KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde yayınlanan tüm içerik telif yasaları ve Türk Patent Enstitüsü kapsamında koruma altındadır. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın kullanımından doğabilecek zararlar için KARAMERCAN HUKUK Bürosu hiçbir sorumluluk kabul etmez. www.karamercanhukuk.com/blog_yargitay.php internet adresinde paylaşılan Yargıtay Kararları’nın link verilmeden bir başka anlatımla www.karamercanhukuk.com internet adresinden alındığı belirtilmeksizin kopyalanması, paylaşılması ve kullanılması YASAKTIR. KARAMERCAN HUKUK Bürosu internet sitesini ziyaret etmekle, yukarıda belirtilen kullanım şartlarını kabul etmiş sayılırsınız.
Yazdır

MURİS MUVAZAASI DAVALARINDA, MİRASBIRAKAN TARAFINDAN YAPILAN TEMLİKİN MUVAZAALI VE TEREKEDEN MAL KAÇIRMA AMACIYLA YAPILDIĞINI İSPAT YÜKÜ DAVACI TARAFA AİTTİR

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas No        : 2022/1-201
Karar No       : 2023/1003

T Ü R K   M İ L L E T İ   A D I N A

Y A R G I T A Y   İ L  M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ                :
 İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
TARİHİ                          : 26.11.2020
SAYISI                          : 2020/1287 E., 2020/1366 K.
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 08.09.2020 tarihli ve 2018/1023 Esas,
                                        2020/3861 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tenkis davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.

Kararın davacılar vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve temyiz incelemesi sırasında duruşmanın düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 369 uncu maddesinin direnme kararının temyizini kapsamadığı, direnmenin düzenlendiği aynı Kanun’un 373 üncü maddesinde ise duruşmaya yer verilmediği gözetildiğinde direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağı kabul edilerek temyiz eden davalı vekilinin duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA

