YABANCI PARA ALACAĞINDAKİ KANUN YOLU KESİNLİK SINIRI DAVA TARİHİNDEKİ KUR ÜZERİNDEN BELİRLENMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2022/1802
Karar No : 2023/2331
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 19.01.2022
SAYISI : 2021/909 E., 2022/4 K.
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraflar vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraflar vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında düzenlenen 29.12.2003 tarihli 2000 adet bilgisayar ve 700 adet MS Works Türkçe satın alma için yapılan sözleşme ile eki bakım-onarım sözleşmesi uyarınca davalının yükleniminde olan ve davalı tarafa bildirilen arızaların giderilmesi ve tamir işlemlerinin bir kısmını sözleşmede belirtilen süre içinde yapmadığını, bu nedenle davalıya sözleşme gereğince 139.930,42 USD ceza kesildiğini, 25/09/2009 tarihli yazıyla bildirilen ceza tutarını davalının ödemediğini, davalının düzenlenen ceza tutarlarına haksız itiraz ettiğini, müvekkili tarafından davalı aleyhine işbu sözleşmeden kaynaklanan ve değişik dönemlere ait kesilmiş aynı nitelikteki cezalara ilişkin olarak Ankara 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/402 esas sayılı dosyasında devam eden başka bir davanın daha bulunduğunu ve her iki dosyanın birleştirilmesini talep ettiklerini belirterek davalı adına kesilen toplam 139.930,42 USD cezanın davalının ödemesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek Devlet Bankalarının Amerikan Dolarının 1 yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirdiğini, taraflar arasında imzalanmış sözleşme gereğince davacının bir arıza durumunda müvekkili şirkete derhal bildirim yapması gerektiğini, davacının öncelikle davalı şirkete arıza bildirimlerini usulüne uygun olarak yaptığını ispatlamak zorunda olduğunu, davacı şirketin iddia ettiği arızalara dair müvekkili şirkete bildirimlerin yapılmadığını, davacı tarafın tek taraflı olarak müvekkilinin bilgisi ve onayı dışında hazırlamış olduğu ceza tablolarında çelişkiler olduğunu, davacı yanca belirlenmiş cezaların fahiş olduğunu, davacı yanca iddia edilen arızaların bir kısmının meydana geldiği kabul edilse dahi (iddiayı ve davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla) arızaların müvekkili şirkete bildirildiğinin, arızanın gerçekten meydana gelip gelmediğinin, arızanın giderilmesinin istendiği tarih ve saatlerin davacı tarafın mesai saatleri içerisinde olup olmadığının, davacı tarafın zararın büyümesine sebebiyet verip vermediğinin, ceza hesaplamalarının sistem bedeli üzerinden değil arızalı mause, klavye veya değiştirilmesi kolaylıkla yapılabilecek parçaların birim değeri üzerinden yapılıp yapılmadığının tespiti gerektiğini, dolayısıyla müvekkili şirkete ulaştığı ispatlanan bildirimler için ceza hesaplaması yapılacaksa bunun parça birim fiyatı üzerinden hesaplanması gerektiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında, taraflar arasındaki 29/12/2003 tarihli sözleşme kapsamında davacının ihtiyacı olan 2000 adet bilgisayar ve 700 adet Türkçe MS Word ürününün davalı yanca temin edilerek verileceği hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı, anılan sözleşmenin 41.1 maddesine göre davacıya teslim edilecek ürünlerin teslim tarihinden itibaren üç yıl garanti kapsamında olduğu, davalı tarafça teslim edilmesi gereken malzemelerin 26/05/2004 tarihinde teslim edildiği, buna göre garanti süresinin 26/05/2007 tarihinde sona erdiği, 29/12/2003 tarihli sözleşmenin ayrılmaz eki olan bakım onarım sözleşmesinde, davalı yanca yapılacak olan bakım ve onarımların ne şekilde ve nasıl yapılacağının, sözleşme kapsamında satın alınan cihazlarda meydana gelecek arızanın davacı tarafından derhal (telefon, fax, vb.) davalıya bildirileceği, arızalı cihaz yerine davalı tarafça "Hizmetin Sağlanma Süresi" maddesinde belirtilen süre içinde mesai saati gözetmeksizin yeni cihaz verileceği, donanım arızaları için arıza giderme süresinin davacı tarafça faks ile arızanın bildirildiği andan, firmanın arızalı cihazı teslim aldığı PTT birimine cihazı tam çalışır halde teslim ettiği ana kadar geçen süre olacağı ve bu sürenin 48 saat olduğu, bu sürenin aşılması durumunda ceza hükümlerinin uygulanacağının hüküm altına alındığı, davalının garanti süresi içerisinde hükme esas alınan bilirkişi raporunda belirtilen 95 kalem cihazın bakım ve onarımlarını sözleşmede belirtilen süre içerisinde gidermediği, bu nedenle davacının bu kalem cihazlar yönünden 15.833,53 USD gecikme cezası talebinin yerinde olduğu, hesaplanan gecikme cezasının sözleşme bedeli ve diğer hususlar nazara alındığında TBK'nın 52. Maddesi uyarınca tenkise gerek bulunmadığı, davacının davalıyı davadan önce temerrüde düşürmediği gerekçesiyle kısmen kabul kararı verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
1.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davalı firmanın, müvekkili idarece kendisine bakım-onarım sözleşmesi hükümlerine göre bildirilen arızaların giderilmesi ve ve tamir işlemlerinin bir kısımın sözleşmede belirtilen süre içinde yapmadığını ve bu nedenle davalı firma adına ceza hükümleri gereği 139.930,42 USD ceza kesildiğini ve 25/09/2009 tarih ve 5425 sayılı yazı ekinde kesin kabul raporu ile birlikte 4 sayfadan ibaret ceza tablosunun gönderildiğini, ancak davalı firma tarafından herhangi bir ödemede bulunulmadığını, arıza bildirimlerinin Acil Çağrı Merkezi'nin (Call Center) Tel no: 0212 3406000 yapılması hususunun tekrar tekrar bildirilmesine rağmen bildirimlerin Call Center'a yapılmayıp firmanın şube faksına gönderildiği iddiasının haksız ve yersiz olduğunu, tüm arıza bildirimlerinin firmanın iddia ettiği üzere şube faksına değil, dava dosyasına sundukları 14/09/2004 tarihli yazısında belirtilen 0212 2120762 faksa yapıldığını, müvekkili tarafından faksların ulaştığına dair davalı firmadan teyit alınmadığı iddiasının da haksız olduğunu, zira her arıza bildiriminden sonra faksın anlık teyidinin alındığını, her arızaya ait teyit sistem gereği farklı sayfalardan değil aynı sayfaya alındığını, davalı tarafın çekilen faksların çoğunun mesai saati dışında olduğu, arıza bildirim tarihi ve saati olarak tek taraflı düzenlenebilecek ve her zaman oluşturulabilecek nitelikteki faks metninde yazılı tarih ve saatin dikkate alındığı, bu nedenle faks bildirimleri olmadan geçerli delil niteliğinde olmadığına dair iddialarının da haksız olduğunu, müvekkili idarenin mesai saatlerinin 08:30 ile 17:30 arasında olup arıza kayıtlarının Başmüdürlükler tarafından Genel Müdürlüğe aktarılıp ve Genel Müdürlükten de ilgili firmanın faksına arıza kaydının bildirilip arıza bildirim tarih ve saatinin arızanın Genel Müdürlükçe firmaya bildirildiği tarih ve saat olarak kabul edildiğini, firmaya bildirim tarih ve saatinin dosyaya sunulan ceza tablolarından da görüldüğü üzere mesai saatleri içersinde olduğunu, davaya esas söz konusu cezanın firmanın ilk cezası olmayıp, firma ile devam eden diğer davalarına esas cezalar incelendiğinde görüleceği üzere firmanın projeyi düzgün bir şekilde işletemediğini, firmanın arızalı cihazlara bu kadar geç müdahale etmesi neticesinde iş ve işleyişin aksadığını, müvekkilinin zarara uğradığını, müvekkili tarafından davalı firma yetkililerine işin bir an önce ve sözleşme hükümlerine uygun olarak tamamlanması için projeye ait her türlü aksaklığın bildirildiğini ancak firma yetkililerince geri dönüşlerin olmadığını, davalının işi sözleşme hükümlerine uygun şekilde ifa etmediğini belirterek istinaf taleplerinin kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacının iddialarını ispat edemediğini, bu sebeple davanın tümden reddi gerektiğini, dosyaya sunulan CD içerisinde ise, formlar olarak tanımlanan ve faks metinleri olduğu iddia edilen fotokopi metinler dışında delil niteliğine haiz belge bulunmadığını, açıklanan sebeplerle ispat edilemeyen davanın tümden reddi gerekirken kısmen kabulü yönünde hüküm kurulmasının hatalı olduğunu, davacı tarafın tek taraflı hazırladığı tabloların bilirkişi raporunun dayanağı yapıldığını, halbuki tabloların delil vasfının bulunmadığını, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin III.1.1. maddesinde düzenlendiğini, buna göre; “İlgili sözleşme kapsamında satın alınan cihazlarda bir arıza oluşması durumunda PTT durumu derhal (telefon, faks vb.) yüklenici firmaya bildirecektir.” hükmü bulunduğunu, davacının sözleşmenin bu hükmü uyarınca arıza bildirimlerini müvekkili şirkete usulüne uygun olarak yaptığını ispatlamak zorunda olduğunu, davacının tek taraflı olarak, müvekkili şirketin bilgisi ve onayı dışında hazırlamış olduğu tablolarla, bir takım Arıza Bildirim Tarihi ve Arıza Giderim Tarihi olarak tarihler belirlediğini ve buradan hareketle ceza hesaplaması yoluna gittiğini, müvekkili şirket adına sunulan belgelerin ise raporlarda değerlendirilmediğini, davacı tarafından yapıldığı iddia olunan arıza bildirimleri "Arıza Çağrı Merkezi" olarak adlandırılan yere bildirilmediğini, bilirkişi raporunda ceza tutarları belirlenirken iddia edilen arızalarla ilgili fahiş hesaplamalar yapıldığını, piyasa şartlarında çok daha uygun fiyata bulunabilecek cihaz bedelleri için, herhangi bir emsal olmadan ve dayanak gösterilmeden 10 USD ceza değeri belirlenmesinin dayanaksız ve belirlenen ceza tutarları afaki olduğunu, davacının, cezai şartı bir zenginleşme aracı olarak kullanmaya, haksız uygulama ile haksız kazanç elde etmeye çalıştığını, davacının derhal (piyasadan kolaylıkla) temin ederek bedelini müvekkilinden talep edebileceği parçalar için bile (mouse, klavye vb) hareketsiz kalarak zararın büyümesine yol açtığını, davacı tarafın müvekkil şirkete yazılı olarak arızalarla ilgili hiçbir ihtar göndermemiş, kendi kendine ceza tabloları hazırladıktan sonra ihtar göndermiş olduğunu, var ise bile ihtar göndermeyip zararın büyümesi karşısında hareketsiz kalarak zararının artmasına yol açan ve/veya hakkını kötüye kullanan kişiyi kanunun himaye etmesinin mümkün olmadığını, davada reddedilen tutarın 124.096,86 USD olup kararda müvekkili lehine hükmedilen vekalet ücreti tutarının hatalı olduğunu, karar tarihindeki kur ve yürürlükteki ücret tarifesine göre düşük hesaplandığını belirterek mahkeme kararının kaldırılarak davanın tümden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, dosya kapsamındaki bilgi, belge ve toplanan deliller değerlendirilerek yasal düzenlemelere uygun ve isabetli karar verilmiş olduğu, ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı ve özellikle mahkemece dava tarihindeki kur üzerinden vekalet ücreti hesaplanmasında usul ve yasaya aykırılık bulunmamış olmasına ve taraf vekillerinin istinaf sebepleriyle sınırlı olarak inceleme yapılmış olmasına göre taraf vekillerinin istinaf başvurularının HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı ve davalı vekilleri istinaf dilekçesinde belirttikleri itirazlarını temyiz dilekçesinde de yinelemişlerdir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369 ncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 nci maddeleri,
6098 sayılı TBK’nın 470 ve devamı maddeleri.
