KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

RE’SEN ARAŞTIRILMASI GEREKEN BİR KONUDA DAVALININ EKSİK BİLGİ VE BELGELER ÜZERİNDEN VERİLMİŞ BİLİRKİŞİ RAPORUNA İTİRAZ ETMEMESİ KARŞI TARAF LEHİNE USÛLÎ KAZANILMIŞ HAK DOĞURMAZ.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2024/11-250
Karar No       : 2025/354

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 17.10.2023
SAYISI                          : 2023/1420 E., 2023/1594 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 28.03.2023 tarihli ve 2021/7840 Esas,
                                        2023/1884 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili ve davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davacı vekilinin başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak davanın yabancı para cinsi üzerinden kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili; müvekkili ile davalı sigorta şirketi arasında 05.03.2014 ilâ 31.12.2015 tarihlerini kapsar şekilde sigorta poliçesi düzenlendiğini, müvekkili şirkete ait otel inşaatında 25.11.2014 tarihinde meydana gelen kazada bir işçinin yaralandığını ve sonrasında vefat ettiğini, tedavi ve cenaze masraflarından ayrı olarak müvekkilinin müteveffanın mirasçılarına 200.000,00 TL tazminat ödediğini, bu meblağ ve sair giderler dışında zararları da bulunmakla birlikte taraflar arasındaki poliçede davalının sorumluluğunun ferdi kaza başına 50.000 Euro ile sınırlandırıldığını ileri sürerek 50.000 Euronun aynen döviz cinsinden ödeneceği tarihteki kur karşılığının ve olay tarihinden itibaren işletilecek avans faizinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili; söz konusu iş kazasının davanın dayanağı poliçe kapsamında kaldığını, müvekkilinin sorumluluğunun poliçe limiti olan 50.000 Euro ile sınırlı olduğunu, iş kazasıyla ilgili ödemelere ilişkin belgelerin gönderilmesi durumunda gerekli değerlendirmeyi yapabileceklerini, davanın sulhen sonuçlandırılmasının mümkün olduğunu ve sorumluluk kapsamında olduğu anlaşılır ise poliçe limitinin tamamının davacıya ödenebileceğini ancak müvekkilinin faiz sorumluluğunun kaza tarihinden değil ödeme tarihinden itibaren yasal faiz yönünde olduğunu belirterek sulh talebi doğrultusunda işlem yapılmasını istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

Ankara 3. Asliye Ticaret Mahkemesinin 08.05.2018 tarihli ve 2015/833 Esas, 2018/328 Karar sayılı kararı ile; davalının sigorta poliçesi gereği gerçek zararı ödemekle yükümlü olduğu, poliçe limiti ve bilirkişi incelemesiyle belirlenen muafiyet indirimi dikkate alındığında davacı firmanın rücuen talep edebileceği tazminat miktarının 79.114,86 TL, manevi tazminat miktarının ise 27.700,00 TL olduğu gerekçesiyle toplam 106.814,86 TL'nin ödeme tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 16.06.2021 tarihli ve 2018/2051 Esas, 2021/924 Karar sayılı kararı ile; Mahkemece maddi tazminat miktarı belirlenirken gerçek zarar hesabı yapılmasında isabetsizlik bulunmadığı, mirasçılara Sosyal Sigortalar Kurumu (SGK) yardımı yapılmışsa bunun tazminattan indirilmesi yönünde davalı vekilinin istinaf itirazı mevcut ise de bilirkişi raporuna bu yönde bir itirazda bulunulmamış olmasının davacı lehine usulî kazanılmış hak doğurduğu gerekçesiyle davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair itirazlarının reddine, alınan 05.03.2018 tarihli ikinci ek raporda müteveffa mirasçılarının gerçek zarar hesabı ile muafiyet indirimi gözetilip kaza tarihindeki TCMB Euro satış kuru karşılığı esas alınmak suretiyle yapılan hesaplama neticesinde davalı sigorta şirketinin sorumlu olduğu maddi tazminat tutarının 28.635,76 Euro, manevi tazminatın 10.000,00 Euro olarak belirlendiği, poliçe hükümlerine göre döviz cinsinden tazminat talep edilmesinin mümkün olduğu, dava dilekçesinde de açıkça Euro olarak talepte bulunulduğu gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, 28.635,76 Euro maddi, 10.000 Euro manevi tazminatın ödeme tarihi olan 03.12.2014 tarihinden itibaren işleyecek 3095 sayılı Kanun'un 4/a maddesi gereğince devlet bankalarının Euro cinsinden bir yıl vadeli mevduat hesabına uygulanan en yüksek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde her iki taraf vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; "… 1.Dava, dövize endeksli İnşaat Tüm Riskler Poliçesine dayalı olarak iş yerinde ölen işçinin hak sahiplerine yapılan ödemenin davalı sigorta şirketinden döviz olarak tahsili istemine ilişkindir. Bölge Adliye Mahkemesince poliçenin döviz bazlı düzenlendiği, davalı sigorta şirketinin döviz olarak tazminat sorumluluğunun bulunduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir ancak dava konusu sigorta sözleşmesinde sigortacının sorumluluğu her ne kadar döviz üzerinden kabul edilmiş ise de davacının ölenin hak sahiplerine yaptığı ödeme Türk Lirası üzerinden olup ödenen miktarın döviz olarak talep edilmesi sigortalının sebepsiz zenginleşmesine neden olabilecektir. Bu durumda davacının ödediği Türk Lirası kadar rücu hakkı bulunduğu gözetilerek karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile döviz üzerinden tahsile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

