RÜCU ALACAĞININ DAYANAĞI OLAN ALACAK İPOTEK OLDUĞUNDAN VE İPOTEK ALACAĞINA HUKUKUMUZDA UYGULANAN ZAMANAŞIMI BULUNMADIĞINDAN DAVA SÜRESİNDE AÇILMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/3-696
Karar No : 2023/457
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 15.03.2022
SAYISI : 2022/346 E., 2022/568 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.12.2021 tarihli ve 2021/4125 Esas,
2021/13621 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili, tarafların ortak murisi adına kayıtlı bulunan taşınmaz üzerindeki 21.08.2009 tescil tarihli ve 600.000,00 TL bedelli ipotek borcunun murisin ölümünden sonra müvekkili tarafından ödenerek ipoteğin kaldırıldığını, davalının miras hissesi oranında tereke borcundan sorumluluğunun bulunmasına rağmen başlatılan icra takibine haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek davalının itirazının iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili, davacının iki yıllık rücu başvuru süresini kullanmadığını, zamanaşımının dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.12.2020 tarihli ve 2019/880 Esas, 2020/1242 Karar sayılı kararıyla; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 73 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince ödeme tarihinden itibaren iki yıl içerisinde borcun zamanaşımına uğrayacağı, ödeme tarihiyle icra takip tarihi arasında bu sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 09.03.2021 tarihli ve 2021/112 Esas, 2021/533 Karar sayılı kararıyla; davanın sebepsiz zenginleşmeden doğan alacak niteliğinde olduğu, bu sebeple ödeme tarihi itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 61 vd. maddelerinin uygulanacağı, 25.10.2010 tarihinde yapılan ödemeden sonra davalı aleyhine 26.09.2018 tarihinde icra takibi başlatıldığı ve 26.12.2019 tarihinde itirazın iptali davası açıldığı, bir yıllık zamanaşımı süresinin geçirildiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf talebinin reddine, davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması ile düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ve davalı lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“... 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespiti için öncelikle alacağı doğuran hukuki sebebin tam ve doğru olarak tespit edilmesi gerekmektedir. Zira; bir davada ileri sürülen olguları kanıtlamak taraflara, bu olgulara dayalı olarak uyuşmazlığı nitelemek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak uygulamak doğrudan hakime ait bir görevidir (HMK md. 33.).
Davacı, eldeki dava ile müşterek murise ait borcu ödediği iddiası ile diğer mirasçı davalıdan miras payı oranında tahsilini istemiş, davalı taraf ise cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Her ne kadar mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, olayın oluş şekli ve taraflar arasındaki ilişki gözönüne alındığında, taraflar arasında vekaletsiz iş görme ilişkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Vekaletsiz iş görme, TBK'nın 526. maddesi ve devamında düzenlenmiş olup, başkasının hesabına iş gören, o işi sahibinin menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak görmekle yükümlü kılınmıştır. Aynı Kanunun 529. maddesinde ise “İş sahibi, işin kendi menfaatine yapılması halinde, iş görenin durumun gereğine göre zorunlu ve yararlı bulunan bütün masraflarını faiziyle ödemek, gördüğü iş dolayısıyla üstlendiği edimleri ifa etmek ve hakimin takdir edeceği zararı gidermekle yükümlüdür.” denilmiştir.
İş görenin vekaletsiz iş görmeden kaynaklanan alacak hakları işi görülenin haksız iktisabı sayılmaz. Bu alacak hakları TBK'nın 147. maddesinde (BK 126.Mad.) sayılanlardan da değildir. Vekaletsiz iş görme halinde özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, TBK'nın 146. maddesindeki (BK 125.Mad.) on yıllık zamanaşımı süresi uygulaması gerekmektedir. (Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 04/06/1995 tarihli 15/6 sayılı İBK, HGK'nın 19/10/1960 tarihli ve 13-14 sayılı kararı.
Buna göre bölge adliye mahkemesince; davacı tarafça yapılan ödemelerin, vekaletsiz iş görme hükümleri kapsamında değerlendirilmesi ve taraflar arasındaki vekaletsiz iş görmeye dayalı bu ilişkinin, TBK'nın 146. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu gözönüne alınması suretiyle, işin esasının bu doğrultuda ve belirtilen hukuki sebeplere göre incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin yanılgılı değerlendirme ile sebepsiz zenginleşme ilişkisi olarak nitelendirilmesi ve davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
3- Bozma nedenine göre, davacı vekilinin hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 641 inci maddesi gereğince mirasçıların tereke borçlarından müteselsilen sorumlu oldukları, tereke borcundan sorumluluğun dış ilişkide (üçüncü kişilere karşı) müteselsil, iç ilişkide (mirasçılar arasında) miras payı oranında olduğu, başkasına ait bir borcun bilerek ve isteyerek ödenmesi hâlinde vekâletsiz iş görme hükümlerinin, borcun hataen ödenmesi veya müteselsil sorumlulardan biri tarafından yapılan ödemelerin diğer müteselsil borçlulardan istenmesi hâlinde ise sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanacağı, bu kapsamda davaya konu ödemenin kaynağının müşterek miras bırakandan kalan taşınmaz üzerindeki ipotek bedeli olması nedeniyle tereke pasifi içindeki bir borç olduğunun anlaşıldığı, TMK’nın 681 inci maddesi uyarınca tereke borcu ile müteselsil sorumlu olan mirasçıların miras payından fazla yaptığı ödemeler nedeniyle TMK’nın 682 nci maddesinin sonuncu fıkrası uyarınca diğer mirasçılardan miras payı oranında istekte bulunma hakkına sahip oldukları, müteselsil borçlunun diğer müteselsil borçlulara rücu hakkının ise TBK’nın 77 vd (BK’nın 61 vd) maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre incelenmesi gerektiği, miras bırakanın ölüm tarihinden sonra terekeye dâhil olan malvarlığı üzerinde gerçekleşen borçlar (emlak vergisi, bakım gideri vs) bakımından her bir mirasçının kendi miras payı oranında sorumlu olduğu, bu hâlde müteselsil sorumluluk bulunmadığından diğer mirasçıların paylarına düşen ödemeler yönünden vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanmasının gerekeceği, ancak murisin ölüm tarihinden önceki döneme ait tereke borcunda ise, tüm mirasçıların borcun tamamından müteselsil olarak sorumlu oldukları, davacının tereke borcunu ödemekle, davalıya ait ve sadece onun tarafından ödenmesi gereken bir borcu değil tamamından müteselsil olarak sorumlu olduğu bir borcu ödediği, bu hâlde ise müteselsil sorumlulardan biri tarafından payından fazla yapılan ödemenin diğer müteselsil sorumlulardan istenilmesine ilişkin davanın sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayanılarak açılabileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; somut olayda TMK’nın 682 nci maddesinin uygulanması gerektiğini, mirasçıların tereke borçlarından müteselsilen sorumlu olduklarını, anılan maddeye göre ödemeyi yapan mirasçının diğerlerine rücu edebileceğini, somut uyuşmazlıkta zamanaşımının işlemeyeceğini, davalının mirasçı olduğunun ödeme tarihinden çok sonra öğrenilmiş olduğu dolayısıyla zamanaşımının ödeme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, nisbi vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ortak murise ait taşınmazın ipotek borcunun murisin ölümünden sonra davacı tarafından kapatılmasıyla miras payı oranında davalıdan rücuen talep edildiği somut olayda, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin mi yoksa vekâletsiz iş görme hükümlerinin mi uygulanması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre iki yıllık sebepsiz zenginleşme zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33 üncü maddesi.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 682/II nci maddesi.
3. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41, 61-66, 146, 147, 413, 414 üncü maddeleri.
4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 73, 82, 529, 599, 641 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davanın hukuki niteliğinin belirlenmesinde yarar vardır.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33 üncü maddesinde yer alan “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” ilkesi ve ayrıca 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davanın dayandığı maddi vakıaları bildirmek ve izah etmek taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek ve uygulamak hâkime ait bir görevdir.
3. Buradan hareketle, somut olayın hukuki nitelemesinin doğru yapılması ve uygulanacak kanun hükümlerinin doğru tespiti açısından ilgili hukuki kurumlara kısaca değinmekte fayda vardır.
