KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

ZARAR VEYA ONUN FAİLİ, UZAMIŞ ZAMANAŞIMININ BİTMESİNDEN SONRA ÖĞRENİLMİŞSE DAVA, ÖĞRENME TARİHİNDEN İTİBAREN KISA ZAMANAŞIMI SÜRESİ İÇERİSİNDE AÇILMALIDIR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2023/(17)4-915
Karar No       : 2024/80

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ                          : 09.12.2015
SAYISI                          : 2015/318 E., 2015/507 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 22.01.2015 tarihli ve
                                        2013/13963 Esas, 2015/855 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen maddi ve manevi tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalılar Zeki T. ile Zahide G. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

2. Direnme kararı davalı Zeki T. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Asıl Dava

4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalıların sürücüsü, eski ve yeni işletenleri olduğu aracın müvekkillerinden Beytullah ve Sevil'in oğlu olan ve yaya olarak bulunan müvekkili Emrah'a çarparak yaralanmasına sebebiyet verdiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkili Emrah için 500,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi, müvekkilleri Beytullah ile Sevil için ise ayrı ayrı 2.500,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 07.02.2004 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş; 17.10.2012 tarihli dilekçe ile maddi tazminat talebini 21.852,99 TL'ye artırmıştır.

5. Davalı Mehmet K. cevap dilekçesinde; maliki olduğu aracı kazadan önce Zahide G. vekili İsmail Küçük'e noter satışıyla devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

6. Davalı Zeki T. vekili; dava dilekçesinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen davaya cevap vermemiş; ancak ıslah dilekçesine karşı verdiği cevap dilekçesinde ıslahla artırılan kısım yönünden zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Birleşen Dava

7. Davacılar vekili dava dilekçesinde; asıl davadaki talebini kazaya sebebiyet veren aracın zorunlu mali mesuliyet sigortacısı olan davalı şirketten talep ederek müvekkilinin uğradığı iş gücü kaybı nedeniyle şimdilik 10.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

8. Davalı A. Anonim Türk Sigorta Şirketi vekili cevap dilekçesinde; kazaya karıştığı iddia edilen aracın 25.04.2003/2004 tarihleri arasında 3366380 sayılı ZMMS poliçesi ile müvekkili şirket tarafından temin edildiğini, sigortalı olarak Mehmet K.'ın görüldüğünü, kaza anında aracın maliki ve işletenlerin Zahide G. olması nedeniyle müvekkilinin sorumluluğunun bulunmadığını, kabul anlamına gelmemek kaydıyla teminat limitlerinin 30.000,00 TL ile sınırlı olduğunu, davacının davadan önce gerekli belgeler ile müvekkiline müracaat etmediğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkeme Kararı

9. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 02.05.2013 tarihli ve 2006/341 Esas, 2013/277 Karar sayılı kararı ile; dava konusu olayda, meskun mahalde tehlike anında derhâl durabilecek şekilde seyretmeyen davalı Zeki T.'ın küçük Emrah'ın (kaza tarihinde 12 yaşında) 3 ay % 100 malul olacak şekilde dalağını kaybederek çalışma gücünü ömür boyu kısmen kaybedecek şekilde yaralanmasına yol açtığı, davalı sigorta şirketinin 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (2918 sayılı Kanun) hükümlerine göre maddi zarardan poliçe limiti dâhilinde sorumlu olduğu, Zahide G. aleyhine usulüne uygun dava açılmadığı gerekçesiyle davalı Zahide G. aleyhine açılan davanın reddine, davalı Mehmet K.'ın ise kazadan önce (15.10.2003 tarihinde) aracı noter satışıyla devrettiğinden işleten sıfatının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın husumet yönünden reddine, davalı Zeki T. ile birleşen davada davalı A. Anonim Türk Sigorta Şirketi aleyhine açılan davanın ise kabulü ile 21.852,99 TL alacağın kaza tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte bu davalılardan müteselsilen tahsili ile davacı Emrah Ercan'a ödenmesine, davacı Emrah için 10.000,00 TL, davacılar Beytullah ile Sevil için ayrı ayrı 2.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı Zeki T.'dan tahsiline karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı

10. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar Zeki T. ile Zahide G. vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

11. Yargıtay (Kapatılan) 17. Hukuk Dairesinin 22.01.2015 tarihli ve 2013/13963 Esas, 2015/855 Karar sayılı kararı ile

“… 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı Zahide G. vekilinin tüm, davalı Zeki Tır'ın vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Davalı Zeki T. yönünden yapılan temyiz incelemesinde; davaya konu kaza 07.02.2004 tarihinde meydana gelmiştir. Asıl dava 17.08.2006'da açılmıştır.