2. Davalı sigorta şirketi, poliçedeki 3. şahıs mali sorumluluk teminatının, zarar görenlerin gerçek zararlarının karşılanmasına yönelik olduğunu savunmuştur. Gerçekten de poliçede verilen teminat kişi başı 50.000,00 euro ile sınırlı olmakla rizikonun gerçekleşmesi ile birlikte bu tutarın mutlaka ödeneceği sonucuna ulaşılmamalıdır. Sigorta teminatı oluşan gerçek zararı temine yönelik olduğundan davacı şirketin yaptığı ödemenin, zarar görenin gerçek zararı olup olmadığı belirlenerek sonucuna göre davalı sigorta şirketin sorumluluğuna karar verilmemiş olması doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir" şeklindeki gerekçeyle bozma nedenine göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazları incelenmeksizin karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesinin yanında, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında zaten gerçek zarar hesabının yapıldığı, davalı vekili tarafından gerçek zarar miktarı yönünden itiraz edilmemesinin davacı lehine usulî kazanılmış hak doğurduğu, poliçe hükümlerine göre döviz cinsinden tazminat talep edilebileceği ve dava dilekçesindeki talebin de bu yönde olduğu gözetildiğinde, ödemenin döviz cinsinden yapılması durumunda sebepsiz zenginleşmeden bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili ve katılma yoluyla davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

1. Davalı vekili temyiz itirazlarında; davacı tarafça müteveffanın yakınlarına TL cinsinden ödeme yapılmasına rağmen ödemenin Euro cinsinden rücû edilmek istenmesinin mesnetsiz ve sebepsiz zenginleşme yaratacak nitelikte olduğunu, davacı tarafça poliçe limiti olan 50.000 Euronun tamamının ödenmesi talep edilmiş olsa da işbu talebin kabul edilemeyeceği zira işveren mali mesuliyet sigortası meblağ sigortası olmayıp bir sorumluluk sigortası niteliğinde olduğunu, SGK tarafından davacı lehine, herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığının (rücuya tâbi bir gelir bağlanıp bağlanmadığının) araştırılması gerekirken ilgili araştırma yapılmaksızın karar verilmesinin yerinde olmadığını, poliçe özel şartında düzenlendiği üzere daha öncesinde sayılan teminatlara girmeyen hâllerde her bir hasarda minimum 2.500 Euro olmak üzere, hasarın %10'u oranında tenzili muafiyet uygulanması gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını istemiştir.

