına kayıtlı taşınmazın davalıya satış yoluyla devredilmesi işleminin, bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı, dolayısıyla eşler arasındaki tasfiyeye konu taşınmazın TMK'nın 219. maddesi uyarınca edinilmiş mal olduğunun kabulü ile davacının artık değere katılma alacağının bulunduğunun kabulü gerekir.
28. Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde, davacının bağış iradesi ve kastı olmaksızın taşınmazı davalıya devrettiğinin anlaşılmasına göre; edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu taşınmazın, Özel Dairenin bozma ilamında gösterilen ilke ve esaslar da dikkate alınarak, gerek görülmesi hâlinde konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınarak, işin esasına yönelik bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
29. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında, direnme gerekçesinin isabetli olduğu, görünürdeki işlem her ne kadar tapuda satış olarak gösterilse de, tarafların boşanmalarına ilişkin dava dosyası içeriğinden davalının bağış savunmasının doğru olduğunun anlaşıldığı, hâl böyle olunca direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31 . Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21.12.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 18’si BOZMA, 2’si ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.