Davacılar vekili tarafından 17.10.2012 tarihli ıslah dilekçesi ile tazminat talebi 21.852,99 TL'na arttırılmıştır. Kaza tarihi itibariyle yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 102/4 ve 104/2. maddeleri gereğince belirlenen 7 yıl 6 aylık uzamış dava zamanaşımı süresi 07.08.2011 tarihinde dolmuştur. Davacı Emrah Ercan'la ilgili yargılama sırasında alınan adli tıp kurumu raporuna göre davacının yaralanması nedeniyle % 14,3 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği ve iyileşme süresinin 07.02.2004 tarihinden itibaren 3 aya kadar uzayabileceği belirtilmiş olup, bu rapora göre davacının yaralanması nedeniyle gelişen bir durumun söz konusu olmadığı sabittir. Bu durumda, ıslah edilen maddi tazminat miktarı yönünden dava zamanaşımına uğramış olup, mahkemece bu durumun göz ardı edilerek, yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmayıp kararın bozulması gerekmiştir…” gerekçesi ile karar oy çokluğuyla bozulmuştur.

Direnme Kararı

12. Ankara 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 09.12.2015 tarihli ve 2015/318 Esas, 2015/507 Karar sayılı kararı ile; davacının 17.10.2012 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi sayılamayacağından zamanaşımı süresinin dolmadığı, dava açılmakla birlikte zamanaşımının kesileceği, dava tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (818 sayılı Kanun) 60/1 inci maddesine göre tazminat davalarında zamanaşımı süresinin zarar gören tarafın zararı ve faili ıttıla tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı, davacının sonradan artırılan değer de dahil olarak alacağın tamamını isteyebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi

13. Direnme kararı süresi içinde davalı Zeki T. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; trafik kazası nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararının giderilmesi istemli eldeki davada, davacılar tarafından verilen 17.10.2012 tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi mi yoksa talep artırım dilekçesi mi olduğu, ıslah dilekçesi olarak kabul edilmesi hâlinde ıslah dilekçesiyle talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikli olarak yasal düzenlemelerin açıklanmasında yarar bulunmaktadır.

16. Usul hukuku alanında geçerli temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhâl yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise, bu kanun hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olduğu, daima eskisinden daha iyi ve amaca en uygun olduğu fikri ile kanun koyucunun, fertlere ait olan hakların yeni usul hükümleri ile daha önce yürürlükte olan kanundan daha iyi ve daha adil bir şekilde korunacağına ilişkin inancıdır.

17. Usul kurallarının zaman bakımından uygulanmasında derhâl uygulanırlık kuralı ile birlikte dikkate alınması gereken bir husus da, yeni usul kuralı yürürlüğe girdiğinde, ilgili “usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığı”dır.

18. Hemen belirtilmelidir ki, dava; dava dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayan ve bir kararla (veya hükümle) sonuçlanıncaya kadar devam eden çeşitli usul işlemlerinden ve aşamalarından oluşmaktadır. Yargılama sırasındaki her usul işlemi, ayrı ayrı ele alınıp değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

19. Eğer bir usul işlemi, yargılama sırasında yapılmaya başlanıp, tamamlandıktan sonra, yeni bir usul kuralı yürürlüğe girerse, söz konusu işlem geçerliliğini korur. Başka bir anlatımla, tamamlanmış usul işlemleri, yeni yürürlüğe giren usul hükmünden (veya kanunundan) etkilenmez. Buna karşın, bir usul işlemine başlanmamış veya başlanmış olup da henüz tamamlanmamış ise, yeni usul hükmü (veya kanunu) hemen yürürlüğe gireceğinden etkilenir. Çünkü usule ilişkin kanunlar, tersine bir kural benimsenmediği takdirde, genel olarak hemen etkili olup uygulanırlar.

