DAVA HEM AKTİF HUSUMET EHLİYETİ YOKLUĞUNDAN HEM DE ZAMANAŞIMINDAN REDDEDİLEMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/(15)6-609
KARAR NO : 2022/1424
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 20/02/2020
NUMARASI : 2019/284 - 2020/90
DAVACI : S.S. D.D. Konut Yapı Kooperatifi vekili Av. C.D.
DAVALILAR : 1- E.Y. 2- F.E.A. 3- G.E. 4-N.E. 5-N.E. 6-N.A.
7- N.M. 8- P.A. 9- Z.E. 10- S.Y. 11- Y.E. vekilleri
Av. F.O.
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; dava dışı Şenol D. ile davalıların murisi arsa sahibi Yakup E. arasında 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, yüklenici Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesindeki haklarını müvekkili kooperatife devretmek için davalıların murisi Yakup E.’den aldığı 26.02.1998 tarihli muvafakatname üzerine müvekkili ile Şenol D. arasında 22.04.1998 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, bu sözleşme ile yüklenici Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli sözleşmeye göre üzerine hak tesis edebileceği arazinin 59/100’ünün 52/100’ünü müvekkili kooperatife devretmeyi taahhüt ettiğini, kat irtifakı kurulduğu sırada muris Yakup E. adına kayıtlı olan C blok 13 nolu bağımsız bölümün müvekkili kooperatifin payı olduğu bilindiği hâlde, yüklenici Şenol D. ile birlikte hareket edilerek 13.12.2001 tarihli 9656 yevmiye nolu akitle Şenol D.’ye satış gibi gösterildiğini, aynı gün yapılan 9660 yevmiye nolu işlemle Akif D.’e, 01.03.2005 tarihli 1655 yevmiye nolu işlemle de Havva Özlem A.’a satış gibi gösterilerek devredildiğini, Havva Özlem A.’a karşı açılan tapu iptali ve tescil davasının müvekkili aleyhine sonuçlanıp kanun yolu denetiminden geçerek kesinleştiğini, davalıların murisi Yakup E.’nin kooperatife devretmesi gereken C blok 13 nolu bağımsız bölümü dava dışı Şenol D.’ye muvazaalı şekilde devredip bila bedel üçüncü kişilere geçmesine neden olarak müvekkilini zarara uğrattığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava konusu C blok 13 nolu dairenin güncel rayiç değerinin tespiti ile şimdilik 10.000 TL’nin ticarî avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkillerinin murisi Yakup E. tarafından dava dışı Şenol D.’ye verilen 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile davacının iddiasının aksine Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan bütün haklarını devretmesine değil, sadece inşaatı dilediği kooperatife yaptırmasına ve taşeronluk ilişkisi kurulmasına muvafakat edildiğini, bu durumda taşeron olan davacı kooperatif ile Şenol D. arasındaki sözleşmenin müvekkillerini bağlamayacağını ve davanın husumet nedeniyle reddi gerektiğini, müvekkillerinin murisinin muvafakati olmaksızın dava dışı Şenol D.’nin kat karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan %59 pay hakkını noterde düzenlenen 22.04.1998 tarihli ve 17.05.2001 tarihli sözleşmeler ile başkanı olduğu davacı kooperatife devrettiğini, aradan on altı yıl geçtikten ve on yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açılan bu davanın zamanaşımı nedeniyle de reddi gerektiğini, dava dışı yüklenici Şenol D.’nin kendi adına asaleten müvekkillerinin murisi Yakup E. adına da vekâleten 05.07.2000 tarihinde kat irtifakı tesis ettiğini, kat irtifakı kurulduktan sonra muhtelif tarihlerde inşaatın tamamlanma oranına göre Şenol D.’ye veya iş karşılığı gösterdiği kişilere bağımsız bölümlere ilişkin tapu devirlerini yapan müvekkillerinin murisi Yakup E.’nin sözleşmesel edimlerini yerine getirdiğini, zira devirler esnasında Şenol D.’nin hem sözleşmenin müteahhidi hem de davacı kooperatifin başkanı olduğunu, kooperatifin dört beş dönem başkanı olan ve devirleri yapan Şenol D.’yi ibra etmesi ve hakkında dava açmamasının davacının kötüniyetini gösterdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.10.2018 tarihli ve 2016/357 E., 2018/542 K. sayılı kararı ile; davalıların murisi Yakup E. ile dava dışı Şenol D. arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesinden sonra muris Yakup E.’nin yüklenici Şenol D.’ye verdiği muvafakatnamenin sözleşmenin devrine değil, sadece inşaat işlerini istediği kooperatife yaptırmasına yönelik olduğu, dava dışı yüklenici Şenol D.’nin davacı kooperatifin sorumlusu olduğundan inşaat maliyeti, vergi hesabı ve gelir gider gibi kayıtların