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanunun 371 nci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup, taraflar arasındaki sözleşmenin 41.1 maddesine göre davacıya teslim edilecek ürünlerin üç yıl garanti kapsamında olduğu, bakım- onarım sözleşmesinin "Hizmetin Sağlanma Süresi" başlıklı IV. maddesi gereğince donanım arızaları için arıza giderme süresinin PTT'ce firmanın çağrı merkezine faks ile arızanın bildirildiği andan, firmanın arızalı cihazı teslim aldığı PTT birimine cihazı tam çalışır halde teslim ettiği ana kadar geçen süre olacağı ve bu sürenin 48 saat olduğu, bu sürenin aşılması durumunda ceza hükümlerinin uygulanacağı, V. maddesinde uygulanacak cezanın hesaplanması yönteminin gösterildiği, hükme esas bilirkişi raporundan 26/05/2004 teslim tarihine göre 3 yıllık garanti süresinin 26/05/2007 tarihinde sona ermiş olduğu, bakım ve onarım sözleşmesi gereğince arıza bildiriminde 48 saatlik sürenin geçirilmesi halinde gecikme cezasının uygulanması gerektiği, mause ve klavyenin kullanıma bağlı olarak arızalanabileceği, dosyaya kazandırılmış olan arıza bildirim formları(taraflarca sunulan formlar karşılaştırılmak suretiyle) esas alınarak yapılan hesaplamada mause ve klavye arızaları nedeniyle geçen süre dikkate alınmayıp bu cihazların bire bir yenisiyle değiştirileceği kabulune göre arıza bedelinin belirlendiği, diğer monitör ve kasa arızalarıyla ilgili olarak ise gecikilen günler için yapılan ceza hesabında maksimum ceza miktarının cihaz bedelini aşmayacak şekilde hesaplandığı, garanti süresi geçtikten sonra davalıya bakım ve onarıma verilmiş olan cihazlarla ilgili (monitör, kasa, mause ve klavye) gecikme cezasının hesaplanmadığı, bakım ve onarımı davalı tarafça geç gerçekleştirilen arızalar için davacının davalıdan 15.833,56 USD gecikme cezası talep edebileceği belirli olduğu, hükme esas alınan raporun denetime elverişle ve hükme esas almaya uygun olduğu anlaşıldığından, taraflar vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanunun 370 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
13/06/2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Murat Kıyak Birol Soner Belkıs Karakaş Zeki Gözütok Mehmet Özdemir
(Muhalif) (Muhalif)
KARŞI OY
Davacı vekili, davalının sözleşme ile üstlendiği yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek cezai şart talebinde bulunmuştur.
Davalı vekili davanın reddini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesince, yapılan yargılama sonucunda, davanın kısmen kabulü ile 15.833,56 – USD'nin 05.12.2012 dava tarihinden işleyecek, 3095 sayılı Yasanın 4/a maddesi uyarınca Devlet Bankalarının USD cinsinden açılmış 1 yıl vadeli mevduat hesaplarına uyguladığı en yüksek faiz oranı ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Karar taraf vekilleri tarafından istinaf edilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi, taraf vekillerinin istinaf başvurularını 6100 sayılı HMK'nın 353/1 - b. 1 maddesi gereğince esastan reddetmiştir
Karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen karar, Yüksek Özel daire Sayın Çoğunluğunca oyçokluğuyla onanmıştır.
Aşağıda açıklanan nedenlerle Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğunun kararına katılmıyorum.
Uyuşmazlık, yabancı para cinsinden hüküm kurulduğundan vekâlet ücretinin karar tarihindeki Merkez Bankası efektif satış kuru ve yine karar tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifesi dikkate alınarak hesaplanmasının gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
TBK’nın 99. (Mülga 818 sayılı BK m 83) maddesine göre;
‘’Madde 99 – Konusu para olan borç Ülke parasıyla ödenir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir’’.
Bu maddeye göre, Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir. Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168. maddesine göre;
‘’Madde 168 – (Değişik madde: 02.05.2001 - 4667/81. md.)
Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgari hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. (Ek cümle: 16.06.2009 - 5904 S.K./35.mad) Şu kadar ki hazırlanan tarifede; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir. Bu tarife Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı tarifeyi bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu tarife, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir. 8 inci maddenin altıncı fıkrası hükümleri kıyasen uygulanır.
Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır’’.
Kanunun 168/son maddesine göre, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.
Avukatlık asgari ücret tarifesinin 1. maddesine göre;
‘’MADDE 1 – (1) Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, 19.3.1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır.
(2) Taraflar arasında akdi avukatlık ücreti kararlaştırılmamış veya kararlaştırılan akdi avukatlık ücretinin geçersiz sayılması halinde; mahkemelerce, dava konusu edilen tutar üzerinden bu Tarife gereğince hesaplanacak avukatlık ücretinin altında bir ücrete hükmedilemez. Bu Tarife 1136 sayılı Kanunun 164 üncü maddesinin dördüncü fıkrası doğrultusunda gerçekleştirilecek olan akdi avukatlık ücreti belirlenmesinde sadece asgari değerin hesaplanmasında dikkate alınır. Diğer hususlar 1136 sayılı Kanundaki hükümlere tabidir.
(3) Bu Tarife hükümleri altında kararlaştırılan akdi avukatlık ücretleri, bu Tarife hükümleri üzerinden yapılmış olarak kabul edilir’’.
Tarifenin 1. maddesine göre, mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, 19.3.1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır.
Tarifenin 21. maddesine göre;
‘’MADDE 21 – (1 ) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife esas alınır’’.
Bu maddeye göre, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife esas alınır.
Somut olayda uyuşmazlık hakkında, mahkemece yabancı para cinsinden hüküm kurulduğundan vekâlet ücretinin de TBK’nın 99. (Mülga 818 sayılı BK m 83), 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168/son, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 1 ve 21. maddeleri gereğince, hüküm altına alınan döviz alacağının karar tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığı ve yine karar tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifesi dikkate alınarak hesaplanması gerekmektedir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, vekâlet ücreti konusunda Yüksek Özel daire Sayın Çoğunluğunun, hükmün onanması yönündeki kararına katılmıyorum.
ÜYE
Birol SONER
KARŞI OY
Dava konusu uyuşmazlık sözleşmede yabancı para cinsinden kararlaştırılan ceza-i şart alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Karşı oya ilişkin görüşlerimde yabancı para alacaklarının tahsiline ilişkin mevzuatımızda yapılan düzenlemeler ve yabancı paranın tahsili bakımından özellik arz eden durumlar ile yargı harçları, mahkemece hükmedilecek vekalet ücreti ve temyiz sınırı bakımından yabancı para alacağına hükmedilmesi halinde dava tarihindeki kurun mu yoksa karar tarihindeki kurun mu esas alınacağı konusunda farklı görüşlerin bulunması nedeniyle açıklamalar tüm bu konuları kapsayacak şekilde yapılacaktır.
Bütün ülkelerde yargı sistemleri kendi ülke para birimlerini esas almak suretiyle tahsil ve icra yetkisini devletin egemenlik haklarının bir sonucu olarak görürler (Yabancı Para Borçlarının İfası, Prof. Dr. Serkan Ayan, dergipark.org.tr).
Ancak 818 sayılı Eski Borçlar Kanununun 83 ncü maddesinde olduğu gibi kısmi değişikliklerle 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu'nun 99 uncu maddesi- I.Ülke parası ile başlıklı olup "Konusu para olan borç Ülke parasıyla ödenir. Ülke parası ödeme üst başlığı altında dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir." düzenlemesi ile genel kuralın para borcunun ülke parası ile ödenmesi olduğuna işaret ettikten sonra borcun ülke parası dışında başka bir para birimi ile belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya fiili ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebileceği kabul edilmektedir.
Buna göre yabancı para borçlusunun ifada temerrüde düşmesi hâlinde alacaklının seçebileceği üç alternatif bulunmaktadır.
- Yabancı para borcunun aynen (yabancı para olarak) ödenmesi,
- Yabancı paranın vade/muacceliyet tarihindeki Türk Lirası karşılığının ödenmesi,
- Yabancı paranın fiili ödeme tarihindeki TL karşılığının ödenmesi istenebilecektir.
Bu seçim hakkı kullanıldıktan sonra bu haktan dönülmesi mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.01.2002 tarih 15-15/19).