4. Bölge Adliye Mahkemesi, somut olaya sebepsiz zenginleşme hükümlerinin; Özel Daire ise vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiğini belirtmiştir.
5. Haklı bir neden olmaksızın bir başkasının malvarlığından ya da emeğinden zenginleşme olarak tanımlanan (Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1. s. 962) ve kanunda borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
6. Davacının davaya konu ipoteğin kaldırılması için bankaya ödeme yaptığı, bu şekilde davalıya karşı alacağının doğduğu tarihte yürürlükte bulunan BK'nın borcun kaynakları, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md. 1-40), haksız fiilden doğan borçlar (md. 41–60) olarak düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak haksız (sebepsiz) iktisaba (md. 61–66) yer verilmiştir.
7. Borçlar Kanunu'nun 61 inci maddesi “Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır” hükmünü haiz olup, zamanaşımını düzenleyen 66 ncı maddesi ise; “Haksız surette mal iktisabından dolayı ikame olunacak dava, mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada hakkı olduğuna ıttılaı tarihinden itibaren bir sene müruriyle ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren on senenin müruriyle sakıt olur. Eğer mal iktisabı mutazarrır olan taraf aleyhinde bir borç teşkilinden ibaret ise, mutazarrırın hakkı müruru zaman ile sakıt olmuş olsa bile, bu borcu ifa etmez” şeklindedir.
8. Madde metninden de anlaşılacağı üzere, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı geri verme borcu altındadır.
9. Yine aynı Kanun'un 66 ncı maddesine göre; sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yılın ve her hâlde hakkın doğumundan başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
10. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK’nın 82 nci maddesinde ise bu süreler iki ve on yıl olarak değiştirilmiştir.
11. Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrasına göre; TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, TBK’da öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak TBK’da öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.
12. Kanunun belirlediği koşullar altında bir sürenin geçmesi üzerine bir hak kazanma ya da bir yükümden kurtulma yolu olarak tanımlanan zamanaşımı (Türk Hukuk Lûgatı, s.1244), hak sahibinin, mal varlığındaki eksilmeye yol açan işlemi ve sebepsiz zenginleşeni tam olarak öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Ondan önceki noksan bilgiler ve tahminler bu sürenin başlangıcına esas olamaz.
13. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2021/3-251 Esas, 2022/1430 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.
14. Vekâletsiz iş görme ise BK’nın “Vekâleti olmadan başkası hesabına tasarruf” başlıklı 410 uncu maddesinde:
“Vekâleti olmaksızın başkasının hesabına tasarrufta bulunan kimse, o işi sahibinin menfaatine ve tahmin olunan maksadına göre yapmaya mecburdur” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, vekâletsiz iş görmenin unsurları; iş görme, işin başkasına ait olması, vekâletin bulunmaması ve iş görme iradesinin varlığıdır.
15. Bir kişinin başkasının işini görebilmesi için, o kişinin kural olarak kendisine vekâlet vermiş olması gerekir. Eğer vekâleti olmadan bir başkası hesabına bir iş görülürse buna vekâletsiz iş görme veya vekâleti olmadan iş görme denir (Aydın Zevkliler, Emre Gökyayla, Özel Borç İlişkileri, 11. Baskı, Ankara 2010, s. 509).
16. İş görmek, insanın herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere hukuk düzeni içinde yapılabilen her çeşit iş görme veya yönetmedir. Bunun için iş sahibinin yetki vermesi söz konusu değildir. Genel olarak iş sahibinin yararları kapsamına giren işlerin görülmüş olması bu tarifin içine girer. Buna karşılık işin niteliği, bir yetkinin varlığını gerektiren işlerde bir başkasının hesabına iş görme söz konusu olamaz.
17. Vekâletsiz iş görmenin öğelerinden biri de yapılan işin başkasına ait olmasıdır. Bu öğe, iş görenin yaptığı iş ile başkasının hukuki çerçevesine müdahalede bulunduğunu ifade eder.
18. Diğer taraftan, vekâletsiz iş görmeden söz edilebilmesi için, iş görenin bu işi yapmaya mezun bulunmaması da gerekir. Nitekim BK’nın 410 uncu maddesinde mevcut olan “vekâleti olmaksızın” tabiri de bunu ifade eder.
19. Bu nedenle vekâletsiz iş görmenin söz konusu olabilmesi için, başkasına ait işin vekâlet olmaksızın yapılması gerekir. Vekâleti olmama, hiç temsil yetkisi verilmemiş olması anlamına geldiği gibi; verilen talimat ya da temsil yetkisinin aşılmış olması da vekâleti olmama kavramı içinde yer alır.
20. Vekâletsiz iş görmenin son unsuru, başkasının işini görme unsurudur. İş görenin başkası menfaatine hareket iradesini taşıması veya işin başkasına ait olduğunu bilerek faaliyette bulunması şart değildir. Onun genel olarak bir iş görme iradesine sahip olması, yani iradesinin işin fiili sonucuna yönelmiş olması yeterlidir (Zevkliler, Gökyayla, s. 510).
21. Borçlar Kanunu’nun 410 ve devamı maddelerinde tanımını bulan vekâletsiz iş görme, niteliği gereği, iş sahibinin bilgisi dışında gerçekleşen bir olgudur. Diğer taraftan vekâletsiz iş görmenin varlığından bahsedebilmek için iş görenin işi görmeye başladığı zamana göre, dürüstlük kuralı ışığında iş sahibinin bakış açısıyla yapılacak objektif bir değerlendirmeyle işin görülmesi, iş sahibinin menfaatine olmalı veya bunun da ötesinde zorunlu kabul edilmelidir. “Zorunlu” kavramı, iş görmenin, iş sahibinin menfaatine olmasının ötesinde gerekliliğe de vurgu yapan bir anlama sahiptir. Başka deyişle dürüstlük kuralı ışığında işin görülmesi iş sahibinin menfaatine değilse veya zorunluluk arz etmiyorsa vekâletsiz iş görmeden bahsedilemeyecektir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2017, s. 835).
22. Bu kavram, gerçek (caiz olan) vekâletsiz iş görme ve gerçek olmayan vekâletsiz iş görme olmak üzere ikili bir ayrıma tâbidir .
23. Gerçek vekâletsiz iş görmede, bir kimse başkasına ait bir işin görülmesi iradesiyle, onun hukuk alanına bir yetkisi bulunmaksızın müdahale etmektedir. BK’nın 413 üncü maddesine göre; “İş sahibinin menfaati için yapılmış olan bir işte yapan kimsenin hâl icabına göre zaruri veya faideli bulunan bilümum masraflarını faizi ile edaya ve bu kabil taahhütlerini ifaya ve hakimin takdir edeceği zararı tazmine, iş sahibi mecburdur.
Maksadı hasıl olmasa bile, işi yaparken icabeden ihtimamda bulunan kimse hakkında dahi bu hüküm tatbik olunur.
İşi yapan kimse yaptığı masrafı istifa edemediği takdirde, haksız bir fiil ile mal iktisabı faslındaki hükümlere göre yaptığı şeyi ref ettirebilir.”.
24. Bu hükme göre kanun koyucu, iş görenin haklarını düzenlerken başkasının menfaatinin gerektirdiği bir işe kalkışan kimsenin bu mühadale ile kendi malvarlığında bir azalma olmamasını sağlamak ve bu suretle herkesi başkalarına yardıma teşvik etmek amacıyla iş görene malvarlığında meydana gelen azalmanın telafisini isteme yetkisini vermiştir. Diğer taraftan, vekâletsiz iş görme işi yapan için bir kâr teminine de vesile teşkil etmemelidir (Haluk Tandoğan, Vekâletsiz İş Görme, Ankara 1957, s. 267).
25. Borçlar Kanunu’nun 413 üncü maddesinde bahsi geçen “masraf” tabirinden iş görme nedeniyle iş görenin malvarlığında kendi iradesiyle meydana gelen yahut meydana gelmesine katlandığı azalmalar anlaşılmalıdır.