2. Davacı vekili temyiz itirazlarında; poliçenin teminat sınırının 50.000 Euro olduğunu, davanın bu bedel üzerinden kabulüne karar verilmesi gerektiğini ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dövize endeksli sigorta poliçesinde sigorta ettiren davacının, poliçe kapsamındaki iş kazası nedeniyle dava dışı kişilere Türk Lirası üzerinden yaptığı maddi ve manevi tazminata ilişkin ödemelerini sözleşmedeki döviz cinsi üzerinden davalı sigorta şirketine rücû etmek istediği somut olayda,

1- Sözleşmenin mahiyeti ve davacı tarafından üçüncü kişilere yapılan ödemenin niteliği dikkate alındığında döviz cinsinden talepte bulunulmasının davacının sebepsiz zenginleşmesine neden olacağının kabul edilip edilmeyeceği,

2- Yargılama sürecinde gerçek zararın tespiti yönünde yapılan bilirkişi incelemelerine karşı davalı tarafça herhangi bir itirazda bulunulmamasının davacı yararına usulî kazanılmış hak doğurup doğurmadığı, burada varılacak sonuca göre gerçek zararın tespiti yönünde yeniden bir değerlendirme yapılmasının mümkün ve gerekli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 26, 55 ve 99. maddeleri,

2. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun (TTK) 1459, 1460 ve 1461. maddeleri,

3. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 11. maddesi,

4. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 198, 266, 281 ve 282. maddeleri.

2. Değerlendirme

(A) Birinci Uyuşmazlık Yönünden Yapılan Değerlendirme

1. Sigorta; bir kişinin belirli bir prim karşılığında bir şey veya kendisinin ya da başkasının hayatı üzerindeki menfaatini, gerçekleşmesi muhtemel tehlikelere (rizikolara) karşı güvence altına almasına yönelik bir sözleşme türüdür (Türk Hukuk Lügatı, Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C. 1, s. 985)

2. Türk Ticaret Kanunu'nun 1459. maddesine göre sigortacı sigortalının uğradığı zararı tazmin eder ve 1460. maddeye göre sigorta değeri sigorta olunan menfaatin tam değeridir. Devam eden 1461. maddeye göre, aynen tazmini öngören yeni değer sigortaları hariç, sigortacının sorumluluğu sigorta bedeli ile sınırlı olup bu bedel rizikonun gerçekleştiği andaki sigortalı menfaatin değerini aşsa bile sigortacı uğranılan zarardan fazlasından sorumlu değildir.

3. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 11. maddesine göre “Sigorta sözleşmelerinin ana muhtevası, Müsteşarlıkça onaylanan ve sigorta şirketlerince aynı şekilde uygulanacak olan genel şartlara uygun olarak düzenlenir.”

4. Sigorta sözleşmelerinin önemli bir örneği işveren sigortalarıdır. İş kazası sonucu ortaya çıkan zararlar sosyal sigorta kapsamında kalmakla işçinin sigortalı olması hâlinde Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu hükümleri çerçevesinde karşılanmaktadır. Ne var ki çoğu zaman sosyal sigorta teminat limitleri, iş kazası sonucu uğranılan zararı tam olarak karşılayamaz. Bu durumda zarara uğrayan işçi elbette SGK'dan aldığı tazminatı aşan zararları için işverenden tazminat talep edebilecektir. İşverenin bu yöne ilişkin sorumluluğunun yanı sıra şartları varsa SGK'da işçiye ödediği tazminatı işverene rücu edebilir. Bu ihtimallerin varlığı işverenlere sorumluklarını sigorta ettirme ihtiyacını doğurmuş ve işveren sorumluk sigortası kavramı ortaya çıkmıştır.

5. İşveren sorumluluk sigortası Genel Şartlarının 1. maddesi şu şekildedir: “Bu poliçe, işyerinde meydana gelebilecek iş kazaları sonucunda işverene terettüp edecek hukuki sorumluluk nedeniyle işverene bir hizmet akdi ile bağlı ve Sosyal Sigortalar Kanununa tabi işçiler veya bunların hak sahipleri tarafından işverenden talep edilecek ve Sosyal Sigortalar Kurumu’nun sağladığı yardımların üstündeki ve dışındaki tazminat talepleri ile yine aynı Kurum tarafından işverene karşı iş kazalarından dolayı ikame edilecek rücu davaları sonunda ödenecek tazminat miktarlarını, poliçede yazılı meblağlara kadar temin eder.