Somut uyuşmazlıkta dava dilekçesinde para alacağı yabancı para cinsinden alacak talebinde bulunulmuştur. Bu talep yabancı paranın aynen ödenmesi talebi niteliğindedir. Alacaklının aynen ödemeyi tercih etmesi hâlinde borçlunun borcunun yabancı para üzerinden ödenmesi gerekir. Ancak İcra İflas Kanununun 58/3 ncü maddesi gereğince konusu yabancı para alacağı olan icra takiplerinde İcra İflas Kanunu'nun 58/3 ncü maddesi gereğince yabancı para alacağının Türk Lirası karşılığının hangi tarihteki kur üzerinden talep edildiği gösterilmek zorundadır. Alacaklının yabancı para birimiyle ifayı talep etmesi hâlinde borçluya aynen veya fiili ödeme tarihi TL karşılığı ödeme biçimindeki sınırlı seçimlik yetkiyi de verir. Dolayısıyla yabancı para üzerinden icra takibi yapılması doğrudan doğruya yabancı paranın borçludan alınıp alacaklıya yabancı para olarak teslim edilmesi mümkün olmadığından, yabancı para alacağının aynen ödenmesini istemiş olan alacaklının fiili ödeme günü üzerinden TL karşılığını tahsilini talep etmesi gerekmektedir (Prof. Dr. Serkan Ayan -Yabancı Para Borçlarının İfası dergipark.org.tr sayfa 554).
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 07.04.1993 tarihli, 13-41/145 sayılı ilâmında "Davacı Mark’ın aynen ödenmesini istemekle, fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini istemiş demektir." şeklinde bu konuya açıklık getirerek İcra İflas Kanunu hükümleri gözetildiğinde, yabancı paranın aynen ödenmesi talebinin, fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini istemek anlamına geldiği kabul edilmiştir.
Alacaklının vade tarihi ya da dava tarihindeki kur üzerinden Türk lirasına dönüştürmek suretiyle bir talebi olmadığından burada hüküm altına alınan hüküm tarihindeki yabancı para miktarıdır.
Yabancı para alacağının arz ettiği bu özellikler özellikle taşınmazın aynına ilişkin davalarda yargılama sırasında Harçlar Kanunun 16 ncı maddesi gereğince gayrimenkulun değerinin tespiti sureti ile bu değer üzerinden harç alınmasına ilişkin hükümlerden ayrı olarak değerlendirilmek durumundadır. Zira yabancı para alacağı, 6098 TBK’nın 99 uncu maddesinin tanıdığı yasal olanak çerçevesinde fiili ödeme tarihindeki kurun bir başka deyişle değerin esas alınacağı bir para alacağıdır. Değeri yargılama sırasında tespit edilecek olan diğer uyuşmazlık türleri ile aynı mahiyette değildir.
Bu açıklamalardan sonra Harçlar Kanunu açısından yargı harçlarının genel özellikleri, ödenme zamanı, karar ve ilâm harcı ile icra tahsil harcının özellikleri de göz önünde bulundurulmak sureti ile bir değerlendirme yapılacaktır.
Bu kapsamda, kamu hizmetlerinden yararlanan özel ve tüzel kişilerin özel menfaatlerine ilişkin olarak kamu hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yararlandıkların hizmetlerin maliyetine katlanmaları zorunluluğu olarak tanımlanmaktadır (B, Pınar Yargı Harçları, Ankara 2009, sayfa 1). Yapılan iş ve hizmet amme hizmetinden daha çok kişilerin kişisel menfaatine ilişkin olduğundan yararlanılan hizmetin karşılığı olarak harcın Hazinece tahsili gerekmektedir. Nitekim 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun gerekçesinde "harç" tanım olarak "fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığı yaptıkları ödeme olarak" belirtilmiş aynı tanım Anayasa Mahkemesi kararlarında da benimsenmiştir (Anayasa Mahkemesi 31.03.1987 gün, 1986/20 Esas, 1987/9 Karar, 14.02.1991 gün ve 1990/18 Esas, 1991/14 Karar, 28.09.1995 gün, 1995/24 Esas, -52 Karar).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 73/3. maddesinde ise "vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır" hükmünü içermektedir. Buna göre kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan hizmetlerin karşılığı olarak alınan harç yasaya dayalı olarak alınmalı ve yükümlüsü de kanunun amacına uygun olarak bu hizmetten yararlanan kişiler olmalıdır. Bu zorunluluk Yargıtay İçtihadı Birleştirme YİBK'nın 07.12.1994 gün 1964/3 Esas,-5 Karar, ve Anayasa Mahkemesinin 31.03.1987 gün ve 1986/20 Esas-1987/9 Karar sayılı ilâmlarında da gerekçe kısmında belirtilmiştir.
Anayasanın harç alınmasındaki kanunilik ilkesi gereğince Harçlar Kanununun 1 nci maddesinde alınacak harçlar arasında yargı harçları da sayılmıştır. Yargı harcı devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete bu hizmetten yararlananların sağladığı katkıdır (YİBK 16.12.1983 gün ve 1983/5, 6 Karar). Yargı harçları başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilâm harcıdır. Karar ve ilâm harcı ise maktu veya nispi harç olmak üzere iki çeşit olup konusu para veya para ile değerlendirilebilen belirli bir değere ilişkin davalarda Harçlar Kanununun 1 sayılı tarifesi gereğince nispi harç alınır. 492 sayılı Harçlar Kanununun nispi harçlarda ödeme zamanı başlığını taşıyan 28 inci maddesinin birinci bendi nispi harçlarda ödeme zamanını düzenlemiş aynı maddenin a) bendinde ise karar ve ilâm harcının ödeme zamanı öngörülmüştür. Bu madde de aynen "karar ve ilâm harçlarının 1/4'ü peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren 2 ay içinde ödenir" hükmü yer almaktadır.
Harçlar Kanununun 30 ncu maddesi ise; "Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilâm harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409 uncu maddesinde (6100 sayılı HMK 150 nci madde) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır. Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır." hükmü yer almaktadır.
Nitekim aynı esas 492 sayılı Harçlar Kanununun 32 nci maddesinde "Yargı işlemlerinden alıncak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz." tekrarlanmıştır. Bu maddenin Anayasa aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi 17.03.2010 günlü Resmî Gazete'de yayınlanan 2009/27 Esas, 2010/9 Karar sayılı kararının gerekçesinde "Yargılama sürecinde yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davacı veya davalı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur. Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlerin yapılamayacağını belirten kural bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetlerinden yararlanmaları, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından bu kural Anayasanın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir kural değildir.
Bu nedenlerle, Yasa'nın emredici hükümleri gözetilerek yargılama sırasında taşınmazın mahkemece tespit edilen değeri dava dilekçesinde gösterilen değerden daha yüksek olduğundan tespit edilen değere göre Harçlar Kanunu'nun 30 uncu maddesi gereğince eksik nispi harcın tamamlanması aksi hâlde müteakip yargılama işlemlerine devam edilmeyerek dosyanın işlemden kaldırılması Harçlar Kanunu 30 ve 32 nci maddesinde yasal zorunluluk olarak öngörüldüğünden davanın yasanın emredici hükümleri gözetilmeksizin yargılama devamla esastan karar verilmesi usul ve yasaya aykırılık nedeniyle bozma nedenidir. Nitekim gerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, gerekse dairelerin yerleşik uygulamaları bu yöndedir (Aynı yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 04.12.2013 gün, 2013/21-445 Esas, 2013/1625 Karar, 13.12.2017 gün, 2017/10-1974 Esas, 2017/1735 Karar, 06.06.2018 tarih, 2017/13-1984 Esas, 2018/1172 Karar, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 26.04.2016 tarih, 2016/774 Esas, 2016/7461 Karar, Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 09.10.2018 gün, 2016/1183, 2018/4595 Karar).
Harçlara ilişkin bu genel değerlendirme gözetildiğinde yukarıda da belirtildiği üzere yabancı para alacaklarında yargılama sırasında harç noksanlığının tespit edilerek eksik harcın ikmali durumu söz konusu olmayıp somut uyuşmazlıkta eksik alınan harç temyiz kanun yoluna başvuru nedeniyle alınması gereken nispi temyiz karar harcıdır. Dolayısıyla harcın alınma zamanı bakımından taşınmazın değerinin tespiti suretiyle Harçlar Kanunu'nun 16 ncı maddesi ve 30 uncu maddesi kapsamında değerlendirilecek ve eksikliği tamamlanacak harçlardan değildir. Dava açılırken ve ıslah sırasında Harçlar Kanunu'nun 28 nci maddesi gereğince 1/4 oranında yatırılan karar ve ilâm harcı davanın görülüp sonuçlandırılması bakımından yeterlidir.
Ancak mahkemenin yabancı para alacağını hüküm altına almasından itibaren artık Harçlar Kanunu'nun eki olan 1 no.lu tarifenin Karar ve ilâm harcı başlığı altında nispi harçları düzenleyen 1-a maddesinde "Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden" Binde 68,31 oranında nispi karar ve ilâm harcı alınacaktır. Bu harcın alınmamış olması Harçlar Kanununu 32 nci maddesi gereğince müteakip işlemler olan kanun yoluna başvuru aşamasına geçilmesine engel olacaktır. Yukarıda da belirtildiği üzere harcın alınması kamu düzenine ilişkin olup Harçlar Kanunu ve eki tarifeye göre harcın eksik yatırılıp yatırılmadığı hususu resen gözetilecek harcı yatırılmayan yargılama işlemlerine devam edilemeyecektir.
Bu konu aynı zamanda yabancı para alacağına ilişkin bir davada verilen hükmün kanun yolu kesinlik sınırı bakımından dava tarihindeki kura göre mi yoksa karar tarihindeki kura göre mi hesaplanması gerektiğine ilişkin olarak gerek Yargıtay kararlarında gerekse doktrinde tartışılmış olup doktrinde Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez Medeni Usul ve İcra İflas Hukukunda Yabancı Para Alacaklarının Tahsili, Genişletilmiş ve Yeniden Gözden Geçirilmiş 3. bası, Ankara 1998 sayfa 117). Yabancı para alacağının hüküm verildiği tarihte değerinin artması hâlinde, davanın açıldığı tarihteki kur üzerinden değil mahkemenin hüküm verdiği tarihte belirlediği ve harcı tamamladığı kur üzerinden hesaplanması gerektiği görüşünü dile getirilmiştir.
Yapılan içtihadı birleştirme başvurusu hakkında temyiz kesinlik sınırının belirlenmesinde Yargıtayın 11. Hukuk Dairesi ile Kapatılan 15. Hukuk Dairesinin kesinlik sınırının yabancı para alacağında dava tarihindeki kur üzerinden belirlenmesi gerektiği görüşüne karşılık Yargıtayın 9, 12 ve Kapatılan 23. Hukuk Dairelerinin kesinlik sınırının yabancı para alacağının karar tarihindeki döviz kuru esas alınmak suretiyle belirleneceği görüşünde oldukları ancak kararlar arasındaki içtihat aykırılığı doğuracak uygulamanın sürekli olmadığı gerekçesiyle içtihatları birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 09.12.2020 tarihli ve 338 sayılı karar ile karar verilmiştir. Bu konunun yargısal uygulamalarda farklı uygulamalara yol açan ve sıkça tartışılan bir konu olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Doktrinde Prof. Dr. Serkan Ayan (Prof.Dr. Serkan Ayan Yabancı Para Borçlarının İfası Dergipark.org.tr sayfa 553) alacaklının ya muacceliyet ya da fiili ödeme tarihini seçebileceği bu nedenle gerek 818 sayılı yasa gerekse 6098 sayılı Yasada olmayan bir biçimde icra takip ya da dava tarihindeki kur üzerinden çeviri yapılmasına yönelik yargı kararlarının yerinde olmadığı görüşü dile getirilmiştir.
