SATIŞ BEDELİNİN TAPUDA DEVİR TARİHİNDEN ÖNCE BAŞLAYARAK ARALIKLARLA TAKSİTLER HÂLİNDE VE ELDEN PAKET İÇİNDE ÖDENMESİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA UYGUN OLAMAZ.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/1-482
Karar No : 2023/992
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28.09.2020
SAYISI : 2020/3 E., 2020/196 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2016/983 Esas,
2019/4075 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkili Nemide Ş.’in müteveffa kardeşi Nezihe Ş.’in 20.11.2009 tarihli vasiyetname ile yasal mirasçısı olduğunu, davalı ve dava dışı eşinin Nezihe Ş. hayatta iken her iki kardeş ile yakınlık kurduklarını, dava dışı Nemika Ş.’in vefatından sonra diğer hissedarların paylarının devrine dair bir kısım taşınmaz devir işlemleri sırasında ailenin malvarlığı hakkında malumat sahibi olduklarını, bu işlemlerden sonra 29.11.2010 tarihinde davalının eşi ile birlikte yapılan devir işlemlerinde bir takım düzeltmelerin yapılması gerektiğinden bahisle davacı ve müteveffa kardeşini tapu sicil müdürlüğüne götürdüklerini ancak burada davacı ve müteveffa kardeşinin iradelerini sakatlayarak dava konusu taşınmazlardaki hisseleri üzerindeki çıplak mülkiyetlerini, intifa hakları saklı tutularak değerinin çok altında bir bedelle devrettirdiklerini, davalı ve eşinin müvekkili ve müteveffa kardeşinin ileri yaşlarından, iyiniyetlerinden ve bilgisizliklerinden kötüniyetle istifade ettiklerini, devir sırasında ileri yaşlardaki müvekkili ve müteveffa kardeşinin fiil ehliyetlerine dair raporun yer almadığını, gabin, hata ve aldatma koşullarının gerçekleştiğini, davalı tarafa anılan hükümsüz devir işlemleri ile bağlı olmadıklarının bildirildiğini, devir bedeli olarak herhangi bir bedelin de ödenmediğini ileri sürerek İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Yıldız mahallesi 2.1 ada 1 parselde kayıtlı 22 numaralı bağımsız bölüm ile İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Vişnezade mahallesi 6.9 ada 68 parselde kayıtlı 6 numaralı bağımsız bölümün müvekkili ve müteveffa kardeşi adına kayıtlı olan paylarının mülkiyetlerinin davalıya devrine ilişkin işlemlerinin hükümsüzlüğünün tespitine, anılan taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili ve müteveffa kardeşi adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; davacı ve müteveffa kardeşinin iradesinin sakatlanmadığını, davacı ve müteveffa kardeşinin müvekkili ve eşi ile çok yakın olduklarını, davacı ve müteveffa kardeşinin vefat eden küçük kardeşlerinin varisleri ile olan anlaşmazlıklarının müvekkili ve eşi tarafından giderilerek anılan varislerin davacı ve müteveffa kardeşine devir işlemlerinin müvekkili ve eşinin yardımları ile tamamlandığını, sonrasında dava konusu taşınmazların devri isteğinin davacı ve müteveffa kardeşi tarafından müvekkiline iletildiğini, teklifin müvekkili ve eşi tarafından uygun bulunduğunu, taşınmazlarının intifa hakkı saklı kalmak kaydıyla davacı ve müteveffa kardeşi tarafından 430.000,00 TL olarak belirlenmesi sonrasında bu bedelin müvekkilince kabul edilerek devirlerin gerçekleştirildiğini, davacı ve müteveffa kardeşinin devir işlemleri sırasında fiil ehliyetini haiz olduklarını, bu devirler sonrasında başka taşınmazlarının da devrinin müvekkili ve eşi yardımıyla sağlandığını, müvekkilinin iyiniyetli olup davacı ve müteveffa kardeşinin iradesini sakatlamaya ihtiyaç duymayacak düzeyde malvarlığı sahibi olduğunu, dava konusu taşınmazların bedelinin ödendiğini, bu bedelden müvekkilinin eşi tarafından davacı ve müteveffa kardeşine yapılan ödeme ve masrafların mahsup edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
6. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.03.2013 tarihli ve 2011/435 Esas, 2013/157 Karar sayılı kararı ile; tanık beyanlarına göre davalının eşinin davacıya üvey kardeşinin vefatında tapuda yapılan işlemlerde yardımcı olduğu, davacının güvenini kazandığı, tapuda yapılan bu işlemden sonra tapuda eksik imza bulunduğuna davacıyı inandırarak dava konusu taşınmazların satışının gerçekleştirildiği, davacının dava konusu taşınmazların satışı yönünde bir iradesi bulunmadığı gibi satmasını gerektirecek bir durumunun da bulunmadığı, ayrıca satış bedelinin 6 ay içinde aralıklarla taksitler hâlinde ve elden paket içinde ödenmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, hile ile tapuda devir işleminin davalının eşi tarafından gerçekleştirildiği, herhangi bir satış bedelinin de davacıya ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne, İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Yıldız mahallesi 2.1 ada 1 parselde bulunan 22 numaralı mesken ile İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Vişnezade mahallesi 6.9 ada, 68 parselde bulunan 6 numaralı meskenin davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı ve Sonrası
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.09.2014 tarihli ve 2013/13167 Esas, 2014/15146 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazların keşfen belirlenen değerleri üzerinden eksik harcın ikmali sonrasında iddia, savunma ve delillerin değerlendirilerek bir karar verilmesi için karar bozulmuştur.
9. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.06.2015 tarihli ve 2015/47 Esas, 2015/225 Karar sayılı kararı ile bozma kararına uyularak ve bozma kararı gereğince eksik harç ikmal edilerek önceki gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2016/983 Esas, 2019/4075 Karar sayılı kararı ile; “… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 2.1 ada 1 sayılı parseldeki 22 no’lu bağımsız bölümün ¾ payı Nemide Ş., ¼ payı Nezihe Ş.; 6.9 ada 68 sayılı parseldeki 6 no’lu bağımsız bölümün ½ payı Nemide Ş., ½ payı Nezihe Ş. adlarına kayıtlı iken, Nemide ve Nezihe’nin bizzat, anılan payların intifa haklarını üzerlerinde bırakarak çıplak mülkiyetlerini Hülya E.’ya satış suretiyle temlik ettikleri, 22 no’lu bağımsız bölüm için toplam 20.000,00 TL ve 6 no’lu bağımsız bölüm için toplam 40.000,00 TL satış bedelinin gösterildiği, hem Nemide’nin hem de Nezihe’nin satış akdini ‘’okudum ’ yazarak imza ettikleri anlaşılmaktadır.
Dayanılan hukuksal nedenler gözetildiğinde davacı Nemide ile kardeşi Nezihe’nin sosyal ve ekonomik durumlarının incelenmesinde; davacı Nemide’nin 1924 doğumlu bekar, öğretmen okulundan mezun ve öğretmenlik mesleğinden emekli, temel ihtiyaçlarını karşılayabilen birisi olduğu, kardeşi Nezihe’nin ise 1923 doğumlu bekar, doktorluk mesleğinden (ortopedi uzmanı) emekli olmuş, yaşlılıktan ve şeker hastalığından kaynaklanan rahatsızlıkları bulunan birisi olduğu, Nemide ve Nezihe’nin gördükleri eğitim, icra ettikleri meslek, edindikleri tecrübe ve birlikte yaşayarak karşılaştıkları durumu müzakere etme olanakları değerlendirildiğinde bilinçli bireyler oldukları sonucuna varılmaktadır.
Dinlenen davacı tanıklarının görgüye dayalı bilgiden ziyade Nemide ve Nezihe’den dinledikleri olayları anlattıkları, Nemide ve Nezihe’nin çekişmeli taşınmazların devri sırasında davalı veya eşi tarafından aldatıldığına dair aydınlatıcı beyanlarının bulunmadığı görülmüştür.
6100 sayılı HMK’nin 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu kuşkusuzdur.
Ne var ki davacı taraf, davalı veya eşinin hangi eylemleri ile dava konusu taşınmazların devri hususunda kendi iradesinde bir yanıltma gerçekleştirdiğini ortaya koyabilmiş değildir. Tüm tanık beyanları değerlendirildiğinde, davacının iradi olarak çekişmeli taşınmazı davalıya devrettiği, davalının ise bu iradenin oluşumu sırasında davacıyı yanıltmadığı, dosya kapsamında aksine bir delilin de bulunmadığı anlaşılmıştır.