20. 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) “Zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448/1 inci maddesi de yapılan açıklama ve ilkelere uygun olarak; “(1) Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır” hükmünü içermektedir. Bu madde hükmüne göre, kanunda aksine bir düzenleme getirilmediği takdirde, yeni usul hükümlerinin tamamlanmış usul işlemlerine bir etkisi olmayacak, önceki kanuna göre yapılmış ve tamamlanmış olan işlemler geçerliğini koruyacaktır. Buna karşılık tamamlanmamış usul işlemleri yeni kanun hükümlerine göre yapılacaktır.

21. Gelinen noktada kısmi dava, belirsiz alacak davası ve ıslah kurumları üzerinde de durulması gerekmektedir.

22. Kısmi dava, alacağın yalnızca bir bölümü için açılan dava olarak tanımlanmaktadır. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” demesi, kural olarak yeterlidir (Hukuk Genel Kurulunun 02.04.2003 tarihli ve 2003/4-260 Esas, 2003/ 271 Karar sayılı ilâmı). Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (1086 sayılı Kanun) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Çünkü, alacak hakkının bir bölümünün dava edilip geriye kalan kısmının ikinci bir dava ile istenmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktaydı. Kısmi dava, 6100 sayılı Kanunu’nun 109 uncu maddesinde ise, ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte ikinci fıkra 01.04.2015 tarih ve 6644 sayılı Kanun'un 4 üncü maddesi ile yürürlükten kaldırılarak alacağın taraflar arasında tartışmasız ve belirli olup olmadığına bakılmaksızın kısmi dava açılması olanağı sağlanmıştır.

23. 6100 sayılı Kanun’un 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Kanun'da yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak davası kabul edilmiştir. Belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağın tutarının ya da değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin davacıdan beklenemeyeceği ya da bunun olanaksız olduğu durumlarda, alacaklının, hukuksal ilişkiyi ve en az bir tutar ya da değeri belirterek açabileceği dava olarak tanımlanabilir (Türk Hukuk Lûgatı, Ankara 2021, C.1., s. 148).

24. 6100 sayılı Kanun'un 107 nci maddesi; “(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir

(2) (Değişik:22/7/2020-7251/7 md.) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.”

düzenlemesini içermektedir.

25. Islah ise, taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesine denir. Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkândır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapılabilmektedir (Saim Üstündağ: Medeni Yargılama Hukuk, C.I-II, B.5, İstanbul 1992, s.534). Islahın konusunun tarafların yapmış oldukları usul işlemleri olduğu için, ıslahla düzeltilecek usul işlemlerinin neler olduğundan da söz etmek gerekir. Gerek öğreti, gerekse Yargıtay uygulaması davanın değiştirebileceğini ve genişletilebileceğini aynı şekilde savunmanın genişletilebileceğini ilke olarak kabul etmektedir. Yine müddeabihin artırılıp artırılmayacağı hususu da bir usul işlemi olup, ıslahın konusudur.

26. Islahın amacı, yargılama sürecinde, şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler, velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkânsızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için, ıslahın konusu olamaz.

27. Bilindiği gibi, 1086 sayılı Kanun’un 87 nci maddesinin son cümlesindeki “müddei ıslah suretiyle müddeabihi tezyit edemez” hükmü Anayasa Mahkemesinin 20.07.1999 tarihli ve 1999/1 Esas, 1999/33 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir. Bundan böyle davacı, dava dilekçesinde gösterdiği müddeabihini (davalı muvafakat etmese bile) aynı dava içinde ıslah yolu ile artırabilecektir. Bu düzenleme, davacının ilk dava dilekçesinde saklı tuttuğu fazlaya ilişkin hakkını ek bir dava ile istemesine engel olmayacaktır.