Davacılar vekili dava dilekçesinde; mirasbırakan Hasan T.’ın, 2250 ada 26 parsel sayılı taşınmazdaki 64/191 payının tamamını ileride dava dışı oğlu Aziz’e devrini sağlamak maksadıyla Aziz’in kızı ile arkadaş olan davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, mirasbırakanın mal satmaya ihtiyacı olmadığı gibi, davalının da alım gücü bulunmadığını, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tescile, olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının satış işlemini geçersiz kılmak amacıyla değişik taleplerle mahkemeye başvurduğunu, aynı taşınmaz ve satış işlemine ilişkin daha önce ehliyetsizlik nedenine dayalı olarak açılan davanın reddine karar verildiğini, müvekkilinin taşınmazın satılacağının murisin torunu ve davalının arkadaşı olan Kezban'dan öğrendiğini, muris ile yapılan anlaşma sonucunda taşınmazın satın alındığını, satışın gerçek olduğunu, bedelinin davalı tarafından murise elden ödendiğini, davacı Ahmet ile kardeşi Aziz arasında husumet bulunduğunu, davacı tarafın iddia ettiği gibi muvazaalı işlem yapılmadığını, taşınmazın satıştan bu yana geçen sekiz yıl içinde murisin oğlu Aziz'e devredilmemesinin muvazaalı işlem yapılmadığının göstergesi olduğunu, davalının mirasçı olmaması nedeniyle tenkis talep edilemeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 11.07.2017 tarihli ve 2016/14 Esas, 2017/182 Karar sayılı kararıyla; dosyada muvazaa ilişkisini kanıtlamaya yeter nitelikte hiçbir delil bulunmadığı gibi, tanıkların dahi muvazaaya delil teşkil edecek nitelikte beyanlarının olmadığı, dava konusu taşınmazın kentsel dönüşüme tâbi tutulan yerlerden olması nedeni ile değerinin normal gelişmelerin dışında olağanüstü arttığı, satış tarihinde rayiç değeri üzerinden satıldığına kanaat getirildiği, rayiç değer ile satılmasa dahi muvazaa iddiasını kanıtlar başkaca delillerin toplanamaması nedeniyle bu durumun tek başına muvazaa iddiasının kanıtı niteliğinde görülmediği, davalının dava konusu taşınmaz gibi yatırım amaçlı çok sayıda taşınmazının bulunduğu, dava konusu taşınmazı satın alabilecek ekonomik güce sahip olduğu, ayrıca davalı hakkında dolandırıcılık suçlamasıyla açılan davada, davalının yasal suçun unsurlarının oluşmaması nedeni ile beraatına karar verilip, özellikle kararın gerekçesinde murisin satış tarihinde kısıtlı olmadığı ve tasarrufa engel olur şekilde ehliyetsizliğinin bulunmadığı, satış işleminden sonra evlilik yapıp kredi çektiğinden söz edildiği, İstanbul Anadolu 21. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/146 Esas sayılı dosyasında murisin satış tarihinde ehliyetsiz olduğu iddiasıyla satışın iptali istemli açılan davanın reddine karar verilip kararın kesinleştiği, davalının dava konusu taşınmaz üzerindeki binaların kullanımı ile ilgili müdahalede bulunmamasının taşınmazın üç müşterek paydaşı olması ve taşınmazda mirasçılardan Ahmet' in ikamet etmesi ise binanın ekonomik değere sahip olmadığının yapılan keşif ve bilirkişi raporu ile belirlenmesi karşısında muvazaayı gösterir bir neden olarak kabul edilmediği, sonuç olarak muris tarafından yapılan satışın gerçek bir satış niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 26.12.2017 tarihli ve 2017/1268 Esas, 2017/1467 Karar sayılı kararıyla; satış tarihinde seksen bir yaşında olan murisin hayatının son dönemlerinde lehine mirastan mal kaçırıldığı iddia edilen oğlu Aziz ile birlikte yaşamaya başladığı, Aziz'in muris ile diğer çocuklarının görüşmelerine engel olduğu, Aziz T.'ın kızı Kezban ile emanetçi olduğu iddia edilen davalının yakın arkadaş oldukları, satış sırasında tapuda Kezban'ın da bulunduğu, murisin oğlu Aziz ile torunu Kezban dışında söz konusu satıştan murisin çocukları ve yakın çevresinden kimsenin haberdar olmadıkları, taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri ile akitte gösterilen değeri arasında fahiş fark bulunduğu, temlik tarihinde miras bırakanın emekli olduğu ve sosyal güvencesinin bulunduğu, ekonomik durumunun iyi olduğu ve taşınmaz mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, davalının temlikten sonra taşınmaz ile ilgilenmediği, Aziz T. ve oğlunun taşınmazı kira ödemeden kullanmaya devam ettiği, satış bedelinin murisin terekesinde çıkmadığı, satış bedelinin murise ödendiği de kanıtlanamadığına göre murisin yaptığı işlemin gerçek satış değil bağış olduğunun kabulünün gerektiği gerekçesiyle istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ

A. Bozma Kararı

1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;

"... Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Hasan T.’ın maliki olduğu 2250 ada 26 parsel sayılı taşınmazdaki 64/191 payını 05.12.2008 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettiği, 1927 doğumlu murisin 24.09.2015 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı çocukları Güler, Ahmet, Pakize, Fidan, Leyla ve Nuray ile dava dışı oğlu Aziz’in kaldıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanununun 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanununun 237 (818 s. Borçlar Kanunun 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan, muvazaa iddiasına dayalı davalarda mirasbırakanın kastının açık bir şekilde saptanması gerekmektedir. Bu kapsamda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 190. maddesi ile TMK'nin 6. maddesi uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Bir başka ifade ile temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı olduğunu ispat külfeti davacı tarafa aittir.     