kooperatif adına olmasını düşünerek davalıların murisi ile yaptığı sözleşme gereğince inşaat yapım işini davacı kooperatife devrettiği, davacı kooperatifin davalıların murisi ile yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olmadığı ve aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı; öte yandan dava konusu bağımsız bölümün 13.12.2001 tarihinde davalıların murisi Yakup E. tarafından kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığı dava dışı Şenol D.’ye satıldığı, devir tarihinden davanın açıldığı 01.09.2016 tarihine kadar yaklaşık on altı yıl geçtiği ve satış vaadi sözleşmelerinde uygulanan on yıllık genel zamanaşımı süresinin fazlasıyla dolduğu gerekçesiyle davanın aktif husumet ehliyeti yokluğu ve zamanaşımı nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin 11.06.2019 tarihli ve 2019/129 E., 2019/726 K. sayılı kararı ile; davalıların murisi Yakup E.’nin 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile dava dışı yüklenici Şenol D.’ye verdiği yetkinin, 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesinin başka bir kooperatife devrine ilişkin olmayıp sadece dava konusu parsel üzerinde inşaat yapma işinin başka kooperatiflere verilmesi ve bu hususta gerekli sözleşmelerin imzalanmasına yönelik olduğu, bu muvafakatname dayanak gösterilerek sözleşmenin devri mümkün olmadığından davacı kooperatif ile davalı arsa sahipleri arasında doğrudan bir hukukî ilişkinin bulunmadığı, mahkemece davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığından zamanaşımı konusunda inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve bu hususun istinaf sebebi yapılmadığı, bu durumda ilk derece mahkemesi kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 14.10.2019 tarihli ve 2019/2430 E., 2019/3917 K. sayılı kararı ile;
“… Dosya kapsamına göre dava dışı yüklenici Şenol Demir ile davalıların murisi arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesinin düzenlendiği, daha sonra arsa sahiplerinin murisi tarafından Şenol Demir’e 26.02.1998 tarihli ve 10315 yevmiyeli, inşaat yapımı işini 3. kişilere devredilebileceği konusunda muvafakatname verildiği, Şenol Demir ile davacı kooperatif arasında inşaat yapımı konusunda sözleşme düzenlendiği anlaşılmakta olup, tarihsiz olarak davalıların murisi ile davacı kooperatif arasında düzenlenen daire paylaşım protokolünde de dava konusu edilen dairenin davacı kooperatife devrinin yapılacağı kabul edilmiştir. Davalı savunmalarında da dava konusu dairenin davacı talimatı ile 3. kişilere satılmış olduğunu iddia etmiş iseler de bu savunmalarını yasal delillerle kanıtlayamadıklarından mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli ve 2019/284 E., 2020/90 K. sayılı kararı ile; önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanarak davacı kooperatifin davalıların murisi ile yapılan sözleşmenin tarafı olmadığı ve aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı, bozma kararına esas alınan belgenin önceki sözleşmeleri ortadan kaldırmadığı, aksine onlara atıf yaptığı, protokol eki paylaşım çizelgesinde dava konusu bağımsız bölümün teslim edildiğinin belirtildiği, dava konusu taşınmazın 13.12.2001 tarihinde davalıların murisi Yakup E. tarafından kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olan dava dışı Şenol D.’ye satıldığı, davanın açıldığı 01.09.2016 tarihine kadar on altı yıl geçtiği, satış vaadi sözleşmelerindeki on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı kooperatifin aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, davada zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemece işin esası incelenerek davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Usul Hukukunda “hüküm” ile ilişkili kavram ve kuralların incelenmesi gereklidir.
15. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294. maddesinde düzenlendiği üzere; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada oluşturulur ve tefhim edilir. Türk Hukuk Lûgatında da “hüküm” Hukuk Muhakemeleri Usulü’nde yargıcın inceleme ve yargılama sonucu taraflara yükletilen külfeti, görevi ve tanınan haklar ile yetkileri gösteren beyanı, yani uyuşmazlığı sonuçlandıran karar olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 507). Hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle gerçekleştirilir.
16. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 141. maddesi uyarınca yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus HMK’nın 297. maddesinde de düzenlenmiştir. Anılan anayasal ve yasal düzenlemeler gereğince yargıcın, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddî olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukukî bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrasının birbirine aykırı olmaması gerekir (10.04.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/1. maddesinde mahkemelerin önüne gelen uyuşmazlığı usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği üzere, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Başka bir anlatımla; nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).
18. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmiş ise; buna “nihaî karar (hüküm)” denilmektedir. Uyuşmazlığı usule ilişkin kararlarla sonuçlandıran mahkeme kararları, hüküm teşkil etmeyen usule dair nihaî kararlardır. Bu nedenle “karar” sözcüğünün kapsamına hem maddi hukuka ilişkin “hüküm” adı verilen nihai kararlar hem de usule ilişkin nihaî kararlar girmektedir. Nihaî karar kapsamına da hem hüküm niteliğindeki kararlar hem de usule ilişkin kararlar dâhil bulunmaktadır.
19. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte, davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şeklî anlamda kesinleşmiş olsa bile, maddî anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (Pekcanıtez Hakan/Özekes Muhammet/Akkan Mine/Korkmaz Taş Hülya.: Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C. III, s. 1973-1974). Dolayısıyla, kararın ilişkin bulunduğu usulî sorun giderildikten sonra açılan davada kesin hüküm itirazında bulunulamaz. Bu kararlar genelde usulî bir eksikliğin yahut usul kurallarına uyulmamış olmasının sonuçlarını tespit edici nitelik taşırlar. Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
20. Esasa ilişkin nihai kararlar (hüküm) ise, hâkimin maddi hukuk kurallarını uygulayarak uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o dava konusu uyuşmazlık hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir.
21. Bir davada usulî ret sebepleri varsa öncelikle davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesi zorunludur. Bir başka ifadeyle, davada hem usulden hem de esastan ret sebeplerine dayanılarak davanın reddine karar verilmesi olanaksızdır. Aksi yönde bir uygulama yukarıda açıklanan hükümlere aykırılık teşkil edecektir.
22. Bu aşamada taraf ve dava ehliyeti ile uygulamada sıklıkla husumet olarak da kullanılan sıfat kavramlarının irdelenmesinde fayda vardır.
23. Taraf ehliyeti; davada taraf olabilme, usulî hukukî ilişkinin sujesi olabilme yeteneğidir. Medeni (maddî) hukuktaki medeni haklardan istifade (hak) ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyetini haiz olup olunmadığı hususu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre belirlenir. Buna göre medeni haklardan istifade ehliyeti bulunan her gerçek (TMK m. 8) ve tüzel (TMK m. 46) kişi davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir (HMK m. 50). Her gerçek kişi sağ doğmakla, yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahip olur. Tüzel kişiliğin ve buna bağlı olarak taraf ehliyetinin ne zaman kazanılacağı ise maddi hukuk normlarıyla belirlenir. Gerçek veya tüzel kişiliği olmayan kuruluş yahut toplulukların taraf ehliyeti de bulunmamaktadır.
24. Dava ehliyeti ise; HMK’nın 51. maddesinde açıkça düzenlenmiş olup kişinin kendisi veya yetkili kılacağı bir temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapma ehliyetini ifade eder. Dava ehliyeti, medeni (maddî) hukuktaki TMK’nın 9. maddesinde düzenlenen medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olarak anlaşılmalıdır. Buna göre; medeni hakları kullanma ehliyeti bulunan her gerçek ya da tüzel kişi dava ehliyetine sahip kabul edilmelidir.
25. Öte yandan Türk Hukuk Lûgatında da her insanın hak ehliyetinin bulunduğu, insanların hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olduğu (TMK m. 8, 48) belirtilmiş; fiil ehliyetinin ise, kendi eylemi ile hak edinebilme ve borç altına girebilme yeterliliği (TMK m. 9, 49) olduğu vurgulanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 331-332).
26. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-d maddesinde açıkça düzenlendiği üzere taraf ve dava ehliyeti dava şartlarındandır. Bu düzenlemeye göre husumet ya da başka bir anlatımla taraf sıfatı dava şartları arasında sayılmamıştır. Taraf sıfatının özelliği, tıpkı dava şartı gibi davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için, varlığı ya da yokluğu hâkim tarafından davanın her aşamasında re’sen (kendiliğinden) gözetilen ve taraflarca noksanlığı davanın her aşamasında ileri sürülen nitelikte olmasıdır.