Sigortacı ayrıca bu sigorta ile ilgili olarak bir dava açılması halinde hükmolunan mahkeme masrafları ile avukatlık ücretlerini ödemekle yükümlüdür. Şu kadar ki, hükmolunan tazminat sigorta bedelini geçerse sigortacı, avukatlık ücreti dâhil dava masraflarına, ancak sigorta bedeli nispetinde iştirak eder.”

6. Maddede görüldüğü gibi sigorta kapsamına bazı sınırlamalar getirilmiştir. İşveren sorumluluk sigortasının kapsamı, iş kazası sonucu SGK’nın sağladığı yardımların üstündeki ve dışındaki tazminat talepleri ile SGK’nın rücu etmesi sonucu talep edilen tazminat miktarı ve dava masrafları ile avukatlık ücretidir.

7. Riziko, genel olarak ilerde gerçekleşmesi muhtemel ve zarar veya başkaca uygun olmayan bir hal doğuran, geleceğe ait bir olay olup işveren sorumluluk sigortasında riziko ise iş kazası sonucu SGK’nın sağladığı yardımları aşan bir zararın bulunması ve bu zararın tazminin işverenden talep edilmesi ile SGK’nın işçi veya işçinin hak sahiplerine ödeme yaptıktan sonra işverene rücu etme ihtimalidir (Fatih Ölmez; İşveren Sorumluluk Sigortası, Cevdet Yavuz'a Armağan, s. 2133, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/372955, erişim 14.06.2025).

8. Sorumluluk sigortası bir meblağ sigortası değil zarar sigortası niteliğinde olduğundan üçüncü kişilerin gerçek zararlarının giderilmesi amacını güder. Dolayısıyla bu tür sigorta poliçelerinde gösterilen meblağlar sigortacının sorumlu olduğu azami miktarı gösterir, her halükarda o meblağın ödeneceği anlamına gelmez. Gerçek zarar hesaplanarak ödenir.

9. Hemen belirtmek gerekir ki, meslek hastalıkları sonucunda ortaya çıkan tazminat talepleri ile manevi tazminat talepleri, işveren sorumluluk sigortasının teminat kapsamına kural olarak girmemektedir. Elbette bunlar Genel Şartların 2. maddesine göre, sözleşmede ayrıca belirtilmek suretiyle teminat kapsamına dâhil edilebilirler. Bu imkân, özel hukuk sözleşmelerinin tâbi olduğu sözleşme serbestisi ilkesinin de bir gereğidir.

10. Gelinen aşamada sözleşme serbestisi ilkesine kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.

11. Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (md.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.

12. Türk Borçlar Kanunu’nun 26. maddesinde “Sözleşme Özgürlüğü” başlığı altında bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 27. maddenin 1. fıkrasında ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.

13. Sözleşme özgürlüğü, sözleşmeyi yapıp yapmamaktaki iradiliğin yanı sıra sözleşme içeriğini belirlemekteki serbesti olarak da tezahür eder. Buna göre taraflar ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı olmamak kaydıyla sözleşmenin içeriğini diledikleri gibi belirleyebilirler.

14. Sözleşmelerin içeriğinde en önemli belirlemelerden biri de "ödeme"dir.

15. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ödeme, TBK'nın 99. maddesinde; "Konusu para olan borç Ülke parasıyla ödenir.

Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.

Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir." şeklinde düzenlenmiştir.

16. "Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenme"den kasıt yabancı para borcu kavramıdır.

17. Yabancı para borcu; borcun konusu olan para biriminin, ifa yerindeki resmî para birimi olmadığı para borçlarıdır. Diğer bir ifadeyle borçlunun borcunu ifa etmekle yükümlü olduğu para birimi, ifa yerindeki resmî para biriminden farklıysa, yabancı para borcu söz konusu olur.