Somut olayda; davalının mirasçı olmadığı gibi mirasbırakanla bir yakınlığının bulunmadığı, yapılan zabıta araştırması ve dosya kapsamı ile davalının alım gücünün bulunduğu, dinlenen tanık beyanları ile satış işleminin gerçek olduğu, keşfen yapılan tespitle taşınmazın dava dışı Aziz ve çocukları tarafından kullanılmayıp davacılardan Ahmet tarafından kullanıldığı, mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçılardan mal kaçırma olduğu yönünde somut bir olgunun da ortaya konulamadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda muvazaa iddiasının kanıtlandığından söz etme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir..." gerekçesiyle karar oy çokluğu ile bozulmuştur.

B. Bölge Adliye Mahkemesince Verilen Direnme Kararı

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; önceki gerekçeye ilâve olarak davalının temlikten sonra taşınmaz ile ilgilenmediği, dava konusu taşınmaz hakkında bir müteahhit ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzalandığı yönündeki savunmasının muvazaayı gizleme amacına yönelik olduğu, zira sözleşme dosyaya ibraz edilmediği gibi üç hissedarı olan bir arsa için bir müteahhidin sadece bir paydaş ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yapmasının hayatın olağan akışına uygun düşmediği, olağanın böyle bir sözleşmenin tüm paydaşların katılımı ile yapılması olduğu, normal koşullarda yatırım için gayrimenkul satın alan bir kişinin paylı mülkiyete tâbi 191,00 m² miktarlı bir arsadan pay satın almayacağı, zira paydaşlar arasındaki ortaklığın giderilmesinin zorluğu ve taşınmazın kullanım şekli ile yaşanabilecek zorluklar nazara alındığında yatırımcı bir kişinin tam pay ile malik olacak şekilde bir arsa almasının akla daha yatkın olduğu, işlemin gerçek satış değil bağış olduğunun kabulü gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davalı vekili; satış işleminin gerçek olduğunu, müvekkilinin mirasbırakan ile hiçbir yakınlığının bulunmadığını, müvekkilinin alım gücünün olduğunu, taşınmazı yatırım amaçlı satın aldığını, Bölge Adliye Mahkemesince aynı taşınmaz hissesine ilişkin olarak farklı sebeple açılıp reddedilen tapu iptali ve tescil davası ile ilgili hiç bir değerlendirme yapılmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu 2250 ada 26 parsel sayılı taşınmazda mirasbırakanın 64/191 payının davalıya satış suretiyle yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır

D. Gerekçe

1. İlgili Hukuk

1. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (6098 sayılı Kanun) 19 uncu [mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (BK) 18 inci] maddesinin birinci fıkrası

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı

2. Değerlendirme

1. Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tenkis istemine ilişkindir.

2. Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Kurumu, Türk Hukuk Lûgatı, Cilt I, Ankara, 2021, s. 819).

3. Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Kanunu'nun 19 uncu [BK'nın 18 inci] maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır" hükmüne yer verilmiştir.

4. Muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

5. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

6. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

7. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve "muris muvazaası" olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır.

8. Türk Borçlar Kanunu'nun yukarıda yer verilen genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay içtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı kararı oluşturmaktadır.

9. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

10. 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

11. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda "tam muvazaa" özelliği de taşınmaktadır.

12. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

13. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1974/1 Esas, 1974/2 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

14. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 6 ncı maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 190/1 inci maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

15. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

16. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukuki yararlarının bulunduğu açıktır.

17. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

18. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

19. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Burada hemen belirtmek gerekir ki muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın asıl irade ve amacı belirlenirken, tarafların dayandıkları delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerektiği açıktır. Fiili karineler de denilen bu objektif olgular, tarafların iddialarının doğruluğu veya bir delilin güvenilebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanaat edinmesine yarayan, yaşam tecrübelerinin ortaya koyduğu, hukukla ilgili bulunmayan değer hükümleri olarak kabul edilmektedir. Bu fiili karinelerin varlığı tarafın ispat yükünü ortadan kaldırmaz ise de somut olayda olduğu gibi tanık delili dışında dayanılan başka delillerin bulunması durumunda dayanılan bu delillerin değerlendirilmesi sırasında da gözetileceği kuşkusuzdur.

20. Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; 1927 doğumlu mirasbırakan Hasan T. 24.09.2015 tarihinde ölmüş, geriye mirasçı olarak davacı çocukları Güler, Ahmet, Pakize, Fidan, Leyla, Nuray ile dava dışı oğlu Aziz ve ikinci eşi dava dışı Zeliha kalmıştır.

21. Celbedilen kayıtlardan mirasbırakanın maliki olduğu dava konusu 2250 ada 26 parsel sayılı 191 metrekare arsa niteliğinde olan taşınmazdaki 64/191 payını 05.12.2008 tarihinde 14.000,00 TL bedel karşılığında davalı Özlem Özdemir'e satış suretiyle temlik ettiği, paylı mülkiyete tâbi olan taşınmazdaki diğer payların mirasbırakanın kardeşlerine ait olduğu, yapılan keşif esnasında arsa niteliğindeki taşınmazda iki katlı yığma niteliğinde, enkaz değerinde (ekonomik değeri olmayan) yapı bulunduğu, alt katında yaşayan olmadığı, üst katında davacı Ahmet T. ve ailesinin ikamet ettiği ve taşınmazın mevcut konumu nedeniyle yıkım yapılana kadar onarım yapmadan oturmaya devam edeceklerini ifade ettikleri hususlarının tespit edildiği ve hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre mirasbırakanın hissesine düşen taşınmazın değerinin satış tarihi itibari ile 44.800,00 TL, dava tarihi itibari ile 512.000,00 TL olduğunun belirtildiği görülmüştür.

22. Dosya kapsamından 14.03.2011 tarihinde davacı Ahmet tarafından davalı aleyhine dava konusu taşınmazın akıl zayıflığı olan mirasbırakandan aldatma yolu ile alındığı ileri sürülüp hile hukuksal nedenine dayalı olarak tapu iptali ve tescil davası açıldığı, davanın taraf sıfatı yokluğundan reddine karar verildiği, verilen kararın 16.05.2013 tarihinde kesinleştiği; davacı Ahmet tarafından aynı gerekçeyle suç duyurusunda bulunulması üzerine davalı hakkında kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle dolandırıcılık suçundan dava açıldığı, Kadıköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/3.6 Esas numarası ile görülen davada mirasbırakanın temlik tarihi itibari ile akli şuur ve melekelerinin yerinde olduğuna dair doktor raporu ibraz edildiği, mirasbırakanın temlik tarihinde kısıtlı olmadığı gibi bu tarihten sonra 2011 yılında evlendiği, kendi adına kredi çektiği, temyiz kudretini haiz olmayan kişinin bu işlemleri yapmasının beklenemeyeceği gibi eyleme maruz kaldığı iddia edilen mirasbırakanın da bu konuda bir şikayetinin olmadığı ve suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçeleriyle davalı hakkında beraat kararı verildiği, kararın 24.10.2016 tarihinde temyiz aşamasından geçmek suretiyle onandığı; yine davacı Ahmet T.'ın vasi adayı sıfatıyla 2011 yılında yapmış olduğu başvuru dilekçesinde; mirasbırakanın yaşlılığı ve uzun zamandır süregelen bunama rahatsızlığı sebebiyle işlerini göremediğinden vesayet altına alınmasını talep ettiği, Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesince mirasbırakanın ikametgahı Ovacık'da olduğundan dava dilekçesinin yetki yönünden reddine karar verilerek dosyanın Ovacık Sulh Hukuk Mahkemesine gönderildiği, Ovacık Sulh Hukuk Mahkemesinin 05.07.2012 tarihli ve 2012/10 Esas, 2012/36 Karar sayılı kararıyla; Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesinde alınan bilirkişi raporuna göre mirasbırakanın akıl zayıflığı nedeniyle medeni haklarını bizzat kullanamayacağından vesayet altına alınmasının gerektiği, bakımının oğlu Aziz T. tarafından yapıldığından oğlu Aziz T.'ın vasi olarak atanmasının murisin lehine olduğu, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar bulunması karşısında oğulları olan Ahmet ile Aziz arasında bir menfaat çatışmasının da bulunmadığının belirtildiği, karara vasi adayı Aziz T. tarafından itiraz edildiği, itirazın reddine karar verilmesi üzerine kararın 26.10.2012 tarihinde kesinleştiği görülmüştür.