26. Gerçek olmayan vekâletsiz iş görmede ise; iş görenin bir başkasının işini haksız bir biçimde ve kötüniyetli olarak kendisinin veya üçüncü bir kişinin menfaatine görmesi yahut bilerek ya da bilmeyerek başkasının işini kendi işiymiş gibi ve kendisine menfaat sağlamak üzere görmesi hâlidir ve BK’nın 414. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “Kendi menfaati için yapılmamış olsa bile iş sahibi yapılan işten hasıl olan faydaları temellük etmek hakkını haizdir. Temellük ettiği faydalara göre, işi yapan kimsenin masrafını tazmin ve yapmış olduğu taahhütlerden onu tahlis eder”.
27. Türk Borçlar Kanunu’nun 526 ve devamı maddelerinde de benzer düzenlemeler yer almaktadır. Nitekim anılan Kanun’un 529 uncu maddesinde, BK’nın 413 üncü maddesine paralel olarak “İşsahibi, işin kendi menfaatine yapılması hâlinde, işgörenin, durumun gereğine göre zorunlu ve yararlı bulunan bütün masrafları faiziyle ödemek ve gördüğü iş dolayısıyla üstlendiği edimleri ifa etmek ve hâkimin takdir edeceği zararı gidermekle yükümlüdür. Bu hüküm, umulan sonuç gerçekleşmemiş olsa bile, işi yaparken gereken özeni göstermiş olan işgören hakkında da uygulanır.
İşgören, yapmış olduğu giderleri alamadığı takdirde, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre ayırıp alma hakkına sahiptir” hükmü mevcuttur.
28. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 23.12.2021 tarihli ve 2017/(6)3-1547 Esas, 2021/1737 Karar; 14.06.2022 tarihli ve 2020/(13)3-337 Esas, 2022/893 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
29. Somut olayda, davacının davalı bankaya ödediği borç tereke borcudur. TMK’nın 599 uncu maddesine göre mirasçılar, miras bırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kazanırlar ve aynı Kanun’un 641 inci maddesindeki “Mirasbırakanın birden fazla mirasçısı olması hâlinde mirasçılar, terekenin borçlarından müteselsilen sorumlu olurlar” hükmüne göre taraflar tereke borcundan müteselsilen sorumludurlar.
30. Müteselsil borçluluk, mahiyeti itibariyle bölünebilen bir edimin birden fazla borçlusundan her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu bir birlikte borçluluk çeşididir. Diğer bir deyişle, edimin bölünmesi mümkün olduğu hâlde alacaklı, edimin tamamını borçlulardan dilediği birinden talep edebilmek yetkisine sahip bulunuyor ve borçlulardan birisi tarafından bir defa ifa edilmekle diğer borçlular için de sona eriyorsa, bu hâlde borçlular arasında teselsül hâli, yani “müteselsil borçluluk” var demektir (Turgut Akıntürk, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 25).
31. Müteselsil borçluluk hâlinde alacaklılar ile borçlular arasındaki dış münasebet ve borçlular arasındaki iç münasebet bulunmaktadır. Alacaklıyı tatmin eden borçlu, kendisine isabet eden hisseden fazla bir ödemede bulunduğu takdirde, bu fazlalık oranında diğer borçlulara başvurabilecektir. Bu, bir borçlunun alacaklıyı tatmin etmesi hâlinde, diğer borçluların alacaklının tatmin edilmesi oranında borçtan kurtulmalarının da tabi bir neticesidir. Anılan husus BK’nın 146 ncı maddesinde “…Ve hissesinden fazla tediyede bulunan, fazla ile diğerlerine rücu hakkını haizdir…” şeklinde düzenlenmiştir.
32. Kanun koyucu kendi hissesinden fazla ödemede bulunan bir borçluya tanıdığı rücu hakkını kuvvetlendirmek, başka bir deyimle, bu borçlunun rücu hakkından tam manasıyla istifade edebilmesini sağlamak gayesiyle müteselsil borçlulukta “halefiyete” yer vermiştir. Gerçekten, BK’nın 147 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca “Rücu hakkından istifade eden müteselsil borçlulardan her biri, tediye ettiği miktar nispetinde alacaklının haklarına halef olur”. Müteselsil borçlulukta halefiyet, alacaklıya ait hakların onu tatmin eden bir müteselsil borçluya sahip olduğu rücu hakkı oranında geçmesi demektir. Alacaklıya ait haklar rücu hakkı oranında borçluya intikal eder. Rücu hakkına sahip bulunan borçlu halefiyet sayesinde alacalının hakkına ve özellikle bu hakkı temin etmek üzere tesis edilmiş olan rehin ve kefalet gibi feri haklara da sahip olacaktır (Akıntürk, s. 222-223).
33. Tereke borcunu ödeyen mirasçı rücu hakkını öncelikle paylaşma sözleşmesiyle borcu üstlenen mirasçıya karşı kullanır (TMK m. 682/II). Tereke borcunu ifa eden mirasçı, borcu üstlenen mirasçıdan alacağını elde edememesi hâlinde diğer mirasçılara başvurabilecektir. Tereke borçlarının paylaşılmasına ilişkin bir sözleşmenin bulunmaması hâlinde tereke borcunu ifa eden mirasçı, diğerlerine miras payı oranında rücu edebilir. TMK’nın 682/III üncü maddesi uyarınca mirasçılardan her biri tereke borcundan miras payı oranında sorumludur. Rücu, borcu ifa eden mirasçının payını aşan kısım için söz konusudur.
34. Rücu hakkı bir borçlunun alacaklıyı tatmin ettiği anda doğar ve rücu alacağının zamanaşımı da bu andan itibaren işlemeye başlar.
35. Türk Borçlar Kanunu’nun 73 üncü maddesi ile birlikte rücu isteminde zamanaşımı özel olarak düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar”.
36. Borçlar Kanunu döneminde eldeki davanın da konusu olan rücu hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu nedenle doktrinde de farklı görüşler benimsenmiştir. Ancak, borcu ifa eden mirasçı alacaklıya halef olacağından rücu hakkının, alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresine tabi olduğu kabul edilmelidir (Gamze Turan Başara, Mirasçıların Tereke Borçlarından Sorumluluğu Bağlamında Mirasbırakanın Kefalet Borcundan Sınırlı Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 71, Y. 2022, 3. sayı, s. 1104).
37. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendiğinde; davacı, ortak murisin vefatından sonra murise ait taşınmazın ipotek borcunu 25.10.2010 tarihinde kapatarak miras payı oranında davalıya rücu etmiş; borcun ödenmemesi üzerine davalı aleyhine 26.09.2018 tarihinde başlatılan icra takibine yapılan itiraz üzerine 26.12.2019 tarihinde eldeki itirazın iptali davası açılmıştır. İlk Derece Mahkemesi TBK’nın 73 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince iki yıl olan rücu zamanaşımının geçmesinden sonra icra takibi başlatıldığı gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar vermiş ise de Bölge Adliye Mahkemesi gerekçeyi değiştirmek suretiyle olaya BK’nın sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmuş ve bundan dolayı davacının ödeme yaptığı tarih ile icra takibi arasında bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece olaya vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiği, genel zamanaşımı olan on yılın gözetilmesi neticesinde zamanaşımının dolmadığı, davanın süresinde açıldığı gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
38. Ne var ki, tereke borcundan müteselsilen sorumlu olan davacının yapmış olduğu ödeme nedeniyle davalı adına vekâletsiz iş gördüğü kabul edilemez. Zira yukarıda yapılan açıklamalar da gözetildiğinde davacının amacı davalı lehine işlem yapmak değil, miras yoluyla intikal eden taşınmazdaki ipoteğin kaldırılmasıdır. Bu işlemi yaparken davalının hissesine düşen bedeli ödememe gibi bir seçeneği bulunmamaktadır. Yine yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında davalının mamelekindeki artışın haksız veya sebepsiz olduğundan da bahsedilemez.
39. Tereke borçları yönünden müştereken ve müteselsilen borçlu oldukları tartışmasız olan davanın tarafları, borcun ödenmesiyle kanuni halef hâline gelmişlerdir. Rücuya konu talebin bağlı olduğu zamanaşımı süresi, müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi varsa, bu sözleşme hükümlerine göre belirlenen zamanaşımı süresine bağlıdır. Müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi yoksa, bu kez de rücu alacağının hukuki dayanağına göre zamanaşımı süresi belirlenir.
