KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

DAVACILARIN KULLANDIKLARI YERLERİ DEVRE HAZIR OLDUKLARINI BİLDİRİLMESİ, MURİSİN PAYLAŞTIRMA İRADESİNİ ORTAYA KOYAR.

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-947
Karar No       : 2024/164

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 28.02.2022
SAYISI                          : 2022/475 E., 2022/336 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 29.11.2021 tarihli ve 2020/1081 Esas,
                                        2021/7336 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek taraf vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; tarafların mirasbırakanları Mehmet U.'un 688 (yeni 758 ada 37 parsel) ve 689 (yeni 748 ada 33 parsel) parsel sayılı taşınmazlarını 27.09.2001 tarihinde davalı oğlu Mehmet U.'a, 865 parsel (yeni 759 ada 11 parsel) sayılı taşınmazını da 30.10.2001 tarihinde diğer oğlu davalı Erdal U.'a satış göstermek suretiyle devrettiğini, temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, mirasbırakanın taşınmazlarını satmaya ihtiyacı olmadığı gibi davalıların da alım gücü bulunmadığını ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında müvekkilleri adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalılar ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçelerinde; davacılardan Atıf, Yahya ve Sibel'in babası olan kardeşleri İsmail'in ölümünden sonra, İsmail'in borçlarını mirasbırakan babalarının tek başına ödeyemediğini, borçları mirasbırakan ile birlikte ödediklerini, bu ödemelerin karşılığı olarak taşınmazların kendilerine devredildiğini, ayrıca satış bedellerini de babalarına ödediklerini, mirasbırakanın taşınmazlarını tüm mirasçılarına paylaştırdığını ancak davacıların kendilerine verilen taşınmazları adlarına tescil ettirmediklerini, murisin mal kaçırma amacı bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 04.07.2019 tarihli ve 2018/247 Esas, 2019/227 Karar sayılı kararıyla; dosya kapsamına göre murisin sağlığında yapılan bu devirlerde tüm mirasçılarına en az bir taşınmaz bıraktığı, sağlığında yapmış olduğu paylaşıma istinaden mirasçıların taşınmazları kullandığı, bu kullanıma mirasçıların herhangi bir itirazı olmadığı, davalılar dışındaki diğer mirasçıların kendilerine bırakılan yerlerin tapuda intikalini yaptırmadığı hususlarının maddi olgu olarak kabul edilmesinin gerektiği, dava konusu taşınmazın değeri, davalıların hisseleri, murisin sağlığında davacılara devredilen taşınmazların değeri, muris tarafından sağlığında yapılan devir sırasında her bir mirasçıya en az bir taşınmaz bırakılmış olması, murisin birden fazla taşınmazı varken yalnızca dava konusu taşınmazı davalılara bırakması, davacılardan mal kaçırması gerektirecek şekilde davacılar ile muris arasında bir husumet bulunmadığı gözetildiğinde muris amacının mal paylaştırma olduğu, mal kaçırma kastından söz edilemeyeceği, mirasbırakan tarafından paylaştırma yapılırken mutlak surette eşitlik aranmayıp, tüm mirasçıları kapsar, kabul edilebilir ve hak dengesini gözeten bir paylaştırma yapılmasının yeterli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 30.12.2019 tarihli ve 2019/1346 Esas, 2019/1406 Karar sayılı kararıyla; davacılar ile davalıların muris Mehmet U.'un mirasçıları oldukları, muris Mehmet U.'un dava konusu taşınmazlardan 688 ve 689 nolu parselleri davalı Mehmet U.'a, 865 parseli ise davalı Erdal U.'a tapuda satış göstermek suretiyle bedelsiz olarak devrettiği, davalılar tarafından murisin paylaştırmaya yönelik iradesi olduğu ve bir kısım davacıların murisleri İsmail U.'un vefatı sonrasında İsmail U.'un borçları ve cenaze masraflarının kendileri tarafından karşılandığı ileri sürülmüş ise de mirasbırakanın sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmadığı, sadece tapuda iki davalıya taşınmaz devri yaptığı, diğer mirasçılara tapuda herhangi bir devir işlemi yapmadığı, bir kısım davacıların murisi İsmail U.'un cenaze masraflarının ve borçlarının davalılar tarafından ödendiği ileri sürülmüş ise de bu hususun ispatlanamadığı, doğru olduğu kabul edilse dahi İsmail U.'un vefatı tarihinde eşi ve çocuklarının bulunması nedeniyle kök muris Mehmet U.'un ve