18. Kural olarak taraflar sözleşmedeki edimi yabancı para üzerinden kararlaştırmakta serbest olup Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin 2008-32/34 Sayılı Tebliğ'de de konuyla ilgili kısıtlama mevcut olmadığından sigorta sözleşmelerinin de döviz cinsi üzerinden yapılmasında herhangi bir engel bulunmamaktadır.

19. Konuya ilişkin bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için somut olayda taraflar arasındaki sözleşme hükümleri ve hukuksal sürecin ortaya konulması gerekir.

20. Taraflar arasındaki 05.03.2014 başlangıç-31.12.2015 bitiş tarihli İnşaat Tüm Riskler Sigorta Poliçesinde prim ödemeleri ve rizikonun gerçekleşmesi hâlinde ödenecek sigorta bedeli Euro cinsi üzerinden belirlenmiştir. Bedensel zararlarda sigorta teminatı şahıs başına 50.000 Euro olarak kararlaştırılmıştır. Poliçenin özel şartlarında Döviz Notu başlıklı bentte "Prim ödemeleri veya hasar hesabında ödenecek miktarlar, poliçe döviz cinsinden döviz olarak veya ödeme günündeki T.C. Merkez Bankası döviz satış kuru üzerinden hesaplanmak suretiyle Türk Lirasına çevrilerek dikkate alınacaktır." düzenlemesi mevcuttur. Aynı kararlaştırma poliçenin Dövizli poliçe notu ve Döviz ödeme klozu başlıklı bentlerinde de mevcut olup davacının primlerini Euro cinsi üzerinden ödediği de dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

21. Poliçe süresi içerisinde davacının sigortaya konu inşaatında dava dışı bir işçinin ağır şekilde yaralandığı ve müteakiben vefat ettiği, işçinin SGK kaydının bulunduğu, davacının müteveffanın yakınlarına 03.12.2014 tarihli "Anlaşma (İbraname)" başlıklı belgeden anlaşıldığı üzere maddi ve manevi tazminat toplamı olarak 200.000,00 TL ödeme yaptığı anlaşılmaktadır.

22. Davacı; davalının sigorta poliçesinde iş kazalarında şahıs başına 50.000 Euro'nun ödeneceğinin kararlaştırıldığından bahisle bu bedelin davalıdan tahsilini istemiş, Bölge Adliye Mahkemesi davacının ancak gerçek zararı isteyebileceği, bunun ise davacının talep ettiği ve sözleşmede kararlaştırıldığı üzere Euro cinsi üzerinden ödenmesi gerektiği gerekçesiyle yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Özel Daire Türk Lirası üzerinden yapılan bir ödemenin döviz cinsi üzerinden rücu edilmek istenmesinin sebepsiz zenginleşme yaratacağını, gerçek zararın tespitinde eksik inceleme yapıldığını belirterek hükmü bozmuştur.

23. Gelinen aşamada Özel Daire ve Bölge Adliye Mahkemesi arasındaki uyuşmazlıklar yukarıda yapılan konuyla ilgili genel ve somut olay bağlamında özel açıklamalar ışığında ayrı ayrı irdelenmelidir.

24. Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Dairenin uyuşmazlık içerisinde olduğu birinci husus; gerçekleşen iş kazası nedeniyle vefat eden işçisinin yakınlarına Türk Lirası üzerinden ödeme yapan davacının Euro üzerinden talepte bulunmasının sebepsiz zenginleşme doğurup doğurmayacağı hususudur.

25. Sebepsiz zenginleşme TBK'nın 77-82. maddelerinde borç kaynaklarından biri olarak düzenlenmiş olup anılan Kanun'un 77. maddesinde herhangi bir haklı sebep olmaksızın, bir kimsenin aktif varlığında gerçekleşen bir artışın (zenginleşme) başka bir kişinin aktif varlığında gerçekleşen azalma (fakirleşme) sebebiyle meydana gelmesi şeklinde tanımlanmıştır.