28. Davanın tamamen ıslahı durumunda, dava dilekçesinden itibaren bütün usul işlemlerinin yapılmamış sayılmasını gerektirir. Gerek öğretide, gerekse yerleşik yargısal kararlarda, davanın tamamen ıslahında yeni bir dava açılmamış sayılacak, tamamen ıslah edilen dava ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan, bunun doğal sonucu olarak, zamanaşımı, hak düşürücü süre ilk davanın açıldığı tarihteki duruma göre dikkate alınacaktır. Onun için davanın tamamen ıslahında ıslah olunan dava, ilk dava gününde açılmış sayılacaktır.

29. Davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin arttırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesinin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle arttırabilecektir.

30. Bir davanın açılması hâlinde zamanaşımı kesilir (818 sayılı Kanun’un 133/2 nci maddesi). Ancak, kesilen zamanaşımı, kesilme tarihinden başlayarak yeniden işler (818 sayılı Kanun’un 135/1 inci maddesi). Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresinde taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar. Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir Kısmi dava açılması hâlinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı sadece ek dava yerine kısmi ıslah yoluyla saklı tutulan alacakları aynı davada isteme kolaylığı getirmiş olup, zamanaşımı, temerrüde düşürme gibi, usul ve yasa hükümlerini değiştirmiş değildir. Kısmi ıslahta, tam ıslahın aksine ıslah tarihine kadar yapılmış bütün usul işlemleri yapılmamış sayılmaz. Kısmi ıslah, yapıldığı tarihten ileriye yönelik olarak hüküm ifade eder (HGK’nın 03.07.2002 tarihli ve 2002/9-564 Esas, 572 Karar; 06.03.2013 tarihli ve 2012/4-824 Esas, 2013/305 Karar sayılı kararları). Kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması nedeniyle dava konusu yapılmayan alacak miktarının ek davaya veya kısmi ıslaha konu olması hâlinde, bu usul işlemine karşı davalının zamanaşımı def’ini ileri sürebileceği kabul edilmiştir.

31. Eldeki davada, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile tamamlanan dava açılması işleminde, diğer bir ifade ile davanın açıldığı 17.08.2006 tarihinde yürürlükte bulunan mülga 1086 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Dolayısıyla, 1086 sayılı Kanun'un yürürlükte olduğu dönemde kısmi dava olarak açılan eldeki davanın, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden belirsiz alacak davasına dönüşeceği kabul edilemez.

32. Buna göre, 6100 sayılı Kanun ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin hükmün somut uyuşmazlıkta uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

33. Belirtmelidir ki, trafik kazası sonucunda bir kimsenin yaralanmasına veya ölümüne neden olunması, ona karşı işlenmiş bir haksız fiil niteliğindedir.

34. Haksız fiillerde zamanaşımı, 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesinde ayrıca düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren 10 sene mürurundan sonra istima olunmaz.” denildikten sonra; aynı maddenin ikinci fıkrasında, ceza dava zamanaşımına yollamada bulunularak; “Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha da uzun müruruzamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik edilir.” hükmü getirilmiştir. Madde metninden açıkça anlaşılacağı üzere, haksız fiillere uygulanacak üç ayrı zamanaşımı süresi belirlenmiştir.

35. Bunlar; zarar görenin ‘zarar’ı ve ‘fail’i öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak olan bir yıllık kısa süreli zamanaşımı; fiilin ‘vukuundan’ itibaren işleyecek on yıllık kesin süreli zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda suç oluşturduğu durumlarda uygulanacak olan uzamış (ceza) zamanaşımı süreleridir.

36. 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesinin birinci fıkrasına göre, haksız fiil nedeniyle tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlamasına sebep olmaz. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar. Eğer zarara uğrayan tüzel kişi ise, dava açmaya yetkili organın öğrenmesi dikkate alınır. Bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda fail, kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi gerekir.

37. 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için öncelikle; zarar veren eylemin Ceza Kanunu ya da ceza hükmü taşıyan özel kanunda suç olarak düzenlenmiş olması gereklidir.

38. Özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 Esas, 2013/1457 Karar sayılı kararı).