davalıların İsmail U.'un mirasçıları olmadıkları, bu nedenle kök muris Mehmet'in ve davalıların yasal olarak İsmail U.'un borçlarını ödeme mecburiyetlerinin olmadığı gerekçesiyle davacı tarafın istinaf başvurusunun kabulüyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1930 doğumlu mirasbırakan Mehmet U.'un 23.07.2017 tarihinde ölümü ile mirasçı olarak davacı oğlu Yahya, davacı torunları Kemal, Atıf ve Sibel, davalı oğulları Mehmet ve Erdal ile dava dışı torunları Çiğdem, İrem ve Didem'in kaldıkları, mirasbırakan Mehmet'in çekişme konusu 688 ve 689 parsel sayılı taşınmazlardaki 19/20 olan paylarının tamamını 27.09.2001 tarihinde davalı oğlu Mehmet'e, 865 parsel sayılı taşınmazdaki 19/20 olan payının tamamını ise 30.10.2001 tarihinde davalı oğlu Erdal'a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu'nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu'nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; mirasbırakanın dava konusu taşınmazları davalılara tapuda intikal ettirdiği, dava dışı 856 ve 857 parsel sayılı taşınmazları ise davacıların kullanımına verdiği, davacı ve dava dışı mirasçıların tasarrufunda bulunan taşınmazlar olduğu, dava dışı bu taşınmazlardaki iştirak halinde davalılar adına kayıtlı payların davacılara devredileceğinin İskenderun 2. Noterliği'nin 02/05/2019 tarih ve 6388 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile bildirildiği hususları birlikte gözetildiğinde, mirasbırakanın iradesinin davacı mirasçılardan mal kaçırmak olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır..." gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçe ilave olarak, davalı tanıkları Didem ve İrem'in devirlerin yapıldığı 2001 yılı itibarıyla 20 ve 18 yaşlarında oldukları, paylaşıma ilişkin beyanlarının duyuma dayalı olduğu, bu tanıklar murisin, davacı Yahya ve diğer davacıların babalarına da yer gösterdiğini, durumlarının iyi olmaması nedeniyle tapuda devirleri alamadıklarını ileri sürmüş iseler de bu beyanın duyuma dayalı olduğu, murisin devir tarihinden sonra 16 yıl daha yaşadığı hususu dikkate alındığında, asıl niyetinin paylaşım olması hâlinde 16 yıllık süre içerisinde bir şekilde devirlerin yapılmasının mümkün olduğu, devir tarihi itibarıyla murisin taşınmaz satmaya ihtiyacının olmadığı, davalıların da bedel ödemeden taşınmazları devraldıklarının sabit olduğu, davalıların bu davayı açıldıktan yaklaşık bir yıl sonra davacılara noterden ihtar çekerek davacıların kullandıkları yerleri devre hazır olduklarını bildirmelerinin murisin paylaştırma iradesini ortaya koymayacağı gibi davalıların kullandıkları yerin daha sonra anormal şekilde değer kazanması nedeniyle bu taşınmazlardaki hisseleri kaybetmemek gibi farklı amaçlarla da yapılmış olma ihtimalinin de söz konusu olduğu, mirasbırakanın sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmadığı ve taşınmazların mirasçı davacılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı şekilde yapıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalılar vekili; davacıların kullanmış oldukları arsanın mirasbırakan adına olduğunu, davacıların bu arsanın üzerine ev yaptıklarını ve yapı kayıt belgesi aldıklarını, tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde mirasbırakanın iradesinin paylaştırma olduğunu ileri sürerek hükmün bozulmasını istemiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda mirasbırakanın davalı oğullarına satış suretiyle yaptığı dava konusu temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu'nun 19 uncu [BK'nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını diğer nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1930 doğumlu mirasbırakan Mehmet U. 23.07.2017 tarihinde ölmüş, geride mirasçı olarak davacı oğlu Yahya, davacı torunları Kemal, Atıf ve Sibel, davalı oğulları Mehmet ve Erdal ile dava dışı torunları Çiğdem, İrem ve Didem kalmıştır.

21. Celbedilen kayıtlardan mirasbırakanın dava konusu 688 ve 689 parsel sayılı taşınmazlardaki 19/20 olan paylarının tamamını 27.09.2001 tarihinde davalı oğlu Mehmet'e, 865 parsel sayılı taşınmazdaki 19/20 olan payının tamamını ise 30.10.2001 tarihinde davalı oğlu Erdal'a satış suretiyle temlik ettiği sabittir.