Öte yandan, sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Bu tanım ile olaya bakıldığında, gabinin koşullarının da oluştuğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de, davacı Nemide kardeşi olan Nezihe’nin tüm malvarlığını vasiyetname ile kendisine bıraktığını ileri sürerek onun adına da dava açtığını ve Nezihe’nin devrettiği payların da adına tescilini istemiş ve mahkemece de bu yönde karar verilmiş ise de; Nezihe’nin terekesinden çıkmış dava konusu taşınmazlar yönünden Nezihe’nin tüm mirasçıları tarafından dava açılması gerektiği, davacı Nemide’nin tek başına dava açmakta aktif dava ehliyeti bulunmadığı, Nezihe’nin dava dışı mirasçılarının da olduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması da isabetsizdir …” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.09.2020 tarihli ve 2020/3 Esas, 2020/196 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; bozma kararındaki tespitlere rağmen 86 ve 87 yaşlarındaki kişilerin ne kadar bilinçli olurlarsa olsunlar yaşları göz önüne alındığında kandırılmaya daha müsait oldukları, davalının eşinin davacıya üvey kardeşinin vefatında tapuda yapılan işlemlerde yardımcı olduğu, davacının güvenini kazandığı, tapuda yapılan bu işlemden sonra tapuda eksik imza bulunduğuna davacıyı inandırarak dava konusu taşınmazların satışının gerçekleştirildiği, davacının dava konusu taşınmazları satma iradesi bulunmamasına rağmen hile ile tapuda satış işleminin davalının eşi tarafından gerçekleştirildiği, herhangi bir satış bedelinin de ise davacıya ödenmediği, davacının müteveffa kardeşinin devrettiği paylar yönünden davacının yargılama aşamasında vefat etmesi ve mirasçıların davayı takip etmesi nedeniyle husumet ehliyetinin de gerçekleştiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosyadaki mevcut delil durumu itibariyle dava konusu taşınmazların davalıya devrinde davacı ve müteveffa kardeşinin aldatma yoluyla iradelerinin sakatlandığı ve bu suretle aynı devre dair aşırı yararlanma iddialarının ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
16. Bilindiği üzere, özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukuki işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
17. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 392). İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
18. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “...ilzam olunamaz.” (BK md. 23), “...o akit ile ilzam olunmaz.” (BK md. 28), “...kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK md. 29/I), TBK'da ise “... bağlı olmaz.” (TBK md. 30), “...sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK md. 36 ve md. 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
19. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olup genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Görüleceği üzere aldatmada/hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı, 08.07.2020 tarihli ve 2017/1-1831 Esas, 2020/549 Karar sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
20. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart aldatma fiilidir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez. Zira aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; aldatma kastıdır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur.
21. Üçüncü şart ise illiyet bağıdır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı; 08.07.2020 tarihli ve 2017/1-1831 Esas, 2020/549 Karar sayılı kararları). Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.
22. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
23. Diğer taraftan, aldatmayı/hileyi ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Yanılma, aldatma ve korkutma senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 7 nci maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, aldatma olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
24. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu taşınmazların davacı ve müteveffa kardeşi Nezihe Ş. tarafından davalıya devredildiği, taşınmazların devrine ilişkin olarak davalı tarafça elden ödeme yapıldığına dair savunma yapılıp davalı tarafın tanıklarından birinin beyanlarında kapalı zarf teslimi dışında ödemeye dair herhangi bir somut ve açık beyanın mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.
25. Her ne kadar Özel Daire kararında; davacı ve müteveffa kardeşi Nezihe’nin sosyal ve ekonomik durumları ile eğitim seviyeleri ve tecrübelerinden hareketle karşılaştıkları durumu müzakere etme olanakları değerlendirildiğinde bilinçli bireyler oldukları, tanık beyanlarının iradelerinin sakatlandığına dair aydınlatıcı belirlemeler içermediğinden bahisle hile/aldatma iddialarının ispatlanamadığı kabul edilmiş ise de; dava konusu taşınmazların devir tarihlerinde davacının 86, kardeşi müteveffa Nezihe Ş.’in 87 yaşlarında oldukları sabittir. Dolayısıyla davacı ve müteveffa kardeşinin, eğitim durumları ile sosyal ve ekonomik durumları yanında ileri yaşları da nazara alınarak dava konusu taşınmazların devirleri sırasında iradelerinin sakatlanma ihtimalinin yüksek olduğunun kabulü zorunludur.
26. Dosyada mevcut tanık beyanlarında; davacı ve müteveffa kardeşinin dava konusu taşınmazları devir iradesinde olmadıkları ve devrin öğrenilmesi sonrasında davacının tutumlarındaki olumsuz yöndeki değişiklikler açık bir biçimde belirtilmiştir. Nitekim davacı ve müteveffa kardeşi, murislerinden kalan taşınmazların diğer mirasçılar adına kaydedilen paylarını ödeme yaparak kendi adlarına tapuya kayıt ve tescil ettirmişler ve bu işlemler sırasında da davalı ve eşinin yardımlarından faydalanmışlardır.
27. Bunun yanında devredilen dava konusu taşınmazlara ilişkin olarak ödeme yapıldığına dair dosyaya herhangi bir delil mevcut olmadığı gibi buna dair davalının dinletmiş olduğu tanık beyanı, ödemenin davacı tarafa yapıldığını ispata yeterli değildir. Davalının savunmasında belirttiği; satış bedelinin tapuda devir tarihinden aylar önce başlamak suretiyle altı ay içinde aralıklarla taksitler hâlinde ve elden paket içinde ödenmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğu söylenemez. Ayrıca davalı tarafça yapılan savunmada, taşınmazlar için yapılan ödemelerden daha önce davacı ve kardeşi adına yapılan bir kısım harcamaların mahsup edildiği belirtilmiş olmakla birlikte mahsup edilen miktar ile mahsup sonrası ödenen miktar açık bir biçimde belirtilmemiştir.