27. Taraf sıfatı, bir başka ifadeyle husumet ehliyeti, dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, maddî hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini; davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti; davalı sıfatı da pasif husumeti karşılayacak şekilde değerlendirilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukukî koruma isteniyorsa o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının belirlenmesinde olduğu gibi maddî hukuka göre tespit edilir.
28. Sıfat dava şartı değil, itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esası incelendikten sonra tespit edilebilir ve bu durumda dava ret veya kabul ile sonuçlanır. Diğer bir ifadeyle bir davada taraflardan birinin, aktif ya da pasif husumet ehliyetinin (davacı veya davalı sıfatının) olmadığı belirlenirse, artık uyuşmazlığın esastan çözülmesine geçilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Sıfat, ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen ilk itiraz ya da davalı tarafından ortaya konulması gereken def’i niteliğinde olmadığından, davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece re’sen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur.
29. Gelinen aşamada “zamanaşımı” konusuna kısaca değinecek olursak; Özel Hukukta teknik bir kavram olan “zamanaşımı” alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Türk Hukuk Lûgatında da “Yasanın belirlediği koşullar altında bir sürenin geçmesi üzerine bir hak kazanma ya da bir yükümden kurtulma yolu” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1244).
30. Zamanaşımının sonucu; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilâflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
31. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'î de bulunması gerekir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamalarına göre, zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır.
32. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.06.2021 tarihli ve 2017/(23)15-3136 E., 2021/842 K.; 04.03.2021 tarihli ve 2020/(21)-10-196 E., 2021/195 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
33. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan ve zamanaşımı süresi dolduğundan bahisle zamanaşımından dolayı usulden reddine karar verilmiş ise de; sıfat yokluğu ve zamanaşımı, dava şartlarından olmadığından ve bu yönde verilen bir karar, esasa ilişkin nihai karar mahiyeti taşıdığından davanın usulden değil esastan reddedildiği açıktır. Ne var ki, kavram karmaşasına düşülerek usulden ret şeklinde karar verilmesi doğru olmadığı gibi davanın hangi neden ve gerekçeyle reddedildiğinin hiçbir kuşku ve tereddüde mahal vermeyecek biçimde açık ve net bir şekilde ortaya konulmadığı da görülmektedir.
34. Mahkemece hangi gerekçeyle davanın reddine karar verildiğinin açıklanması, sıfat yokluğundan davanın reddine ilişkin hüküm kurulması hâlinde aynı anda ve birlikte zamanaşımından dolayı da davanın reddine karar verilemeyeceğinin gözetilmesi gerekirken, davanın hem aktif husumet ehliyeti yokluğundan hem de zamanaşımından reddedilmesi doğru olmamıştır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında mahkemece verilen direnme kararının sadece sıfat yokluğundan reddedildiği, zamanaşımı konusunun kararın gerekçesine ait bölümde “…keza,…” şeklinde başlayan paragrafta kabule göre niteliğinde incelenip karar verildiği, direnme kararının aktif husumet ehliyeti ile ilgili olduğu ve zamanaşımı konusunda kabule göre şeklinde değerlendirme yapıldığı, her iki nedenle aynı anda ret kararı verildiğinden söz edilemeyeceği, açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
36. Hâl böyle olunca; mahkemece verilen direnme kararı yukarıda açıklanan farklı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usul yönünden bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 02.11.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 17’si BOZMA, 3’ü ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.
DAVA HEM AKTİF HUSUMET EHLİYETİ YOKLUĞUNDAN HEM DE ZAMANAŞIMINDAN REDDEDİLEMEZ.
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2020/(15)6-609
KARAR NO : 2022/1424
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 20/02/2020
NUMARASI : 2019/284 - 2020/90
DAVACI : S.S. D.D. Konut Yapı Kooperatifi vekili Av. C.D.
DAVALILAR : 1- E.Y. 2- F.E.A. 3- G.E. 4-N.E. 5-N.E. 6-N.A.
7- N.M. 8- P.A. 9- Z.E. 10- S.Y. 11- Y.E. vekilleri
Av. F.O.