40. Rücu alacağının hukuki dayanağının asıl alacaktaki hukuki ilişki ile aynı olduğunun ve uygulanması gereken zamanaşımı süresinin de asıl alacaktaki zamanaşımı süresi olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda eldeki davada rücu alacağının dayanağı olan alacak ipotek olduğundan ve ipotek alacağına hukukumuzda uygulanan zamanaşımı bulunmadığından davanın süresinde açıldığı sonucuna varılmıştır.
41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davaya sebepsiz zenginleşme hükümleriyle birlikte bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması sonucunda davanın zamanaşımından reddine ilişkin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile vekâletsiz iş görme hükümleriyle birlikte on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması neticesinde davanın süresinde açıldığı bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
42. Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
17.05.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, itirazın iptali istemine ilişkin olup Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; ortak murise ait taşınmazın ipotek borcunun murisin ölümünden sonra davacı tarafından kapatılmasıyla miras payı oranında davalıdan rücunun istenildiği iddia edilen somut olayda, borçlar hukukunda düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerinin mi yoksa vekâletsiz iş görme hükümlerinin mi uygulanması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre iki yıllık sebepsiz zenginleşme zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 599 uncu maddesinde “Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.
Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.
Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler” hükmü düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un 641 inci maddesinde ise “Mirasbırakanın birden fazla mirasçısı olması hâlinde mirasçılar, terekenin borçlarından müteselsilen sorumlu olurlar” hükmü bulunmaktadır.
Tereke borçlarından sorumluluk, dış ilişkide (üçüncü kişilere karşı) müteselsil, iç ilişkide (mirasçılar arasında) miras payı oranındadır. Murisin borcunun tamamını ödeyen mirasçı diğer mirasçılara rücu edebilecektir. TMK’nın 682/III üncü maddesi uyarınca mirasçılardan her biri tereke borcundan miras payı oranında sorumludur. Rücu, borcu ifa eden mirasçının payını aşan kısım için söz konusudur.
Öncelikle, müteselsil borçluluk kavramına değinmekte fayda vardır. Müteselsil borçluluk; alacaklının, kanun veya sözleşme gereğince alacağının tamamını veya bir kısmını, birden çok borçlunun birinden veya tamamından isteme hakkına sahip olduğu bir borç türüdür. Müteselsil borçlulukta borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ifa edilene kadar devam eder. Ancak borçlulardan birinin borcun tamamını ifa etmesiyle tüm müteselsil borçluların alacaklıya karşı olan sorumluluğu sona erer. Bu aşamadan sonra ise borçlular arasında iç hesaplaşma gerçekleşir.
Müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, borçlular arasındaki hukuki ilişkiye göre borcun bir kısmını karşılaması gerektiği yönünde bir savunma yapamaz. Bu sebeple, iç ilişkide sorumlu olduğundan daha yüksek tutarda bir borcu ifa etmek zorunda kalabilir. Bunu sonucu olarak da, iç ilişkideki payından fazla bir tutarda ifada bulunan müteselsil borçlu, diğer koşullar da varsa, payını aşan kısmı diğer müteselsil borçlulardan talep edebilir (Serkan Ayan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XXIV, Y.2020, 4. Sayı, sayfa 3).
Bu talebin bağlı olduğu zamanaşımı süresi müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi varsa bu sözleşme hükümlerine göre belirlenen zamanaşımı süresine bağlıdır. Aksi hâlde rücu hakkının tâbi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Gelinen aşamada hangi hukuki kuruma ait zamanaşımının uygulanması gerektiğinin belirlenmesi için ilgili hukuki kurumlara değinmekte fayda vardır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 73 üncü maddesi ile birlikte rücu isteminde zamanaşımı özel olarak düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar”.
818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) döneminde rücu alacağına ilişkin zamanaşımı öngören bu tarz genel bir hüküm bulunmamaktaydı. Bu nedenle doktrinde de farklı görüşler mevcuttur.
Somut olayda, Özel Daire vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermiş ancak Bölge Adliye Mahkemesi sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiğinden bahisle direnme kararı vermiştir. Sayın çoğunluk ise halefiyet hükümlerinin uygulanması suretiyle dış ilişkideki alacağın bağlı olduğu zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği görüşünü benimsemiştir.
Borçlar Kanunu’nun 410 vd. maddelerinde düzenlenen vekâletsiz iş görme, bir kimsenin sözleşmeye veya kanuna dayanan bir yükümlülüğü ya da yetkisi olmaksızın bir başkası için onu yararına işgörmesi sonucunda ortaya çıkan borç ilişkisi olarak tanımlanmaktadır (Ümmühan Kaya, Vekaletsiz İş Görme, Ankara 2020, sayfa 8).
Borçlar Kanunu’nun 61 vd. maddelerinde sebepsiz zenginleşme ise haklı bir sebep olmaksızın başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşmeye denilmektedir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2022, sayfa 959). Müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, borçlular arasındaki hukuki ilişkiye göre borcun bir kısmını karşılaması gerektiği yönünde bir savunma yapamayacağına göre iç ilişkide sorumlu olduğundan daha yüksek tutarda bir borcu ifa etmek zorunda kalacağından diğer borçluların malvarlıklarının pasifinde bir azalma olacağı ve bu nedenle zenginleşecekleri açıktır.
İş görenin iş sahibi adına işlem yapması hâlinde vekâletsiz iş görmenin, iş sahibi adına da işlem yapması hâlinde sebepsiz zenginleşmenin doğacağının kabulü gerekir. Mirasçılardan birinin murisin ipotek borcunu ödemesi, diğer mirasçılar adına yapılan bir işlem değildir. Mirasçı ödemeyi kendi menfaati gereği yapmıştır. Müteselsil sorumlu olması nedeniyle de tüm borcu kapatmak zorunda kalmış, bu durumdan da diğer mirasçılar faydalanmış, ödeme yapan mirasçının mameleki diğer mirasçılar lehine azalmıştır. Bu durumda iç ilişkide mirasçılar arasında vekâletsiz iş görmeden değil ancak sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilir.
Her ne kadar sayın çoğunluk halefiyet görüşünü yani asıl alacağın bağlı olduğu zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini benimsemiş ise de, iç ilişki ve dış ilişkinin farklı olması, iç ilişki için de bağımsız bir çözüm gerektiği düşüncesiyle bu görüş tarafımızca benimsenmemiş, uyuşmazlığa sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği düşünülmüştür.
Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatimizle direnme kararının değişik gerekçe ile bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Birinci Başkanvekili 3. H.D. Başkanı
Adem Albayrak Ömer Kerkez
RÜCU ALACAĞININ DAYANAĞI OLAN ALACAK İPOTEK OLDUĞUNDAN VE İPOTEK ALACAĞINA HUKUKUMUZDA UYGULANAN ZAMANAŞIMI BULUNMADIĞINDAN DAVA SÜRESİNDE AÇILMIŞTIR.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2022/3-696
Karar No : 2023/457
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 15.03.2022
SAYISI : 2022/346 E., 2022/568 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 27.12.2021 tarihli ve 2021/4125 Esas,
2021/13621 Karar sayılı BOZMA kararı
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili, tarafların ortak murisi adına kayıtlı bulunan taşınmaz üzerindeki 21.08.2009 tescil tarihli ve 600.000,00 TL bedelli ipotek borcunun murisin ölümünden sonra müvekkili tarafından ödenerek ipoteğin kaldırıldığını, davalının miras hissesi oranında tereke borcundan sorumluluğunun bulunmasına rağmen başlatılan icra takibine haksız olarak itiraz ettiğini ileri sürerek davalının itirazının iptali ile takibin devamına, davalı aleyhine icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili, davacının iki yıllık rücu başvuru süresini kullanmadığını, zamanaşımının dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
Kuşadası 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.12.2020 tarihli ve 2019/880 Esas, 2020/1242 Karar sayılı kararıyla; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 73 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince ödeme tarihinden itibaren iki yıl içerisinde borcun zamanaşımına uğrayacağı, ödeme tarihiyle icra takip tarihi arasında bu sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.