28. Buradan hareketle davacının bu taşınmazları devir amacında olmadığına dair tanık beyanları, taşınmazların devir bedelinin ödendiğine dair savunmayı ispata yeterli bir delilin dosyada mevcut olmaması, davalının bu husustaki savunmasının hayatın olağan akışına aykırı olması nazara alındığında davalının, davacı ve müteveffa kardeşi nezdinde oluşturduğu güven ile tapuda yapılan dava dışı taşınmaz devirleri ile alakalı eksik imza bulunduğu hususunda davacıyı inandırıp iradesini sakatlayarak dava konusu taşınmazların devrini gerçekleştirdiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla dosyadaki mevcut delil durumu itibariyle dava konusu taşınmazların davalıya devrinde davacı ve müteveffa kardeşinin aldatma/hile yoluyla iradelerinin sakatlandığı sabit olup bu kabule dayalı olarak verilen İlk Derece Mahkeme kararı usul ve yasaya uygundur.
29. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dava konusu taşınmazların devri sırasında; davacı ve mütevaffa kardeşinin devir tarihi itibariyle bilinçli oldukları, davacı tarafın irade sakatlığına dair somut bir delili ortaya koyamadığı, taşınmazların devrinin iradi olduğu, aksine bir delilin dosyada mevcut olmadığı, bu itibarla dava konusu taşınmazların devrinde davacının ve müteveffa kardeşinin iradelerinin hile/aldatma yoluyla sakatlandığına dair iddianın ispatlanamadığı, bu sebeplerle direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca; İlk Derece Mahkemesince yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (24.595,30 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 24’ü ONAMA, 1’i ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.
SATIŞ BEDELİNİN TAPUDA DEVİR TARİHİNDEN ÖNCE BAŞLAYARAK ARALIKLARLA TAKSİTLER HÂLİNDE VE ELDEN PAKET İÇİNDE ÖDENMESİ HAYATIN OLAĞAN AKIŞINA UYGUN OLAMAZ.
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2021/1-482
Karar No : 2023/992
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28.09.2020
SAYISI : 2020/3 E., 2020/196 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2016/983 Esas,
2019/4075 Karar sayılı BOZMA kararı
1. Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar, davalı vekilinin temyiz istemi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili; müvekkili Nemide Ş.’in müteveffa kardeşi Nezihe Ş.’in 20.11.2009 tarihli vasiyetname ile yasal mirasçısı olduğunu, davalı ve dava dışı eşinin Nezihe Ş. hayatta iken her iki kardeş ile yakınlık kurduklarını, dava dışı Nemika Ş.’in vefatından sonra diğer hissedarların paylarının devrine dair bir kısım taşınmaz devir işlemleri sırasında ailenin malvarlığı hakkında malumat sahibi olduklarını, bu işlemlerden sonra 29.11.2010 tarihinde davalının eşi ile birlikte yapılan devir işlemlerinde bir takım düzeltmelerin yapılması gerektiğinden bahisle davacı ve müteveffa kardeşini tapu sicil müdürlüğüne götürdüklerini ancak burada davacı ve müteveffa kardeşinin iradelerini sakatlayarak dava konusu taşınmazlardaki hisseleri üzerindeki çıplak mülkiyetlerini, intifa hakları saklı tutularak değerinin çok altında bir bedelle devrettirdiklerini, davalı ve eşinin müvekkili ve müteveffa kardeşinin ileri yaşlarından, iyiniyetlerinden ve bilgisizliklerinden kötüniyetle istifade ettiklerini, devir sırasında ileri yaşlardaki müvekkili ve müteveffa kardeşinin fiil ehliyetlerine dair raporun yer almadığını, gabin, hata ve aldatma koşullarının gerçekleştiğini, davalı tarafa anılan hükümsüz devir işlemleri ile bağlı olmadıklarının bildirildiğini, devir bedeli olarak herhangi bir bedelin de ödenmediğini ileri sürerek İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Yıldız mahallesi 2.1 ada 1 parselde kayıtlı 22 numaralı bağımsız bölüm ile İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Vişnezade mahallesi 6.9 ada 68 parselde kayıtlı 6 numaralı bağımsız bölümün müvekkili ve müteveffa kardeşi adına kayıtlı olan paylarının mülkiyetlerinin davalıya devrine ilişkin işlemlerinin hükümsüzlüğünün tespitine, anılan taşınmazların davalı adına olan tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili ve müteveffa kardeşi adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili; davacı ve müteveffa kardeşinin iradesinin sakatlanmadığını, davacı ve müteveffa kardeşinin müvekkili ve eşi ile çok yakın olduklarını, davacı ve müteveffa kardeşinin vefat