26. Zenginleşmeyi doğuran sebep, kazandırma veya zenginleşenin müdahalesi ya da umulmayan bir olay olabilir. Nitekim TBK'nın 77. maddesinde özellikle “haklı bir sebep olmaksızın” ifadesine yer verilmiş ve haklı olmayan sebep teşkil edecek hususlar örnek olarak sayılmıştır. Bu durumda kazandırmaya (edime) dayanan sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan sebebe veya gerçekleşmemiş sebebe veyahut da sona ermiş sebebe dayalı olarak gerçekleşebilir (Hukuk Genel Kurulunun 29.09.2022 tarihli ve 2020/3-338 Esas, 2022/1194 Karar sayılı kararı).

27. Özel Daire bozma kararında davacının Türk Lirası üzerinden ödeme yapmışken davalıdan döviz cinsi üzerinden talepte bulunmasının sebepsiz zenginleşme yaratabileceğini gerekçe göstermiştir.

28. Ne var ki sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilmesi için aranan en önemli şart zenginleşenin mal varlığında meydana gelen artışın haklı bir sebebe dayanmamasıdır.

29. Oysa somut olayda taraflar sözleşme özgürlüğü çerçevesinde gerek primlerin gerekse sigorta bedelinin yabacı para cinsi üzerinden ödenmesini kararlaştırmışlar, davacı talebinde TBK'nın 99. maddesindeki seçimlik hakkını açıkça yabancı parayla ödeme yönünde kullanmıştır.

30. Bu hâlde söz konusu talep taraflar arasındaki sözleşmeye uygun olduğundan davacının sebepsiz zenginleşeceğinden bahsetmek mümkün değildir.

31. Dolayısıyla ilk uyuşmazlık bakımından direnme gerekçesi haklı ve yerindedir.

(B) İkinci Uyuşmazlık Yönünden Yapılan Değerlendirme

32. Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki ikinci uyuşmazlık; yargılama sürecinde gerçek zararın tespiti yönünde yapılan bilirkişi incelemelerine karşı davalı tarafça herhangi bir itirazda bulunulmamasının davacı yararına usulî kazanılmış hak doğurup doğurmadığı konusunda düğümlenmektedir.

33. Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nda ve HMK'da usulî kazanılmış hak kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.

34. Davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiş olan bu kurum; anlam itibarıyla, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

35. Direnmeye konu uyuşmazlıkta olduğu gibi bilirkişi raporuna itiraz edilmemiş olmasının davacı lehine herhangi bir usulî kazanılmış hak doğurup doğurmadığının belirlenebilmesi için bilirkişi incelemesi delili üzerinde kısaca durulması yerinde olacaktır.

36. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesinin 1. fıkrasında bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez” şeklinde düzenlenmiştir.

37. Kanundaki bu anlatımdan da hareketle bilirkişi raporu; bilirkişinin, hukuki değerlendirmeleri içermeyecek şekilde davanın çözümlenmesinde gereken teknik konulardaki açıklamalarını içeren mahkemeye sunduğu metindir. Bilirkişi raporu, mahkemenin uyuşmazlığı çözerken kullandığı kanıtlardan biri olup hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü öteki kanıtlarla birlikte serbestçe değerlendirir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 164).

38. Aynı Kanun’un 281. maddesinde; “(1) Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir” hükmüne yer verilmiştir.

39. Yine, 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinde de bilirkişi incelemesinin ne şekilde yapılması gerektiğine ilişkin düzenlemeler yer almaktadır.

40. Anılan düzenlemeler gereğince mahkeme çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verebilir. Bilirkişi raporlarında görülen eksiklik ya da belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulması görevi mahkemeye ait olup mahkemece raporu veren bilirkişilerden ek rapor alınabileceği gibi yeni bir bilirkişi kurulu oluşturulup tekrar inceleme yaptırılarak rapor da alınabilir.

41. Yukarıda da değinildiği üzere hâkim, HMK'nın 282. maddesinin açık hükmünün de bir gereği olarak bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Bilirkişi incelemesi sonucu alınan görüş bir takdiri delil olduğundan hâkim gerekçelerini açıkça ortaya koymak suretiyle bilirkişi raporunun aksine de karar verebilir (Murat Atalı/İbrahim Ermenek/Ersin Erdoğan, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s.536). Hâkimin bu konudaki takdir hakkını rasyonel esaslara göre kullanması yeterlidir (İlhan E. Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s.655).