B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 09.03.2021 tarihli ve 2021/112 Esas, 2021/533 Karar sayılı kararıyla; davanın sebepsiz zenginleşmeden doğan alacak niteliğinde olduğu, bu sebeple ödeme tarihi itibariyle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 61 vd. maddelerinin uygulanacağı, 25.10.2010 tarihinde yapılan ödemeden sonra davalı aleyhine 26.09.2018 tarihinde icra takibi başlatıldığı ve 26.12.2019 tarihinde itirazın iptali davası açıldığı, bir yıllık zamanaşımı süresinin geçirildiği gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf talebinin reddine, davalı vekilinin istinaf talebinin kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması ile düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine ve davalı lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesine karar verilmiştir.
V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
2. Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla;
“... 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığının tespiti için öncelikle alacağı doğuran hukuki sebebin tam ve doğru olarak tespit edilmesi gerekmektedir. Zira; bir davada ileri sürülen olguları kanıtlamak taraflara, bu olgulara dayalı olarak uyuşmazlığı nitelemek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak uygulamak doğrudan hakime ait bir görevidir (HMK md. 33.).
Davacı, eldeki dava ile müşterek murise ait borcu ödediği iddiası ile diğer mirasçı davalıdan miras payı oranında tahsilini istemiş, davalı taraf ise cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur.
Her ne kadar mahkemece, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, olayın oluş şekli ve taraflar arasındaki ilişki gözönüne alındığında, taraflar arasında vekaletsiz iş görme ilişkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır.
Vekaletsiz iş görme, TBK'nın 526. maddesi ve devamında düzenlenmiş olup, başkasının hesabına iş gören, o işi sahibinin menfaatine ve varsayılan iradesine uygun olarak görmekle yükümlü kılınmıştır. Aynı Kanunun 529. maddesinde ise “İş sahibi, işin kendi menfaatine yapılması halinde, iş görenin durumun gereğine göre zorunlu ve yararlı bulunan bütün masraflarını faiziyle ödemek, gördüğü iş dolayısıyla üstlendiği edimleri ifa etmek ve hakimin takdir edeceği zararı gidermekle yükümlüdür.” denilmiştir.
İş görenin vekaletsiz iş görmeden kaynaklanan alacak hakları işi görülenin haksız iktisabı sayılmaz. Bu alacak hakları TBK'nın 147. maddesinde (BK 126.Mad.) sayılanlardan da değildir. Vekaletsiz iş görme halinde özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, TBK'nın 146. maddesindeki (BK 125.Mad.) on yıllık zamanaşımı süresi uygulaması gerekmektedir. (Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 04/06/1995 tarihli 15/6 sayılı İBK, HGK'nın 19/10/1960 tarihli ve 13-14 sayılı kararı.
Buna göre bölge adliye mahkemesince; davacı tarafça yapılan ödemelerin, vekaletsiz iş görme hükümleri kapsamında değerlendirilmesi ve taraflar arasındaki vekaletsiz iş görmeye dayalı bu ilişkinin, TBK'nın 146. maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu gözönüne alınması suretiyle, işin esasının bu doğrultuda ve belirtilen hukuki sebeplere göre incelenip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin yanılgılı değerlendirme ile sebepsiz zenginleşme ilişkisi olarak nitelendirilmesi ve davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
3- Bozma nedenine göre, davacı vekilinin hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki karar gerekçesi yanında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 641 inci maddesi gereğince mirasçıların tereke borçlarından müteselsilen sorumlu oldukları, tereke borcundan sorumluluğun dış ilişkide (üçüncü kişilere karşı) müteselsil, iç ilişkide (mirasçılar arasında) miras payı oranında olduğu, başkasına ait bir borcun bilerek ve isteyerek ödenmesi hâlinde vekâletsiz iş görme hükümlerinin, borcun hataen ödenmesi veya müteselsil sorumlulardan biri tarafından yapılan ödemelerin diğer müteselsil borçlulardan istenmesi hâlinde ise sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanacağı, bu kapsamda davaya konu ödemenin kaynağının müşterek miras bırakandan kalan taşınmaz üzerindeki ipotek bedeli olması nedeniyle tereke pasifi içindeki bir borç olduğunun anlaşıldığı, TMK’nın 681 inci maddesi uyarınca tereke borcu ile müteselsil sorumlu olan mirasçıların miras payından fazla yaptığı ödemeler nedeniyle TMK’nın 682 nci maddesinin sonuncu fıkrası uyarınca diğer mirasçılardan miras payı oranında istekte bulunma hakkına sahip oldukları, müteselsil borçlunun diğer müteselsil borçlulara rücu hakkının ise TBK’nın 77 vd (BK’nın 61 vd) maddelerinde düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre incelenmesi gerektiği, miras bırakanın ölüm tarihinden sonra terekeye dâhil olan malvarlığı üzerinde gerçekleşen borçlar (emlak vergisi, bakım gideri vs) bakımından her bir mirasçının kendi miras payı oranında sorumlu olduğu, bu hâlde müteselsil sorumluluk bulunmadığından diğer mirasçıların paylarına düşen ödemeler yönünden vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanmasının gerekeceği, ancak murisin ölüm tarihinden önceki döneme ait tereke borcunda ise, tüm mirasçıların borcun tamamından müteselsil olarak sorumlu oldukları, davacının tereke borcunu ödemekle, davalıya ait ve sadece onun tarafından ödenmesi gereken bir borcu değil tamamından müteselsil olarak sorumlu olduğu bir borcu ödediği, bu hâlde ise müteselsil sorumlulardan biri tarafından payından fazla yapılan ödemenin diğer müteselsil sorumlulardan istenilmesine ilişkin davanın sebepsiz zenginleşme hukuksal nedenine dayanılarak açılabileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; somut olayda TMK’nın 682 nci maddesinin uygulanması gerektiğini, mirasçıların tereke borçlarından müteselsilen sorumlu olduklarını, anılan maddeye göre ödemeyi yapan mirasçının diğerlerine rücu edebileceğini, somut uyuşmazlıkta zamanaşımının işlemeyeceğini, davalının mirasçı olduğunun ödeme tarihinden çok sonra öğrenilmiş olduğu dolayısıyla zamanaşımının ödeme tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının kabul edilmesinin hukuken mümkün olmadığını, nisbi vekâlet ücretine hükmedilemeyeceğini ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.
C. Uyuşmazlık
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ortak murise ait taşınmazın ipotek borcunun murisin ölümünden sonra davacı tarafından kapatılmasıyla miras payı oranında davalıdan rücuen talep edildiği somut olayda, sebepsiz zenginleşme hükümlerinin mi yoksa vekâletsiz iş görme hükümlerinin mi uygulanması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre iki yıllık sebepsiz zenginleşme zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33 üncü maddesi.
2. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 682/II nci maddesi.
3. 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 41, 61-66, 146, 147, 413, 414 üncü maddeleri.
4. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 73, 82, 529, 599, 641 inci maddeleri.
2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle davanın hukuki niteliğinin belirlenmesinde yarar vardır.
2. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33 üncü maddesinde yer alan “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular” ilkesi ve ayrıca 04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, davanın dayandığı maddi vakıaları bildirmek ve izah etmek taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak kanun hükümlerini tespit etmek ve uygulamak hâkime ait bir görevdir.
3. Buradan hareketle, somut olayın hukuki nitelemesinin doğru yapılması ve uygulanacak kanun hükümlerinin doğru tespiti açısından ilgili hukuki kurumlara kısaca değinmekte fayda vardır.
4. Bölge Adliye Mahkemesi, somut olaya sebepsiz zenginleşme hükümlerinin; Özel Daire ise vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiğini belirtmiştir.
5. Haklı bir neden olmaksızın bir başkasının malvarlığından ya da emeğinden zenginleşme olarak tanımlanan (Türk Hukuk Lûgatı: Türk Hukuk Kurumu, Ankara 2021, C.1. s. 962) ve kanunda borcun kaynaklarından biri olarak öngörülen sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için, bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
6. Davacının davaya konu ipoteğin kaldırılması için bankaya ödeme yaptığı, bu şekilde davalıya karşı alacağının doğduğu tarihte yürürlükte bulunan BK'nın borcun kaynakları, “Borçların Teşekkülü” başlığı altında, sözleşmeden doğan borçlar (md. 1-40), haksız fiilden doğan borçlar (md. 41–60) olarak düzenlenmiş; yine aynı başlık altında, borçların üçüncü genel kaynağı olarak haksız (sebepsiz) iktisaba (md. 61–66) yer verilmiştir.