eden küçük kardeşlerinin varisleri ile olan anlaşmazlıklarının müvekkili ve eşi tarafından giderilerek anılan varislerin davacı ve müteveffa kardeşine devir işlemlerinin müvekkili ve eşinin yardımları ile tamamlandığını, sonrasında dava konusu taşınmazların devri isteğinin davacı ve müteveffa kardeşi tarafından müvekkiline iletildiğini, teklifin müvekkili ve eşi tarafından uygun bulunduğunu, taşınmazlarının intifa hakkı saklı kalmak kaydıyla davacı ve müteveffa kardeşi tarafından 430.000,00 TL olarak belirlenmesi sonrasında bu bedelin müvekkilince kabul edilerek devirlerin gerçekleştirildiğini, davacı ve müteveffa kardeşinin devir işlemleri sırasında fiil ehliyetini haiz olduklarını, bu devirler sonrasında başka taşınmazlarının da devrinin müvekkili ve eşi yardımıyla sağlandığını, müvekkilinin iyiniyetli olup davacı ve müteveffa kardeşinin iradesini sakatlamaya ihtiyaç duymayacak düzeyde malvarlığı sahibi olduğunu, dava konusu taşınmazların bedelinin ödendiğini, bu bedelden müvekkilinin eşi tarafından davacı ve müteveffa kardeşine yapılan ödeme ve masrafların mahsup edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı
6. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.03.2013 tarihli ve 2011/435 Esas, 2013/157 Karar sayılı kararı ile; tanık beyanlarına göre davalının eşinin davacıya üvey kardeşinin vefatında tapuda yapılan işlemlerde yardımcı olduğu, davacının güvenini kazandığı, tapuda yapılan bu işlemden sonra tapuda eksik imza bulunduğuna davacıyı inandırarak dava konusu taşınmazların satışının gerçekleştirildiği, davacının dava konusu taşınmazların satışı yönünde bir iradesi bulunmadığı gibi satmasını gerektirecek bir durumunun da bulunmadığı, ayrıca satış bedelinin 6 ay içinde aralıklarla taksitler hâlinde ve elden paket içinde ödenmesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı, hile ile tapuda devir işleminin davalının eşi tarafından gerçekleştirildiği, herhangi bir satış bedelinin de davacıya ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne, İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Yıldız mahallesi 2.1 ada 1 parselde bulunan 22 numaralı mesken ile İstanbul ili Beşiktaş ilçesi Vişnezade mahallesi 6.9 ada, 68 parselde bulunan 6 numaralı meskenin davalı adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı ve Sonrası
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.09.2014 tarihli ve 2013/13167 Esas, 2014/15146 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmazların keşfen belirlenen değerleri üzerinden eksik harcın ikmali sonrasında iddia, savunma ve delillerin değerlendirilerek bir karar verilmesi için karar bozulmuştur.
9. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.06.2015 tarihli ve 2015/47 Esas, 2015/225 Karar sayılı kararı ile bozma kararına uyularak ve bozma kararı gereğince eksik harç ikmal edilerek önceki gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25.06.2019 tarihli ve 2016/983 Esas, 2019/4075 Karar sayılı kararı ile; “… Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 2.1 ada 1 sayılı parseldeki 22 no’lu bağımsız bölümün ¾ payı Nemide Ş., ¼ payı Nezihe Ş.; 6.9 ada 68 sayılı parseldeki 6 no’lu bağımsız bölümün ½ payı Nemide Ş., ½ payı Nezihe Ş. adlarına kayıtlı iken, Nemide ve Nezihe’nin bizzat, anılan payların intifa haklarını üzerlerinde bırakarak çıplak mülkiyetlerini Hülya E.’ya satış suretiyle temlik ettikleri, 22 no’lu bağımsız bölüm için toplam 20.000,00 TL ve 6 no’lu bağımsız bölüm için toplam 40.000,00 TL satış bedelinin gösterildiği, hem Nemide’nin hem de Nezihe’nin satış akdini ‘’okudum ’ yazarak imza ettikleri anlaşılmaktadır.
Dayanılan hukuksal nedenler gözetildiğinde davacı Nemide ile kardeşi Nezihe’nin sosyal ve ekonomik durumlarının incelenmesinde; davacı Nemide’nin 1924 doğumlu bekar, öğretmen okulundan mezun ve öğretmenlik mesleğinden emekli, temel ihtiyaçlarını karşılayabilen birisi olduğu, kardeşi Nezihe’nin ise 1923 doğumlu bekar, doktorluk mesleğinden (ortopedi uzmanı) emekli olmuş, yaşlılıktan ve şeker hastalığından kaynaklanan rahatsızlıkları bulunan birisi olduğu, Nemide ve Nezihe’nin gördükleri eğitim, icra ettikleri meslek, edindikleri tecrübe ve birlikte yaşayarak karşılaştıkları durumu müzakere etme olanakları değerlendirildiğinde bilinçli bireyler oldukları sonucuna varılmaktadır.