42. Hâkimin bilirkişi raporunu takdirindeki bu serbestisine rağmen doktrin ve yargısal kararlarda bazı hâllerde bir tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmemesinin, diğer (bilirkişi raporuna itiraz eden) taraf lehine usulî kazanılmış hak doğurduğu kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s. 2753). Örneğin; bir tazminat davasında, tarafların kusur oranlarının tespiti için alınan bilirkişi raporuna, taraflardan yalnızca biri, kendisi için tespit edilen kusur oranının fazla olduğundan bahisle itiraz etmiş, diğer taraf bu rapora itiraz etmeyerek bu hâliyle dosyanın hesap uzmanı bilirkişiye gönderilmesini istemişse, tek taraflı itiraz üzerine alınan raporda itiraz eden tarafın kusur oranının karşı tarafın itiraz etmediği ilk rapordan daha ağır bir şekilde tespit edilmesi hâlinde artık ilk rapordaki kusur oranları üzerinden karar verilmesi gerekir. Zira böyle bir durumdan itiraz eden taraf aleyhine sonuç çıkarılamaz ve itiraz etmemekle diğer tarafın benimsemiş sayıldığı ilk rapordaki daha lehine olan tespit, itiraz eden taraf lehine kazanılmış hak teşkil eder.

43. Nitekim verilen örnekle benzer bir uyuşmazlıkta Hukuk Genel Kurulu 18.02.2021 tarihli ve 2018/(21)10-94 Esas, 2021/111 Karar sayılı kararıyla aynı yöne işaret etmiş, hâkimin itiraz etmeyen taraf için kesinleşen ilk raporu hükme esas almak yerine, ilkindeki sorumluluğu itiraz eden aleyhine ağırlaştıran sonraki rapor çerçevesinde karar vermesinin itiraz eden taraf lehine doğan kazanılmış hakkı ihlâl ettiği sonucuna varmıştır.

44. Bununla birlikte, bu anlatımda kullanılan "kesinleşme" sözcüğü, tarafların benimsediği olgularla ilgili olup hüküm sonucunun da bu şekilde tesis edilmesi gerekliliğini doğuran, mahkemeyi bağlayıcı bir kesinleşme anlamını taşımaz. Davayı kabul, sulh ve feragat gibi bir sonuç da doğuramaz. Hukuki değerlendirmenin hâkime ait olması ve hâkimin de bilirkişi delilini takdirde serbestçe hareket edebilmesi asıldır ve böyle bir durumun varlığı hâlinde dahi hâkim rapordaki teknik incelemenin dosya kapsamında sübut bulan vakıalara, hukuk kuralları ve emsal içtihatlara uygun olmadığı düşüncesindeyse yeni rapor alabileceği gibi gerekçelerini ortaya koymak suretiyle raporun aksine de karar verebilir.

45. Üstelik tek taraflı itirazın yanı sıra, her iki tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmediği durumlar da söz konusu olabilir. Böyle bir durumda da karar vermeye elverişli olmayan bir rapora taraflarca itiraz edilmemiş olması hâkimin vereceği hüküm sonucunu bağlar şekilde bir usulî kazanılmış hak doğurmaz. Bilirkişi raporu hükme esas almaya uygun değilse, hâkimin davayı hatalı bu rapora göre çözümlendirmek zorunda olduğunu kabul etmek, açık yasal düzenlenmeler ve usul hukukunun değinilen temel ilkeleri yanında hâkimin maddi gerçeğe ulaşma amacıyla da bağdaşmaz (Hukuk Genel Kurulunun 15.03.2023 tarihli ve 2022/3-508 Esas, 2023/226 Karar sayılı kararı).

 46. Bu noktada göz ardı edilmemesi gereken en önemli hususlardan biri kamu düzeniyle ilgili olması nedeniyle mahkemenin resen inceleme yapması gereken konularda tarafın bilirkişi raporuna itiraz etmemesinin bir etkisinin bulunmadığıdır. Zira kamu düzeniyle ilgili durumlarda usulî kazanılmış haktan söz edilemez.