7. Borçlar Kanunu'nun 61 inci maddesi “Haklı bir sebep olmaksızın aharın zararına mal iktisabeden kimse, onu iadeye mecburdur. Hususiyle muteber olmayan veya tahakkuk etmemiş bulunan bir sebebe yahut vücudu nihayet bulmuş olan bir sebebe müsteniden ahzolunan şeyin, iadesi lazımdır” hükmünü haiz olup, zamanaşımını düzenleyen 66 ncı maddesi ise; “Haksız surette mal iktisabından dolayı ikame olunacak dava, mutazarrır olan tarafın verdiğini istirdada hakkı olduğuna ıttılaı tarihinden itibaren bir sene müruriyle ve her halde bu hakkın doğduğu tarihten itibaren on senenin müruriyle sakıt olur. Eğer mal iktisabı mutazarrır olan taraf aleyhinde bir borç teşkilinden ibaret ise, mutazarrırın hakkı müruru zaman ile sakıt olmuş olsa bile, bu borcu ifa etmez” şeklindedir.
8. Madde metninden de anlaşılacağı üzere, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan ve tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir. Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı geri verme borcu altındadır.
9. Yine aynı Kanun'un 66 ncı maddesine göre; sebepsiz zenginleşmeden doğan istem hakkı, hak sahibinin geri isteme hakkı olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yılın ve her hâlde hakkın doğumundan başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
10. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK’nın 82 nci maddesinde ise bu süreler iki ve on yıl olarak değiştirilmiştir.
11. Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkındaki 6101 sayılı Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrasına göre; TBK’nın yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanun hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, TBK’da öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden başlayarak TBK’da öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur.
12. Kanunun belirlediği koşullar altında bir sürenin geçmesi üzerine bir hak kazanma ya da bir yükümden kurtulma yolu olarak tanımlanan zamanaşımı (Türk Hukuk Lûgatı, s.1244), hak sahibinin, mal varlığındaki eksilmeye yol açan işlemi ve sebepsiz zenginleşeni tam olarak öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Ondan önceki noksan bilgiler ve tahminler bu sürenin başlangıcına esas olamaz.
13. Nitekim, aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 02.11.2022 tarihli ve 2021/3-251 Esas, 2022/1430 Karar sayılı kararında da değinilmiştir.
14. Vekâletsiz iş görme ise BK’nın “Vekâleti olmadan başkası hesabına tasarruf” başlıklı 410 uncu maddesinde:
“Vekâleti olmaksızın başkasının hesabına tasarrufta bulunan kimse, o işi sahibinin menfaatine ve tahmin olunan maksadına göre yapmaya mecburdur” şeklinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, vekâletsiz iş görmenin unsurları; iş görme, işin başkasına ait olması, vekâletin bulunmaması ve iş görme iradesinin varlığıdır.
15. Bir kişinin başkasının işini görebilmesi için, o kişinin kural olarak kendisine vekâlet vermiş olması gerekir. Eğer vekâleti olmadan bir başkası hesabına bir iş görülürse buna vekâletsiz iş görme veya vekâleti olmadan iş görme denir (Aydın Zevkliler, Emre Gökyayla, Özel Borç İlişkileri, 11. Baskı, Ankara 2010, s. 509).
16. İş görmek, insanın herhangi bir ihtiyacını karşılamak üzere hukuk düzeni içinde yapılabilen her çeşit iş görme veya yönetmedir. Bunun için iş sahibinin yetki vermesi söz konusu değildir. Genel olarak iş sahibinin yararları kapsamına giren işlerin görülmüş olması bu tarifin içine girer. Buna karşılık işin niteliği, bir yetkinin varlığını gerektiren işlerde bir başkasının hesabına iş görme söz konusu olamaz.
17. Vekâletsiz iş görmenin öğelerinden biri de yapılan işin başkasına ait olmasıdır. Bu öğe, iş görenin yaptığı iş ile başkasının hukuki çerçevesine müdahalede bulunduğunu ifade eder.
18. Diğer taraftan, vekâletsiz iş görmeden söz edilebilmesi için, iş görenin bu işi yapmaya mezun bulunmaması da gerekir. Nitekim BK’nın 410 uncu maddesinde mevcut olan “vekâleti olmaksızın” tabiri de bunu ifade eder.
19. Bu nedenle vekâletsiz iş görmenin söz konusu olabilmesi için, başkasına ait işin vekâlet olmaksızın yapılması gerekir. Vekâleti olmama, hiç temsil yetkisi verilmemiş olması anlamına geldiği gibi; verilen talimat ya da temsil yetkisinin aşılmış olması da vekâleti olmama kavramı içinde yer alır.
20. Vekâletsiz iş görmenin son unsuru, başkasının işini görme unsurudur. İş görenin başkası menfaatine hareket iradesini taşıması veya işin başkasına ait olduğunu bilerek faaliyette bulunması şart değildir. Onun genel olarak bir iş görme iradesine sahip olması, yani iradesinin işin fiili sonucuna yönelmiş olması yeterlidir (Zevkliler, Gökyayla, s. 510).
21. Borçlar Kanunu’nun 410 ve devamı maddelerinde tanımını bulan vekâletsiz iş görme, niteliği gereği, iş sahibinin bilgisi dışında gerçekleşen bir olgudur. Diğer taraftan vekâletsiz iş görmenin varlığından bahsedebilmek için iş görenin işi görmeye başladığı zamana göre, dürüstlük kuralı ışığında iş sahibinin bakış açısıyla yapılacak objektif bir değerlendirmeyle işin görülmesi, iş sahibinin menfaatine olmalı veya bunun da ötesinde zorunlu kabul edilmelidir. “Zorunlu” kavramı, iş görmenin, iş sahibinin menfaatine olmasının ötesinde gerekliliğe de vurgu yapan bir anlama sahiptir. Başka deyişle dürüstlük kuralı ışığında işin görülmesi iş sahibinin menfaatine değilse veya zorunluluk arz etmiyorsa vekâletsiz iş görmeden bahsedilemeyecektir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Ankara, 2017, s. 835).
22. Bu kavram, gerçek (caiz olan) vekâletsiz iş görme ve gerçek olmayan vekâletsiz iş görme olmak üzere ikili bir ayrıma tâbidir .
23. Gerçek vekâletsiz iş görmede, bir kimse başkasına ait bir işin görülmesi iradesiyle, onun hukuk alanına bir yetkisi bulunmaksızın müdahale etmektedir. BK’nın 413 üncü maddesine göre; “İş sahibinin menfaati için yapılmış olan bir işte yapan kimsenin hâl icabına göre zaruri veya faideli bulunan bilümum masraflarını faizi ile edaya ve bu kabil taahhütlerini ifaya ve hakimin takdir edeceği zararı tazmine, iş sahibi mecburdur.
Maksadı hasıl olmasa bile, işi yaparken icabeden ihtimamda bulunan kimse hakkında dahi bu hüküm tatbik olunur.
İşi yapan kimse yaptığı masrafı istifa edemediği takdirde, haksız bir fiil ile mal iktisabı faslındaki hükümlere göre yaptığı şeyi ref ettirebilir.”.
24. Bu hükme göre kanun koyucu, iş görenin haklarını düzenlerken başkasının menfaatinin gerektirdiği bir işe kalkışan kimsenin bu mühadale ile kendi malvarlığında bir azalma olmamasını sağlamak ve bu suretle herkesi başkalarına yardıma teşvik etmek amacıyla iş görene malvarlığında meydana gelen azalmanın telafisini isteme yetkisini vermiştir. Diğer taraftan, vekâletsiz iş görme işi yapan için bir kâr teminine de vesile teşkil etmemelidir (Haluk Tandoğan, Vekâletsiz İş Görme, Ankara 1957, s. 267).