Dinlenen davacı tanıklarının görgüye dayalı bilgiden ziyade Nemide ve Nezihe’den dinledikleri olayları anlattıkları, Nemide ve Nezihe’nin çekişmeli taşınmazların devri sırasında davalı veya eşi tarafından aldatıldığına dair aydınlatıcı beyanlarının bulunmadığı görülmüştür.
6100 sayılı HMK’nin 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu kuşkusuzdur.
Ne var ki davacı taraf, davalı veya eşinin hangi eylemleri ile dava konusu taşınmazların devri hususunda kendi iradesinde bir yanıltma gerçekleştirdiğini ortaya koyabilmiş değildir. Tüm tanık beyanları değerlendirildiğinde, davacının iradi olarak çekişmeli taşınmazı davalıya devrettiği, davalının ise bu iradenin oluşumu sırasında davacıyı yanıltmadığı, dosya kapsamında aksine bir delilin de bulunmadığı anlaşılmıştır.
Öte yandan, sözleşmenin gabin (aşırı yararlanma) nedeniyle illetli olduğunun kabulü için edim ve karşı edim arasındaki oransızlığın, taraflardan birinin, diğerinin şahsında mevcut özel bir durumu bilerek istismar etmesi, sömürmesi sonucu oluşması gerekir. Bu tanım ile olaya bakıldığında, gabinin koşullarının da oluştuğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Kabule göre de, davacı Nemide kardeşi olan Nezihe’nin tüm malvarlığını vasiyetname ile kendisine bıraktığını ileri sürerek onun adına da dava açtığını ve Nezihe’nin devrettiği payların da adına tescilini istemiş ve mahkemece de bu yönde karar verilmiş ise de; Nezihe’nin terekesinden çıkmış dava konusu taşınmazlar yönünden Nezihe’nin tüm mirasçıları tarafından dava açılması gerektiği, davacı Nemide’nin tek başına dava açmakta aktif dava ehliyeti bulunmadığı, Nezihe’nin dava dışı mirasçılarının da olduğu gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması da isabetsizdir …” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
12. İstanbul 16. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.09.2020 tarihli ve 2020/3 Esas, 2020/196 Karar sayılı kararı ile önceki gerekçeye ilaveten; bozma kararındaki tespitlere rağmen 86 ve 87 yaşlarındaki kişilerin ne kadar bilinçli olurlarsa olsunlar yaşları göz önüne alındığında kandırılmaya daha müsait oldukları, davalının eşinin davacıya üvey kardeşinin vefatında tapuda yapılan işlemlerde yardımcı olduğu, davacının güvenini kazandığı, tapuda yapılan bu işlemden sonra tapuda eksik imza bulunduğuna davacıyı inandırarak dava konusu taşınmazların satışının gerçekleştirildiği, davacının dava konusu taşınmazları satma iradesi bulunmamasına rağmen hile ile tapuda satış işleminin davalının eşi tarafından gerçekleştirildiği, herhangi bir satış bedelinin de ise davacıya ödenmediği, davacının müteveffa kardeşinin devrettiği paylar yönünden davacının yargılama aşamasında vefat etmesi ve mirasçıların davayı takip etmesi nedeniyle husumet ehliyetinin de gerçekleştiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dosyadaki mevcut delil durumu itibariyle dava konusu taşınmazların davalıya devrinde davacı ve müteveffa kardeşinin aldatma yoluyla iradelerinin sakatlandığı ve bu suretle aynı devre dair aşırı yararlanma iddialarının ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
16. Bilindiği üzere, özel hukukta kişilerin irade özgürlüğüne sahip oldukları ve ancak kendi özgür iradeleriyle hak sahibi olup, borç altına girecekleri temel bir ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilkenin doğal sonucu olarak borçlar hukuku alanında sözleşme özgürlüğü ilkesi esastır. Bu ilke sayesinde kişiler özel borç ilişkilerini, hukuk düzeninin sınırları içerisinde yapacakları sözleşmelerle özgürce düzenleme olanağı bulmaktadır. Bu bağlamda kişilerin işlem (sözleşme) iradelerinin sağlıklı olması ve gerçek iradelerini yansıtması büyük bir önem taşımaktadır. Çünkü irade açıklaması, bir hukuki işlemin temel kurucu unsurudur. Bu nedenle hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun bir hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. Ancak çeşitli nedenlerle kişinin işlem iradesi oluşum ya da açıklama aşamasında sakatlanabilir. Bu sakatlık, iradenin özgür bir biçimde oluşmadığını veya gerçek iradeye uygun şekilde açıklanmadığını gösterir.
17. Bir sözleşme yapılırken taraflardan birinin işlem iradesinin oluşum veya beyanı aşamasında ortaya çıkan sakatlıklara irade bozukluğu denir (Fikret Eren: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2017, s. 392). İrade bozukluğu hâlleri mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda (BK) “Rızadaki fesat” başlığı altında “Hata”, “Hile” ve “İkrah” olarak 23 ilâ 31 inci maddeler arasında hükme bağlanmış iken, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ilâ 39 uncu maddeleri arasında bu defa “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir.