Burada dairemiz sayın çoğunluğu ile bakış açısındaki farklılık yabancı para alacaklarında dava sırasında meydana gelen değer artışlarının dava açılırken alınacak olan 1/4 oranındaki nispi karar ve ilâm harcının bu değer artışları nazara alınarak tamamlanmasının gerekmeyeceği ancak mahkemece yabancı para alacağı hüküm altına alındıktan sonra artık Harçlar Kanunu gereğince Ek-2 no.lu Tarifenin III-1.a bendinde belirtildiği üzere ortada "hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden" belirlenmesi gereken bir harç miktarı vardır.
Nitekim bilindiği üzere 32 nci maddesi gereğince ilâma dayalı para alacaklarının icraya konulabilmesi için kesinleşmiş olması gerekmez.
Bu konuda İcra İflas Kanununun 32 nci maddesinde, (Değişik: 18/2/1965 - 538/16 md.) "Para borcuna veya teminat verilmesine dair olan ilâm icra dairesine verilince icra memuru borçluya bir icra emri tebliğ eder. Bu emirde 24 ncü maddede yazılanlardan başka hükmolunan şeyin cinsi ve miktarı gösterilir ve nihayet yedi gün içinde ödenmesi ve bu müddet içinde borç ödenmez veya hükmolunan teminat verilmezse icra mahkemesinden veya istinaf veya temyiz yahut iadei muhakeme yolu ile ait olduğu mahkemeden icranın geri bırakılmasına dair bir karar getirilmedikçe cebri icra yapılacağı ve bu müddet içinde 74 ncü madde mucibince mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapis ile tazyik olunacağı, mal beyanında bulunmaz veya hakikata muhalif beyanda bulunursa hapis ile cezalandırılacağı ihtar edilir." hükmü yer almaktadır.
İcra İflas Kanununun 36 ncı maddesinde ise (Değişik: 2/3/2005 – 5311/5 md.) "İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir." hükmü yer almaktadır.
İİK’nın 32 nci maddesi gereğince ilâm icraya konulunca borçlu İİK’nın 36 ncı maddesi gereğince "İcranın Geri Bırakılmasını" isterse "Hükmolunan para" kavramından hareketle alınacak teminata ilişkin miktar belirlenirken yapılacak hesaplamada yabancı para alacağının dava tarihindeki kuru esas alınmamakta, icradan talep tarihindeki hükmolunan yabancı paranın Türk Lirası karşılığı esas alınmaktadır.
Yabancı para alacağına ilişkin ilâm icraya konulduğu takdirde ise Harçlar Kanunu Ek-1 sayılı Tarifenin B)İcra ve İflas Harçları başlıklı kısmın 1/3 üncü bendinde değeri belli olan icra takiplerinde tahsil harcının değer üzerinden alınacağı belirtildikten sonra a) bendinde icra emrinin tebliği üzerine hacizden evvel (Yüzde 4.35 ), b) bendinde hacizden sonra satıştan önce (Yüzde 9.10), c) bendinde satılıp paraya çevrilmesi suretiyle tahsil hâlinde (Yüzde 11.8) oranlarında olmak üzere alacağın tahsil zamanı esas alınarak bu tarihlerdeki değere göre harç alınması gerekmektedir.
Nitekim icra işlemlerinin yargısal denetimini yapan icra mahkemelerince verilen kararları denetleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 18.02.2016 tarih 2015/27228 Esas, 2016/4363 Karar sayılı ilâmında "492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 28/b bendi uyarınca icra tahsil harcı alacağın ödenmesi sırasında, ödeme yapılmayan hâllerde harç alacağının doğması tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenir. Harç alacağı icranın yerine getirilmesiyle doğar. Alacaklılar takipte yabancı para alacağının fiili ödeme tarihindeki kur karşılığı üzerinden tahsil talebinde bulunulduğundan tahsil harcına esas matrahın yabancı para alacağının fiili ödeme tarihideki kur karşılığı üzerinden hesaplanması gerekir. Yine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 20 nci maddesi gereğince avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihteki yürürlükte olan tarife esas alınır. Tarife hükümleri gereğince icra müdürlüğünce vekâlet ücreti matrahının belirlenmesinde de yabancı paranın tahsil tarihindeki kur karşılığının esas alınması gerekmektedir." demek suretiyle uygulamanın ne yönde olduğunu belirterek dairenin yerleşik içtihat ve uygulamalarının da bu şekilde olduğunu ortaya koymuştur.
Yukarıda Anayasa Mahkemesinin 17.03.2010 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/27 Esas, 2010/9 Karar sayılı kararının gerekçesinde de vurgulandığı üzere harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmek istemesinin harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturduğu, Harçlar Kanununun 32. maddesinde yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağını belirten kuralın bireylerin özel menfaatleri ile ilgili olarak yargı hizmetlerinden yararlanmaları bu hizmetlerin karşılığı olarak harcın ödenmesi koşuluna bağlandığından bu kural Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğünü kısıtlayan bir kural olmadığı belirtilmiştir.
Diğer yandan özellikle yabancı mahkeme kararlarında yabancı mahkemeler Türk Lirası üzerinden değil yabancı para üzerinden karar vermektedir. Bu kapsamda Harçlar Kanununun 4 ncü maddesi gereğince yabancı bir mahkeme tarafından verilen ilâmların tenfizi için açılacak davalardan, bu ilâmlarda hükmolunmuş şeyin değeri, nevi ve mahiyetine göre 1 sayılı tarife gereğince harç alınacaktır. Dolayısıyla bir yabancı para alacağı Türk mahkemeleri tarafından hüküm altına alındığında temyize başvuru hâlinde karar ve ilâm harcının dava tarihindeki kur üzerinden alınması kabul edilirken hesaplanırken aynı para alacağının yabancı mahkeme tarafından hüküm altına alınması hâlinde bu kararın tenfizi için yargı yoluna başvurulduğunda ve verilen karar temyiz edildiğinde başvurma tarihlerindeki döviz kurunun esas alınması kamunun ciddi oranda alacağı harçtan mahrum kalmasına yol açacağı gibi aynı sonuçları doğuracak iki ayrı yargısal işlemin ayrı değerler üzerinden harca tabi olmaması da kanun önünde eşitlik ve hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmayacaktır.
Bu açıklamalar bakiye karar ve ilâm harcının tahsili bakımından da geçerlidir. Hükmolunan yabancı para alacağını icraya koymak isteyen alacaklı veya bu karara karşı temyiz karar harcına başvurmak isteyen borçlu talep ettiği yargısal işlemin bir başka deyişle sunulacak yargısal hizmetin karşılığı olarak elde ettiği değer ölçüsünde nispi harca tabi işlemde bunun karşılığını ödemelidir. Bu ilke yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararında açıkça vurgulanmıştır.
Dava konusu uyuşmazlık bakımından özellikle vekalet ücreti yönünden konu değerlendirildiğinde, mahkemece yabancı para alacağına hükmolunması nedeniyle hükmolunan yabancı para alacağı vekalet ücreti belirlenirken karar tarihindeki yabancı para alacağının uygulanması gerekmektedir. Nitekim Avukatlık Kanununun 168/son maddesinde ''Avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.'' hükmü yer almaktadır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 21.maddesinde kanundaki hüküm tekrarlanarak ''Avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır'' hükmü yer alır.
Yukarıdaki açıklamalarda da yer aldığı üzere yabancı paranın değeri serbest kur rejimi nedeniyle sürekli değiştiğinden yasal sınırların belirlenmesinde ve vekalet ücretinin takdirinde hüküm tarihinin esas alınması yasal düzenlemelerin bir gereği olduğu gibi hükmolunan şeyin gerçek ve güncel değerini yansıtması, taraflara yüklenen hak ve borçların yabancı paranın hüküm tarihinde TL karşılığının olacağı ilam icra dairesi aracılığıyla infaza verildiğinde; bu değerin esas alınacağı gözetildiğinde somut uyuşmazlıkta olduğu gibi gerek vekalet ücreti gerekse genel olarak parasal sınırların belirlenmesinde kullanılan ölçütlere göre temyiz sınırı ve harç bakımından yabancı paranın karar tarihindeki kur karşılığının esas alınması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
ÜYE
Mehmet ÖZDEMİR
İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 13 Haziran 2023 tarihli kararının karşı oyunda bahsi geçen “yabancı para alacağına ilişkin bir davada verilen hükmün kanun yolu kesinlik sınırının dava tarihindeki kura göre mi yoksa karar tarihindeki kura göre mi tespit edilmesi gerektiği” konusundaki 16.03.2021 başvuru tarihli içtihatların birleştirilmesi başvurusu ve Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 09.12.2021 tarihli ve 338 sayılı Kararı için bkz.
YABANCI PARA ALACAĞINDAKİ KANUN YOLU KESİNLİK SINIRI DAVA TARİHİNDEKİ KUR ÜZERİNDEN BELİRLENMELİDİR.
T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2022/1802
Karar No : 2023/2331
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 27. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 19.01.2022
SAYISI : 2021/909 E., 2022/4 K.