25. Borçlar Kanunu’nun 413 üncü maddesinde bahsi geçen “masraf” tabirinden iş görme nedeniyle iş görenin malvarlığında kendi iradesiyle meydana gelen yahut meydana gelmesine katlandığı azalmalar anlaşılmalıdır.
26. Gerçek olmayan vekâletsiz iş görmede ise; iş görenin bir başkasının işini haksız bir biçimde ve kötüniyetli olarak kendisinin veya üçüncü bir kişinin menfaatine görmesi yahut bilerek ya da bilmeyerek başkasının işini kendi işiymiş gibi ve kendisine menfaat sağlamak üzere görmesi hâlidir ve BK’nın 414. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, “Kendi menfaati için yapılmamış olsa bile iş sahibi yapılan işten hasıl olan faydaları temellük etmek hakkını haizdir. Temellük ettiği faydalara göre, işi yapan kimsenin masrafını tazmin ve yapmış olduğu taahhütlerden onu tahlis eder”.
27. Türk Borçlar Kanunu’nun 526 ve devamı maddelerinde de benzer düzenlemeler yer almaktadır. Nitekim anılan Kanun’un 529 uncu maddesinde, BK’nın 413 üncü maddesine paralel olarak “İşsahibi, işin kendi menfaatine yapılması hâlinde, işgörenin, durumun gereğine göre zorunlu ve yararlı bulunan bütün masrafları faiziyle ödemek ve gördüğü iş dolayısıyla üstlendiği edimleri ifa etmek ve hâkimin takdir edeceği zararı gidermekle yükümlüdür. Bu hüküm, umulan sonuç gerçekleşmemiş olsa bile, işi yaparken gereken özeni göstermiş olan işgören hakkında da uygulanır.
İşgören, yapmış olduğu giderleri alamadığı takdirde, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre ayırıp alma hakkına sahiptir” hükmü mevcuttur.
28. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 23.12.2021 tarihli ve 2017/(6)3-1547 Esas, 2021/1737 Karar; 14.06.2022 tarihli ve 2020/(13)3-337 Esas, 2022/893 Karar sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
29. Somut olayda, davacının davalı bankaya ödediği borç tereke borcudur. TMK’nın 599 uncu maddesine göre mirasçılar, miras bırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak kazanırlar ve aynı Kanun’un 641 inci maddesindeki “Mirasbırakanın birden fazla mirasçısı olması hâlinde mirasçılar, terekenin borçlarından müteselsilen sorumlu olurlar” hükmüne göre taraflar tereke borcundan müteselsilen sorumludurlar.
30. Müteselsil borçluluk, mahiyeti itibariyle bölünebilen bir edimin birden fazla borçlusundan her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü bulunduğu bir birlikte borçluluk çeşididir. Diğer bir deyişle, edimin bölünmesi mümkün olduğu hâlde alacaklı, edimin tamamını borçlulardan dilediği birinden talep edebilmek yetkisine sahip bulunuyor ve borçlulardan birisi tarafından bir defa ifa edilmekle diğer borçlular için de sona eriyorsa, bu hâlde borçlular arasında teselsül hâli, yani “müteselsil borçluluk” var demektir (Turgut Akıntürk, Müteselsil Borçluluk, Ankara 1971, s. 25).
31. Müteselsil borçluluk hâlinde alacaklılar ile borçlular arasındaki dış münasebet ve borçlular arasındaki iç münasebet bulunmaktadır. Alacaklıyı tatmin eden borçlu, kendisine isabet eden hisseden fazla bir ödemede bulunduğu takdirde, bu fazlalık oranında diğer borçlulara başvurabilecektir. Bu, bir borçlunun alacaklıyı tatmin etmesi hâlinde, diğer borçluların alacaklının tatmin edilmesi oranında borçtan kurtulmalarının da tabi bir neticesidir. Anılan husus BK’nın 146 ncı maddesinde “…Ve hissesinden fazla tediyede bulunan, fazla ile diğerlerine rücu hakkını haizdir…” şeklinde düzenlenmiştir.
32. Kanun koyucu kendi hissesinden fazla ödemede bulunan bir borçluya tanıdığı rücu hakkını kuvvetlendirmek, başka bir deyimle, bu borçlunun rücu hakkından tam manasıyla istifade edebilmesini sağlamak gayesiyle müteselsil borçlulukta “halefiyete” yer vermiştir. Gerçekten, BK’nın 147 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca “Rücu hakkından istifade eden müteselsil borçlulardan her biri, tediye ettiği miktar nispetinde alacaklının haklarına halef olur”. Müteselsil borçlulukta halefiyet, alacaklıya ait hakların onu tatmin eden bir müteselsil borçluya sahip olduğu rücu hakkı oranında geçmesi demektir. Alacaklıya ait haklar rücu hakkı oranında borçluya intikal eder. Rücu hakkına sahip bulunan borçlu halefiyet sayesinde alacalının hakkına ve özellikle bu hakkı temin etmek üzere tesis edilmiş olan rehin ve kefalet gibi feri haklara da sahip olacaktır (Akıntürk, s. 222-223).
33. Tereke borcunu ödeyen mirasçı rücu hakkını öncelikle paylaşma sözleşmesiyle borcu üstlenen mirasçıya karşı kullanır (TMK m. 682/II). Tereke borcunu ifa eden mirasçı, borcu üstlenen mirasçıdan alacağını elde edememesi hâlinde diğer mirasçılara başvurabilecektir. Tereke borçlarının paylaşılmasına ilişkin bir sözleşmenin bulunmaması hâlinde tereke borcunu ifa eden mirasçı, diğerlerine miras payı oranında rücu edebilir. TMK’nın 682/III üncü maddesi uyarınca mirasçılardan her biri tereke borcundan miras payı oranında sorumludur. Rücu, borcu ifa eden mirasçının payını aşan kısım için söz konusudur.
34. Rücu hakkı bir borçlunun alacaklıyı tatmin ettiği anda doğar ve rücu alacağının zamanaşımı da bu andan itibaren işlemeye başlar.
35. Türk Borçlar Kanunu’nun 73 üncü maddesi ile birlikte rücu isteminde zamanaşımı özel olarak düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar”.
36. Borçlar Kanunu döneminde eldeki davanın da konusu olan rücu hakkının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bu nedenle doktrinde de farklı görüşler benimsenmiştir. Ancak, borcu ifa eden mirasçı alacaklıya halef olacağından rücu hakkının, alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresine tabi olduğu kabul edilmelidir (Gamze Turan Başara, Mirasçıların Tereke Borçlarından Sorumluluğu Bağlamında Mirasbırakanın Kefalet Borcundan Sınırlı Sorumluluk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 71, Y. 2022, 3. sayı, s. 1104).
37. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendiğinde; davacı, ortak murisin vefatından sonra murise ait taşınmazın ipotek borcunu 25.10.2010 tarihinde kapatarak miras payı oranında davalıya rücu etmiş; borcun ödenmemesi üzerine davalı aleyhine 26.09.2018 tarihinde başlatılan icra takibine yapılan itiraz üzerine 26.12.2019 tarihinde eldeki itirazın iptali davası açılmıştır. İlk Derece Mahkemesi TBK’nın 73 üncü maddesinin birinci fıkrası gereğince iki yıl olan rücu zamanaşımının geçmesinden sonra icra takibi başlatıldığı gerekçesiyle zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar vermiş ise de Bölge Adliye Mahkemesi gerekçeyi değiştirmek suretiyle olaya BK’nın sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği değerlendirmesinde bulunmuş ve bundan dolayı davacının ödeme yaptığı tarih ile icra takibi arasında bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece olaya vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiği, genel zamanaşımı olan on yılın gözetilmesi neticesinde zamanaşımının dolmadığı, davanın süresinde açıldığı gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.
38. Ne var ki, tereke borcundan müteselsilen sorumlu olan davacının yapmış olduğu ödeme nedeniyle davalı adına vekâletsiz iş gördüğü kabul edilemez. Zira yukarıda yapılan açıklamalar da gözetildiğinde davacının amacı davalı lehine işlem yapmak değil, miras yoluyla intikal eden taşınmazdaki ipoteğin kaldırılmasıdır. Bu işlemi yaparken davalının hissesine düşen bedeli ödememe gibi bir seçeneği bulunmamaktadır. Yine yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında davalının mamelekindeki artışın haksız veya sebepsiz olduğundan da bahsedilemez.