18. Türk hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise bir kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. Mülga BK’nın 23 ve devamı maddelerinde “...ilzam olunamaz.” (BK md. 23), “...o akit ile ilzam olunmaz.” (BK md. 28), “...kendi hakkında lüzum ifade etmez” (BK md. 29/I), TBK'da ise “... bağlı olmaz.” (TBK md. 30), “...sözleşmeyle bağlı değildir.” (TBK md. 36 ve md. 37/1) şeklindeki ibareler kullanılmak suretiyle irade bozukluğuyla yapılan sözleşmelerin, iradesi hata, hile veya ikrahla sakatlanan kimseyi bağlamayacağı öngörülmüş ve bu kişiye belli bir süre içerisinde kullanabileceği iptal hakkı tanımıştır. İrade bozukluğu hâlleri, tüm hukuki işlemler yönünden oldukça önem taşımakta ve koşulları oluştuğu takdirde yapılan işlemin iptal edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
19. Aldatma da iradeyi sakatlayan sebeplerden biri olup genel olarak, bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Görüleceği üzere aldatmada/hilede ise kasıtlı olarak yanıltma söz konusudur. Hilede irade sakatlığı iradenin beyanında değil, iradenin oluşumunda meydana gelmektedir. İradenin oluşumundaki sakatlık ise kişinin kendisi dışında başka birinin kasıtlı bir aldatma fiiliyle gerçekleşmektedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı, 08.07.2020 tarihli ve 2017/1-1831 Esas, 2020/549 Karar sayılı kararlarında, hilenin; gerçek durumu bilmesi hâlinde bir kimsenin kabul etmeyecek olduğu bir şeyi kabul etmesine diğer bir kimse tarafından yol açılması olduğu vurgulanmıştır.
20. Hilenin varlığının kabulü için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç vardır: Birinci şart aldatma fiilidir. Aldatan şahıs diğerini yanıltmış (hataya düşürmüş) olmalıdır. Fakat karşı tarafın düştüğü bu yanılmanın esaslı olması gerekmez. Zira aldatan hiçbir surette korunmaya layık değildir. Aldatan, sözleşmenin yapılması ve özellikle görüşmeler sırasında, belirli konu ve hususlarda doğru olmayan bilgiler vermekte veya bazı hususları dürüstlük kuralına göre açıklaması gerekirken kasten gizlemektedir. İkinci şart; aldatma kastıdır. Aldatan, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etmek için ona bilerek ve isteyerek (kasten) gerçek dışı beyanda bulunmuş olmalıdır. Başka bir deyişle, yalan söyleyende karşı tarafı aldatmak ve onun gerçeği bilmesi hâlinde yapmayacak olduğu bir sözleşmeyi yapmağa sevk etmek niyeti bulunmalıdır. Eğer bir kimse, bilmemesi ağır bir kusur teşkil etmesine rağmen, durumu bilmeden bir beyanda bulunmuş ise aldatma kastı yoktur.
21. Üçüncü şart ise illiyet bağıdır. Sözleşme aldatma sonucu, onun etkisi ile yapılmalıdır. Aldatılan yapmış olduğu sözleşmeyi, aldatma olmasıydı ya hiç yapmayacak ya da daha iyi şartlarda yapacak idiyse, illiyet bağı gerçekleşmiş olur. Aldatma fiili, sözleşmenin kurulmasının asli şartı olmalı, aldatma ile sözleşmenin kurulması arasında tabi bir illiyet bağı bulunmalıdır (Hukuk Genel Kurulunun 20.10.2010 tarihli ve 2010/1-502 Esas, 2010/536 Karar sayılı; 08.07.2020 tarihli ve 2017/1-1831 Esas, 2020/549 Karar sayılı kararları). Ancak, hile üçüncü bir kişi tarafından da yapılabilir. Böyle bir durumda kural olarak aldatılan taraf sözleşme ile bağlı ise de üçüncü kişinin hilesini karşı taraf sözleşmenin yapıldığı sırada biliyor ya da bilmesi gerekiyor ise aldatılan taraf sözleşmenin iptalini isteyebilir.
22. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere taraflardan biri diğer tarafı hileyle sözleşme yapmaya yöneltmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı hâlinde aldatılan taraf, hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
23. Diğer taraftan, aldatmayı/hileyi ispat yükü, aldatılan tarafa aittir. Yanılma, aldatma ve korkutma senede bağlanması mümkün olmadığından senetle ispat edilmesinde maddi imkânsızlık vardır. Bu nedenle hukuki işlemlerdeki irade bozukluğu iddiaları, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 203/1-ç maddesinde senede karşı senetle ispat zorunluluğunun istisnaları arasında sayılmıştır. Sözleşme resmî senetle yapılmış olsa dahi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 7 nci maddesi “Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça, her hangi bir şekle bağlı değildir” hükmünü taşıdığından, aldatma olgusunun tanık dâhil her türlü delille ispatı mümkündür.
24. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu taşınmazların davacı ve müteveffa kardeşi Nezihe Ş. tarafından davalıya devredildiği, taşınmazların devrine ilişkin olarak davalı tarafça elden ödeme yapıldığına dair savunma yapılıp davalı tarafın tanıklarından birinin beyanlarında kapalı zarf teslimi dışında ödemeye dair herhangi bir somut ve açık beyanın mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.
25. Her ne kadar Özel Daire kararında; davacı ve müteveffa kardeşi Nezihe’nin sosyal ve ekonomik durumları ile eğitim seviyeleri ve tecrübelerinden hareketle karşılaştıkları durumu müzakere etme olanakları değerlendirildiğinde bilinçli bireyler oldukları, tanık beyanlarının iradelerinin sakatlandığına dair aydınlatıcı belirlemeler içermediğinden bahisle hile/aldatma iddialarının ispatlanamadığı kabul edilmiş ise de; dava konusu taşınmazların devir tarihlerinde davacının 86, kardeşi müteveffa Nezihe Ş.’in 87 yaşlarında oldukları sabittir. Dolayısıyla davacı ve müteveffa kardeşinin, eğitim durumları ile sosyal ve ekonomik durumları yanında ileri yaşları da nazara alınarak dava konusu taşınmazların devirleri sırasında iradelerinin sakatlanma ihtimalinin yüksek olduğunun kabulü zorunludur.
26. Dosyada mevcut tanık beyanlarında; davacı ve müteveffa kardeşinin dava konusu taşınmazları devir iradesinde olmadıkları ve devrin öğrenilmesi sonrasında davacının tutumlarındaki olumsuz yöndeki değişiklikler açık bir biçimde belirtilmiştir. Nitekim davacı ve müteveffa kardeşi, murislerinden kalan taşınmazların diğer mirasçılar adına kaydedilen paylarını ödeme yaparak kendi adlarına tapuya kayıt ve tescil ettirmişler ve bu işlemler sırasında da davalı ve eşinin yardımlarından faydalanmışlardır.
27. Bunun yanında devredilen dava konusu taşınmazlara ilişkin olarak ödeme yapıldığına dair dosyaya herhangi bir delil mevcut olmadığı gibi buna dair davalının dinletmiş olduğu tanık beyanı, ödemenin davacı tarafa yapıldığını ispata yeterli değildir. Davalının savunmasında belirttiği; satış bedelinin tapuda devir tarihinden aylar önce başlamak suretiyle altı ay içinde aralıklarla taksitler hâlinde ve elden paket içinde ödenmesinin hayatın olağan akışına uygun olduğu söylenemez. Ayrıca davalı tarafça yapılan savunmada, taşınmazlar için yapılan ödemelerden daha önce davacı ve kardeşi adına yapılan bir kısım harcamaların mahsup edildiği belirtilmiş olmakla birlikte mahsup edilen miktar ile mahsup sonrası ödenen miktar açık bir biçimde belirtilmemiştir.
28. Buradan hareketle davacının bu taşınmazları devir amacında olmadığına dair tanık beyanları, taşınmazların devir bedelinin ödendiğine dair savunmayı ispata yeterli bir delilin dosyada mevcut olmaması, davalının bu husustaki savunmasının hayatın olağan akışına aykırı olması nazara alındığında davalının, davacı ve müteveffa kardeşi nezdinde oluşturduğu güven ile tapuda yapılan dava dışı taşınmaz devirleri ile alakalı eksik imza bulunduğu hususunda davacıyı inandırıp iradesini sakatlayarak dava konusu taşınmazların devrini gerçekleştirdiği kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla dosyadaki mevcut delil durumu itibariyle dava konusu taşınmazların davalıya devrinde davacı ve müteveffa kardeşinin aldatma/hile yoluyla iradelerinin sakatlandığı sabit olup bu kabule dayalı olarak verilen İlk Derece Mahkeme kararı usul ve yasaya uygundur.
29. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; dava konusu taşınmazların devri sırasında; davacı ve mütevaffa kardeşinin devir tarihi itibariyle bilinçli oldukları, davacı tarafın irade sakatlığına dair somut bir delili ortaya koyamadığı, taşınmazların devrinin iradi olduğu, aksine bir delilin dosyada mevcut olmadığı, bu itibarla dava konusu taşınmazların devrinde davacının ve müteveffa kardeşinin iradelerinin hile/aldatma yoluyla sakatlandığına dair iddianın ispatlanamadığı, bu sebeplerle direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş, Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
30. Hâl böyle olunca; İlk Derece Mahkemesince yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (24.595,30 TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 24’ü ONAMA, 1’i ise BOZMA yönünde oy kullanmışlardır.