39. Bu kapsamda, özel kanun niteliğinde olan 2918 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesinin ilk fıkrasında, yine bir haksız fiil niteliğindeki trafik kazalarından doğan tazminat taleplerinin tabi bulunacağı zamanaşımı süresi yönünden 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesindeki düzenlemeden farklı, özel bir hüküm getirilmiş; “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar” şeklindeki bu hükümle, 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesindeki bir yıllık zamanaşımı süresi, bu tür tazminat davaları yönünden iki yıl olarak düzenlenmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise; “davanın cezayı gerektiren bir eylemden doğması ve ceza kanununun bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmesi halinde, bu sürenin, maddi tazminat talebiyle açılacak davalar için de geçerli olacağı” hükme bağlanmıştır.

40. Görülmektedir ki, 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesi ile 2918 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesinin ikinci fıkrası zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden birbiriyle uyumlu olmakla birlikte, zamanaşımı süresi yönünden birbirlerinden ayrılmaktadır. Trafik kazalarından doğan tazminat talepleri bakımından zamanaşımı süresi 818 sayılı Kanun'un 60 ıncı maddesine göre bir yıl; 2918 sayılı Kanunun 109 uncu maddesinin ikinci fıkrasına göre ise iki yıl olarak düzenlenmiştir.

41. Vurgulamakta yarar vardır ki, 2918 sayılı Kanunun 109/2 nci maddesine göre, ceza kanununda öngörülen daha uzun (uzamış) zamanaşımı süresinin tazminat talebiyle açılacak davalarda uygulanabilmesi için, eylemin ceza kanununa göre suç sayılması gerekli ve yeterlidir; fail hakkında mahkumiyet kararı verilmesi veya bir ceza davasının açılması ya da zarar görenin o davada tazminat yönünden bir talepte bulunmuş olması şartı aranmamaktadır. Ceza Kanunu’nda öngörülen daha uzun (uzamış) zamanaşımı süresi, olay tarihinden itibaren işlemeye başlar; sürenin işlemeye başlaması için, zarar görenin, zararı ve onun failini öğrenmesi koşulu aranmaz. Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir. Bedensel zararla sonuçlanan trafik kazası, aynı zamanda mülga 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (765 sayılı Kanun) 459 uncu maddesine göre suç sayılan bir eylemdir.

42. Yukarıda yapılan açıklama ve ilkeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde; davacının ileri sürdüğü haksız fiil (trafik kazası sonucu taksirle yaralanma) iddiasının gerçekleşme tarihi 07.02.2004'tür. Asıl dava ise 17.08.2006’da açılmıştır. Davacılar vekili, 17.10.2012 tarihli ıslah dilekçesiyle tazminat talebini 21.852,99 TL’ye yükseltmiştir. Buna göre, haksız eylemin gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 765 sayılı Kanun'un 459 uncu maddesinde öngörülen suça ilişkin cezanın üst sınırı dikkate alındığında, aynı Kanun'un 102/4 üncü maddesi uyarınca uzamış ceza zamanaşımı süresi beş yıldır.

43. Bu durumda; haksız eylemin gerçekleştiği 07.02.2004 tarihi gözetildiğinde, beş yıllık uzamış zamanaşımı süresinin 07.02.2009 tarihinde dolduğu; eldeki davada ise, maddi tazminata ilişkin ıslahın 17.10.2012 tarihinde yapıldığı anlaşıldığından davalı yasal süresinde zamanaşımı def’ini ileri sürdüğüne göre, ıslaha konu tazminat miktarının zamanaşımına uğradığı anlaşılmaktadır.

44. Şu hâlde; yerel mahkemece, davacı tarafın ıslahla arttırdığı tazminat miktarı yönünden zamanaşımının dolması nedeniyle bu kısma ilişkin istemin reddine karar verilmesi gerekirken, kabul kararı verilmesi doğru değildir.            

45. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, somut olayda ceza zamanaşımı süresinin yedi yıl altı ay olarak uygulanması gerektiği, bu nedenle bozma kararının doğru olduğu görüşü; davacının 17.10.2012 tarihli dilekçesinin bir ıslah sayılamayacağı, bu artırım nedeniyle zamanaşımının söz konusu olamayacağı, davacının sonradan artırılan değerlerde dahil alacağın tamamını isteyebileceği, bu nedenle kararın onanması gerektiği görüşü, zarar davanın açıldığı anda belli olduğu için davanın açılmasıyla birlikte tüm zararlar için zamanaşımı kesildiğinden ıslah edilen kısmın zamanaşımına uğramadığı, dolayısıyla kararın açıklanan değişik gerekçeyle onanması görüşü dile getirilmiş ise de; bu görüşler yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

46. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekmiştir.