39. Tereke borçları yönünden müştereken ve müteselsilen borçlu oldukları tartışmasız olan davanın tarafları, borcun ödenmesiyle kanuni halef hâline gelmişlerdir. Rücuya konu talebin bağlı olduğu zamanaşımı süresi, müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi varsa, bu sözleşme hükümlerine göre belirlenen zamanaşımı süresine bağlıdır. Müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi yoksa, bu kez de rücu alacağının hukuki dayanağına göre zamanaşımı süresi belirlenir.
40. Rücu alacağının hukuki dayanağının asıl alacaktaki hukuki ilişki ile aynı olduğunun ve uygulanması gereken zamanaşımı süresinin de asıl alacaktaki zamanaşımı süresi olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda eldeki davada rücu alacağının dayanağı olan alacak ipotek olduğundan ve ipotek alacağına hukukumuzda uygulanan zamanaşımı bulunmadığından davanın süresinde açıldığı sonucuna varılmıştır.
41. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; eldeki davaya sebepsiz zenginleşme hükümleriyle birlikte bir yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması sonucunda davanın zamanaşımından reddine ilişkin direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile vekâletsiz iş görme hükümleriyle birlikte on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması neticesinde davanın süresinde açıldığı bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
42. Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerle bozulmalıdır.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerle 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
17.05.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, itirazın iptali istemine ilişkin olup Bölge Adliye Mahkemesi ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; ortak murise ait taşınmazın ipotek borcunun murisin ölümünden sonra davacı tarafından kapatılmasıyla miras payı oranında davalıdan rücunun istenildiği iddia edilen somut olayda, borçlar hukukunda düzenlenen sebepsiz zenginleşme hükümlerinin mi yoksa vekâletsiz iş görme hükümlerinin mi uygulanması gerektiği, buradan varılacak sonuca göre iki yıllık sebepsiz zenginleşme zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 599 uncu maddesinde “Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar.
Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.
Atanmış mirasçılar da mirası, mirasbırakanın ölümü ile kazanırlar. Yasal mirasçılar, atanmış mirasçılara düşen mirası onlara zilyetlik hükümleri uyarınca teslim etmekle yükümlüdürler” hükmü düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un 641 inci maddesinde ise “Mirasbırakanın birden fazla mirasçısı olması hâlinde mirasçılar, terekenin borçlarından müteselsilen sorumlu olurlar” hükmü bulunmaktadır.
Tereke borçlarından sorumluluk, dış ilişkide (üçüncü kişilere karşı) müteselsil, iç ilişkide (mirasçılar arasında) miras payı oranındadır. Murisin borcunun tamamını ödeyen mirasçı diğer mirasçılara rücu edebilecektir. TMK’nın 682/III üncü maddesi uyarınca mirasçılardan her biri tereke borcundan miras payı oranında sorumludur. Rücu, borcu ifa eden mirasçının payını aşan kısım için söz konusudur.
Öncelikle, müteselsil borçluluk kavramına değinmekte fayda vardır. Müteselsil borçluluk; alacaklının, kanun veya sözleşme gereğince alacağının tamamını veya bir kısmını, birden çok borçlunun birinden veya tamamından isteme hakkına sahip olduğu bir borç türüdür. Müteselsil borçlulukta borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ifa edilene kadar devam eder. Ancak borçlulardan birinin borcun tamamını ifa etmesiyle tüm müteselsil borçluların alacaklıya karşı olan sorumluluğu sona erer. Bu aşamadan sonra ise borçlular arasında iç hesaplaşma gerçekleşir.
Müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, borçlular arasındaki hukuki ilişkiye göre borcun bir kısmını karşılaması gerektiği yönünde bir savunma yapamaz. Bu sebeple, iç ilişkide sorumlu olduğundan daha yüksek tutarda bir borcu ifa etmek zorunda kalabilir. Bunu sonucu olarak da, iç ilişkideki payından fazla bir tutarda ifada bulunan müteselsil borçlu, diğer koşullar da varsa, payını aşan kısmı diğer müteselsil borçlulardan talep edebilir (Serkan Ayan, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi C. XXIV, Y.2020, 4. Sayı, sayfa 3).
Bu talebin bağlı olduğu zamanaşımı süresi müteselsil borçlular arasında bir sözleşme ilişkisi varsa bu sözleşme hükümlerine göre belirlenen zamanaşımı süresine bağlıdır. Aksi hâlde rücu hakkının tâbi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Gelinen aşamada hangi hukuki kuruma ait zamanaşımının uygulanması gerektiğinin belirlenmesi için ilgili hukuki kurumlara değinmekte fayda vardır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 73 üncü maddesi ile birlikte rücu isteminde zamanaşımı özel olarak düzenlenmiştir. Bu hükme göre, “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar.
Tazminatın ödenmesi kendisinden istenilen kişi, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorundadır. Aksi takdirde zamanaşımı, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlar”.
818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) döneminde rücu alacağına ilişkin zamanaşımı öngören bu tarz genel bir hüküm bulunmamaktaydı. Bu nedenle doktrinde de farklı görüşler mevcuttur.
Somut olayda, Özel Daire vekâletsiz iş görme hükümlerinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı vermiş ancak Bölge Adliye Mahkemesi sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiğinden bahisle direnme kararı vermiştir. Sayın çoğunluk ise halefiyet hükümlerinin uygulanması suretiyle dış ilişkideki alacağın bağlı olduğu zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği görüşünü benimsemiştir.
Borçlar Kanunu’nun 410 vd. maddelerinde düzenlenen vekâletsiz iş görme, bir kimsenin sözleşmeye veya kanuna dayanan bir yükümlülüğü ya da yetkisi olmaksızın bir başkası için onu yararına işgörmesi sonucunda ortaya çıkan borç ilişkisi olarak tanımlanmaktadır (Ümmühan Kaya, Vekaletsiz İş Görme, Ankara 2020, sayfa 8).
Borçlar Kanunu’nun 61 vd. maddelerinde sebepsiz zenginleşme ise haklı bir sebep olmaksızın başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşmeye denilmektedir (Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2022, sayfa 959). Müteselsil borçlu, alacaklıya karşı, borçlular arasındaki hukuki ilişkiye göre borcun bir kısmını karşılaması gerektiği yönünde bir savunma yapamayacağına göre iç ilişkide sorumlu olduğundan daha yüksek tutarda bir borcu ifa etmek zorunda kalacağından diğer borçluların malvarlıklarının pasifinde bir azalma olacağı ve bu nedenle zenginleşecekleri açıktır.
İş görenin iş sahibi adına işlem yapması hâlinde vekâletsiz iş görmenin, iş sahibi adına da işlem yapması hâlinde sebepsiz zenginleşmenin doğacağının kabulü gerekir. Mirasçılardan birinin murisin ipotek borcunu ödemesi, diğer mirasçılar adına yapılan bir işlem değildir. Mirasçı ödemeyi kendi menfaati gereği yapmıştır. Müteselsil sorumlu olması nedeniyle de tüm borcu kapatmak zorunda kalmış, bu durumdan da diğer mirasçılar faydalanmış, ödeme yapan mirasçının mameleki diğer mirasçılar lehine azalmıştır. Bu durumda iç ilişkide mirasçılar arasında vekâletsiz iş görmeden değil ancak sebepsiz zenginleşmeden bahsedilebilir.
Her ne kadar sayın çoğunluk halefiyet görüşünü yani asıl alacağın bağlı olduğu zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini benimsemiş ise de, iç ilişki ve dış ilişkinin farklı olması, iç ilişki için de bağımsız bir çözüm gerektiği düşüncesiyle bu görüş tarafımızca benimsenmemiş, uyuşmazlığa sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanması gerektiği düşünülmüştür.
Tüm bu nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının onanması gerektiği kanaatimizle direnme kararının değişik gerekçe ile bozulmasına dair değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Birinci Başkanvekili 3. H.D. Başkanı
Adem Albayrak Ömer Kerkez