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Kararın taraflar vekilince istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraflar vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında düzenlenen 29.12.2003 tarihli 2000 adet bilgisayar ve 700 adet MS Works Türkçe satın alma için yapılan sözleşme ile eki bakım-onarım sözleşmesi uyarınca davalının yükleniminde olan ve davalı tarafa bildirilen arızaların giderilmesi ve tamir işlemlerinin bir kısmını sözleşmede belirtilen süre içinde yapmadığını, bu nedenle davalıya sözleşme gereğince 139.930,42 USD ceza kesildiğini, 25/09/2009 tarihli yazıyla bildirilen ceza tutarını davalının ödemediğini, davalının düzenlenen ceza tutarlarına haksız itiraz ettiğini, müvekkili tarafından davalı aleyhine işbu sözleşmeden kaynaklanan ve değişik dönemlere ait kesilmiş aynı nitelikteki cezalara ilişkin olarak Ankara 17. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2011/402 esas sayılı dosyasında devam eden başka bir davanın daha bulunduğunu ve her iki dosyanın birleştirilmesini talep ettiklerini belirterek davalı adına kesilen toplam 139.930,42 USD cezanın davalının ödemesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek Devlet Bankalarının Amerikan Dolarının 1 yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; müvekkilinin taraflar arasındaki sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirdiğini, taraflar arasında imzalanmış sözleşme gereğince davacının bir arıza durumunda müvekkili şirkete derhal bildirim yapması gerektiğini, davacının öncelikle davalı şirkete arıza bildirimlerini usulüne uygun olarak yaptığını ispatlamak zorunda olduğunu, davacı şirketin iddia ettiği arızalara dair müvekkili şirkete bildirimlerin yapılmadığını, davacı tarafın tek taraflı olarak müvekkilinin bilgisi ve onayı dışında hazırlamış olduğu ceza tablolarında çelişkiler olduğunu, davacı yanca belirlenmiş cezaların fahiş olduğunu, davacı yanca iddia edilen arızaların bir kısmının meydana geldiği kabul edilse dahi (iddiayı ve davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla) arızaların müvekkili şirkete bildirildiğinin, arızanın gerçekten meydana gelip gelmediğinin, arızanın giderilmesinin istendiği tarih ve saatlerin davacı tarafın mesai saatleri içerisinde olup olmadığının, davacı tarafın zararın büyümesine sebebiyet verip vermediğinin, ceza hesaplamalarının sistem bedeli üzerinden değil arızalı mause, klavye veya değiştirilmesi kolaylıkla yapılabilecek parçaların birim değeri üzerinden yapılıp yapılmadığının tespiti gerektiğini, dolayısıyla müvekkili şirkete ulaştığı ispatlanan bildirimler için ceza hesaplaması yapılacaksa bunun parça birim fiyatı üzerinden hesaplanması gerektiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararında, taraflar arasındaki 29/12/2003 tarihli sözleşme kapsamında davacının ihtiyacı olan 2000 adet bilgisayar ve 700 adet Türkçe MS Word ürününün davalı yanca temin edilerek verileceği hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmadığı, anılan sözleşmenin 41.1 maddesine göre davacıya teslim edilecek ürünlerin teslim tarihinden itibaren üç yıl garanti kapsamında olduğu, davalı tarafça teslim edilmesi gereken malzemelerin 26/05/2004 tarihinde teslim edildiği, buna göre garanti süresinin 26/05/2007 tarihinde sona erdiği, 29/12/2003 tarihli sözleşmenin ayrılmaz eki olan bakım onarım sözleşmesinde, davalı yanca yapılacak olan bakım ve onarımların ne şekilde ve nasıl yapılacağının, sözleşme kapsamında satın alınan cihazlarda meydana gelecek arızanın davacı tarafından derhal (telefon, fax, vb.) davalıya bildirileceği, arızalı cihaz yerine davalı tarafça "Hizmetin Sağlanma Süresi" maddesinde belirtilen süre içinde mesai saati gözetmeksizin yeni cihaz verileceği, donanım arızaları için arıza giderme süresinin davacı tarafça faks ile arızanın bildirildiği andan, firmanın arızalı cihazı teslim aldığı PTT birimine cihazı tam çalışır halde teslim ettiği ana kadar geçen süre olacağı ve bu sürenin 48 saat olduğu, bu sürenin aşılması durumunda ceza hükümlerinin uygulanacağının hüküm altına alındığı, davalının garanti süresi içerisinde hükme esas alınan bilirkişi raporunda belirtilen 95 kalem cihazın bakım ve onarımlarını sözleşmede belirtilen süre içerisinde gidermediği, bu nedenle davacının bu kalem cihazlar yönünden 15.833,53 USD gecikme cezası talebinin yerinde olduğu, hesaplanan gecikme cezasının sözleşme bedeli ve diğer hususlar nazara alındığında TBK'nın 52. Maddesi uyarınca tenkise gerek bulunmadığı, davacının davalıyı davadan önce temerrüde düşürmediği gerekçesiyle kısmen kabul kararı verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
1.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davalı firmanın, müvekkili idarece kendisine bakım-onarım sözleşmesi hükümlerine göre bildirilen arızaların giderilmesi ve ve tamir işlemlerinin bir kısımın sözleşmede belirtilen süre içinde yapmadığını ve bu nedenle davalı firma adına ceza hükümleri gereği 139.930,42 USD ceza kesildiğini ve 25/09/2009 tarih ve 5425 sayılı yazı ekinde kesin kabul raporu ile birlikte 4 sayfadan ibaret ceza tablosunun gönderildiğini, ancak davalı firma tarafından herhangi bir ödemede bulunulmadığını, arıza bildirimlerinin Acil Çağrı Merkezi'nin (Call Center) Tel no: 0212 3406000 yapılması hususunun tekrar tekrar bildirilmesine rağmen bildirimlerin Call Center'a yapılmayıp firmanın şube faksına gönderildiği iddiasının haksız ve yersiz olduğunu, tüm arıza bildirimlerinin firmanın iddia ettiği üzere şube faksına değil, dava dosyasına sundukları 14/09/2004 tarihli yazısında belirtilen 0212 2120762 faksa yapıldığını, müvekkili tarafından faksların ulaştığına dair davalı firmadan teyit alınmadığı iddiasının da haksız olduğunu, zira her arıza bildiriminden sonra faksın anlık teyidinin alındığını, her arızaya ait teyit sistem gereği farklı sayfalardan değil aynı sayfaya alındığını, davalı tarafın çekilen faksların çoğunun mesai saati dışında olduğu, arıza bildirim tarihi ve saati olarak tek taraflı düzenlenebilecek ve her zaman oluşturulabilecek nitelikteki faks metninde yazılı tarih ve saatin dikkate alındığı, bu nedenle faks bildirimleri olmadan geçerli delil niteliğinde olmadığına dair iddialarının da haksız olduğunu, müvekkili idarenin mesai saatlerinin 08:30 ile 17:30 arasında olup arıza kayıtlarının Başmüdürlükler tarafından Genel Müdürlüğe aktarılıp ve Genel Müdürlükten de ilgili firmanın faksına arıza kaydının bildirilip arıza bildirim tarih ve saatinin arızanın Genel Müdürlükçe firmaya bildirildiği tarih ve saat olarak kabul edildiğini, firmaya bildirim tarih ve saatinin dosyaya sunulan ceza tablolarından da görüldüğü üzere mesai saatleri içersinde olduğunu, davaya esas söz konusu cezanın firmanın ilk cezası olmayıp, firma ile devam eden diğer davalarına esas cezalar incelendiğinde görüleceği üzere firmanın projeyi düzgün bir şekilde işletemediğini, firmanın arızalı cihazlara bu kadar geç müdahale etmesi neticesinde iş ve işleyişin aksadığını, müvekkilinin zarara uğradığını, müvekkili tarafından davalı firma yetkililerine işin bir an önce ve sözleşme hükümlerine uygun olarak tamamlanması için projeye ait her türlü aksaklığın bildirildiğini ancak firma yetkililerince geri dönüşlerin olmadığını, davalının işi sözleşme hükümlerine uygun şekilde ifa etmediğini belirterek istinaf taleplerinin kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
2. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; davacının iddialarını ispat edemediğini, bu sebeple davanın tümden reddi gerektiğini, dosyaya sunulan CD içerisinde ise, formlar olarak tanımlanan ve faks metinleri olduğu iddia edilen fotokopi metinler dışında delil niteliğine haiz belge bulunmadığını, açıklanan sebeplerle ispat edilemeyen davanın tümden reddi gerekirken kısmen kabulü yönünde hüküm kurulmasının hatalı olduğunu, davacı tarafın tek taraflı hazırladığı tabloların bilirkişi raporunun dayanağı yapıldığını, halbuki tabloların delil vasfının bulunmadığını, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin III.1.1. maddesinde düzenlendiğini, buna göre; “İlgili sözleşme kapsamında satın alınan cihazlarda bir arıza oluşması durumunda PTT durumu derhal (telefon, faks vb.) yüklenici firmaya bildirecektir.” hükmü bulunduğunu, davacının sözleşmenin bu hükmü uyarınca arıza bildirimlerini müvekkili şirkete usulüne uygun olarak yaptığını ispatlamak zorunda olduğunu, davacının tek taraflı olarak, müvekkili şirketin bilgisi ve onayı dışında hazırlamış olduğu tablolarla, bir takım Arıza Bildirim Tarihi ve Arıza Giderim Tarihi olarak tarihler belirlediğini ve buradan hareketle ceza hesaplaması yoluna gittiğini, müvekkili şirket adına sunulan belgelerin ise raporlarda değerlendirilmediğini, davacı tarafından yapıldığı iddia olunan arıza bildirimleri "Arıza Çağrı Merkezi" olarak adlandırılan yere bildirilmediğini, bilirkişi raporunda ceza tutarları belirlenirken iddia edilen arızalarla ilgili fahiş hesaplamalar yapıldığını, piyasa şartlarında çok daha uygun fiyata bulunabilecek cihaz bedelleri için, herhangi bir emsal olmadan ve dayanak gösterilmeden 10 USD ceza değeri belirlenmesinin dayanaksız ve belirlenen ceza tutarları afaki olduğunu, davacının, cezai şartı bir zenginleşme aracı olarak kullanmaya, haksız uygulama ile haksız kazanç elde etmeye çalıştığını, davacının derhal (piyasadan kolaylıkla) temin ederek bedelini müvekkilinden talep edebileceği parçalar için bile (mouse, klavye vb) hareketsiz kalarak zararın büyümesine yol açtığını, davacı tarafın müvekkil şirkete yazılı olarak arızalarla ilgili hiçbir ihtar göndermemiş, kendi kendine ceza tabloları hazırladıktan sonra ihtar göndermiş olduğunu, var ise bile ihtar göndermeyip zararın büyümesi karşısında hareketsiz kalarak zararının artmasına yol açan ve/veya hakkını kötüye kullanan kişiyi kanunun himaye etmesinin mümkün olmadığını, davada reddedilen tutarın 124.096,86 USD olup kararda müvekkili lehine hükmedilen vekalet ücreti tutarının hatalı olduğunu, karar tarihindeki kur ve yürürlükteki ücret tarifesine göre düşük hesaplandığını belirterek mahkeme kararının kaldırılarak davanın tümden reddine karar verilmesini talep etmiştir.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, dosya kapsamındaki bilgi, belge ve toplanan deliller değerlendirilerek yasal düzenlemelere uygun ve isabetli karar verilmiş olduğu, ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı ve özellikle mahkemece dava tarihindeki kur üzerinden vekalet ücreti hesaplanmasında usul ve yasaya aykırılık bulunmamış olmasına ve taraf vekillerinin istinaf sebepleriyle sınırlı olarak inceleme yapılmış olmasına göre taraf vekillerinin istinaf başvurularının HMK'nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraflar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı ve davalı vekilleri istinaf dilekçesinde belirttikleri itirazlarını temyiz dilekçesinde de yinelemişlerdir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369 ncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 nci maddeleri,
6098 sayılı TBK’nın 470 ve devamı maddeleri.