23. Davacı tanıkları duruşmadaki anlatımlarında emekli olan murisin dava konusu taşınmazı satmayı gerektirecek bir ekonomik sıkıntısının olmadığını, taşınmazı satmadan önce bu konuyu çevresine ve çocuklarına duyurmadığını ifade etmiş; davalı tanıklarından Kezban da, dedesinin taşınmazı satmak istediğini söylemesi üzerine binaya satılıktır levhası astıklarını ve durumu çevreye duyurduklarını, birkaç kişinin taşınmazı satın almak amacıyla gezip gördüğünü, murisin o sırada arkadaşı olan davalı ile anlaşarak taşınmazı sattığını, davalının yeri kullanmak ve öğrencilere kiraya vermek amacıyla icraya iki defa başvurma girişimine davacı kardeşlerin engel olduğunu ve davalıyı rahatsız ettiğini belirtmiş, davalı tanığı Yılmaz Cin ise; davaya konu yerin satılık olduğunu muhasebecisi olan Kezban'dan öğrendiğini, taşınmazı görmeye gittiğini çok bakımsız ve değersiz bir yer olduğu için ilk başta almaktan vazgeçtiğini, üç beş ay sonra taşınmazı satın almaya karar verip tekrar gittiğinde satıldığını duyduğunu, o zaman pazarlığa girseydi 12.000,00 TL teklif edeceğini belirtmiştir.

24. Tüm bu anlatımlar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalı mirasçı olmadığı gibi mirasbırakanla bir yakınlığının bulunmadığı, yapılan araştırmalardan mali müşavir olan davalının alım gücünün bulunduğu ve yatırım amacıyla birden fazla taşınmaz aldığı hususu sabittir. 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulayabilmek için davacı tarafın mirasbırakanın yaptığı temlik ile mirasçılarından mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini ispatlaması gerekmektedir. Dosya kapsamı ve dinlenen tanık beyanlarına göre, mirasbırakanın temlik tarihinde mirasçılarından mal kaçırmasını gerektiren bir nedeninin bulunmadığı, davacı tarafça bu hususa ilişkin somut bir olgu ortaya konulamadığı, ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın mirasbırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşılmıştır. Akit tablosunda gösterilen bedeller ile dava konusu bağımsız bölümlerin keşfen saptanan gerçek değerleri arasındaki fark da tek başına muvazaanın kanıtı sayılamaz.

25. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacı Ahmet ile kardeşi Aziz arasında husumet bulunduğu, murisin son dönemlerde Aziz T. ile birlikte yaşadığı, kızı Kezban ile emanetçi olduğu iddia edilen davalının yakın arkadaş oldukları, murisin oğlu Aziz ile torunu Kezban dışında söz konusu satıştan diğer çocukları ve yakın çevresinden kimsenin haberdar olmadığı, taşınmazın temlik tarihindeki gerçek değeri ile akitte gösterilen bedel arasında fahiş fark bulunduğu, Kezban ile Aziz'in tanık sıfatıyla alınan beyanlarına itibar edilemeyeceği, temlik tarihinde mirasbırakanın emekli olduğu ve sosyal güvencesinin bulunduğu, ekonomik durumunun iyi olduğu ve taşınmaz mal satma ihtiyacının bulunmadığı, davalının temlikten sonra taşınmaz ile ilgilenmediği, temlikten sonra da davacı Ahmet'in taşınmazda oturmaya devam ettiği hususları gözetildiğinde, muvazaa olgusunun ispatlandığı ve direnme hükmünün onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

26. Hâl böyle olunca Bölge Adliye Mahkemesince önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VII. KARAR

Açıklanan sebeplerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesine gönderilmesine,

25.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

BİLGİ : Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nda bulunan 25 üyenin 22’si BOZMA, 3’ü ise DİRENME UYGUN DAİREYE yönünde oy kullanmışlardır.