IV. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı Zeki T. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3 üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun'un 440/III-1 inci maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

07.02.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I   O Y"

Dava, haksız fiil nedeniyle uğranılan zararın tahsiline ilişkindir.

Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; ıslah edilen kısım bakımından zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere hukuk düzeni, bir kısım hakların muhatabından veya borçlusundan istenilebilmesini bazı sürelere tabi tutmuştur. İşte bu sürelerin geçirilmesi veya kaçırılması hâlinde borcun zamanaşımına uğradığı, karşı tarafın bu savunmayı ileri sürmesi hâlinde borçtan kurtulacağı kabul edilmekte, borç zamanaşımına uğramaktadır.

Zamanaşımını kesen sebeplerin en önemlisi dava açılmasıdır. Dava açılmakla, hak sahibi hakkını borçlusundan istemektedir. Eğer açılan dava ile alacağın bir kısmı isteniyor ve kalan kısım için fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmuş ise kısmi davadan bahsedilmektedir.

Kısmi davada, saklı tutulan hakkın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı tartışmasında, saklı tutulan bu kısım için borçlunun temerrüdünün gerçekleşip gerçekleşmediği belirlenmelidir. Örneğin bir alacağa ilişkin uyuşmazlıkta, alacaklı alacağının bir kısmını süresinde dava konusu yapmış, kalan kısım için ise borçluyu temerrüde düşürmemiş ise, bu kısım için ıslah dilekçesiyle istenen miktar bakımından bu dilekçenin tebliği ile temerrüt gerçekleşeceğinden, tebliğ tarihi itibariyle artık zamanaşımı süresi geçmiş olabilir. Böyle bir durumda artık ıslah edilen kısım için zamanaşımının dolduğu kabul edilmektedir (Ne var ki 24.05.2019 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararıyla buna da yeni bir açılım getirilmiştir. Aşağıda bu husus ayrıca değerlendirilecektir.).

Haksız fiilden kaynaklanan tazminat davalarına gelince, sıradan bir alacak davasından veya bir sözleşmeden kaynaklanan borç ilişkisinden farklılıkları olduğu açıktır. Öncelikle haksız fiil sonucu zarara uğrayan kişinin zararı için faili temerrüde düşürmesi bakımından bir ihtara gerek bulunmamaktadır. Haksız fiilin tamamlanmasıyla zarar doğmuş ve bu zarar tam olarak öğrenilmişse artık zararın tamamı istenilebilir hâle gelmiştir. Yasanın öngördüğü süre içinde, fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak kaydıyla bir kısım tazminat miktarı istense dahi aynı eylem nedeniyle doğan zararın tümü için zamanaşımı kesilmiştir. Hâl böyle olunca HMK'da düzenlenen ıslah kurallarına uymak kaydıyla saklı tutulan kısım istenebilecek ve bu kısım için zamanaşımının geçtiğinden bahsedilemeyecektir. Bir başka deyişle, alacak davasında olduğu gibi borçlu “sen benden alacağının bir kısmını istedin, kalan kısmı için beni temerrüde düşürmedin öyleyse bu kısım zamanaşımına uğradı” diyemeyecektir.

24.05.2019 tarihli ve 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı bakımından değerlendirmeye gelince;

Yargısal uygulamalar, ıslah edilen miktar için zamanaşımı dolmuşsa, davanın niteliğine bakmaksızın ıslah edilen kısım bakımından talebin reddine karar verilmesi yönünde süregelmiş ise de bahse konu içtihadı birleştirme kararından sonra yerleşik uygulamadan dönülmesi gerekip gerekmediği bu karar kapsamında tartışılması gerekmektedir.

Sözünü ettiğimiz 24.05.2019 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı'nda "kısmi davada, dava konusu miktarın kısmi ıslahla faiz talebi belirtilmeksizin artırılması hâlinde, artırılan miktar bakımından dava dilekçesindeki faiz talebine bağlı olarak faize hükmedileceği belirtilmiştir.