1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; dava dışı Şenol D. ile davalıların murisi arsa sahibi Yakup E. arasında 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, yüklenici Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesindeki haklarını müvekkili kooperatife devretmek için davalıların murisi Yakup E.’den aldığı 26.02.1998 tarihli muvafakatname üzerine müvekkili ile Şenol D. arasında 22.04.1998 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, bu sözleşme ile yüklenici Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli sözleşmeye göre üzerine hak tesis edebileceği arazinin 59/100’ünün 52/100’ünü müvekkili kooperatife devretmeyi taahhüt ettiğini, kat irtifakı kurulduğu sırada muris Yakup E. adına kayıtlı olan C blok 13 nolu bağımsız bölümün müvekkili kooperatifin payı olduğu bilindiği hâlde, yüklenici Şenol D. ile birlikte hareket edilerek 13.12.2001 tarihli 9656 yevmiye nolu akitle Şenol D.’ye satış gibi gösterildiğini, aynı gün yapılan 9660 yevmiye nolu işlemle Akif D.’e, 01.03.2005 tarihli 1655 yevmiye nolu işlemle de Havva Özlem A.’a satış gibi gösterilerek devredildiğini, Havva Özlem A.’a karşı açılan tapu iptali ve tescil davasının müvekkili aleyhine sonuçlanıp kanun yolu denetiminden geçerek kesinleştiğini, davalıların murisi Yakup E.’nin kooperatife devretmesi gereken C blok 13 nolu bağımsız bölümü dava dışı Şenol D.’ye muvazaalı şekilde devredip bila bedel üçüncü kişilere geçmesine neden olarak müvekkilini zarara uğrattığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava konusu C blok 13 nolu dairenin güncel rayiç değerinin tespiti ile şimdilik 10.000 TL’nin ticarî avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; müvekkillerinin murisi Yakup E. tarafından dava dışı Şenol D.’ye verilen 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile davacının iddiasının aksine Şenol D.’nin 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan bütün haklarını devretmesine değil, sadece inşaatı dilediği kooperatife yaptırmasına ve taşeronluk ilişkisi kurulmasına muvafakat edildiğini, bu durumda taşeron olan davacı kooperatif ile Şenol D. arasındaki sözleşmenin müvekkillerini bağlamayacağını ve davanın husumet nedeniyle reddi gerektiğini, müvekkillerinin murisinin muvafakati olmaksızın dava dışı Şenol D.’nin kat karşılığı inşaat sözleşmesinden doğan %59 pay hakkını noterde düzenlenen 22.04.1998 tarihli ve 17.05.2001 tarihli sözleşmeler ile başkanı olduğu davacı kooperatife devrettiğini, aradan on altı yıl geçtikten ve on yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açılan bu davanın zamanaşımı nedeniyle de reddi gerektiğini, dava dışı yüklenici Şenol D.’nin kendi adına asaleten müvekkillerinin murisi Yakup E. adına da vekâleten 05.07.2000 tarihinde kat irtifakı tesis ettiğini, kat irtifakı kurulduktan sonra muhtelif tarihlerde inşaatın tamamlanma oranına göre Şenol D.’ye veya iş karşılığı gösterdiği kişilere bağımsız bölümlere ilişkin tapu devirlerini yapan müvekkillerinin murisi Yakup E.’nin sözleşmesel edimlerini yerine getirdiğini, zira devirler esnasında Şenol D.’nin hem sözleşmenin müteahhidi hem de davacı kooperatifin başkanı olduğunu, kooperatifin dört beş dönem başkanı olan ve devirleri yapan Şenol D.’yi ibra etmesi ve hakkında dava açmamasının davacının kötüniyetini gösterdiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.10.2018 tarihli ve 2016/357 E., 2018/542 K. sayılı kararı ile; davalıların murisi Yakup E. ile dava dışı Şenol D. arasında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesinden sonra muris Yakup E.’nin yüklenici Şenol D.’ye verdiği muvafakatnamenin sözleşmenin devrine değil, sadece inşaat işlerini istediği kooperatife yaptırmasına yönelik olduğu, dava dışı yüklenici Şenol D.’nin davacı kooperatifin sorumlusu olduğundan inşaat maliyeti, vergi hesabı ve gelir gider gibi kayıtların kooperatif adına olmasını düşünerek davalıların murisi ile yaptığı sözleşme gereğince inşaat yapım işini davacı kooperatife devrettiği, davacı kooperatifin davalıların murisi ile yapılan kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olmadığı ve aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı; öte yandan dava konusu bağımsız bölümün 13.12.2001 tarihinde davalıların murisi Yakup E. tarafından kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığı dava dışı Şenol D.’ye satıldığı, devir tarihinden davanın açıldığı 01.09.2016 tarihine kadar yaklaşık on altı yıl geçtiği ve satış vaadi sözleşmelerinde uygulanan on yıllık genel zamanaşımı süresinin fazlasıyla dolduğu gerekçesiyle davanın aktif husumet ehliyeti yokluğu ve zamanaşımı nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
8. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesinin 11.06.2019 tarihli ve 2019/129 E., 2019/726 K. sayılı kararı ile; davalıların murisi Yakup E.’nin 26.02.1998 tarihli muvafakatname ile dava dışı yüklenici Şenol D.’ye verdiği yetkinin, 03.07.1997 tarihli kat karşılığı inşaat sözleşmesinin başka bir kooperatife devrine ilişkin olmayıp sadece dava konusu parsel üzerinde inşaat yapma işinin başka kooperatiflere verilmesi ve bu hususta gerekli sözleşmelerin imzalanmasına yönelik olduğu, bu muvafakatname dayanak gösterilerek sözleşmenin devri mümkün olmadığından davacı kooperatif ile davalı arsa sahipleri arasında doğrudan bir hukukî ilişkinin bulunmadığı, mahkemece davacının aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinin yerinde olduğu, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığından zamanaşımı konusunda inceleme yapılmasının mümkün olmadığı ve bu hususun istinaf sebebi yapılmadığı, bu durumda ilk derece mahkemesi kararında usul ve esas yönünden yasaya aykırı bir durum bulunmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 14.10.2019 tarihli ve 2019/2430 E., 2019/3917 K. sayılı kararı ile;
“… Dosya kapsamına göre dava dışı yüklenici Şenol Demir ile davalıların murisi arasında kat karşılığı inşaat sözleşmesinin düzenlendiği, daha sonra arsa sahiplerinin murisi tarafından Şenol Demir’e 26.02.1998 tarihli ve 10315 yevmiyeli, inşaat yapımı işini 3. kişilere devredilebileceği konusunda muvafakatname verildiği, Şenol Demir ile davacı kooperatif arasında inşaat yapımı konusunda sözleşme düzenlendiği anlaşılmakta olup, tarihsiz olarak davalıların murisi ile davacı kooperatif arasında düzenlenen daire paylaşım protokolünde de dava konusu edilen dairenin davacı kooperatife devrinin yapılacağı kabul edilmiştir. Davalı savunmalarında da dava konusu dairenin davacı talimatı ile 3. kişilere satılmış olduğunu iddia etmiş iseler de bu savunmalarını yasal delillerle kanıtlayamadıklarından mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. İstanbul Anadolu 20. Asliye Hukuk Mahkemesinin 20.02.2020 tarihli ve 2019/284 E., 2020/90 K. sayılı kararı ile; önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanarak davacı kooperatifin davalıların murisi ile yapılan sözleşmenin tarafı olmadığı ve aktif husumet ehliyetinin bulunmadığı, bozma kararına esas alınan belgenin önceki sözleşmeleri ortadan kaldırmadığı, aksine onlara atıf yaptığı, protokol eki paylaşım çizelgesinde dava konusu bağımsız bölümün teslim edildiğinin belirtildiği, dava konusu taşınmazın 13.12.2001 tarihinde davalıların murisi Yakup E. tarafından kat karşılığı inşaat sözleşmesinin tarafı olan dava dışı Şenol D.’ye satıldığı, davanın açıldığı 01.09.2016 tarihine kadar on altı yıl geçtiği, satış vaadi sözleşmelerindeki on yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, davacı kooperatifin aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı, davada zamanaşımı süresinin dolup dolmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemece işin esası incelenerek davanın kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Usul Hukukunda “hüküm” ile ilişkili kavram ve kuralların incelenmesi gereklidir.
15. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 294. maddesinde düzenlendiği üzere; hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada oluşturulur ve tefhim edilir. Türk Hukuk Lûgatında da “hüküm” Hukuk Muhakemeleri Usulü’nde yargıcın inceleme ve yargılama sonucu taraflara yükletilen külfeti, görevi ve tanınan haklar ile yetkileri gösteren beyanı, yani uyuşmazlığı sonuçlandıran karar olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 507). Hükmün tefhimi, hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle gerçekleştirilir.
16. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 141. maddesi uyarınca yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus HMK’nın 297. maddesinde de düzenlenmiştir. Anılan anayasal ve yasal düzenlemeler gereğince yargıcın, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukukî sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddî olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukukî bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır. Kararın gerekçesi ile hüküm fıkrasının birbirine aykırı olmaması gerekir (10.04.1992 tarihli ve 1991/7 E., 1992/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
17. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/1. maddesinde mahkemelerin önüne gelen uyuşmazlığı usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği üzere, hâkimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Başka bir anlatımla; nihai karar (son karar), bir anlaşmazlığı sonuca bağlayan ancak, istinaf ve temyiz yoluna başvurma olanağı bulunan yargı kararlarıdır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 661-662).
18. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmiş ise; buna “nihaî karar (hüküm)” denilmektedir. Uyuşmazlığı usule ilişkin kararlarla sonuçlandıran mahkeme kararları, hüküm teşkil etmeyen usule dair nihaî kararlardır. Bu nedenle “karar” sözcüğünün kapsamına hem maddi hukuka ilişkin “hüküm” adı verilen nihai kararlar hem de usule ilişkin nihaî kararlar girmektedir. Nihaî karar kapsamına da hem hüküm niteliğindeki kararlar hem de usule ilişkin kararlar dâhil bulunmaktadır.
19. Uyuşmazlığı esastan çözmemekle birlikte, davaya görülmekte olan mahkemede son veren kararlar usule ilişkin nihai karar olarak nitelendirilir. Usule ilişkin nihai kararlar davanın esasına yönelik olmadığından maddi anlamda kesinleşmeye elverişli değildirler. Bu karar şeklî anlamda kesinleşmiş olsa bile, maddî anlamda kesinleşmeye elverişli olmadığından, söz konusu eksiklikleri gidererek aynı tarafların aynı konuda ve aynı sebeplere dayanarak yeniden bir dava açması mümkündür (Pekcanıtez Hakan/Özekes Muhammet/Akkan Mine/Korkmaz Taş Hülya.: Medenî Usûl Hukuku, İstanbul, Mart 2017, C. III, s. 1973-1974). Dolayısıyla, kararın ilişkin bulunduğu usulî sorun giderildikten sonra açılan davada kesin hüküm itirazında bulunulamaz. Bu kararlar genelde usulî bir eksikliğin yahut usul kurallarına uyulmamış olmasının sonuçlarını tespit edici nitelik taşırlar. Mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararlar usule ilişkin nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen usulden ret kararları (HMK m.115/2) da, usule ilişkin nihai kararlardır.
20. Esasa ilişkin nihai kararlar (hüküm) ise, hâkimin maddi hukuk kurallarını uygulayarak uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (HMK m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine ilişkin kararlardır. Esasa ilişkin nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık esastan sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o dava konusu uyuşmazlık hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir.
21. Bir davada usulî ret sebepleri varsa öncelikle davanın esasına girilmeden usulden reddedilmesi zorunludur. Bir başka ifadeyle, davada hem usulden hem de esastan ret sebeplerine dayanılarak davanın reddine karar verilmesi olanaksızdır. Aksi yönde bir uygulama yukarıda açıklanan hükümlere aykırılık teşkil edecektir.
22. Bu aşamada taraf ve dava ehliyeti ile uygulamada sıklıkla husumet olarak da kullanılan sıfat kavramlarının irdelenmesinde fayda vardır.
23. Taraf ehliyeti; davada taraf olabilme, usulî hukukî ilişkinin sujesi olabilme yeteneğidir. Medeni (maddî) hukuktaki medeni haklardan istifade (hak) ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekil olan taraf ehliyetini haiz olup olunmadığı hususu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre belirlenir. Buna göre medeni haklardan istifade ehliyeti bulunan her gerçek (TMK m. 8) ve tüzel (TMK m. 46) kişi davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir (HMK m. 50). Her gerçek kişi sağ doğmakla, yaşadığı sürece taraf ehliyetine sahip olur. Tüzel kişiliğin ve buna bağlı olarak taraf ehliyetinin ne zaman kazanılacağı ise maddi hukuk normlarıyla belirlenir. Gerçek veya tüzel kişiliği olmayan kuruluş yahut toplulukların taraf ehliyeti de bulunmamaktadır.
24. Dava ehliyeti ise; HMK’nın 51. maddesinde açıkça düzenlenmiş olup kişinin kendisi veya yetkili kılacağı bir temsilci aracılığı ile bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapma ehliyetini ifade eder. Dava ehliyeti, medeni (maddî) hukuktaki TMK’nın 9. maddesinde düzenlenen medeni hakları kullanma (fiil) ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekil olarak anlaşılmalıdır. Buna göre; medeni hakları kullanma ehliyeti bulunan her gerçek ya da tüzel kişi dava ehliyetine sahip kabul edilmelidir.