3. Değerlendirme
1. Bölge adliye mahkemelerinin nihai kararlarının bozulması 6100 sayılı Kanunun 371 nci maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
2. Temyizen incelenen karar, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile kararda belirtilen gerekçelere göre usul ve kanuna uygun olup, taraflar arasındaki sözleşmenin 41.1 maddesine göre davacıya teslim edilecek ürünlerin üç yıl garanti kapsamında olduğu, bakım- onarım sözleşmesinin "Hizmetin Sağlanma Süresi" başlıklı IV. maddesi gereğince donanım arızaları için arıza giderme süresinin PTT'ce firmanın çağrı merkezine faks ile arızanın bildirildiği andan, firmanın arızalı cihazı teslim aldığı PTT birimine cihazı tam çalışır halde teslim ettiği ana kadar geçen süre olacağı ve bu sürenin 48 saat olduğu, bu sürenin aşılması durumunda ceza hükümlerinin uygulanacağı, V. maddesinde uygulanacak cezanın hesaplanması yönteminin gösterildiği, hükme esas bilirkişi raporundan 26/05/2004 teslim tarihine göre 3 yıllık garanti süresinin 26/05/2007 tarihinde sona ermiş olduğu, bakım ve onarım sözleşmesi gereğince arıza bildiriminde 48 saatlik sürenin geçirilmesi halinde gecikme cezasının uygulanması gerektiği, mause ve klavyenin kullanıma bağlı olarak arızalanabileceği, dosyaya kazandırılmış olan arıza bildirim formları(taraflarca sunulan formlar karşılaştırılmak suretiyle) esas alınarak yapılan hesaplamada mause ve klavye arızaları nedeniyle geçen süre dikkate alınmayıp bu cihazların bire bir yenisiyle değiştirileceği kabulune göre arıza bedelinin belirlendiği, diğer monitör ve kasa arızalarıyla ilgili olarak ise gecikilen günler için yapılan ceza hesabında maksimum ceza miktarının cihaz bedelini aşmayacak şekilde hesaplandığı, garanti süresi geçtikten sonra davalıya bakım ve onarıma verilmiş olan cihazlarla ilgili (monitör, kasa, mause ve klavye) gecikme cezasının hesaplanmadığı, bakım ve onarımı davalı tarafça geç gerçekleştirilen arızalar için davacının davalıdan 15.833,56 USD gecikme cezası talep edebileceği belirli olduğu, hükme esas alınan raporun denetime elverişle ve hükme esas almaya uygun olduğu anlaşıldığından, taraflar vekilince temyiz dilekçesinde ileri sürülen nedenler kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının 6100 sayılı Kanunun 370 nci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,
Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edene yükletilmesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
13/06/2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Murat Kıyak Birol Soner Belkıs Karakaş Zeki Gözütok Mehmet Özdemir
(Muhalif) (Muhalif)
KARŞI OY
Davacı vekili, davalının sözleşme ile üstlendiği yükümlülüklerini yerine getirmediğini belirterek cezai şart talebinde bulunmuştur.
Davalı vekili davanın reddini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesince, yapılan yargılama sonucunda, davanın kısmen kabulü ile 15.833,56 – USD'nin 05.12.2012 dava tarihinden işleyecek, 3095 sayılı Yasanın 4/a maddesi uyarınca Devlet Bankalarının USD cinsinden açılmış 1 yıl vadeli mevduat hesaplarına uyguladığı en yüksek faiz oranı ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Karar taraf vekilleri tarafından istinaf edilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi, taraf vekillerinin istinaf başvurularını 6100 sayılı HMK'nın 353/1 - b. 1 maddesi gereğince esastan reddetmiştir
Karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece verilen karar, Yüksek Özel daire Sayın Çoğunluğunca oyçokluğuyla onanmıştır.
Aşağıda açıklanan nedenlerle Yüksek Özel Daire Sayın Çoğunluğunun kararına katılmıyorum.
Uyuşmazlık, yabancı para cinsinden hüküm kurulduğundan vekâlet ücretinin karar tarihindeki Merkez Bankası efektif satış kuru ve yine karar tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifesi dikkate alınarak hesaplanmasının gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır.
TBK’nın 99. (Mülga 818 sayılı BK m 83) maddesine göre;
‘’Madde 99 – Konusu para olan borç Ülke parasıyla ödenir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir’’.
Bu maddeye göre, Ülke parası dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir. Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168. maddesine göre;
‘’Madde 168 – (Değişik madde: 02.05.2001 - 4667/81. md.)
Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgari hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. (Ek cümle: 16.06.2009 - 5904 S.K./35.mad) Şu kadar ki hazırlanan tarifede; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir. Bu tarife Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı tarifeyi bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu tarife, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir. 8 inci maddenin altıncı fıkrası hükümleri kıyasen uygulanır.
Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır’’.
Kanunun 168/son maddesine göre, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.
Avukatlık asgari ücret tarifesinin 1. maddesine göre;
‘’MADDE 1 – (1) Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, 19.3.1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır.
(2) Taraflar arasında akdi avukatlık ücreti kararlaştırılmamış veya kararlaştırılan akdi avukatlık ücretinin geçersiz sayılması halinde; mahkemelerce, dava konusu edilen tutar üzerinden bu Tarife gereğince hesaplanacak avukatlık ücretinin altında bir ücrete hükmedilemez. Bu Tarife 1136 sayılı Kanunun 164 üncü maddesinin dördüncü fıkrası doğrultusunda gerçekleştirilecek olan akdi avukatlık ücreti belirlenmesinde sadece asgari değerin hesaplanmasında dikkate alınır. Diğer hususlar 1136 sayılı Kanundaki hükümlere tabidir.
(3) Bu Tarife hükümleri altında kararlaştırılan akdi avukatlık ücretleri, bu Tarife hükümleri üzerinden yapılmış olarak kabul edilir’’.
Tarifenin 1. maddesine göre, mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, 19.3.1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır.
Tarifenin 21. maddesine göre;
‘’MADDE 21 – (1 ) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife esas alınır’’.
Bu maddeye göre, avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife esas alınır.
Somut olayda uyuşmazlık hakkında, mahkemece yabancı para cinsinden hüküm kurulduğundan vekâlet ücretinin de TBK’nın 99. (Mülga 818 sayılı BK m 83), 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168/son, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 1 ve 21. maddeleri gereğince, hüküm altına alınan döviz alacağının karar tarihindeki kur üzerinden Türk Lirası karşılığı ve yine karar tarihindeki avukatlık asgari ücret tarifesi dikkate alınarak hesaplanması gerekmektedir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, vekâlet ücreti konusunda Yüksek Özel daire Sayın Çoğunluğunun, hükmün onanması yönündeki kararına katılmıyorum.
ÜYE
Birol SONER
KARŞI OY
Dava konusu uyuşmazlık sözleşmede yabancı para cinsinden kararlaştırılan ceza-i şart alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Karşı oya ilişkin görüşlerimde yabancı para alacaklarının tahsiline ilişkin mevzuatımızda yapılan düzenlemeler ve yabancı paranın tahsili bakımından özellik arz eden durumlar ile yargı harçları, mahkemece hükmedilecek vekalet ücreti ve temyiz sınırı bakımından yabancı para alacağına hükmedilmesi halinde dava tarihindeki kurun mu yoksa karar tarihindeki kurun mu esas alınacağı konusunda farklı görüşlerin bulunması nedeniyle açıklamalar tüm bu konuları kapsayacak şekilde yapılacaktır.
Bütün ülkelerde yargı sistemleri kendi ülke para birimlerini esas almak suretiyle tahsil ve icra yetkisini devletin egemenlik haklarının bir sonucu olarak görürler (Yabancı Para Borçlarının İfası, Prof. Dr. Serkan Ayan, dergipark.org.tr).
Ancak 818 sayılı Eski Borçlar Kanununun 83 ncü maddesinde olduğu gibi kısmi değişikliklerle 6098 sayılı Yeni Türk Borçlar Kanunu'nun 99 uncu maddesi- I.Ülke parası ile başlıklı olup "Konusu para olan borç Ülke parasıyla ödenir. Ülke parası ödeme üst başlığı altında dışında başka bir para birimiyle ödeme yapılması kararlaştırılmışsa, sözleşmede aynen ödeme veya bu anlama gelen bir ifade bulunmadıkça borç, ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parasıyla da ödenebilir.
Ülke parası dışında başka bir para birimiyle belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça, borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya vade ya da fiilî ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebilir." düzenlemesi ile genel kuralın para borcunun ülke parası ile ödenmesi olduğuna işaret ettikten sonra borcun ülke parası dışında başka bir para birimi ile belirlenmiş ve sözleşmede aynen ödeme ya da bu anlama gelen bir ifade de bulunmadıkça borcun ödeme gününde ödenmemesi üzerine alacaklı, bu alacağının aynen veya fiili ödeme günündeki rayiç üzerinden Ülke parası ile ödenmesini isteyebileceği kabul edilmektedir.
Buna göre yabancı para borçlusunun ifada temerrüde düşmesi hâlinde alacaklının seçebileceği üç alternatif bulunmaktadır.
- Yabancı para borcunun aynen (yabancı para olarak) ödenmesi,
- Yabancı paranın vade/muacceliyet tarihindeki Türk Lirası karşılığının ödenmesi,
- Yabancı paranın fiili ödeme tarihindeki TL karşılığının ödenmesi istenebilecektir.
Bu seçim hakkı kullanıldıktan sonra bu haktan dönülmesi mümkün değildir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 23.01.2002 tarih 15-15/19).