47. Somut olayda davacı, riziko gerçekleşmekle davalının sorumluluğunun sözleşmede kararlaştırılan 50.000 Euronun tamamını ödemekten ibaret olduğunu ileri sürmüş, gerek İlk Derece Mahkemesi gerekse Bölge Adliye Mahkemesi yukarıda anılan TTK hükümlerine uygun şekilde ve bozma kararında da işaret edildiği üzere davalının ancak gerçek zarar oranında sorumlu olduğunu kabul etmiştir.

48. Bu anlamda gerçek zarar müteveffanın ailesine ödenmesi gereken destekten yoksun kalma tazminatı ve sözleşme gereği manevi tazminat ödemesi olup hükme esas alınan raporlarda müteveffa işçinin ailesine SGK tarafından ödeme yapılıp yapılmadığına dair dosya kapsamında bilgi bulunmadığı şerh düşülmüş, davalı tarafça raporlara karşı herhangi bir beyanda bulunulmamıştır.

49. Gerçek zarar hesabı tazminat hukukuna ilişkin genel ilkeler doğrultusunda yapılır ve işçinin, sürekli iş göremezlik durumuna girmiş ise bedensel zararı; ölümü hâlinde ise destekten yoksun kalma tazminatı hesaplanır. Gerçek zarar hesaplanırken zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, iş görebilirlik çağı, iş görmezlik ve karşılık kusur oranları, destek görenlerin gelirden alacakları pay oranları, eşin evlenme olasılığı gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde öncelikle belirlenmesi gerekir.

50. Destekten yoksun kalma tazminatının belirlenmesine ilişkin olarak göz ardı edilmemesi gereken husus öncelikle haksız zenginleşmeyi ve mükerrer ödemeyi önlemek için SGK tarafından sigortalıya veya hak sahiplerine bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin hesaplanan maddi tazminattan mahsubu gerektiğidir ki bu durum, Yargıtayın yerleşmiş görüşlerindendir.

51. Gelinen bu noktada TBK'nın haksız fiilin ölüm veya bedensel zarara yol açması hâlinde maddi tazminatın belirlenmesine ilişkin hükmü olan 55. maddesine değinilmelidir. Anılan maddede; "Destekten yoksun kalma zararları ile bedensel zararlar, bu Kanun hükümlerine ve sorumluluk hukuku ilkelerine göre hesaplanır. Kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemeler, bu tür zararların belirlenmesinde gözetilemez; zarar veya tazminattan indirilemez. Hesaplanan tazminat, miktar esas alınarak hakkaniyet düşüncesi ile artırılamaz veya azaltılamaz.

Bu Kanun hükümleri, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine ya da kişinin ölümüne bağlı zararlara ilişkin istem ve davalarda da uygulanır." düzenlemesine yer verilmiştir.

52. Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici iş göremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine ilişkin olarak kabul edilmiştir. Üstelik anılan 55. madde emredici bir hükme yer verir ve resen uygulanır.

53. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 17.05.2022 tarih, 2019/(21)10-595 Esas, 2022/639 Karar, 14.02.2018 tarih, 2015/21-1324 Esas, 2018/216 Karar ve 06.02.2020 tarih, 2016/21-403 Esas, 2020/104 Karar sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

54. Tüm bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlık incelendiğinde davalının sigorta sözleşmesi çerçevesinde sorumlu olduğu gerçek zararın tespitinde TBK'nın 55. maddesi çerçevesinde inceleme yapılması zorunlu olup bu husus resen araştırılması gereken bir konu olduğundan davalının eksik bilgi ve belgeler üzerinden verilmiş bilirkişi raporuna itiraz etmemesi karşı taraf lehine usulî kazanılmış hak doğurmaz.

55. Hâl böyle olunca birinci uyuşmazlık yönünden direnme kararı yerinde olmakla birlikte ikinci uyuşmazlık yönünden direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Birinci uyuşmazlık yönünden direnme uygun olmakla davalı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının reddine,

İkinci uyuşmazlık yönünden direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun'un 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Bozma nedenine göre tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun'un 373. maddesinin 2. fıkrası uyarınca kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

28.05.2025 tarihinde oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.