25. Öte yandan Türk Hukuk Lûgatında da her insanın hak ehliyetinin bulunduğu, insanların hukuk düzeninin sınırları içinde haklara ve borçlara ehil olduğu (TMK m. 8, 48) belirtilmiş; fiil ehliyetinin ise, kendi eylemi ile hak edinebilme ve borç altına girebilme yeterliliği (TMK m. 9, 49) olduğu vurgulanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 331-332).
26. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-d maddesinde açıkça düzenlendiği üzere taraf ve dava ehliyeti dava şartlarındandır. Bu düzenlemeye göre husumet ya da başka bir anlatımla taraf sıfatı dava şartları arasında sayılmamıştır. Taraf sıfatının özelliği, tıpkı dava şartı gibi davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için, varlığı ya da yokluğu hâkim tarafından davanın her aşamasında re’sen (kendiliğinden) gözetilen ve taraflarca noksanlığı davanın her aşamasında ileri sürülen nitelikte olmasıdır.
27. Taraf sıfatı, bir başka ifadeyle husumet ehliyeti, dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, maddî hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini; davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti; davalı sıfatı da pasif husumeti karşılayacak şekilde değerlendirilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukukî koruma isteniyorsa o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının belirlenmesinde olduğu gibi maddî hukuka göre tespit edilir.
28. Sıfat dava şartı değil, itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esası incelendikten sonra tespit edilebilir ve bu durumda dava ret veya kabul ile sonuçlanır. Diğer bir ifadeyle bir davada taraflardan birinin, aktif ya da pasif husumet ehliyetinin (davacı veya davalı sıfatının) olmadığı belirlenirse, artık uyuşmazlığın esastan çözülmesine geçilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Sıfat, ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen ilk itiraz ya da davalı tarafından ortaya konulması gereken def’i niteliğinde olmadığından, davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece re’sen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur.
29. Gelinen aşamada “zamanaşımı” konusuna kısaca değinecek olursak; Özel Hukukta teknik bir kavram olan “zamanaşımı” alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Türk Hukuk Lûgatında da “Yasanın belirlediği koşullar altında bir sürenin geçmesi üzerine bir hak kazanma ya da bir yükümden kurtulma yolu” olarak tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 1244).
30. Zamanaşımının sonucu; alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilâflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır.
31. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'î de bulunması gerekir. Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamalarına göre, zamanaşımı hukukî niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def'i olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır.
32. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.06.2021 tarihli ve 2017/(23)15-3136 E., 2021/842 K.; 04.03.2021 tarihli ve 2020/(21)-10-196 E., 2021/195 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
33. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece davanın aktif husumet ehliyeti yokluğundan ve zamanaşımı süresi dolduğundan bahisle zamanaşımından dolayı usulden reddine karar verilmiş ise de; sıfat yokluğu ve zamanaşımı, dava şartlarından olmadığından ve bu yönde verilen bir karar, esasa ilişkin nihai karar mahiyeti taşıdığından davanın usulden değil esastan reddedildiği açıktır. Ne var ki, kavram karmaşasına düşülerek usulden ret şeklinde karar verilmesi doğru olmadığı gibi davanın hangi neden ve gerekçeyle reddedildiğinin hiçbir kuşku ve tereddüde mahal vermeyecek biçimde açık ve net bir şekilde ortaya konulmadığı da görülmektedir.
34. Mahkemece hangi gerekçeyle davanın reddine karar verildiğinin açıklanması, sıfat yokluğundan davanın reddine ilişkin hüküm kurulması hâlinde aynı anda ve birlikte zamanaşımından dolayı da davanın reddine karar verilemeyeceğinin gözetilmesi gerekirken, davanın hem aktif husumet ehliyeti yokluğundan hem de zamanaşımından reddedilmesi doğru olmamıştır.
35. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında mahkemece verilen direnme kararının sadece sıfat yokluğundan reddedildiği, zamanaşımı konusunun kararın gerekçesine ait bölümde “…keza,…” şeklinde başlayan paragrafta kabule göre niteliğinde incelenip karar verildiği, direnme kararının aktif husumet ehliyeti ile ilgili olduğu ve zamanaşımı konusunda kabule göre şeklinde değerlendirme yapıldığı, her iki nedenle aynı anda ret kararı verildiğinden söz edilemeyeceği, açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
36. Hâl böyle olunca; mahkemece verilen direnme kararı yukarıda açıklanan farklı değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı usul yönünden bozulmalıdır.
IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371. maddesi gereğince usulden BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesine, karardan bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 02.11.2022 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 20 üyenin 17’si BOZMA, 3’ü ise ONAMA yönünde oy kullanmışlardır.