Somut uyuşmazlıkta dava dilekçesinde para alacağı yabancı para cinsinden alacak talebinde bulunulmuştur. Bu talep yabancı paranın aynen ödenmesi talebi niteliğindedir. Alacaklının aynen ödemeyi tercih etmesi hâlinde borçlunun borcunun yabancı para üzerinden ödenmesi gerekir. Ancak İcra İflas Kanununun 58/3 ncü maddesi gereğince konusu yabancı para alacağı olan icra takiplerinde İcra İflas Kanunu'nun 58/3 ncü maddesi gereğince yabancı para alacağının Türk Lirası karşılığının hangi tarihteki kur üzerinden talep edildiği gösterilmek zorundadır. Alacaklının yabancı para birimiyle ifayı talep etmesi hâlinde borçluya aynen veya fiili ödeme tarihi TL karşılığı ödeme biçimindeki sınırlı seçimlik yetkiyi de verir. Dolayısıyla yabancı para üzerinden icra takibi yapılması doğrudan doğruya yabancı paranın borçludan alınıp alacaklıya yabancı para olarak teslim edilmesi mümkün olmadığından, yabancı para alacağının aynen ödenmesini istemiş olan alacaklının fiili ödeme günü üzerinden TL karşılığını tahsilini talep etmesi gerekmektedir (Prof. Dr. Serkan Ayan -Yabancı Para Borçlarının İfası dergipark.org.tr sayfa 554).
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 07.04.1993 tarihli, 13-41/145 sayılı ilâmında "Davacı Mark’ın aynen ödenmesini istemekle, fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini istemiş demektir." şeklinde bu konuya açıklık getirerek İcra İflas Kanunu hükümleri gözetildiğinde, yabancı paranın aynen ödenmesi talebinin, fiili ödeme günündeki rayice göre Türk parası ile ödenmesini istemek anlamına geldiği kabul edilmiştir.
Alacaklının vade tarihi ya da dava tarihindeki kur üzerinden Türk lirasına dönüştürmek suretiyle bir talebi olmadığından burada hüküm altına alınan hüküm tarihindeki yabancı para miktarıdır.
Yabancı para alacağının arz ettiği bu özellikler özellikle taşınmazın aynına ilişkin davalarda yargılama sırasında Harçlar Kanunun 16 ncı maddesi gereğince gayrimenkulun değerinin tespiti sureti ile bu değer üzerinden harç alınmasına ilişkin hükümlerden ayrı olarak değerlendirilmek durumundadır. Zira yabancı para alacağı, 6098 TBK’nın 99 uncu maddesinin tanıdığı yasal olanak çerçevesinde fiili ödeme tarihindeki kurun bir başka deyişle değerin esas alınacağı bir para alacağıdır. Değeri yargılama sırasında tespit edilecek olan diğer uyuşmazlık türleri ile aynı mahiyette değildir.
Bu açıklamalardan sonra Harçlar Kanunu açısından yargı harçlarının genel özellikleri, ödenme zamanı, karar ve ilâm harcı ile icra tahsil harcının özellikleri de göz önünde bulundurulmak sureti ile bir değerlendirme yapılacaktır.
Bu kapsamda, kamu hizmetlerinden yararlanan özel ve tüzel kişilerin özel menfaatlerine ilişkin olarak kamu hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yararlandıkların hizmetlerin maliyetine katlanmaları zorunluluğu olarak tanımlanmaktadır (B, Pınar Yargı Harçları, Ankara 2009, sayfa 1). Yapılan iş ve hizmet amme hizmetinden daha çok kişilerin kişisel menfaatine ilişkin olduğundan yararlanılan hizmetin karşılığı olarak harcın Hazinece tahsili gerekmektedir. Nitekim 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun gerekçesinde "harç" tanım olarak "fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığı yaptıkları ödeme olarak" belirtilmiş aynı tanım Anayasa Mahkemesi kararlarında da benimsenmiştir (Anayasa Mahkemesi 31.03.1987 gün, 1986/20 Esas, 1987/9 Karar, 14.02.1991 gün ve 1990/18 Esas, 1991/14 Karar, 28.09.1995 gün, 1995/24 Esas, -52 Karar).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 73/3. maddesinde ise "vergi, resim, harç ve benzeri malî yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır" hükmünü içermektedir. Buna göre kamu kurum ve kuruluşları tarafından sunulan hizmetlerin karşılığı olarak alınan harç yasaya dayalı olarak alınmalı ve yükümlüsü de kanunun amacına uygun olarak bu hizmetten yararlanan kişiler olmalıdır. Bu zorunluluk Yargıtay İçtihadı Birleştirme YİBK'nın 07.12.1994 gün 1964/3 Esas,-5 Karar, ve Anayasa Mahkemesinin 31.03.1987 gün ve 1986/20 Esas-1987/9 Karar sayılı ilâmlarında da gerekçe kısmında belirtilmiştir.
Anayasanın harç alınmasındaki kanunilik ilkesi gereğince Harçlar Kanununun 1 nci maddesinde alınacak harçlar arasında yargı harçları da sayılmıştır. Yargı harcı devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete bu hizmetten yararlananların sağladığı katkıdır (YİBK 16.12.1983 gün ve 1983/5, 6 Karar). Yargı harçları başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilâm harcıdır. Karar ve ilâm harcı ise maktu veya nispi harç olmak üzere iki çeşit olup konusu para veya para ile değerlendirilebilen belirli bir değere ilişkin davalarda Harçlar Kanununun 1 sayılı tarifesi gereğince nispi harç alınır. 492 sayılı Harçlar Kanununun nispi harçlarda ödeme zamanı başlığını taşıyan 28 inci maddesinin birinci bendi nispi harçlarda ödeme zamanını düzenlemiş aynı maddenin a) bendinde ise karar ve ilâm harcının ödeme zamanı öngörülmüştür. Bu madde de aynen "karar ve ilâm harçlarının 1/4'ü peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren 2 ay içinde ödenir" hükmü yer almaktadır.
Harçlar Kanununun 30 ncu maddesi ise; "Muhakeme sırasında tesbit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilâm harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 409 uncu maddesinde (6100 sayılı HMK 150 nci madde) gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır. Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe mütaakip işlemler yapılmaz. Ancak ilgilisi tarafından ödenmeyen harçları diğer taraf öderse işleme devam olunmakla beraber bu para muhakeme neticesinde ayrıca bir isteğe hacet kalmaksızın hükümde nazara alınır." hükmü yer almaktadır.
Nitekim aynı esas 492 sayılı Harçlar Kanununun 32 nci maddesinde "Yargı işlemlerinden alıncak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz." tekrarlanmıştır. Bu maddenin Anayasa aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi 17.03.2010 günlü Resmî Gazete'de yayınlanan 2009/27 Esas, 2010/9 Karar sayılı kararının gerekçesinde "Yargılama sürecinde yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davacı veya davalı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur. Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlerin yapılamayacağını belirten kural bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetlerinden yararlanmaları, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından bu kural Anayasanın 36. maddesindeki hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir kural değildir.
Bu nedenlerle, Yasa'nın emredici hükümleri gözetilerek yargılama sırasında taşınmazın mahkemece tespit edilen değeri dava dilekçesinde gösterilen değerden daha yüksek olduğundan tespit edilen değere göre Harçlar Kanunu'nun 30 uncu maddesi gereğince eksik nispi harcın tamamlanması aksi hâlde müteakip yargılama işlemlerine devam edilmeyerek dosyanın işlemden kaldırılması Harçlar Kanunu 30 ve 32 nci maddesinde yasal zorunluluk olarak öngörüldüğünden davanın yasanın emredici hükümleri gözetilmeksizin yargılama devamla esastan karar verilmesi usul ve yasaya aykırılık nedeniyle bozma nedenidir. Nitekim gerek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, gerekse dairelerin yerleşik uygulamaları bu yöndedir (Aynı yönde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 04.12.2013 gün, 2013/21-445 Esas, 2013/1625 Karar, 13.12.2017 gün, 2017/10-1974 Esas, 2017/1735 Karar, 06.06.2018 tarih, 2017/13-1984 Esas, 2018/1172 Karar, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 26.04.2016 tarih, 2016/774 Esas, 2016/7461 Karar, Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 09.10.2018 gün, 2016/1183, 2018/4595 Karar).
Harçlara ilişkin bu genel değerlendirme gözetildiğinde yukarıda da belirtildiği üzere yabancı para alacaklarında yargılama sırasında harç noksanlığının tespit edilerek eksik harcın ikmali durumu söz konusu olmayıp somut uyuşmazlıkta eksik alınan harç temyiz kanun yoluna başvuru nedeniyle alınması gereken nispi temyiz karar harcıdır. Dolayısıyla harcın alınma zamanı bakımından taşınmazın değerinin tespiti suretiyle Harçlar Kanunu'nun 16 ncı maddesi ve 30 uncu maddesi kapsamında değerlendirilecek ve eksikliği tamamlanacak harçlardan değildir. Dava açılırken ve ıslah sırasında Harçlar Kanunu'nun 28 nci maddesi gereğince 1/4 oranında yatırılan karar ve ilâm harcı davanın görülüp sonuçlandırılması bakımından yeterlidir.
Ancak mahkemenin yabancı para alacağını hüküm altına almasından itibaren artık Harçlar Kanunu'nun eki olan 1 no.lu tarifenin Karar ve ilâm harcı başlığı altında nispi harçları düzenleyen 1-a maddesinde "Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi hâlinde hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden" Binde 68,31 oranında nispi karar ve ilâm harcı alınacaktır. Bu harcın alınmamış olması Harçlar Kanununu 32 nci maddesi gereğince müteakip işlemler olan kanun yoluna başvuru aşamasına geçilmesine engel olacaktır. Yukarıda da belirtildiği üzere harcın alınması kamu düzenine ilişkin olup Harçlar Kanunu ve eki tarifeye göre harcın eksik yatırılıp yatırılmadığı hususu resen gözetilecek harcı yatırılmayan yargılama işlemlerine devam edilemeyecektir.
Bu konu aynı zamanda yabancı para alacağına ilişkin bir davada verilen hükmün kanun yolu kesinlik sınırı bakımından dava tarihindeki kura göre mi yoksa karar tarihindeki kura göre mi hesaplanması gerektiğine ilişkin olarak gerek Yargıtay kararlarında gerekse doktrinde tartışılmış olup doktrinde Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez Medeni Usul ve İcra İflas Hukukunda Yabancı Para Alacaklarının Tahsili, Genişletilmiş ve Yeniden Gözden Geçirilmiş 3. bası, Ankara 1998 sayfa 117). Yabancı para alacağının hüküm verildiği tarihte değerinin artması hâlinde, davanın açıldığı tarihteki kur üzerinden değil mahkemenin hüküm verdiği tarihte belirlediği ve harcı tamamladığı kur üzerinden hesaplanması gerektiği görüşünü dile getirilmiştir.