22. Davacılar, dava konusu taşınmazların mirasbırakan tarafından ölmeden önce muvazaalı olarak davalılara devredildiğini satışın gerçek olmayıp, temlikin bedelsiz ve mirasçıdan mal kaçırmak amacıyla yapıldığını ileri sürmüş, davalılar ise açılan davayı kabul etmeyerek murisin mal varlığını mirasçıları arasında taksim ettiğini savunmuşlardır. Davacı taraf, temlikin muvazaa ile illetli olduğunu kanıtlamalıdır. Öte yandan, tapuda gösterilen satış bedelleri ile taşınmazların gerçek bedelleri arasındaki oransızlığın tek başına muvazaanın delili olmadığı da kuşkusuzdur. Ayrıca, çekişme konusu taşınmazların davalılara devri bedelsiz ise de; bu durumda yapılan temlikin muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında iptal edilebilmesi için temlikin sadece muvazaalı olması yeterli olmayıp, muvazaalı işlemin aynı zamanda muris tarafından mal kaçırma kastıyla yapılması ve mal kaçırma kastının da davacı tarafça usulüne uygun şekilde ispat edilmesi gerekmektedir.

23. Somut olayda mirasbırakanın davaya konu temliki mirasçılarından mal kaçırma amacıyla yaptığı dinlenen tanıklar tarafından ifade edilmediği gibi çocuklarından birini diğerine göre üstün tutarak mal bırakmamasını gerektirecek herhangi bir olumsuz beşeri ilişkisi, mirasbırakan ile davacılar arasında temlik tarihinde mal kaçırmayı gerektirecek bir husumeti ortaya konulmamıştır. Aksine mirasçı olup tanık sıfatıyla dinlenen İrem, Didem ve Çiğdem'in beyanlarında murisin sağlığında tüm mirasçılarına taşınmaz verdiğini, kendi babalarına da taşınmaz bıraktığını, bu paylaşım sonucunda taşınmazlarda mirasçıların uzun bir zamandan beri tasarruf ettiğini ve bu arsalarda evlerinin bulunduğunu, davalıların ayrılan bu yerleri adlarına tescil ettirdiklerini, diğerlerinin ise maddi durumları elvermediğinden tescil işlemini gerçekleştirmediklerini, tüm mirasçıların kendilerine fiilen ayrılan yerlere bir itirazının olmadığını ve söz konusu yerleri ihtilafsız bir biçimde kullanmaya devam ettiklerini, davalı tarafça mirasçıların kendilerine ayrılan bu yerleri de adlarına tescil etmelerinde sürekli ısrar ettikleri belirtmiş, bu beyanlar mahkemece dinlenen tanıklarca ve dosya kapsamında bulunan noter ihtarnamesiyle desteklenmiştir.

24. Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarından; mirasbırakanın dava konusu taşınmazları davalılara tapuda intikal ettirdiği, dava dışı 856 ve 857 parsel sayılı taşınmazları ise davacıların kullanımına verdiği, davacı ve dava dışı mirasçıların tasarrufunda bulunan taşınmazlar olduğu, dava dışı bu taşınmazlardaki iştirak hâlinde davalılar adına kayıtlı payların davacılara devredileceğinin İskenderun 2. Noterliğinin 02.05.2019 tarihli ihtarnamesi ile bildirildiği hususları birlikte gözetildiğinde, mirasbırakanın iradesinin davacı mirasçılardan mal kaçırmak olmadığı sonucuna varılmaktadır. Bu durumda tüm dosya kapsamına göre ispat yükü üzerinde olan davacı tarafın temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığı iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.

25. Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında; mirasbırakanın sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmadığı, davalıların davacılar tarafından muris muvazaasına dayalı bu davayı açtıktan yaklaşık bir yıl sonra davacılara noterden ihtar çekerek davacıların kullandıkları yerleri devre hazır olduklarının bildirilmesinin murisin paylaştırma iradesini ortaya koymayacağı, taşınmazların mirasçı davacılardan mal kaçırma amacıyla muvazaalı şekilde yapıldığının anlaşılması nedeniyle hükmün onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

06.03.2024 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

"K A R Ş I   O Y"

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2022/1-1014 Esas ve 2023/1004 Karar sayılı ve 25.10.2023 tarihli kararında da belirtildiği üzere;

“Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır” (§ 12).

“Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır” (§ 13).

“Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (4721 sayılı Kanun) 6 ncı maddesindeki "Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür" hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (6100 sayılı Kanun) 190/1 inci maddesindeki "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır (§ 14). Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür” (§ 16).

“Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır” (§ 17).

“Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır” (§ 18).

“Mirasbırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırma kastından söz edilemeyeceğinden olayda 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Denkleştirmenin de mirasbırakana ait her bir taşınmazda her mirasçısına pay ya da hak vermesi şeklinde yapılmasına gerek olmayıp, tüm mal varlığında her bir mirasçısına kabul edilebilir ölçüde bir mal veya hak vermesi hâlinde, mirasbırakanın amacının mal kaçırmak olmadığı, sağlığında mal varlığını mirasçıları arasında paylaştırma kastı taşıdığı kabul edilmelidir” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1-1244 Esas, 2020/228 Karar sayılı ve 26.02.2020 tarihli kararı § 28).

“Miras bırakan sadece mirasçılardan birine veya birkaçına pay vermişse veya paylaştırmada makul ve hoşgörü sınırlarını aşan bir dengesizlik bulunuyorsa, paylaştırma değil mirasçıdan mal kaçırma amacı üstün tutulmuş sayılacağından, aldatmak unsuru teşekkül edecektir. Bu takdirde de pay almayan veya az pay verilen mirasçı veya mirasçıların dava açmak hakları doğacaktır” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2017/1-1207 Esas, 2019/325 karar sayılı ve 21.03.2019 tarihli kararı).

Bu açıklamalarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde davalı savunmalarında ve tanık beyanlarında murisin sağlığında mirasçılar arasında paylaştırma yaptığından söz edilmiş ise de tapu kayıtları bu şekilde bir paylaşımın varlığını ortaya koymamaktadır. Zira muris sağlığında davalılara tapuda devir yapmış iken davacılara tapuda yapılmış bir devir bulunmamaktadır. Davacıların fiilen kullandığı taşınmazlar bulunması ve murisin sağlığında bu taşınmazların kullanımına rıza göstermesi paylaştırmanın varlığına delil oluşturmaz. Zira taşınmaza ilişkin mülkiyeti nakleden sözleşmelerin resmî şekilde yapılması gerekli olup şekil koşuluna uyulmaksızın yapılan sözlü devirlerin hukuken sonuç doğurması ve mülkiyetin naklini isteme hakkı vermesi mümkün değildir.

Davacılar adlarına kayıtlı olmayan ancak fiilen kullanımlarında olan bazı taşınmazlar yönünden murisin sağlığında mülkiyeti elde etmiş olmadıklarından murisin denkleştirme amaçlı paylaştırma yaptığından söz edilemeyecektir. Muris önceki devirlerden sonra hayatta kaldığı 16 yıl boyunca bir devir yapmadığı gibi murisin paylaştırma iradesini gösteren yazılı bir belge, vasiyet de bulunmadığı için toplanan deliller ile murisin ortaya çıkarılabilecek iradesi mirasçılar arasında paylaştırma yapma yönünde olmayıp bazı mirasçılara diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla devir yapılması şeklinde olduğu kabul edilmelidir. Toplanan deliller paylaştırmayı açıklayan beyanlar olup davalılar da savunmalarında murisin paylaştırma iradesinden söz etmişlerdir. Paylaştırmadan söz eden bir savunma kendilerine gerçek bir satış yapılmayıp aslında yapılan işlemin bağış olduğunu da ortaya koyan bir ikrar niteliğini de taşımaktadır.

Davalıların dava açıldıktan sonra ihtar çekerek davacıların fiilen kullandıkları taşınmazların devrini yapmaya hazır olduklarını bildirmiş olmaları da paylaştırma bulunduğunun kanıtı olmayıp miras paylaşımına ilişkin bir öneri niteliğindedir. Bu şekilde bir önerinin yapılmış olması bu davada karar verildikten sonra davacılara doğrudan mülkiyet naklini isteme hakkı da vermeyecektir.

Toplanan tüm delillerle murisin diğer mirasçılardan mal kaçırma amacı ve iradesi ortya çıkmış olup bölge adliye mahkemesince verilen karar da buna uygun bir gerekçe ve sonuç içermektedir.

Açıklanan nedenlerle direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumdan özel daire kararı gibi bozma yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Üye
Zeki Gözütok