Bu karar zamanaşımı ile ilgili değilse de İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı olmakla birlikte gerekçeleriyle de yol gösterici olduğu unutulmamalıdır. Bu yol göstericilik, kararın sonuç kısmının yorumlanması, kapsamının belirlenerek uygulanması için gerekli olduğu kadar, dayandığı esasların başka müesseselerin yorumlanıp uygulanabilmesinde de geçerli olacaktır.

Yol göstericilik konusunda kararın tüm gerekçeleri değil; ana sonuçla bağlantılı ve bu sonuca hangi hukuksal nedenlerle varıldığını gösteren temel gerekçeler esas alınmak suretiyle bir sınırlama getirilmesi de İçtihadı Birleştirme Kararlarının mahiyetine uygun bir yorum olacaktır. Kaldı ki Yargıtay Kanunu 45/5 inci maddesinde içtihadı birleştirme kararlarının benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlayacağı düzenlenmiş olduğundan benzer konular için de bu içtihadı birleştirme kararından istifade edilmesi bir zorunluluktur.

Söz konusu İçtihadı Birleştirme Kararında varılan sonucun temel gerekçesi; ıslahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmayıp dava dilekçesindeki miktarın değiştirilmesi olduğudur.

Bu temel gerekçenin varlığı; kararda yer verilen "...Ek dava ile kısmi dava arasında paralellik mevcut ise de ıslahla ilgili sorunların yine ıslah müessesi kapsamında sonuçlandırılarak değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle dava değerinin artırılması kısmi ıslah kapsamında olduğundan süregelen davanın devamıdır ki yeni bir dava ve ek dava olarak kabul edilemez. Artırılan tutar için harç yatırılması bir usul işlemidir, yeni bir dava açıldığı şeklinde yorumlanamaz..." biçimindeki açıklamalarda ve "...bu amaçla verilen bir ıslah dilekçesi dava dilekçesindeki istem ve ferilerini ortadan kaldırmayacak, sadece istenilen alacak rakamını değiştirecektir. Hâl böyle olunca ıslahla artırılan tutar, yeni bir dava olmadığından, ilk dava dilekçesinde yer alan bütün unsurlar faiz istemi de dahil olmak üzere, ıslahla artırılan kısım için de uygulanabilir olmalıdır..." şeklinde yapılan açıklamalarda açıkça görülmektedir. Bu ifadeler kararın; sonuç kısmıyla da uyumlu ana ve en temel gerekçeleridir.

Bu karar temel gerekçesinden soyutlanarak yorumlanıp uygulanamayacağına göre, ıslahla miktarın artırılması hâlinde, bu miktar değişikliğinin, zamanaşımının kesilmesine neden olup olmadığı, zamanaşımını kesecek bir işlem ise hangi tarihte zamanaşımının kesileceği konusunda da kararın bu ana gerekçesinden yararlanılmalıdır.

Bu karar ile ıslahla miktar artırımı ek dava olarak görülmemiş ve sadece dava dilekçesinde yazan miktarın değiştirilmesi, diğer bir ifadeyle bu miktarın düzeltilmesi olarak görülmüştür. Bu kararın sonucu olarak miktar artırımına ilişkin yapılan ıslahın da artık ek dava olarak görülmesi mümkün olmayıp dava dilekçesindeki miktar kısmının düzeltilmesi olarak kabul edilmesi gerekir. Düzeltilen dava dilekçesi olduğuna göre davacı tarafından ıslahın teşmil edildiği tarih de ilk dava tarihi olacaktır.

Dava tarihine teşmil edilecek şekilde bir ıslah gerçekleştiğine göre, ıslahla artırılan miktar için de dava tarihinin artık ilk dava tarihi kabul edilmesi ve dava açılmakla zamanaşımının kesileceğine dair BK 133/1 bent 2 nci (TBK 154/1-bent 2) hükmünün ıslah edilen miktar için de ilk dava tarihi esas alınarak uygulanması gerekir.