Yapılan içtihadı birleştirme başvurusu hakkında temyiz kesinlik sınırının belirlenmesinde Yargıtayın 11. Hukuk Dairesi ile Kapatılan 15. Hukuk Dairesinin kesinlik sınırının yabancı para alacağında dava tarihindeki kur üzerinden belirlenmesi gerektiği görüşüne karşılık Yargıtayın 9, 12 ve Kapatılan 23. Hukuk Dairelerinin kesinlik sınırının yabancı para alacağının karar tarihindeki döviz kuru esas alınmak suretiyle belirleneceği görüşünde oldukları ancak kararlar arasındaki içtihat aykırılığı doğuracak uygulamanın sürekli olmadığı gerekçesiyle içtihatları birleştirme yoluna gidilmesine gerek olmadığına, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 09.12.2020 tarihli ve 338 sayılı karar ile karar verilmiştir. Bu konunun yargısal uygulamalarda farklı uygulamalara yol açan ve sıkça tartışılan bir konu olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.
Doktrinde Prof. Dr. Serkan Ayan (Prof.Dr. Serkan Ayan Yabancı Para Borçlarının İfası Dergipark.org.tr sayfa 553) alacaklının ya muacceliyet ya da fiili ödeme tarihini seçebileceği bu nedenle gerek 818 sayılı yasa gerekse 6098 sayılı Yasada olmayan bir biçimde icra takip ya da dava tarihindeki kur üzerinden çeviri yapılmasına yönelik yargı kararlarının yerinde olmadığı görüşü dile getirilmiştir.
Burada dairemiz sayın çoğunluğu ile bakış açısındaki farklılık yabancı para alacaklarında dava sırasında meydana gelen değer artışlarının dava açılırken alınacak olan 1/4 oranındaki nispi karar ve ilâm harcının bu değer artışları nazara alınarak tamamlanmasının gerekmeyeceği ancak mahkemece yabancı para alacağı hüküm altına alındıktan sonra artık Harçlar Kanunu gereğince Ek-2 no.lu Tarifenin III-1.a bendinde belirtildiği üzere ortada "hüküm altına alınan anlaşmazlık konusu değer üzerinden" belirlenmesi gereken bir harç miktarı vardır.
Nitekim bilindiği üzere 32 nci maddesi gereğince ilâma dayalı para alacaklarının icraya konulabilmesi için kesinleşmiş olması gerekmez.
Bu konuda İcra İflas Kanununun 32 nci maddesinde, (Değişik: 18/2/1965 - 538/16 md.) "Para borcuna veya teminat verilmesine dair olan ilâm icra dairesine verilince icra memuru borçluya bir icra emri tebliğ eder. Bu emirde 24 ncü maddede yazılanlardan başka hükmolunan şeyin cinsi ve miktarı gösterilir ve nihayet yedi gün içinde ödenmesi ve bu müddet içinde borç ödenmez veya hükmolunan teminat verilmezse icra mahkemesinden veya istinaf veya temyiz yahut iadei muhakeme yolu ile ait olduğu mahkemeden icranın geri bırakılmasına dair bir karar getirilmedikçe cebri icra yapılacağı ve bu müddet içinde 74 ncü madde mucibince mal beyanında bulunması ve bulunmazsa hapis ile tazyik olunacağı, mal beyanında bulunmaz veya hakikata muhalif beyanda bulunursa hapis ile cezalandırılacağı ihtar edilir." hükmü yer almaktadır.
İcra İflas Kanununun 36 ncı maddesinde ise (Değişik: 2/3/2005 – 5311/5 md.) "İlâma karşı istinaf veya temyiz yoluna başvuran borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehni veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehni veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir. Bu süre ancak zorunluluk hâlinde uzatılabilir." hükmü yer almaktadır.
İİK’nın 32 nci maddesi gereğince ilâm icraya konulunca borçlu İİK’nın 36 ncı maddesi gereğince "İcranın Geri Bırakılmasını" isterse "Hükmolunan para" kavramından hareketle alınacak teminata ilişkin miktar belirlenirken yapılacak hesaplamada yabancı para alacağının dava tarihindeki kuru esas alınmamakta, icradan talep tarihindeki hükmolunan yabancı paranın Türk Lirası karşılığı esas alınmaktadır.
Yabancı para alacağına ilişkin ilâm icraya konulduğu takdirde ise Harçlar Kanunu Ek-1 sayılı Tarifenin B)İcra ve İflas Harçları başlıklı kısmın 1/3 üncü bendinde değeri belli olan icra takiplerinde tahsil harcının değer üzerinden alınacağı belirtildikten sonra a) bendinde icra emrinin tebliği üzerine hacizden evvel (Yüzde 4.35 ), b) bendinde hacizden sonra satıştan önce (Yüzde 9.10), c) bendinde satılıp paraya çevrilmesi suretiyle tahsil hâlinde (Yüzde 11.8) oranlarında olmak üzere alacağın tahsil zamanı esas alınarak bu tarihlerdeki değere göre harç alınması gerekmektedir.
Nitekim icra işlemlerinin yargısal denetimini yapan icra mahkemelerince verilen kararları denetleyen Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 18.02.2016 tarih 2015/27228 Esas, 2016/4363 Karar sayılı ilâmında "492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 28/b bendi uyarınca icra tahsil harcı alacağın ödenmesi sırasında, ödeme yapılmayan hâllerde harç alacağının doğması tarihinden itibaren 15 gün içinde ödenir. Harç alacağı icranın yerine getirilmesiyle doğar. Alacaklılar takipte yabancı para alacağının fiili ödeme tarihindeki kur karşılığı üzerinden tahsil talebinde bulunulduğundan tahsil harcına esas matrahın yabancı para alacağının fiili ödeme tarihideki kur karşılığı üzerinden hesaplanması gerekir. Yine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 20 nci maddesi gereğince avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihteki yürürlükte olan tarife esas alınır. Tarife hükümleri gereğince icra müdürlüğünce vekâlet ücreti matrahının belirlenmesinde de yabancı paranın tahsil tarihindeki kur karşılığının esas alınması gerekmektedir." demek suretiyle uygulamanın ne yönde olduğunu belirterek dairenin yerleşik içtihat ve uygulamalarının da bu şekilde olduğunu ortaya koymuştur.
Yukarıda Anayasa Mahkemesinin 17.03.2010 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 2009/27 Esas, 2010/9 Karar sayılı kararının gerekçesinde de vurgulandığı üzere harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmek istemesinin harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturduğu, Harçlar Kanununun 32. maddesinde yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağını belirten kuralın bireylerin özel menfaatleri ile ilgili olarak yargı hizmetlerinden yararlanmaları bu hizmetlerin karşılığı olarak harcın ödenmesi koşuluna bağlandığından bu kural Anayasanın 36 ncı maddesindeki hak arama özgürlüğünü kısıtlayan bir kural olmadığı belirtilmiştir.
Diğer yandan özellikle yabancı mahkeme kararlarında yabancı mahkemeler Türk Lirası üzerinden değil yabancı para üzerinden karar vermektedir. Bu kapsamda Harçlar Kanununun 4 ncü maddesi gereğince yabancı bir mahkeme tarafından verilen ilâmların tenfizi için açılacak davalardan, bu ilâmlarda hükmolunmuş şeyin değeri, nevi ve mahiyetine göre 1 sayılı tarife gereğince harç alınacaktır. Dolayısıyla bir yabancı para alacağı Türk mahkemeleri tarafından hüküm altına alındığında temyize başvuru hâlinde karar ve ilâm harcının dava tarihindeki kur üzerinden alınması kabul edilirken hesaplanırken aynı para alacağının yabancı mahkeme tarafından hüküm altına alınması hâlinde bu kararın tenfizi için yargı yoluna başvurulduğunda ve verilen karar temyiz edildiğinde başvurma tarihlerindeki döviz kurunun esas alınması kamunun ciddi oranda alacağı harçtan mahrum kalmasına yol açacağı gibi aynı sonuçları doğuracak iki ayrı yargısal işlemin ayrı değerler üzerinden harca tabi olmaması da kanun önünde eşitlik ve hukuk güvenliği ilkesiyle bağdaşmayacaktır.
Bu açıklamalar bakiye karar ve ilâm harcının tahsili bakımından da geçerlidir. Hükmolunan yabancı para alacağını icraya koymak isteyen alacaklı veya bu karara karşı temyiz karar harcına başvurmak isteyen borçlu talep ettiği yargısal işlemin bir başka deyişle sunulacak yargısal hizmetin karşılığı olarak elde ettiği değer ölçüsünde nispi harca tabi işlemde bunun karşılığını ödemelidir. Bu ilke yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararında açıkça vurgulanmıştır.
Dava konusu uyuşmazlık bakımından özellikle vekalet ücreti yönünden konu değerlendirildiğinde, mahkemece yabancı para alacağına hükmolunması nedeniyle hükmolunan yabancı para alacağı vekalet ücreti belirlenirken karar tarihindeki yabancı para alacağının uygulanması gerekmektedir. Nitekim Avukatlık Kanununun 168/son maddesinde ''Avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.'' hükmü yer almaktadır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 21.maddesinde kanundaki hüküm tekrarlanarak ''Avukatlık ücretinin takdirinde hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır'' hükmü yer alır.
Yukarıdaki açıklamalarda da yer aldığı üzere yabancı paranın değeri serbest kur rejimi nedeniyle sürekli değiştiğinden yasal sınırların belirlenmesinde ve vekalet ücretinin takdirinde hüküm tarihinin esas alınması yasal düzenlemelerin bir gereği olduğu gibi hükmolunan şeyin gerçek ve güncel değerini yansıtması, taraflara yüklenen hak ve borçların yabancı paranın hüküm tarihinde TL karşılığının olacağı ilam icra dairesi aracılığıyla infaza verildiğinde; bu değerin esas alınacağı gözetildiğinde somut uyuşmazlıkta olduğu gibi gerek vekalet ücreti gerekse genel olarak parasal sınırların belirlenmesinde kullanılan ölçütlere göre temyiz sınırı ve harç bakımından yabancı paranın karar tarihindeki kur karşılığının esas alınması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
ÜYE
Mehmet ÖZDEMİR
İÇTİHAT YORUMU : Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 13 Haziran 2023 tarihli kararının karşı oyunda bahsi geçen “yabancı para alacağına ilişkin bir davada verilen hükmün kanun yolu kesinlik sınırının dava tarihindeki kura göre mi yoksa karar tarihindeki kura göre mi tespit edilmesi gerektiği” konusundaki 16.03.2021 başvuru tarihli içtihatların birleştirilmesi başvurusu ve Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 09.12.2021 tarihli ve 338 sayılı Kararı için bkz.