Bu maddede dava açılmakla zamanaşımının kesileceği düzenlenmiş ancak ıslah dilekçesi verilmekle zamanaşımının kesileceği düzenlenmemiştir. Islahla miktar artırımının ek dava niteliğinde olmadığı bu kararın gerekçesinde açıkça belirtildiğine göre bu madde; artık ek dava hükümlerine göre ıslahla artırılan miktar için zamanaşımını kesebilecek bir hüküm olarak yorumlanabilmekten çıkmıştır.

Islah yeni bir dava veya ek dava sayılmadığına göre, ıslahın BK 133/1 bent 2 nci maddeye dayalı olarak zamanaşımını kestiği kabul edilemez. Islah bir dava sayılıp zamanaşımını kesmiyorsa artık BK 136/1 inci maddede yer alan "Bir dava veya def’i yoluyla kesilmiş olan zamanaşımı, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar." düzenlemesine dayalı olarak da ıslah edilen miktar için her yargılama işleminde zamanaşımı kesilmeyecektir. Bunun sonucu olarak da yargılama sırasında dahi ıslahla artırılan miktarın zamanaşımına uğraması tehlikesi ortaya çıkacağından, bu durum ıslahla miktar artırımlarını yok denebilecek seviyeye getirebilecek ve ıslahla kolaylaştırılmak istenen hak arama hürriyetinin bir başka yönüyle bu kez sınırlanmasına yol açmış olacaktır.

Unutulmamalıdır ki temel hak ve hürriyetler ancak kanunla sınırlanabilir. Islah edilen kısım için zamanaşımının veya hak düşürücü sürenin işleyeceğine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı gibi yukarıdan beri izah edildiği üzere ıslah edilen kısım yeni bir dava değildir.

Dava konusunun tümüyle değiştiği tam ıslahta zamanaşımının ilk dava tarihine göre hesaplanacağı doktrin ve uygulamada tümüyle kabul edilir iken dava konusunun dahi değişmediği, ek dava dahi sayılmadığı konusunda açık gerekçe içeren ve bu gerekçeyle sonuca giden içtihadı birleştirme kararına rağmen, ıslahla miktar artırımında zamanaşımının ilk dava tarihine göre hesaplanmaması da çelişkili bir uygulama ve yorum olacaktır.

Diğer yandan aynı usul işlemi olan ıslahla miktar artırımı temerrüt faizi yönünden ek dava sayılmaz iken diğer yandan zamanaşımı için ek dava sayılması da açık bir çelişki oluşturacaktır.

Açıkladığım nedenlerle ıslahla artırılan kısım için zamanaşımının ıslah tarihine göre hesaplanması gerektiği şeklindeki yerleşik uygulamadan 24.05.2019 tarihinde verilen 2017/8 Esas, 2019/3 Karar sayılı bir İçtihadı Birleştirme Kararı'nda varılan sonucun temel gerekçesini oluşturan medeni usul yorumları karşısında artık dönülmesi ve zamanaşımının dava veya ek dava sayılmayan ıslahla miktar artırım tarihine göre değil davanın açıldığı ilk tarihe göre hesaplanması gerekir.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; ıslahla artırılan kısım için ilk dava tarihine göre zamanaşımı dolmamıştır. Buna göre ıslahla artırılan kısım için davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi şeklindeki bozma doğru olmamıştır.

Açıklanan nedenlerle hükmün bu değişik gerekçeyle onanması gerektiği görüşünde olduğumdan bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılmıyorum.

Üye
Hasan Kaya

BİLGİ : Bu konudaki çalışma için bkz. GÜNERGÖK, Özcan, Haksız Fiil Hukukunda Ceza Zamanaşımı, İstanbul, 2021.

İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.02.2024 tarihli kararının 41 numaralı kısmında, “Ancak, zarar veya onun faili, uzamış zamanaşımı süresinin bitmesinden sonra öğrenilmiş ise, davanın, öğrenme tarihinden itibaren, 2918 sayılı Kanun'un 109 uncu maddesindeki iki yıllık süre içerisinde açılması gerekir.” şeklinde bir ifade mevcutsa da, belirtilen durumda, kısa zamanaşımı süresinin, 818 sayılı BK m. 60 - 6098 sayılı TBK m. 72 hükmündeki üst sınır olan “on yıllık” süreyi geçmemesi gerektiğini belirtmek gerekir.